Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Cehennem ateşi bin yıl yakıldı, öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı, şimdi o siyah ve karanlıktır." (Tirmizi)
Bu Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki cehennem halen mevcuttur, bulunduğu yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir.
"Cehennem dedi ki 'Yâ Rabb'i! Bir kısmım bir kısmımı yedi. Bana izin ver de bir nefes bari alayım!' Bunun üzerine Allah ona iki nefes için izin verdi. Bir nefes kışın bir nefes de yazın alır. İşte maruz kaldığınız soğuk veya zemherir, cehennemin nefesindendir. Maruz kaldığınız sıcak veya harur da cehennemin nefesindendir." (Müslim: 617)
Cehennem; dünya hayatında ömrünü inkârlarla, isyanlarla, günahlar ve sapıklıklarla geçirenler için hazırlanmış korkunç bir azap yeridir.
Kur'an-ı kerim'in yetmiş kadar Âyet-i kerime'sinde cehennem kelimesine yer verilmekte; kâfirlerin, münafıkların, zâlimlerin, Hakk ve hakikata boyun eğmeyenlerin çeşitli şekillerde azap görecekleri yer olarak tasvir edilmektedir.
Âyet-i kerime'lerde:
"Cehennem alevlendiği zaman!" (Tekvir: 12)
"Onların varacağı yer cehennemdir." buyurulmaktadır. (İsrâ: 97)
Söz konusu Âyet-i kerime'lerin bir çoğunda, cehennem azabı manasına gelen "Azâb-ü cehennem" ve cehennem ateşi manasına gelen "Nâr-ı cehennem"terkipleri ile beraber kullanılmıştır.
Kur'an-ı kerim'de cehennem için kullanılan başka kelime ve terkipler de vardır:
"Azâb-ül harîk" terkibinde yer alan "Harîk", yakıcı, yangın veya ateş manasına gelmektedir. (Bürûc: 10)
"Azâb-es semûm": Temas ettiği şeyi zehir gibi etkileyip vücudun içine işleyen rüzgar. (Tûr: 27)
"Dâr-ül bevâr": Helâk yurdu. (İbrahim: 28)
"Sûüd-dâr": Kötü yurt. (Ra'd: 25)
"Mâ-i hamîm": Isı derecesi çok yüksek sıvı.
"Mâ-i sadîd": Kanlı, irinli suya benzer tiksindirici bir sıvı. (İbrahim: 16)
"Eşedd-i harr": Çok şiddetli yüksek derecedeki ısı.
"Ğavaş": Örtü misali kat kat ateş tabakaları. (A'râf: 41)
"Azâb-ı ğaran": Sadece deriyi yakıp devamlı acı veren bir işkence (Furkan: 65)
"Zefir ve şehîk": Şiddetli inilti ve soluk alıp verme, derinden gelen korkunç inilti ve uğultu.
"Hasîr": Çepeçevre kuşatan bir zindan. (İsrâ: 8)
Kur'an-ı kerim'de cehennemle ilgili olarak yer alan isimlerin hemen hepsi, ahiret cezalarının en yaygını olan "Ateş"i ve ateşin çeşitli yakıcı etkilerini ifade etmektedir.
Bütün bu isim ve terkipler bir araya getirildiğinde, cehennemin nasıl bir azap yeri olduğu, bütün çıkış yollarının kapalı tutulduğu anlaşılmış olur.
İmanları ve iyi amelleri ile sevap kazanıp mükâfatı hak edenlere cennetin yolu açıldığı gibi, inkârları ve yaptıkları kötülüklerle günaha girip ceza görecek olanlara da cehennemin kapıları açılacaktır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın düşmanları o gün toplanır cehenneme sürülürler. Hepsi bir aradadırlar." (Fussilet: 19)
Sayıları tamamlanıp bir araya geldikleri zaman topluca cehenneme itileceklerdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz." buyuruyor. (Meryem: 86)
Ateşin önlerinde yanmakta olduğunu ve içine muhakkak düşeceklerini gördüklerinde, artık kaçıp kurtulacakları bir yer bulunmaz.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Günahkârlar ateşi görürler, içine düşeceklerini iyice anlarlar, fakat ondan savuşacak bir yer bulamazlar." (Kehf: 53)
Çünkü ateş onları her taraftan kuşatmıştır. O günde cehennemi görmedik kimse kalmaz.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"O gün insan neyin peşinden koşmuş olduğunu, ne uğurda çalıştığını anlar. Cehennem her bakanın göreceği şekilde gösterilir." (Nâziat: 35-36)
Cennet hizmetçileri cennetlikleri bekledikleri gibi, cehennem bekçileri de cehennemlikleri beklerler.
Cehennemlikler sevkolunup ateşe atılmak üzere hazırlandıklarında gayet hakir ve perişan bir halde, alabildiğine küçülmüş olarak, gizlice ateşe doğru bakarlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Aşağılıktan başları öne eğilmiş, göz ucuyla etrafa gizli gizli bakışırlarken sunulduklarını görürsün." (Şûrâ: 45)
Onların bu bakışı, asılmak için getirilen bir kimsenin göz ucuyla gizlice ipe ve darağacına bakmasına benzer. Korkusundan bakmak istemez ve bakamaz ise de, göz ucuyla bakmaktan yine de geri kalmaz.
Onların korktukları ve zihinlerinde tasarladıklarından çok daha büyüğü hiç şüphesiz ki başlarına gelecektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zâlimlerin korkudan titrediklerini görürsün!" (Şûrâ: 22)
Allah-u Teâlâ'nın tehdidinin hak olduğuna inanmayanlar, tekrar dünyaya geri dönmek temennisinde bulunurlar, fakat ne mümkün?
"Zâlimleri görürsün ki, azabı gördükleri zaman 'Geri dönecek bir yol var mı?' derler." (Şûrâ: 44)
Dünyaya geri dönmek için yol ararlar ki, cehennemden kurtulmak için belki bir çare bulurlar. Maruz kaldıkları dehşet karşısında, şaşkınlık eseri olarak bu sözleri söylerler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Her şeyi sarıp kaplayacak olan o felâketin haberi sana geldi mi?
Bir takım yüzler o gün zillete bürünmüştür. Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur.
Kızışmış ateşe girerler." (Ğâşiye: 1-2-3-4)
Dünyada iken çalıştılar, yoruldular, fakat hiçbir şey elde edemediler.
"Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir." (Tevbe: 17)
Çünkü küfür en büyük bir suç olduğundan, cezası da o kadar büyüktür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Rabb'lerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o!" (Mülk: 6)
Ebedî olarak cehennemde kalmayı mucip olan küfrü irtikap ettiklerinden cehennemden asla ayrılmazlar.
"İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennem halkıdırlar." (Mâide: 10)
Kâfirler o gün zümreler halinde cehenneme itilip kakılarak sevkedileceklerdir:
"O gün yüzükoyun ateşe sürüklenirler." (Kamer: 48)
İşte kâfirler için en acı gün gelmiş çatmış bulunuyor:
"İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülürler." (Zümer: 71)
Herkes kendi şerrine, günahına ve sapıklığına uygun bir sıra içinde bulunur. Bunların durumları eşkiyanın zindana sevkedilmesine benzer.
Cehennem kapıları daha önce kapalı olup, bunlar geldiklerinde ardına kadar önlerinde hemen açılır.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Oraya vardıklarında cehennem kapıları açılır." buyuruluyor. (Zümer: 71)
Cehennemin her kapısında son derece sert tabiatlı, güçlü kuvvetli ve sayılamayacak kadar çok miktarda merhametsiz zebaniler bulunur.
Onları kınayıp azarlayarak şöyle derler:
"Size içinizden Rabb'inizin âyetlerini okuyan ve bu gününüzle yüzyüze geleceğinize dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" (Zümer: 71)
Cevaben derler ki:
"Evet geldi... Lâkin azap sözü kâfirler üzerine hak oldu." (Zümer: 71)
Allah-u Teâlâ onların şekavetlerine hükmetti. Çünkü onlar iradelerini kötüye kullandılar. Kendilerini uyaranlara muhalefet ettiler, böyle bir felakete de müstehak oldular.
Bütün ümitlerini silip atacak bir şekilde kendilerine şöyle söylenir:
"Ebedî olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından! O kendini beğenmişlerin yerleşip kalacakları yer ne kötüdür!" (Zümer: 72 - Mümin: 76)
Zebaniler onları perçemlerinden ve ayaklarından sımsıkı bağlayıp, hakaret ve tehditlerle, dağları bir anda toz edebilecek güçteki darbelerle ateşe sürerler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Suçlular simalarından tanınır, alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar." (Rahman: 41)
Gerçekten de azgınlıklarının eseri olarak yüzlerini siyahlık, gözlerini çirkinlik kaplar. Üzüntü ve sıkıntıları son dereceye varır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kötülükle gelen kimseler yüzükoyun ateşe atılırlar." (Neml: 90)
Zebaniler onlara şöyle derler:
"Haydi, yalanlamış olduğunuz azaba doğru gidin!" (Mürselât: 29)
"Siz ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz." (Neml: 90)
Onlar o gün cehennem ateşine şiddetle ve zorla atılırlar. Zebaniler ateşe girinceye kadar enselerine vururlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün cehenneme itildikçe itilirler." (Tûr: 13)
Cehennem kafirleri son derece bir öfke ile ve uğultulu sesler çıkararak karşılar:
"Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultusunu işitirler." (Mülk: 7)
Eşeğin arpayı görünce anırması gibi, cehennem de onları gördüğünde öyle bir ses çıkarır ki, korkmayan kimse kalmaz.
Çünkü kafirlere son derece kızmakta ve nefret etmektedir. Şiddetli öfkesinden ötürü çatlayacak dereceye gelir:
Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak!" (Mülk: 8)
"İşte bu suçluların yalanladığı cehennemdir!" (Rahman: 43)
Taraf-ı ilâhi'den zebanilere emrolunur:
"Tutun onu! Hemen bağlayın!" (Hakka: 30)
"Sonra atın onu cehenneme!" (Hakka: 31)
"Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun!" (Hakka: 32)
Allah-u Teâlâ "Tutun onu!" buyurduğu zaman yetmiş bin melek birden onun üzerine yüklenir, her biri boynuna zinciri geçirmek için çalışır.
Bu arşın meleklerin arşınıyladır.
"Çünkü o ulu Allah'a iman etmezdi." (Hakka: 33)
"Yoksulu doyurmayı teşvik etmezdi." (Hakka: 34)
"Bugün onun için candan bir dost yoktur." (Hakka: 35)
"Ancak günahkârların yediği, kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur." (Hakka: 36-37)
Onlardan kimileri de mucizelere büyü deyip inkâr ediyorlardı. Onlara başlarına gelecek bu ateşi haber veren ilâhi beyanlara aldatma diyorlardı.
Şimdi ise onlara şöyle denilecek:
"Bir büyü müdür bu? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?" (Tûr: 15)
Hâlâ kör müsünüz? Gözleriniz dünyada olduğu gibi şimdi de kapalı mıdır?
Cehennem üstüste yedi tabaka halindedir, her birinin ayrı ayrı kapısı vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"O cehennemin yedi kapısı vardır. Her bir kapıya onlardan bir kısmı taksim olunmuştur." (Hicr: 44)
Cehennemlikler küfür ve isyanlarına, işledikleri suça göre sınıf ve derecelere ayrılırlar. Ayrıca sapıklığın da sınıf ve derecesi farklı farklıdır. Asiler lâyık oldukları dereceye göre kendilerine ait olan kapılardan girerler ve orada yerleşirler.
Dünya hapishanelerinde de durum böyledir. Katillerin koğuşu ayrı, hırsızların ve diğer adi suçluların koğuşları ayrı ayrıdır. Kimisi hücrede tutulurken kimileri de yarı açık cezaevlerinde cezalarını çekerler. Fakat hiç şüphesiz ki cehennem azabı, herhangi bir azapla kıyas bile edilemez.
Cehennemin yedi kapısı olduğunu beyan eden Âyet-i kerime'de işaret buyurulduğu üzere cehennemin yedi tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalar üstüste olup, üstten aşağıya doğru inildikçe ateşin şiddeti de artar.
Bu kelime azap yurdu olan ateşin ismi olmakla beraber bu birinci tabakaya da bu isim verilmiştir.
Orası azabı en hafif olan en üst tabakadır.
Numan bin Bişr -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde azap bakımından cehennemliklerin en hafif ceza göreni o kimsedir ki, iki ayağının altının çukurlarına iki kor parçası konulur. Onların tesiriyle beyni bakır tencere ve ibrik gibi kaynar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2055)
Oraya iman etmekle beraber büyük günah işleyen, kul hakkına tecavüz edip hak sahipleriyle helâlleşmeden ve tevbe etmeden ölen müslümanlar girerler.
Orada günahları nispetinde azap görerek günahlarının kefaretini ödeyenler, buradan çıkarılarak cennete alınırlar.
En son müslüman da cehennemden çıktıktan sonra, bu tabaka tamamen boş kalır ve cehennem kapıları bir daha açılmamak üzere ebediyen kapanır.
"Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş" mânâsında olup yirmi altı Âyet-i kerime'de ve bazı Hadis-i şerif'lerde geçmektedir.
Bazı Âyet-i kerime'lerde ise cehennem yerine, bazılarında ise "Tutuşturulan yakıcı ateş" mânâsında kullanılmıştır.
"Harareti yüksek kızgın ateş" mânâsına gelen Hâviye, Kâria sûre-i şerif'inde geçer. Ayrıca; iyice yanıp kor haline gelen kömür ve uçurum, derin çukur mânâlarına da gelir.
"Allah-u Teâlâ'nın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi" demektir. (Hümeze: 4-7)
Tutuşturulmuş şiddetli ateş, karşılaştığı her şeyi yakıp tahrip eder ve onun iç kısmına kadar işler.
Allah-u Teâlâ Hümeze sure-i şerif'inde kâfirlerin; tıpkı ahıra konup direklere bağlanan ve üzerlerine ahırın kapısı sürgülenen hayvanlar gibi, uzatılmış direkler arasında bağlı olarak kalacaklarını beyan buyurmaktadır. (Hümeze: 8-9)
"Köpürüp dalga dalga, boy boy yükselen halis ateş" demektir.
Kur'an-ı kerim'de bedenin uç organlarını söküp kopardığı, derileri kavurup soyduğu beyan buyurulmaktadır. (Meâric: 15-16)
Kur'an-ı kerim'de on yedi Âyet-i kerime'de geçen, çoğunlukla cehennemin bir adı olarak, bazen de "Tutuşturulmuş alevli ateş" mânâsında kullanılmıştır.
Dört Âyet-i kerime'de cehennem kelimesi yerine kullanılmış, Müddessir sure-i şerif'inde ise; "Yaktığı şeyi tüketircesine tahrip etmekle birlikte, sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın derisini kavuran." diye vasıflandırılmaktadır. (Müddessir: 28-29)
Cehennemin vüs'atini ve dehşetini gözler önüne sermek için bir temsil ve tahayyül suretiyle Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"O gün cehenneme 'Doldun mu?' deriz. O da 'Daha yok mu?' der." (Kâff: 30)
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cehennem 'Daha var mı?' demekte devam edecek. Nihayet izzet sahibi Rabb Tebâreke ve Teâlâ ayağını onun üzerine koyacak. O da 'İzzet hakkı için yeter yeter!' diyecek ve bir kısmı bir kısmına kavuşacak." (Müslim: 2848)
Allah-u Teâlâ cehennemin dolup dolmadığını bildiği halde cehenneme sual sorması, dünyadaki vaadini tahakkuk ettirmektir.
Nitekim Âyet-i kerime'sinde:
"Andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle tamamen dolduracağım." buyurmuştur. (Hûd: 119)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyururlar ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile birlikte idik. Ansızın düşen bir şey sesi işitti. Bunun üzerine "Bu nedir bilir misiniz?" dedi. Biz "Allah ve Resul'ü bilir!" cevabını verdik.
Buyurdular ki:
"Bu bir taştır. Yetmiş sene önce cehenneme atılmış, henüz şimdi düşüyor, nihayet dibine erdi." (Müslim: 2844)
Uçsuz bucaksız derinlikte olan cehennemde hiçbir beşerin hayal bile edemeyeceği her türlü azaplar mevcuttur.
Âyet-i kerime'de:
"Cehennemde kâfirlere yer mi yok?" buyuruluyor. (Ankebût: 68)
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Veyl, cehennemde bir vâdidir. Kâfir orada kırk yıl batar da dibine ulaşamaz." (Tirmizî: 3164)
"Kaynar su" mânâsına gelen "Hamîm" kelimesi Kur'an-ı kerim'de on iki Âyet-i kerime'de geçmekte olup, cehennemdeki azap çeşitlerinden birisidir. Cehennemdekilere içirileceği ve başlarından aşağı döküleceği belirtilmektedir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Amma yalancı sapıklardan ise; işte ona kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme atılma vardır. Kesin gerçek budur işte!" (Vâkıa: 92-93-94-95)
Ve bunun inkârı mümkün değildir, bu bir doğru haberdir.
Onlar cehenneme ilk geldiklerinde, kendilerine çekilecek ziyafet, karınları eritecek olan kaynar sudur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir." (Hacc: 19-20)
"Onlar kazandıklarından ötürü helâka sürüklenmiş kimselerdir.
Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkarlarından dolayı da acıklı bir azap vardır." (En'âm: 70)
Bunlar Allah'ın kitabı ile alay eden, dinlerini oyun ve eğlenceye alan sapıklardır. Azap boyunduruğu altında tutulmuşlar, hak ettikleri cezâlarına kavuşmuşlardır. Karınlarında gurultu edecek ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar sudan şaraplar, cezâlarının sadece bir bölümüdür.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suya sürükleneceklerdir. Sonra da ateşte yakılacaklardır." (Mümin: 71-72)
Önce Hamîm'e sürüklenirler, sonra Cahîm'e atılırlar.
"Onlar cehennem ateşi ile kaynar su arasında dolaşır dururlar." (Rahman: 44)
Allah-u Teâlâ zebânilere emreder:
"Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün!" (Duhan: 47-48)
Ve onları tahkir ederek şöyle buyurur:
"Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin." (Duhan: 49)
"Bu, işte o şüphe edip durduğunuz şeydir." (Duhan: 50)
Çünkü onlar dünyada iken kendilerinin çok büyük kimseler olduklarını, elde ettikleri mal ve mevkiye güvenerek halkın en şereflileri olduklarını zannediyorlardı. O derece refaha boğulmuşlardı ki; âhireti, muhasebeyi, cezayı hiç hesaba katmıyorlardı, kendilerini uyaran, bu günleri ile karşılaşacaklarını haber veren zâtları yalanlamaya ve karşı çıkmaya cüret ediyorlardı.
Şimdi ise o şüphe ettikleri şey gerçek oldu, tekzip ettikleri hakikat ayan-beyan karşılarına çıktı.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Biz zâlimler için öyle bir ateş hazırlamışızdır ki, onun kalın duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.
Susuzluktan yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su ile yardım edilir.
O ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır." (Kehf: 29)
Allah-u Teâlâ kâfirleri kuşatacak olan ateşi, kişiyi çepeçevre saran kapalı duvarlara benzetmiştir. Böyle bir kimse, kendisini kuşatan ateşten nasıl kurtulabilir?
Ne kadar yardım isterlerse istesinler, kendilerine yardım edilmez. Yardım edilmiş olsa bile, kendilerine öyle bir su verilir ki, içmek isteyip de ağızlarına doğru yaklaştırmış olsalar, hararetinin şiddetinden yüzleri kavrulur, yüzlerinin derileri soyulur.
Onlara ayrıca, tahammül edilmeyecek derecede kaynar ve fokurdayan bir çeşmeden içirilir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kızgın bir kaynaktan içirilirler." (Ğâşiye: 5)
Bu sular karınlarındaki bağırsakları paramparça eder. Bütün bu cezalara Hakk'tan yüz çevirmeleri ve inkârları sebep olmuştur.
"Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkârlarından dolayı da acıklı bir azap vardır." (Yunus: 4)
Evvelce nâil oldukları nimetleri suistimal edip nankörlük yapmalarının cezasına kavuşmuş oldular.
Onların havaları, vücudun deliklerine işleyen ateşten sıcak bir rüzgar, suları ise çok sıcak kaynar bir sudur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Amel defterleri soldan verilenler... Onlar ne uğursuzdurlar.
İnsanın içine işleyen ateşin alevi ve kaynar su içindedirler." (Vâkıa: 41-42)
Ahiret âleminde Allah-u Teâlâ kâfir ve münafıklara gadabı ile tecelli edecek.
Mahşer yerinde insanların gam ve kederi dayanılmaz bir dereceye varınca, muhasebenin bir an evvel başlaması için ne yapılması gerektiğine dair aralarında istişare yapacaklar. Nihayet ulül-azm peygamberleri şefaatçi yapmaya karar verecekler.
Dertlerini anlattıkları peygamberler şöyle diyecekler:
"Rabb'im bugün çok celâllidir. Ne bundan önce böyle gadap etmiştir, ne de bundan sonra bu türlü gadap eder." (Buhârî-Müslim)
En sonunda Muhammed Aleyhisselâm'a geldiklerinde, şefaat için Arşurahman'ın altında secdeye kapandığı ve şefaatının kabul buyurulduğu mâlumdur.
Allah-u Teâlâ cehennemliklere de gadabı ile tecelli edecektir. Onlar için en acı şey, azap ve işkencelerle beraber, izzet ve celâl sahibi Allah-u Teâlâ'nın gadabına uğramaları, cennet saâdetinden ve Cemalullah'ı görmekten mahrum edilmeleridir.
Başlarına gelen bütün felâketlere kendilerinin sebep olduğunu, ebedî hayatlarını dünyanın adi ve gelip-geçici zevklerine feda ettiklerini düşündükçe yanar yıkılırlar. Bir yandan azab görürlerken, diğer taraftan da hasret ve nedamet ateşi içlerini kasıp kavurur. İç çekişler, hıçkırıklar, ağlamalar ve acı çığlıklar ayyuka çıkar.
Cehennem çukurlarında hiç kimsenin tahammül edemeyeceği azaplar içinde kendilerini kınayıp dururlarken cehennem bekçileri tarafından kendilerine şöyle seslenilecektir:
"Allah'ın gazabı, sizin kendi kendinize olan kızmanızdan elbette daha büyüktür.
Zira siz imana çağırıldığınızda inkâr ederdiniz." (Mümin: 10)
Onlar bu sesi aldıklarında, her birinin başında çeşitli azaplar bulunmaktadır.
Kendilerine kızmalarının sebeplerinden birisi; kıyameti ve cehennemi gözleri ile gördüklerinde, bunları inkâr etmekte ısrar etmelerini hatırlayacaklar, içten içe kahrolacaklar. Diğer taraftan sapık önderlerin peşlerinden gidenler, onlara tabi olmalarından dolayı cehenneme yuvarlandıklarını düşündükçe, pişmanlıklarına pişmanlık katacaklar.
Hele hele şeytanın çıkıp da, İbrahim Sure-i şerif'inin 22. Âyet-i kerime'sinde belirtildiği üzere "Sizi zorlayacak bir nüfuzum da yoktu. Sadece sizi davet ettim, siz de bana hemen uydunuz. O halde beni değil kendinizi kınayın!" dediği zaman, utançlarına utanç katacaklar.
Kendilerine söylenmesi gereken söz söylendiği halde içinde bulundukları azabın şiddetlenmesi esnasında, sabredemeyip şöyle derler:
"Ey Rabb'imiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.
Günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır?" (Mümin: 11)
"Bir Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz, O'na ortak koşulunca inanırdınız.
Bugün hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)
O'nun hükmü kesindir. Ahirete intikal edenlerin artık dünyaya geri döndürülmeleri mukadder değildir. O'nun hükmünü kimse değiştiremez.
Onlar ki; fıtratlarını bozmuşlar, işitmeye dayalı delillerden yüz çevirmişler, gözle görülebilen delilleri görmemezlikten gelmişler, kendi iyiliklerini isteyen kimseleri kendilerine düşman tanımışlar, böylece de böyle bir cehenneme atılmaya müstehak olmuşlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Gözleri bizim öğüdümüze karşı kapalı olan ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammül edemeyen kâfirlere o gün cehennemi öyle bir gösteririz ki!" (Kehf: 100-101)
Cehennem sakinleri ateş deryası içinde boğulurlar. Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş, yatacak yerleri ateştir. Ateş orada ıstırap kaynağı olarak her yerdedir.
Âyet-i kerime'de:
"İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır." buyuruluyor. (Fâtır: 36)
Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen, zebaniler onları ateşten tabutlara koyarlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün azap onları üstlerinden, ayaklarının altından saracak." (Ankebût: 55)
Halbuki onlar üstten ve alttan kendilerini yakalayıp yakacak böyle bir ateş görmüş değildiler.
Bu azap bedenlerine aittir. Fakat yalnız bununla da kalmayacak ruhani azapla da azap görecekler ve taraf-ı ilâhi'den onlara:
"Cehennemin dokunuşunu tadın!" (Kamer: 48)
"Tadın yaptıklarınızın azabını!" denilecektir. (Ankebût: 55)
Artık dünyada iken ne kadar yanlış yollarda, ne kadar sapık kanaatlerde bulunmuş olduklarını o zaman anlayacaklar.
"İşte kazandıkları işlerden ötürü onların varacakları yer ateştir." (Yunus: 8)
Ne kötü bir yer, ne kötü bir âkıbet!..
Allah-u Teâlâ onların şiddetli ve çok ağır bir azap içerisinde bulunacaklarını bildirerek bu felakete nasıl dayandıklarını, görenlerin hayretle karşıladığını Âyet-i kerime'sinde haber veriyor:
"Onlar hidayeti verip sapıklığı, mağfireti bırakıp azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklıdırlar!" (Bakara: 175)
Ateşe hiç kimsenin dayanması mümkün olmadığı halde, Allah-u Teâlâ'nın onlara dayanıklılık isnad etmesi, onlarla alay etmek, rezil etmek içindir. Ateşe götürecek günahlar yapmakta ne kadar sabırlılık gösteriyorlardı, ebedi olarak ateşte yanmak için neler neler yapıyorlardı.
Kendilerine şöyle denilecektir:
"Girin oraya! İster dayanın ister dayanmayın, sizin için birdir.
Ancak yaptıklarınıza göre ceza göreceksiniz." (Tûr: 16)
Dayansalar da dayanmasalar da netice değişmeyecektir. Bu acılar çekilecek, bu işkencelere katlanılacak, bu mutlaka böyle olacaktır. Seve seve işledikleri günahların cezasını burada sevmeye sevmeye çekeceklerdir.
"İşte bu size vaad edilen cehennemdir." (Yâsin: 63)
"İnkârınızdan dolayı bugün girin oraya!" (Yâsin: 64)
Cehennem ateşi bizim bildiğimiz dünya ateşi gibi değildir. Dünyada en şiddetli azap bu ateşin azabı olduğu için cehennem ateşi onunla tarif olunmuştur.
Cehennem ateşi dünya ateşinden yetmiş misli daha yoğundur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Yaktığınız bu ateş var ya, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır." (Buhârî)
Cehennem ateşi dünya ateşinden yetmiş misli daha yoğundur. Bu kızgın ve koyu ateş hiçbir ışığı göstermez. Cehennemin en üst tabakasında azap çekenler bile dünyadaki ateş gibi ateş bulsalar, çektikleri ıstıraptan kurtulmak için bu ateşe gönüllü olarak katlanırlar, rahatlamak için oraya hücum ederlerdi.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Cehennem ateşi bin yıl yakıldı, öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı, şimdi o siyah ve karanlıktır." (Tirmizî)
Bu Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki cehennem halen mevcuttur, bulunduğu yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir. Kibritin içine ateşi gizleyen Allah-u Teâlâ nelere kâdir değildir?
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cehennem dedi ki 'Yâ Rabb'i! Bir kısmım bir kısmımı yedi. Bana izin ver de bir nefes bari alayım!' Bunun üzerine Allah ona iki nefes için izin verdi. Bir nefes kışın bir nefes de yazın alır.
İşte maruz kaldığınız soğuk veya zemherir, cehennemin nefesindendir. Maruz kaldığınız sıcak veya harur da cehennemin nefesindendir." (Müslim: 617)
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır." (Bakara: 24)
Yakıt, cehennemin yanmasını devam ettirmek için atılan odun ve benzeri şeylerdir.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olurlar." (Cin: 15)
Allah-u Teâlâ putperestleri putları ile beraber cehennemde toplayacak.
Âyet-i kerime'sinde:
"Siz ve Allah'tan başka taptığınız şeyler cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz." buyuruyor. (Enbiya: 98)
Taptıkları putları da kendileriyle birlikte cehennemde yanarken görmeleri, pişmanlıkları ve üzüntülerini daha da artırır.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İnkâr edenler var ya, onların ne malları ne de çocukları Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamaz.
Onlar ateşin yakıtıdırlar." (Âl-i imrân: 10)
"Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız." (İsrâ: 97)
Cehennem ateşi derileri, etleri ve kemikleri hep yiyip tükettikçe, kendilerine yeni başka bir deri ve kemik verilir, cehennem alevi daha da alevlenir.
Allah-u Teâlâ cehennemliklere şiddetli azaplar tattırmak için vücutlarını enine ve boyuna büyüttüğü gibi, sonsuz olarak azap tatmaları için etlerini ve derilerini yenisi ile değiştirecektir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları yakında bir ateşe sokacağız." (Nisâ: 56)
"Derileri piştikçe azabı duysunlar diye kendilerine yeni deriler vereceğiz.
Şüphesiz ki Allah Aziz'dir, Hakim'dir." (Nisâ: 56)
Deri bedenin en hassas kısmı ve ateşten en çok etkilenen bölümüdür. Derinin devamlı yanması sebebiyle zamanla fazla bir acı hissedilmez olur. Allah-u Teâlâ'nın yanan deriyi piştikçe değiştirmesiyle azaba duyarlılığı devam eder. Böylece azap devamlı yenilenir.
Cismi etkileyen acının, ruhu da etkileyeceği şüphesizdir.
Bu Âyet-i kerime haşr-ı cismaniye de delâlet eder.
Cehennem ateşi daima alevlenici, vücudun etlerini ve derilerini söküp alıcıdır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"O cehennem alevlenen bir ateştir. Deriyi kavurup soyar." (Meâric: 15-16)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde cehennemin "Sakar" ismindeki tabakasının çok şiddetli olduğunu ve muannid kâfirleri o tabakaya atacağını beyan buyuruyor:
"Ben onu Sakar'a (cehenneme) sokacağım!
Sakar'ın ne olduğunu sen bilir misin?
O Sakar (insan vücudundan geriye bir şey) ne bırakır, ne de (eski haline getirip tekrar azap etmekten) vazgeçer.
Durmadan deriler kavurur." (Müddessir: 26-27-28-29)
Cehennemde son derece sert tabiatlı, güçlü-kuvvetli ve sayılamayacak miktarda merhametsiz zebaniler bulunur, azaplara nezaret ederler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Biz de zebânileri çağıracağız!" buyuruyor. (Alâk: 18)
Allah-u Teâlâ onlara ne emrederse ona koşarlar, bir göz kırpması kadar bile emr-i ilâhiden geri durmazlar. Hiçbir emri sonraya bırakmazlar, hemen ifaya çalışırlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onun başında pek haşin, pek şiddetli, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, emredildikleri şeyi yapan melekler vardır." (Tahrim: 6)
Haşin tabiatları azabın tabiatına uygundur. Bu haşin tabiatları sebebiyle, o şiddetli ateşin içinde azap yapmakla vazifelendirilmişlerdir. İşkence işlerini onlar tanzim etmektedirler. Onların bir adı da "Hazene-i cehennem" dir ki, cehennem bekçileri demektir.
Mümin Sûre-i şerif'inin 47. ve 48. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurulduğu üzere; cehennemlikler birbirlerine yaptıkları çağrının bir sonuç vermemesi üzerine bir fayda göremeyeceklerini anlayınca cehennem bekçilerine yönelirler. Dünya günü ile bir gün bile olsa azaplarının hafifletilmesi için Rabb'lerine talepte bulunuvermelerini onlardan isterler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ateştekiler cehennemin bekçilerine 'Rabb'inize yalvarın da, hiç değilse bir gün olsun azabı hafifletsin.' derler." (Mümin: 49)
Zebaniler onların bu isteklerini kınayarak ve azarlayarak reddederler ve:
"Size peygamberleriniz apaçık deliller getirmediler mi?" diye sorarlar. (Mümin: 50)
Küfrün ve şirkin mağfiret olunmayacak pek büyük bir suç olduğunu oraya varınca öğrenen kâfirler, yalan söylemeye mecal bulamadıkları için "Belâ=Evet" demek mecburiyetinde kalırlar.
Bekçiler onların bu isteklerini kabul edemeyeceklerini, üstelik onların kurtulmalarını da istemediklerini, onlarla uzaktan yakından bir ilgileri olmadığını bildirecekler ve şöyle diyecekler:
"O halde kendiniz yalvarın. Kâfirlerin duası boşa çıkmaya mahkumdur." (Mümin: 50)
Duâlarına icabet olunmayacak, isteklerine cevap verilmeyecek. Artık duâ ve yalvarma zamanı geçmiştir. Ele geçen fırsatları, dile verilen ruhsatları kaçırdılar. Dünyada iken küfür ve nifak tohumlarını ekenler, şimdi orada azap ve gazap biçiyorlar. Küfrün neticesi işte böyle ebedi azaptan başka bir şey değildir.
•
Zebanilerin yapıları son derece ürkütücü bir görünümde, şiddet ve kesafettedir. Gözleri yıldırım gibi, dişleri demir gibidir, ağızlarından ateş yalınları çıkar.
Onlar sadece suçluya verilen cezayı uygularlar. Kâfirlere karşı içlerinden merhamet duygusu silinmiştir, hiç kimseye zerre miktarı acımazlar. Çünkü onlar gazaptan yaratılmışlardır. İnsanoğluna nasıl yemek ve içmek sevdirilmişse, onlara da suçlulara işkence etmek sevdirilmiştir.
Bunların başkanları da "Mâlik"dir ve "Cehennem muhafızı" olarak anılmaktadır.
Cehennemlikler azaptan kurtulmak için her türlü çareleri aramayı ihmal etmezler. Yalvarırlar, yakarırlar, ağlarlar, sızlanırlar... Fakat kendilerine hiçbir cevap verilmez. Azapları artırıldıkça artırılır.
Hiçbir şekilde kurtuluşlarının mümkün olmayacağı kendilerine her ne kadar defalarca bildirilmişse de, şiddetli azabın tesiriyle bunu unuttukları için, bir de Mâlik'i aracı yaparak azaplardan kurtulma yolunu denemek isterler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey cehennem muhafızı! Rabb'in hiç değilse canımızı alsın, bizim işimizi bitirsin! diye feryat ederler." (Zuhruf: 77)
Mâlik onların bu çağrılarına cevap vermeyip susar. Bu suskunluğu Allah-u Teâlâ'nın bileceği bir zamana kadar devam eder.
Tekrar tekrar bu müracaatları tekerrür edince Mâlik, kendileri için hiçbir surette kurtuluş imkânı olmadığı için cehennemde ebedî olarak kalacaklarını ve azaplarının aralıksız devam edeceğini onlara haber verir:
"Siz böyle kalacaksınız!" der. (Zuhruf: 77)
Gelen cevap ümitsizliklerine ümitsizlik katar, azaplarını daha da artırır.
•
"Üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır." (Müddessir: 30)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere, cehenneme nezaret eden, cehennemi beklemekle vazifeli melekler de vardır. Bunlar zebanilerin öncüleridir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde cehennemde vazifeli olanların hepsini meleklerden yaptığını beyan buyuruyor:
"Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık." (Müddessir: 31)
Cehennemliklere âit, onları dövmek için zebanilerin ellerinde özel kamçılar da azap çeşitlerinden birisidir.
Âyet-i kerime'de:
"Bir de onlar için demirden kamçılar vardır." buyuruluyor. (Hacc: 21)
Cehennemden kaçıp kurtulmak istedikleri zaman, zebaniler üzerlerine musallat olurlar, ellerindeki kamçılarla topuzlarla vura vura tekrar iade ederler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Ateşten çıkmak isterler çıkamazlar. Onlar için sürekli bir azap vardır." (Mâide: 37)
"Her ne zaman ateşten, onun ıstırabından çıkmak isteseler, her defasında geri çevrilirler ve onlara 'Yakıcı azabı tadın!' denilir." (Hacc: 22)
Onlardan intikam almak ve azap üstüne azap tattırmak için hazırlanmış, kendilerine ağırlık veren zincirler ve boyunduruklar da bulunmaktadır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Yanımızda onlar için ağır boyunduruklar ve cehennem var." (Müzemmil: 12)
"Biz o kafirlerin boyunlarına demir boyunduruklar takarız. Onlar ancak yapmış olduklarının cezasını çekerler." (Sebe: 33)
İnsanı sıkacak, üzecek, bunaltacak ne varsa hepsi orada vardır.
Ateş dalgaları, iğrenç kokular, yürekleri parçalayan acı çığlıklar, vahşi hayvanlar arasında; katran gömlekler içinde; demir topuzların, kırbaçların, halka ve zincirlerin tazyiki altında kıvranıp dururlar.
Vücutlarına ateşten çiviler batırılır, ateşten makaslarla dudakları kesilir. Ölmemelerine rağmen, zebaniler onları ateşten tabutlara koyarlar.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Bunlara benzer daha çeşit çeşit acılar da vardır." (Sâd: 58)
Azapların her türlüsünü çekmek zorunda kalırlar.
Cehennemlikler her bakımdan hor ve hakir kılınırlar. Gömlekleri var katrandan, yüzlerinde perde var ateşten.
Âyet-i kerime'de:
"Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplar." buyuruluyor. (İbrahim: 50)
Bilindiği gibi katran simsiyah, çirkin ve pis kokulu bir maddedir, çok çabuk tutuşur. Ciltleri katrana bulanır ki, vücutlarını yakacak olan ateş çabuk tutuşsun. Ayrıca derileri kararıp pis koksun.
Orada her şeyin vasfı değiştiğine göre, o günkü katran da bu bildiğimiz katrandan mukayese bile edilemeyecek derecede farklı olacaktır.
"Bu, Allah'ın herkese kendi kazandığının karşılığını vermesi içindir." (İbrahim: 51)
Ateş onları elbisenin bedeni sarışı gibi saracak, orada onlara cüsselerine göre üzerlerinde alev alev yanacak elbiseler giydirilecektir.
Âyet-i kerime'de:
"İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir." buyuruluyor. (Hacc: 19)
Cehennemde, dalları her tarafa uzanıp yayılan zakkum ağaçları vardır. Cehennemin dibinde yetişir ve ateşten beslenir. Cehennemlikler, karınları doluncaya kadar ondan yemek zorunda bırakılacaklardır.
İsrâ sure-i şerif'inin 60. Âyet-i kerime'sinde "Lânetlenmiş ağaç" olarak vasıflandırılmaktadır. Çünkü cehennemlikler onu bir rahmet olarak değil de, lânetlenmelerinin sonucu olarak yemektedirler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Zakkum ağacı cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Meyveleri şeytanların başları gibidir." (Sâffât: 64-65)
Bu ateşten ağaçlar onları beslemek için değil, azap vermek ve azaplarını artırmak için yetişir ve çoğalırlar.
İbn-i Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Eğer zakkumdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, dünyadakilerin yiyeceklerini bozardı. Öyleyse yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur anlayın!" (Tirmizî: 2588)
Cehennemlikler takatlerinin de üstünde bir açlığa mübtelâ olup, başka yiyecek bulamayınca; ister istemez, bu ağaçtan bir şeyler yiyip açlıklarını gidermeye çalışırlar. Fakat açlığa hiç faydası olmaz, çünkü çok yerlerse, o nispette açlık hissederler.
"Cehennemlikler ondan yerler ve karınlarını onunla doyururlar." (Sâffât: 66)
Zehir gibi zakkumu yiyince bu sefer hararetleri dayanılmaz bir dereceye ulaşır. Suya ihtiyaç hissedince, zebaniler onları gayet sıcak suyun bulunduğu yere götürürler.
Âyet-i kerime'de:
"Sonra bunun üzerine onlar için kaynar su karıştırılmış bir içki vardır." buyuruluyor. (Sâffât: 67)
Hararetleri nispetinde ondan içerler ve yedikleri zakkumla karıştırırlar. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
"Sonra dönecekleri yer yine cehennemdir." (Sâffât: 68)
Çünkü başka gidecek yerleri yoktur. Çobanın hayvanları suya götürüp tekrar ağıla getirdiği gibi, zebaniler de bunları azap mahallerinden götürüp getirirler.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Günahkârların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş maden gibidir." (Duhan: 43-46)
Sıcak suyun kaynadığı gibi karınlarında kaynar. Hakk'tan sapan, âhiretten yüz çeviren kimselerin cehennemde ilk olarak zakkumdan yiyeceklerini Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde haber veriyor:
"Sonra siz ey sapıklar, yalancılar! Doğrusu siz zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.
Ceza gününde işte onlar böyle ağırlanacaklardır." (Vâkıa: 51-56)
Zakkumdan başka cehennemde bir de Dari' vardır ki, hiçbir hayvanın ağızını uzatıp yaklaşamadığı, yere yapışık dikenli bir bitkidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde onun sibir otundan daha acı, leşten daha pis kokulu, ateşten de daha hararetli olduğunu beyan buyurmuşlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Zehirli ve dikenli bir bitkiden başka yiyecekleri yoktur. O ne besler, ne de açlığı giderir." (Ğâşiye: 6-7)
Çeşit çeşit cezalar olduğu gibi, ceza verilenler de sınıf sınıftır. Her suç için ayrı cezalar vardır. Bir kısmının yiyeceği zakkum olurken bir kısmının ki dari' olur. Bunları yemek kabil olmadığı için açlıkları devam eder durur.
"Boğaza takılıp kalan bir yiyecek ve acıklı bir azap var." (Müzzemmil: 13)
Cehennem sakinlerini, azabın hararetinden ciğerleri yandıkça; kendilerine kaynar suyun yanında, kan ve irin içirilir. Daha sonra bütün içtiklerini kusarlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tatmazlar." (Nebe: 24)
Gönüllerini ferahlatacak, içlerini serinletecek bir şey bulamayacakları gibi, beslenecekleri rahat bir içecek de bulamayacaklar.
"Yalnız kaynar su ve irin içerler." (Nebe: 25)
"Kaynar su" mânâsına gelen "Hamîm" kelimesi, sıcaklığın son noktasına varmış olan sıcak şeydir. "Ğassak" ise, cehennemliklerin vücutlarından dökülen irinleri, yaralarından akan cerahatları ve terleri demektir. Öyle pis öyle mülevves kokar ki yanına yaklaşılmaz. Onlar bundan başka bir su bularak onunla hararetlerini teskin edemezler.
"İşte kaynar su ve irin! Tatsınlar onu!" (Sâd: 57)
"Yaptıklarına uygun bir karşılık olarak." (Nebe: 26)
Çünkü ahiret gününü inkar edip, asla böyle bir gün olmayacağını söylemenin ve bir ömür bu iddiada ısrar etmenin tam karşılığı; o günün o şiddetli azabını göstermek ve tattırmaktır. Küfür en büyük isyan olduğundan, onun cezası da en büyük azap olan cehennem azabıdır.
"Çünkü onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı." (Nebe: 27)
"Âyetlerimizi de tamamen yalan sayıyorlardı." (Nebe: 28)
Onların yapmış oldukları işler, söyledikleri sözler de dahil olmak üzere her şeyi Allah-u Teâlâ zaptetmiş ve muhafaza altına almıştı.
"Oysa biz her şeyi bir kitapta yazıp saymıştık." (Nebe: 29)
Hâl böyle olunca onlara şöyle denilecektir:
"Azabı tadın! Biz sizin azabınıza ancak azap katarız." (Nebe: 30)
Cehennemlikler hakkında bu Âyet-i kerime'den daha ağır bir Âyet-i kerime nazil olmamıştır. Çünkü onlara sürekli olarak azap artırılacak, bir azap türüne karşı yardım istedikçe kendilerine daha şiddetli bir azap ile karşılık verilecektir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Ancak günahkarların yediği, kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur." (Hâkkâ: 36-37)
"Orada kendisine irinli su içirilir. Yutmaya çalışır fakat boğazından geçiremez." (İbrahim: 16-17)
O mülevves suları yutmaya kalkışacak, fakat kokusundan ve pisliğinden dolayı tiksinecek, zorla ve zorlamayla içecek.
"Allah insanlara zerrece zulmetmez. Fakat insanlar, kendi kendilerine zulmederler." (Yunus: 44)
Cehennemliklere "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorulduğu zaman şöyle cevap vereceklerdir:
"Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk, batıla dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, ceza gününü yalanlıyorduk. Ölüm bize bu haldeyken gelip çattı." (Müddessir: 43-44-45-46-47)
Namazı ve zekâtı terketmenin, Allah-u Teâlâ'nın emrini tanımayıp kullarına acımamanın, batıla dalanların peşine takılıp batıl olup çıkmanın acı neticesini böylece itiraf etmiş olacaklar. Fakat ne çare!
Cennet sakinleri cennette tahtlar üzerinde oturup karşılıklı sohbet edecekler. Dünyada başlarından geçenleri, nelerle karşılaştıklarını, nelere katlandıklarını birbirlerine anlatacaklar.
Bu arada da hizmetçiler kendilerine ikramlarda bulunacaklar. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından bile geçirmediği nimetlerden tadarken ve yudumlarken birbirlerine sorular soracaklar.
Allah-u Teâlâ Sâffât sûre-i şerif'inde böyle bir sohbetten ve keyfiyetinden haber vererek şöyle buyurmaktadır:
"Birbirine dönüp sorarlar. İçlerinden bir sözcü 'Benim bir arkadaşım vardı.' der?" (Sâffât: 50-51)
Bahsi geçen bu arkadaş müşrik olup ulu Allah'a ve öldükten sonra dirilmeye inanmıyordu.
"Derdi ki:
Gerçekten sen de tasdik edip inananlardan mısın? Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi sorguya çekileceğiz?" (Sâffât: 52-53)
Kâfirler işte böyle söylerler. Her devirde bu gibi dinsizler hiç eksik olmaz. Saf müslümanların inançlarını sarsmaktan utanmazlar ve küfürleriyle iftihar ederler.
Cennette arkadaşları ile sohbet etmekte olan bu mümin, dünyada iken iman etmesi sebebiyle kendisine itirazda bulunan arkadaşını anlatırken onlara şöyle der:
"Acaba arkadaşımın nerede olduğunu biliyor musunuz?" (Sâffât: 54)
Böyle dedikten sonra:
"Baktı ve onu cehennemin ortasında gördü." (Sâffât: 55)
İşte insanları Allah yolundan ayırmak isteyen bu gibi şeytan tabiatlı zındıkların âkıbeti böyle bir helâktan başka bir şey değildir.
Cennette cehenneme karşı pencereler olup, cennetliklerin istedikleri zaman cehennemliklerin hallerini o pencerelerden seyredecekleri İbn-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir.
Arkadaşını cehennemin ortasında gören mümin onu yanındaki dostlarına gösterir, sevincini izhar eder.
Cehennemdeki arkadaşına hitaben şöyle der:
"Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin! Eğer Rabb'imin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (oraya) getirilenlerden olurdum!" (Sâffât: 56-57)
Mümin Allah-u Teâlâ'nın kendisine ihsan etmiş olduğu cennetteki ebediliği, ikram ve ihsanları veciz bir ifade ile, arkadaşının duyabileceği şekilde dile getirir:
"Biz ölmeyecek miymişiz?
İlk ölümümüz hariç. Ve azap görmeyecek miymişiz?" (Sâffât: 58-59)
Bu, kahredici bir alay üslubudur. Kâfirin dünyada iken onunla alay etmesi gibi, o da burada onunla alay eder.
Mümin daha sonra o kâfir arkadaşına uymadığı ve bu sebeple büyük bir kurtuluşa eriştirildiğini anlatır:
"İşte bu en büyük kurtuluşun ta kendisidir." (Sâffât: 60)
"Çalışanlar böyle ebedi bir saadet için çalışsınlar." (Sâffât: 61)
Cehennem azaplarından birisi de ölüm azabıdır.
Âyet-i kerime'de:
"Ölüm her yandan geldiği halde ölemez." buyuruluyor. (İbrahim: 17)
Ölüm sebepleri her taraftan kendisini kuşatır. Kıl ucuna varıncaya kadar bütün bedeni ve organları acı duyar, fakat ölemez. Çünkü azabını çekecek ve tamamlayacaktır. Ölüp de azaplardan kurtulamayacaktır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"O kimse en büyük ateşe girer.
O ateşin içinde ne ölür ne de yaşar." (A'lâ: 12-13)
Dünya ateşleri her ne kadar çok ve büyük de olsalar, cehennem ateşine nispetle pek küçük kalırlar.
Ölmez ki, ölümle dünya azabından kurtulduğu gibi kurtulsun. O kadar azabın içinde hayat da bulması imkânsızdır. Bundan daha büyük bedbahtlık düşünülemez.
Ölümden daha şiddetli olan bir şeyden kurtulmak için, yok olmayı isteyen kimsenin seslenişi gibi seslenirler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Elleri boyunlarına bağlanarak o ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman, orada ölümü çağırırlar." (Furkan: 13)
Bir belâ ki ölümü istettiriyorsa, o belânın ölümden daha şiddetli olduğu ortadadır.
Onlara şöyle denir:
"Bugün bir ölüm çağırmayın, bir çok ölüm çağırın!" (Furkan: 14)
Bu hitap, onların isteklerinin kabul edilmesi ve azaplarının hafifletilmesi hakkındaki ümitlerini tamamen yok eder. Maruz kaldıkları azaptan dolayı ölümü ne kadar isteseler yine de azdır. Çünkü daha çok çeşitli azaplar kendilerini beklemektedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. Biz her nankörü işte böyle cezalandırırız." (Fâtır: 36)
Yaratan, nimetlerle donatan Rabb'ine karşı nankörlük eden, Hakk'ı hakikati yalanlayan herkesin cezası işte budur. Cehennemde devamlı bir azap içinde çırpınıp duracaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Rabb'ine suçlu olarak gelen kimse için cehennem vardır. O orada ne ölür ne de yaşar." (Tâhâ: 74)
Ölmez ki azabı son bulsun, rahat da bir hayat süremez. Böylesine bir hayatın içinde yaşayanlara "Yaşıyorlar" denilemez.
Bu ceza ölene kadar imansız yaşayan, Allah'a peygamber'e isyan eden, şirk ve küfür üzere olan kimseler içindir.
Cennetlikler cennette nasıl ki ebedileşirlerse, cehennemliklerden küfür ve nifak üzere ölen azgınların cezası da öylece sonsuza kadar uzanıp gidecektir.
Âyet-i kerime'de:
"Onlar orada sonsuz çağlar boyunca kalacaklardır." buyuruluyor. (Nebe: 23)
Ahiretin asırları sonsuzdur, her asır geçtikçe başka bir asır gelir. Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.
Böyle ebedi bir azap ancak kâfirlere mahsustur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Bilmiyorlar mı ki, Allah ve Resul'üne karşı koyan bir kimseye, elbette içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır.
İşte bu büyük rüsvaylıktır." (Tevbe: 63)
Onlar bütün insanların gözü önünde rezil edileceklerdir.
Cehennemde kendileri için ne bir umut ışığı vardır, ne de azaplarında bir gevşeme ve hafifleme söz konusudur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Suçlular cehennem azabında ebedi kalacaklardır." (Zuhruf: 74)
Adı geçen suçlar, küfürle birleşip bütünleşen suç ve günahlardır. Günahların en büyüğü olan küfrü irtikap eden kâfirler cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar.
"Kendilerinden (azap) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar orada tamamen ümitsizdirler." (Zuhruf: 75)
"O zâlimler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez, kendilerine mühlet de verilmez." (Nahl: 85)
Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez.
Hiç ara verilmeden devam edecek azaplar karşısında kurtuluşa ermeyi istemeye mecalleri kalmayacaktır.
"Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlim idiler." (Zuhruf: 76)
Çünkü onlar âlemlerin Rabb'i olan Allah'a şirk koşup isyanda bulundular. Allah-u Teâlâ'nın dinini bir kenara bırakıp kendi kanaatlerinde ısrar edip durdular. Böylece nefislerine zulmetmiş oldular.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah bağışlamaz. Onları (doğru) bir yola da iletmez." (Nisâ: 168)
"(Gidecekleri yol) cehennem yolundan başka bir yol değildir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
Bu da Allah'a çok kolaydır." (Nisâ: 169)
Cehennemlikler için en acı şey cennet saadetinden ve Allah-u Teâlâ'yı görmekten mahrum kalmaktır.
Âyet-i kerime'de:
"Hayır! Muhakkak ki onlar o gün Rabb'lerini görmekten mahrum kalacaklardır." buyuruluyor. (Mutaffifin: 15)
Dünyada marifetullahtan mahrum kaldıkları gibi ahirette de Cemâlullah'tan mahrum olmakla da kalmazlar cehennem azabı ile cezalandırılırlar.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah onlara kelâmıyla hitap etmeyecek. Kıyamet günü onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır." (Âl-i imrân: 77)
Onlar ahiret nimetlerinden hiçbir şeye nâil olamazlar. Allah-u Teâlâ onları cemâlinden mahrum bıraktığı gibi, onlarla lütufla konuşmayacak, rahmet nazarı ile bakmayacak, hiçbir şekilde iltifat etmeyecek. Onların rahmet-i ilâhiden payları ve kısmetleri yoktur.
Bunun üzerinde bir musibet, bu mahrumiyetin fevkinde bir mahrumiyet tasavvur edilemez.
"Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb'lerine bakarlar." (Kıyamet: 22-23)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre, müminler cennette Cemâl-i ilâhi'yi müşahede şerefine nâil oldukları halde, o münkirler bu şerefe eremeyeceklerdir. Bu şeref sadece sâlih kullara nasip olacaktır. Çünkü onlar dünyada iken Rabb'leri ile aralarındaki perdeyi kaldırmışlar "Gönül cenneti" ile şerefyab olmuşlardı.
Cehennemlikler birbirini kovalayan, akla hayale gelmeyen öyle azaplar çekmektedirler ki, onlardan kurtulmak için alevlere sığınıp sarılırlar.
Âyet-i kerime'de:
"Bunun arkasından da daha çetin bir azap vardır." buyuruluyor. (İbrahim: 17)
Cehennemde sayılamayacak kadar ateşten dağlar, vâdiler, nehirler, hendekler, kuyular, zindanlar, fırınlar vardır. Her birinin azabı diğerlerinden çok daha katmerlidir.
Ebu Said -radiyallahu anh- den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"Saûd, ateşten bir dağdır. Bu dağda ebedî olarak kâfire yetmiş yıl çıkış yaptırılacak ve o kadar yıl da iniş yapacaktır." (Tirmizî: 2702)
İnsana ateşten daha fazla azap verecek olan hayvanlar da vardır. Cehennemliklerin üzerlerine kışkırtılarak salınırlar. Katır büyüklüğündeki yengeçler, deve gibi büyük yılanlar ve akrepler onlara hiçbir zaman rahat vermezler. Göz kapaklarını, dudaklarını, vücutlarının en hassas yerlerini ısırıp kemirerek uğuldaşırlar. Zehirleri çok şiddetli ıstırap verir.
Cehennem ehli ayrıca çok şiddetli soğuklarla da azap olunurlar.
Ne istirahat ne de mola verilir, azaplar bir an olsun hafifletilmez. Nice yorucu şeyleri yapmaya mecbur edildikleri, nice azap zincirleri taşıdıkları, cehennemin yüksek ve alçak yerlerine çıkıp indikleri için yorulurlar, takattan kesilmiş bir hale gelirler.
Azap şekilleri rast gele tekrarlanıp durmaz. Çarptırılan ceza ve azabın şiddeti, herkesin isyan ve günahlarının derecesi nispetindedir. Hiçbirinin azabı diğerinin aynı değildir. Herkes yaptığının cezasını ceker. Hazret-i Allah hiç kimseye zerre kadar bile zulmetmez.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"İşte böylece nankörlüklerinden ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?" (Sebe: 17)
Allah-u Teâlâ böyle şiddetli cezaları ancak nankör kâfirlere verir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Onlar için cehennemde bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır.
Biz zâlimleri işte böyle cezalandırırız." (A'râf: 41)
Bunlar küfrün ve zulmün cezasıdır.
İblis, şeytanların babası olup, onların ilk aslıdır. İsyan etmeden önce uzun müddet ibadette bulunmuştu. Meleklerin Âdem Aleyhisselâm'a secde etmeleri ile o da mükellef tutulunca, Allah-u Teâlâ'nın bu ilâhî emrini mânâsız bularak itiraz etmiş, ilâhî rahmetten ebediyyen tardolunmuştu.
Âdem Aleyhisselâm'a secde etmekten kaçındığı günden beri ona ve soyuna düşmanlık yapmış, insanları Allah yolundan ve ibadetten alıkoymak için ordusu ile birlikte çalışmıştı.
Nihayet elinden ruhsat alınır, A'râf sûre-i şerif'inin 14. ve 15. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurulduğu üzere, insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar kendisine verilen müddet dolar ve;
"Andolsun ki insanlardan sana kim uyarsa onları ve sizi, hepinizi cehenneme dolduracağım!" (A'râf: 18)
Âyet-i kerime'sinde vaad olunan ceza günü gelip karşılarına dikilir:
"Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis'in bütün askerleri de." (Şuarâ: 94-95)
İblis'in askerleri, gerek kendi zürriyetinden gerekse insanlardan kıyamet gününe kadar ona tâbi olanlardır.
Hepsi de yüzüstü kapaklanarak cehenneme itilirler, birbiri ardınca üstüste atılarak cehennemin derinliklerine yuvarlanmaya devam ederler.
Daha sonra cehennemde birbirleriyle çekişmeye, kendilerinin cehenneme atılmalarına sebep olan bâtıl mabutlar ile, müstekbirlerle, şeytanlarla hasımlaşmaya başlayacaklar.
Bu hususta Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:
Vallahi biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabb'i ile bir seviyede tutuyorduk. Bizi ancak o günahkarlar saptırdı.
Şimdi artık bizim ne şefaatçımız var, ne de sıcak bir dostumuz.
Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de inananlardan olsak!" (Şuarâ: 96-97-98-99-100-101-102)
"Şüphesiz ki bunda bir ibret var, fakat yine çokları inanmazlar." (Şuarâ: 103)
"Rabb'in ise şüphesiz ki Aziz'dir, engin merhamet sahibidir." (Şuarâ: 104)
Kâfirleri cehennemde azaplandırması izzetinin, müminleri cennete koyması da merhametinin tecellisidir.
Düşmanlarından intikamını alır, dostlarını ihsan ve ikramlarına garkeder.
•
Şeytana gelince;
Cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme yerleştikten sonra; cehennemlikler şeytanı kınamaya, azarlamaya, kendilerini saptırmakla suçlamaya başlarlar.
Bunun üzerine şeytan cehennemlikler mahfilinde bütün cehennemliklerin işiteceği bir hutbe okur. Kendisine uyanların üzüntülerine üzüntü, hasretlerine hasret katar.
Allah-u Teâlâ Kuran-ı kerim'inde şeytanın bu sözlerini haber vermektedir:
"İş olup bitince, ilâhi hüküm yerine gelince şeytan ateşte olanlara der ki:
Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemiş, gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size söz vermiştim amma, sonra sözümden caydım." (İbrahim: 22)
Allah-u Teâlâ herkesi öldükten sonra dirilteceğini, ahirette herkese amelinin karşılığını vereceğini vâdetmişti. Şeytan ise böyle bir şey olmadığı hakkında vesvese veriyordu. Halbuki şeytan bunları vâdederken elinde hiçbir kati delili ve cebri de yoktu. Onlar kendi arzularına uyarak onun yalanlarına kandılar, Allah-u Teâlâ'nın gerçek vaadini terkettiler.
"Esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum da yoktu. Sadece sizi davet ettim, siz de bana hemen uydunuz." (İbrahim: 22)
"O halde beni değil kendinizi kınayın." (İbrahim: 22)
"Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni!" (İbrahim: 22)
"Daha önce beni Allah'a ortak koşmanıza da inanmamıştım zaten." (İbrahim: 22)
Sonra cehennemliklere irad ettiği şeytanca hitabesine şu kesin hükümle son veriyor:
"Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azap vardır." (İbrahim: 22)
Şeytanın bu beyanlarından anlaşılıyor ki; insanlar hiçbir delile isnat etmeksizin şeytanın sözüne uymaktadırlar. Şeytanın vaadleri asılsızdır, Allah-u Teâlâ'nınki ise gerçeğin ta kendisidir. Bunlar Hakk'ı bırakıp asılsız şeylerin ardına düştüler.
Dünyada iken şer kapısını açıp onun tellallığını yapan, kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran küfür liderleri; kendilerine uymalarından gurur duydukları kimselerle beraber o gün cehenneme atılırlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın nimetini nankörlükle karşılayanları ve (peşlerine taktıkları) toplulukları helâk olacakları yere, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmedin mi?" (İbrahim: 28)
"Allah 'Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları ile beraber ateşe girin!' der." (A'raf: 38)
Allah-u Teâlâ şeytanı ve onun şaşırtıp yoldan çıkardıkları kimseleri cehenneme koyacağını vâdetmişti.
Öncekiler ve sonrakiler hepsi birleşirler. Hep beraber cehenneme girdiklerinde birbirlerinden son derece nefret duyarlar, birbirlerine lânet yağdırırlar.
"Her ümmet (topluluk) girdikçe kardeşine (kendini saptıran yoldaşına) lânet eder." (A'raf: 38)
Saptırıcı önderlerle onlara şuursuzca uyan şakşakçılar bir araya gelince husumet ve karşılıklı tartışmalar başlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için 'Ey Rabb'imiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır. Bunlara ateşten bir kat daha fazla azab ver!' derler." (A'raf: 38)
"Zaten hepsinin azabı kat kattır, fakat siz bilmezsiniz!" (A'raf: 38)
İstedikleri kat kat azap hem kendileri için hem de onlar içindir. İki taraf da sapıklıkta ortaktır. Kitleleri bâtıl yollara sürükleyen küfür liderleri hem kendi kâfirliklerinden, hem de başkalarını doğru yoldan saptırdıklarından ötürü; körü körüne bunların peşinden sürüklenenlere de hem kâfir olduklarından, hem de gönül rızası ile sapık liderleri taklit etmelerinden dolayı iki kat azap edilecektir.
Uyan da uyulan da birbirlerinden karşılıklı kuvvet almışlar, şirretliklerini beraberce yapmışlardır. Şimdi ise hem kendileri için hem de şuursuzca kabullendikleri fırkalar için ne kadar acıklı azaplar karşılarına çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ'nın bu beyanı üzerine öncekiler sonrakilere şöyle derler:
"Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur, kazandığınıza karşılık azabı tadın!" (A'râf: 39)
Sapık önderler bunu tâbilerine yürek soğutma yoluyla söylerler. Çünkü onlar liderlerinin azaplarının iki kat olmasını istemişlerdi.
Orada buna benzer suçlamalar ve lânetleşmeler sürüp gider. Hiçbirisi suçu üzerine almak istemez. Ceza yapılan işin cinsinden olduğu için, dünyadaki mâlâyâni tartışma ve suçlamalar orada da devam eder.
•
Allah-u Teâlâ saptıranlarla sapanların cehennemdeki pek hazin manzaralarını tasvir edip, ibretli bir tablo halinde akl-ı selim sahiplerinin gözleri önüne sermektedir.
Allah'ı ve O'nun dinini bırakıp bâtıl sistemlerin kurbanı olanlar cehennemin alt derecelerinde birbirleriyle hasımlaşır, mesuliyeti birbirine atmaya çalışırlar.
Âyet-i kerime'de:
"Onlar birbirlerini suçlayıp çekişirler." buyuruluyor. (Sâffât: 27)
İleri gelenlerine:
"Siz bize sağdan gelir, suret-i haktan görünürdünüz!" derler. (Sâffât: 28)
Bâtılı süslerler hak diye gösterirlerdi. Günahları sevap diyerek onlara işlettirirlerdi. Kendilerini hayrat ve hasenâta sevketmek, doğru yolu göstermek istediklerini söyleyerek onları kandırıp Allah yolundan alıkoyarlardı. En güvendikleri noktalardan yanlarına sokulur, onları ayartmaya çalışırlardı.
Kimileri de kuvvet ve tahakküm ile, sahip olduğu makamın forsunu kullanarak, halkı Allah'ın dininden uzaklaştırmak isterdi.
Bu sefer kodamanlar ileri atılırlar, haklarındaki ithamları reddederek, mesuliyeti onlara yüklemek isterler.
Ve derler ki:
"Hayır! Zaten siz inanan kimseler değildiniz." (Sâffât: 29)
Ki, sizi imandan küfre çevirdiğimize dair iddiâlarınız doğru sayılsın. İman etmek imkânınız olduğu halde yüz çevirmiştiniz, kendi isteğinizle küfrü tercih etmiştiniz.
"Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu, siz kendiniz azgın bir topluluk idiniz." (Sâffât: 30)
"Artık Rabb'imizin sözü bize hak oldu. Azabımızı muhakkak tadacağız." (Sâffât: 31)
"Evet biz sizi kışkırttık. Çünkü kendimiz azgındık." (Sâffât: 32)
"O halde o gün hepsi azapta müşterektirler. Biz suçlulara böyle yaparız." (Sâffât: 33-34)
•
Tâbiler cehennemde lâyık oldukları cezalarını çekerlerken zebaniler saptırıcı önderlere şöyle seslenirler:
"İşte şunlar peşinize düşüp sizinle beraber gerçeğe karşı direnenlerdir." (Sâd: 59)
Onlar da son derece öfkeyle cevap verirler:
"Onlara merhaba yok, rahat yüzü görmesinler. Çünkü onlar da ateşe girmişlerdir." (Sâd: 59)
Dünyada iken kendilerine uymalarından gurur duydukları kimseleri artık görmek istemiyorlar.
Buna mukabil uyruklar da onlara cevap vermekten geri kalmazlar:
"Asıl size merhaba yok! Siz rahat yüzü görmeyin! Bunu başımıza getiren sizsiniz.
Ne kötü bir durak!" (Sâd: 60)
Saptırıcı önderlere uymanın acı ızdırabını çok acı bir şekilde çeken uyruklar güruhu, kin ve intikam duyguları ile dolup taşarak Allah-u Teâlâ'ya yönelirler.
Derler ki:
"Ey Rabb'imiz! Bunu bizim başımıza kim getirdiyse, ateşte azabını kat kat artır." (Sâd: 61)
Aslında burada onlara karşı duydukları kin ve nefreti dünyada iken duymaları gerekiyordu. Onlara uydukları takdirde başlarına böyle bir felaketin geleceği apaçık belli idi. Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde açık açık ferman buyurmuştur. İnananlar işitmişler, itaat etmişler, onlardan irtibatlarını tamamen kesmişler, Hazret-i Allah ve Resulü'nün yoluna koyulmuşlardır. Şimdi onların böyle bir sıkıntı ve dertleri yok. Şimdi onlar cennetlerde mutluluk içinde yaşıyorlar. Hakk'a ve hakikate sarılmanın, Allah yolunun yolcularının izini takip etmenin mükâfatını bol bol alıyorlar.
Onlar ise bütün uyarılara rağmen gerçeğe karşı direnmişler, hakikate kulak tıkamışlar, gözü yumuk bakmışlar. Ecel onları tam bu hallerinde iken yakalamış.
İş işten geçtikten sonra yalvarıp yakarıyorlar:
"Ey Rabb'imiz! Cinlerden ve insanlardan bizi yoldan çıkarıp sapıtanları bize göster. Onları ayaklarımızın altına alalım da en alçaklardan olsunlar!" (Fussilet: 29)
İnsanları saptırıp yoldan çıkaranların, dinden diyanetten, ahlâk ve fazilet değerlerinden mahrum bırakanların büyük bir azaba uğrayacaklarında şüphe yoktur. Fakat Allah-u Teâlâ'nın kendilerine verdiği aklı kullanmayıp, dinin ilâhi beyanlarını dinlemeyip, bu gibi saptırıcıların gösterdikleri çıkmaz yollara sapan kimseler de onlar gibi azaba müstehak olmuşlardır. Kendilerini mazur göstermeye asla salâhiyetleri olamaz.
İçleri intikam ateşiyle yanıp tutuşmaktadır. Kahırlarından ne yapacaklarını ne söyleyeceklerini bilemezler. Bir netice vermeyeceğini bildikleri halde, değişik ifadelerle tekrar tekrar ilticâ ederler:
"Ey Rabb'imiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize uymuştuk, onlar da bizi yoldan saptırdılar." (Ahzâb: 67)
"Ey Rabb'imiz! Onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lânete uğrat!" (Ahzâb: 68)
Halbuki kendilerine ne emretmişlerse yapmışlar, onlara uydukları için zaten bu hale düşmüşlerdi. Şimdi ise pişmanlıklarına pişmanlık katıyorlar, Allah'a ve Resul'üne itaat etmediklerine nedamet ediyorlar. Fakat hiç faydası yok.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onların bu tartışmasının kesinlikle olacağını beyan buyuruyor:
"İşte cehennemliklerin birbirleriyle bu şekilde tartışmaları gerçektir, muhakkak olacaktır." (Sâd: 64)
•
Gözleriyle ayan-beyan gördükleri bu azap gibi, Allah-u Teâlâ onlara amellerinin cezasını pişmanlık ve kahırla ödetecektir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O zaman küfür öncüleri azabı görünce kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar." (Bakara: 166)
Herkes kendi derdine düşer. Hepsi de aynı girdabın içindeler. Ektiklerini biçip ettiklerini buluyorlar.
Körü körüne uydukları sapık liderler onları yüzüstü bırakır giderler. Dünyadaki gibi baş olmak iddiasında bulunamazlar. Her şeyden vazgeçerler. Aralarındaki bütün ülfet ve muhabbet sebepleri ortadan kalkar. İttifak etmek üzere yaptıkları yeminleri ve anlaşmaları bozulur.
"Onlara uyup arkalarından gidenler 'Ah ne olurdu, bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!' derler." (Bakara: 167)
Fakat ne çare ki, o sözleri olmayacak bir şeyi temenni etmek kabilindendir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onlar cehennemden çıkmayacaklardır." (Bakara: 167)
"Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin!" (Duhan: 49)
İkaz edildikleri halde bu ikazlardan nefret duyanlar var ya, iman ettikleri saptırıcı imamlarla cehenneme girdikleri zaman ne kadar pişmanlık duyacaklar.
"Ah keşke dinleseydik! Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman etseydik.
Allah-u Teâlâ'nın dâvetçisi bize hep O'nun kelâmını önümüze çıkarıyordu. Fakat biz azgınlar bu âyetlerden ikrah ederdik. Çünkü sizin dininize girmiştik. Meğer o ne güzel bir dâvetçiymiş, keşke uysaydık! Şimdi ise sizden ikrah ediyoruz. Bu azgın ve alevli ateşler içerisine, size uymamız, yolunuzda bulunmamız ve çalışmamız sebebiyle girdik." diyecekler.
Onların boyunlarına demir halkalar takılır, yetmiş arşın uzunluğunda zincirlere vurulur. O bir lânet halkasıdır, o lânet halkası ile kaynar suya da atılırlar.
Aslında o lânet halkası onlara daha dünyada iken takılmıştır. Zira onlara Allah-u Teâlâ ve melekler, peygamberler ve salih kullar kıyamete kadar lânet etmişlerdi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lanetle anılacaklardır.)
Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır." (Kasas: 42)
Zira onlar İslâm dininden çıktılar, din kurucu oldular.
Kalbiyle inanan dili ile tasdik edenlere mümin, kalbi ile de inanmayıp dili ile de tasdik etmeyenlere kâfir denildiği gibi kalbi ile inanmadığı halde dili ile tasdik etmiş gibi görünenlere de münafık denir.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde bu iki yüzlü münafıklar hakkında bir çok beyanlarda bulunmuş, müminlere onlardan sakınmalarını emir buyurmuş ve onların iç yüzlerini beşeriyete ilân etmiştir:
"Ne onlarla olurlar, ne de bunlarla olurlar. İkisinin arasında bocalayıp dururlar." (Nisâ: 143)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Münafığın misali iki sürü arasında hayretle kalan koyun gibidir. Kimi o sürüye gider, kimi bu sürüye." (Müslim: 2784)
İçlerindeki inkâr ve nifakı atmadıkları ve tevbe etmedikleri sürece, münafıkların İslâm'da yeri ve itibarı yoktur.
Münafıklar içten kâfir oldukları, dıştan da müslüman görünmeye çalıştıkları için Allah-u Teâlâ onları yahudilerle sapık müşriklerle kardeş diye vasıflandırmaktadır:
"Resul'üm! Münafıkların ehl-i kitaptan küfre sapan kardeşlerine 'Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz.' dediklerini görmedin mi?
Allah onların yalancı olduklarına şahitlik eder." (Haşr: 11)
Münafıklar kâfirlerin en mundarı, en habisi oldukları için ebedî ikâmetgahları da cehennemin en dibidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın." (Nisâ: 145)
Şüphesiz ki onlar bunu hak etmişlerdir. Çünkü onlar İslâmiyet'i karıştırmışlar, ihanet etmişler, nankör olmuşlardır.
Cennet derece derece olduğu gibi cehennem de dereke derekedir. Âyet-i kerime'de geçen "Derk-i esfel" cehennem derekelerinin en derininde bulunan en alt tabakadır. Onların azabı kâfirlerin azaplarından daha şiddetlidir.
Allah-u Teâlâ imansızların âkıbetini haber verirken münafıkları kâfirlerden önce anmış, âkıbetlerini haber vermiştir:
"Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır.
Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azab vardır." (Tevbe: 68)
Cehennemde her çeşit azap mevcut olduğu gibi, orada ebedî kalmaktan daha kötü bir azap tasavvur edilemez.
Müminler cennetlerde safalar içinde yaşarlarken, kâfirler üzerlerine dökülen azapların kıskacı altında kıvranırlarken çoğunlukla "Keşke müslüman olsaydık!" demekten kendilerini alamayacaklar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İnkâr edenler zaman zaman temenni edecekler: Keşke müslüman olaymışlar!" (Hicr: 2)
Fakat artık teklif zamanı geçmiş, ceza zamanı gelmiş çatmış bulunuyor. Pişmanlığın fayda vermediği bir zamanda, âhiretin akıllara durgunluk veren azaplarını gördükleri zaman pişmanlık duyacaklar. Bu temennileri de kendileri için ayrıca bir azap vesilesi olacaktır.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yüzleri ateşte çevrildiği gün 'Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!' derler." (Ahzâb: 66)
Elden kaçırdıkları fırsatları düşündükçe hep aynı şeyleri söylerler, hep aynı temennide bulunurlar: Keşke müslüman olaymışlar!..
Kendilerinden hiçbir mâzeret kabul edilmez, çünkü hiçbiri de geçerli değildir.
"O gün zâlimlere özür beyan etmeleri hiçbir fayda sağlamaz.
Lânet onlaradır, en kötü yurt da onlarındır." (Mümin: 52)
"O gün ne oradan çıkarılırlar, ne de özürleri dinlenir." (Câsiye: 35)
Tevbe ve itaat etmek suretiyle Rabb'lerini râzı etmeleri de onlardan istenmez. Çünkü rızâ aramak dünyaya mahsustur. Ahirette rızâ aranmaz, aransa da yararı olmaz.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz." (Tahrim: 7)
Daha önce dünyada iken çok uyarılmışlar, fakat kulak asmamışlardı. Orada mazeretlerin kabul edilmeyeceği kendilerine bildiriliyordu, fakat hiç oralı olmamışlardı.
Şimdi burada sadece günahlarının cezalarını çekiyorlar. Başka bir ceza ile cezalandırılmıyorlar ki itirazları kabul edilsin.
Pişmanlığın fayda vermediği bir yerde, yine de pişmanlıklar ve hasretler içinde kendilerini kınamaya devam ederler:
"Eğer biz kulak vermiş olsaydık veya düşünüp anlasaydık, şu çılgın alevli cehennemliklerin arasında bulunmazdık!" (Mülk: 10)
"Ve böylece günahlarını itiraf ederler." (Mülk: 11)
"Çılgınca yanan ateş halkı (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun!" (Mülk: 11)
•
Cehennemde cezalarını çekerken pişmanlıklarına pişmanlık katanların durumlarını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde haber vermektedir:
"Onlar orada 'Ey Rabb'imiz! Bizi çıkar! Yaptıklarımızdan daha hayırlı işler yapalım.' diye bağrışırlar." (Fâtır: 37)
"O zaman onlara şöyle deriz:
Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti." (Fâtır: 37)
"Öyleyse tadın azabı! Zâlimlerin yardımcısı yoktur." (Fâtır: 37)
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cennet hoşa gitmeyen şeylerle sarılmış, cehennem de şehvetlerle sarılmıştır." (Müslim: 2822)
Buradaki hoşa gitmeyen şeylerden maksat, yapması nefse ağır gelen şeylerdir. İbadetlere devam, onların güçlüklerine katlanmak, öfkeyi yenerek affetmek, sadaka vermek, kötülük yapana iyilikte bulunmak, nefsin arzularına sabırla karşı gelmek gibi şeyler buna dahildir.
Şehvetlerden maksat ise; fuhuş, içki, kumar, fâiz, israf, yalan, dedikodu, gıybet gibi haram olan şeyleri yapmaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Allah-u Teâlâ cenneti yarattığı zaman Cebrail Aleyhisselâm'a 'Git ona bir bak!' buyurdu. O da gidip cennete baktı ve 'Ey Rabb'im! İzzetine yemin olsun ki, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek.' dedi.
Allah-u Teâlâ cennetin etrafını mekruhlarla (nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle) çevirdi. Sonra 'Hele git ona bir bak!' buyurdu. Cebrail Aleyhisselâm gidip ona bir baktı ve 'Korkarım ona hiç kimse girmeyecek.' dedi.
Cehennemi yaratınca Cebrail Aleyhisselâm'a 'Git bir de şuna bak!' buyurdu. O da gidip ona baktı ve 'İzzetine yemin olsun ki, işitenlerden kimse ona girmeyecektir.' dedi.
Allah-u Teâlâ da onun etrafını şehvetlerle (nefsin hoşuna giden şeylerle) kuşattı. Sonra 'Git ona bir kere daha bak!' buyurdu. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman 'İzzetine yemin ederim ki, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum.' dedi." (Ebu Davud-Tirmizî)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cenneti kazanmanın ve cehennemden kaçınmanın yollarını en veciz bir şekilde açıklamakta ve bu en mühim meselede müminleri uyarmaktadır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"İyiler nimet içindedirler, kötüler de cehennemdedirler." (İnfitar: 13-14)
"Kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler, işte bunlar cehennemliktirler.
Onlar orada ebedi kalacaklardır." (Bakara: 81)
Bunlar o âleme günahlara batmış, şehvetlere dalmış, kötülüklere bulanmış olarak ve temiz hiçbir yanları kalmamış olarak gitmişlerdi. Cehennem onların yakasını bırakmayacaktır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kâfir bir kimse Allah'ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilmiş olsaydı, bir tek kimse cennetinden ümit kesmezdi.
Mümin de Allah'ın azap ve ikabının miktarını bilmiş olsaydı, hiçbir kimse cehennemden emin olmazdı." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2031)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur'an-ı kerim'in birçok Âyet-i kerime'lerinde o azap gününün şiddetinden kullarını korumak ve sakındırmak için öğütlerde ve uyarılarda bulunmaktadır:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrim: 6)
"Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının." (Bakara: 24)
Nasıl ki ay, gece ve gündüz Allah-u Teâlâ'nın kudretinin büyük işaretleri ise, cehennem de Allah-u Teâlâ'nın büyük kudretinin bir nişanesidir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Hayır! Aya andolsun ki! Dönüp gitmekte olan geceye andolsun ki! Ağarmakta olan sabaha andolsun ki! O (Sakar) en büyük belâlardan biridir. İnsanlık için bir uyarıcıdır." (Müddessir: 32-33-34-35-36)
Allah-u Teâlâ cehennem manzaralarını, henüz insanlar dünyada iken ve o âkıbete düşmekten kendilerini korumak imkânı henüz ellerinde iken gözler önüne seriyor, kullarını intibaha davet ediyor:
"Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!" (Bakara: 165)
Eğer gerçekten bilselerdi, başlarına anlatılmayacak derecede korkunç ve şiddetli bir azabın geleceğini anlarlardı.
"Ona 'Allah'tan kork!' denildiği zaman, gururu kendisini günaha sürükler.
Artık ona cehennem yetişir. Ne kötü bir yataktır o!" (Bakara: 206)
"Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler aşağılanarak cehenneme gireceklerdir." (Mümin: 60)
Kendilerini yaratan, nimetlerle donatan Rabb'lerine ibadet ve taat etmeye tenezzül etmeyen kimselerin zelil kılınmış aşağılanmış olarak cehenneme girmeleri müstehak olmuştur. Bu onlar için en âdil cezadır.
Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kim ki azgınlık edip haddi aşmış, dünya hayatını âhirete tercih etmişse, muhakkak ki o alevli ateş onun varacağı yerin tâ kendisidir." (Nâziat: 37-38-39)
"Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir.
Zâlimlerin yardımcıları yoktur." (Mâide: 72)
Bu gibi kimseler için Allah katında ne bir dost, ne bir kurtarıcı, ne de bir yardımcı vardır.
"İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten korunun. Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki, size de merhamet edilsin." (Âl-i imran: 131-132)
Allah-u Teâlâ müminlerin kendisine nasıl sığınmalarının icabettiğini Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmaktadır:
"Ey Rabb'imiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Bakara: 201)
Bu duâ bütün hayırları içine almaktadır, bütün şerleri de uzaklaştırır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Allah'ın azabından Allah'a sığının!" buyurmuşlardır. (Müslim: 588)
Kendileri de bizzat bu hususta ümmetine numune olmuşlardır. Şöyle buyururlar:
"Ey Allah'ım! Cehennemin fitnesinden sana sığınırım!" (Müslim: 589)
"Ey Allah'ım! Cehennem azabından sana sığınırız." (Müslim: 590)