En istikrarlı, en verimli olması icap eden saha "Eğitim"dir. Halbuki "Milli Eğitim"imiz yap-boz tahtasına döndü. Sanki eğitimdeki tek kriter ne pahasına olursa olsun mezuniyet yüzdesini yükseltmek.
Eğitimsiz bir mezunlar ordusu mu istiyoruz? Bu mudur "Eğitim politikası?"
"'Milli Eğitim' nedir, nasıl olmalıdır, ne yapılmalıdır, ne yapılıyor, doğru mu yapılıyor?..." diye uzayan bir soru listesine cevap aramaya çalıştığımızda karşımıza "Fatih Projesi", "Her ile üniversite", "Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarma planları", "Her sene değişen sınav sistemleri"... şeklinde uzayan bir liste çıkıyor.
Eğitimde bir şeyler yapılmaya, bazı ilerlemeler temin edilmeye çalışılıyor. Ancak yanlış giden bir şeyler var. Zira hangi öğretmene sorsanız, öğrenci kalitesinin her geçen sene düştüğüne dair şikayet dinliyorsunuz. Eğitim politikaları öğrenciyi rehavete teşvik ediyor. Saygısız, derslerine ilgisiz öğrenci profilinin yüzdesi her geçen sene çoğalıyor. Ahlaksızlık aynı şekilde müthiş bir artış gösteriyor.
Bu faciayı kimse inkâr etmesin. Sebebi konusunda belki farklı fikirler ileri sürülebilir. Kimisi eğitim sistemini, kimisi internet çağını, kimisi aileleri suçlayabilir. Ancak yaşanan olguyu, yukarıda çizdiğimiz olumsuz resmi kimse görmezden gelemez. Gelmemelidir.
Alarm zillerinin çalma vakti geldi de geçiyor.
Bu duruma gelinmesinin üç ayağı var:
1- Medya'da, televizyonlarda özellikle diziler marifetiyle ahlaksızlığın, erdemsizliğin, tembelliğin, ebeveynlere asiliğin, aile dışı ilişkilerin reklamı yapılıyor.
2- İnternet gençlere faydadan çok zarar veriyor. Ahlaksız lakırdılar, edepsiz sanal ilişkiler bütün toplumu yaralıyor. Boşanma oranları hızla artıyor.
3- Eğitim kurumlarında, özellikle ilk ve orta öğretim eğitim politikalarında hatalar yapılıyor, alınan kararlar bu açıkları kapatmaktan çok daha çok açıyor, kanama çoğalıyor.
Bu hatalara düşmenin, yanlış kararlar almanın en büyük sebebi zihniyet yanlışlarıdır. Zihniyet yanlış olunca kurulan bina da yanlış oluyor.
Eğitim sistemi bir ülkenin en temel stratejik unsurudur. Eğitim sistemimiz hakkında alınan kararlar Savunma Sanayi Kurullarında alınan kararlardan daha az önemli değildir. İyi hesap edilmesi, iyi analiz edilmesi ve hedeflerin doğru tayin edilmesi lâzımdır.
Meselâ SBS diye bir ucube çıkarılmıştı. Bütün dershaneciler bayram etti. Bir dershaneci "Ben böyle bir şey istemeye utanırdım." dedi. Sonra bakıldı ki olmuyor, hop haydi değiştirildi. Ancak yarış psikolojisi yerleşmiş olduğu için dershanecilerin bayramı hâlâ devam ediyor.
Her sene bir şeyler değişiyor.
İnsan merak ediyor; "Bu eğitim stratejisini kim belirliyor, değişim kararlarını kim alıyor?" diye. Hiç mi istişare yapılmıyor, hiç mi araştırma yapılmıyor?
Eğitimde son yıllarda internete bir teşvik var. Velilerin önüne en yalın şekliyle "İnternet ödevi" şeklinde gelen bu teşvikin, "İnternetli eğitim" diye de özetleyebileceğimiz bu sistemin acaba "Faydası nedir, zararı nedir?" diye bir araştırma yapıldı mı? Pedagogların, psikologların, uzman eğitimcilerin, velilerin, öğretmenlerin fikri soruldu mu? Tabir caiz ise bir internet saplantısı almış başını gidiyor.
Gidin bir anket yapın, okul veli toplantılarında "Aman çocuklarınızı bilgisayardan, internetten uzak tutun, günde şu kadar dakkadan fazla izin vermeyin!" diye nasihat almayan kaç veli var?
"İnternet Bağımlılığı Hastalığı" diye bir hastalığımız oldu. Bu yüzden okulu bırakan çocuklar var:
"Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi İnternet Bağımlılığı Polikliniği'ne 3 ayda 70 kişi başvurdu.… 'İnternet Bağımlılığı Çalıştayı'nda … 16 yaşın üzerinde 50'den fazla internet bağımlısını takip ettiklerini ve çoğunun online oyun (MMPORG) bağımlısı olduğunu belirten Şenormancı ise şu bilgileri verdi: "Çoğunluğu internet bağımlılığı yüzünden okulu bırakmış, 20'li yaşlarda gençler geliyor. 'Rekorum 72 saat PC başından hiç kalkmamak. Yemeğimi bile annem yanıma getiriyordu' diyor. Yasaklandığında, annesine babasına bıçak çeken, kendini jiletleyenler bile oluyor.' … Dr. Ramazan Konkan da "Biz, interneti 'Sınırlı ve kontrollü kullanın' diyoruz ama bu işin endüstrisi, 'Daha çok ve sınırsız kullanın, hatta başından hiç kalkmayın' diyor." (22 Şubat 2012, Yenişafak, HaberTürk, Vatan)
TBMM de konuya el atma ihtiyacı hissetti:
"TBMM Genel Kurulunda, AK Parti, CHP ve MHP'nin, internet kullanımı ve çocukların internetin zararlarından korunmasına ilişkin araştırma önergeleri birleştirilerek görüşüldü. TBMM Genel Kurulunda, internet kullanımı ve çocukların internetin zararlarından korunması konusunda Meclis Araştırma Komisyonu kurulması kabul edildi." (meclishaber.gov.tr, 21 Şubat 2012)
"Önergeler konusunda Hükümet adına konuşan … İnternet alanının uygunsuz içeriklere karşı da çok iyi düzenlenmesi gereğine dikkati çeken Akdağ, 'Sadece müstehcenlik değil, şiddet içeren bilgi ve görüntüler çocukların ve gençlerin ruhunu ve zihnini olumsuz etkileyebiliyor. Özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin yerine göre bir müptela şeklinde bağlanabileceği bilgisayar oyunlarının vasfı çok önemlidir. Çocukları bu hususta korumalıyız' dedi. … Ailelerin çocukların günlük yaşam ile sanal dünyadaki tavır ve davranışlarındaki farklılığı göremediklerini ifade eden Akdağ, konuyla ilgili olarak toplumda farkındalığın artırılması gerektiğini vurguladı. …
… CHP Grubu adına konuşan İzmir Milletvekili Erdal Aksünger, çocuğu 8 yaşına gelinceye kadar eve bilgisayar sokmadığını belirterek, 'Çünkü bilgisayar komut veriyor. Sosyallikten kopan çocuk, dışarıya çıktığında da komut veriyor' dedi.
… MHP Grubu adına konuşan Tokat Milletvekili Reşat Doğru, internetin de diğer bağımlılıklar gibi bir hastalık olduğunu anlatarak, 'Sadece çocuğun kendisini değil ailesini, akraba ve yakınlarını da ilgilendiren bir hastalıktır. Ailelerin boşanmasında da internet etkili olmaktadır' dedi."
Okul yönetimleri, öğretmenler, sağlık bakanı, doktorlar, milletvekilleri böyle diyor, milli eğitim stratejistlerimiz proje ödevleri, internet araştırma ödevlerinden çok büyük verim(!) almış olsalar gerek ki şimdi her çocuğun eline tablet vermekle meşgul.
Peki bu "Tablet" mevzuu çocuk psikolojisinde nasıl bir etki yapacak? Çocuk için "Tablet bilgisayar" ne anlama gelir? Ders aracı mı, oyuncak mı? Hiç düşündük mü? Nitekim haberi de çıktı, tabletlerde oyun da olacakmış, çocuklar oynayarak öğrenecekmiş!
Bırakın çocukları büyükler bile teknolojiyi ihtiyacı için mi kullanıyor, keyfi için mi? Birçok insanımız senesi dolmadan yeni cep telefonu alıyor. Bazı hesaplara göre bugüne kadar 14 milyar dolarlık cep telefonu çöpe gitti. Avrupa'da bu kadar israf yok.
Telefon gibi bilgisayar teknolojisi de hızlı eskiyor. "Moore Yasası" diye bir şey duydunuz mu?
Binaenaleyh bu tekno oyuncaklar kaç sene kullanılacak, ömrü ne olacak, tableti-ders materyali bozulunca çocuk nasıl bir psikoloji yaşayacak, bu durum ne kadar zamanda telafi edilecek? Bunları hesap ettik mi?
Bir zaman öğretmenlere bilgisayar dağıtıyorduk. Ne gibi verim alındı? Bir araştırma var mı?
5-6 sene önce okullardaki bilgisayarlara Microsoft ürünlerini koyuyoruz diye Bill Gates'i dört köşe yapmıştık. Adam atladı Türkiye'ye bile geldi.
Yani daha kendi işletim sistemimizi, programımızı üretmeyi, açık kaynak kodlu programları kullanmayı, yaygınlaştırmayı akıl edemiyoruz.
Bu mudur teknoloji?
Madem bu kadar paramız var. Her okula bilgisayar-teknoloji derslikleri kurarsın, bu dersliklerin sayısını haftada her sınıfa 2-3 saat (ya da ne kadar uygunsa) ders verilecek şekilde çoğaltırsın, bilgisayar öğretmeni yetersizse işsiz dolaşan mühendislik fakültesi mezunu gençleri eğitimden geçirip bilgisayar öğretmeni yaparsın, her öğrenciye lüzumlu programları kullanmayı, internette nasıl araştırma yapılması gerektiğini, güvenilir kaynak kullanmayı (Güvenilir kaynak deyince şunu demek istiyoruz; çoluk çocuğun forum sitelerinde yazdığı yazıları değil de üniversitelerin, kütüphanelerin, yetkin kişilerin makale ve araştırmalarını kaynak olarak kullanmayı kastediyoruz.), bulduğu kaynaklardan aldığı bilgileri bir kelime işlemci programda dizip-düzenlemeyi öğretirsin. Bu öğretmenlerin devamlı derslikte durmalarını ve ders harici gelen öğrencinin araştırma-inceleme talebine nezaret etmesini temin edersin. "Akıllı tahta" uygulamasında olduğu gibi öğretmen kontrolündeki teknolojilere yatırım yaparsın.
Teknoloji öğretilecekse böyle bir şey olması lâzım.
Proje ödevi, internet ödevi falan filan derken her eve interneti soktuk, ödevleri de zaten veliler hazırlıyor. Bunu da öğretmeni de biliyor, okulu da biliyor. (Bazı uyanık öğretmenler ödevi el yazısı ile yazma şartı getiriyor ki, hiç olmazsa öğrenci bari yazarak öğrensin!) Bu mudur yani eğitim? Adam fakirse bilgisayarı yoksa o da ayrı bir handikap. Bu tablet işi de buradan çıktı herhalde. Millete internet ödevi vermeyi maharet zannedenler baktılar ki, bu milletin fakirleri eziliyor, çocukları büzülüyor, ne yapalım dediler, -babacan devletiz ya- her çocuğun eline oyuncak, afedersiniz bilgisayar tutuşturmaya karar verdiler.
Bir defa eğitimde klasik usül çok lüzumludur.
Meselâ mühendislik, mimarlık fakültelerinde öğrenciler hâlâ cetvellerle, mimarlık kalemleriyle teknik resim, proje çizerler. Bu üniversitelerimiz çok mu gerici ki, öğrencilerine bilgisayar başında "AutoCAD" vs. programlarda çizim yaptırmak yerine bu eski usül kalem cetvel niye uğraştırıyorlar?
Yine meselâ geçtiğimiz Ocak ayında Alman Deniz Kuvvetleri'nin eğitim gemisi bir subay adayı öğrencinin ölümü sebebiyle haberlere konu oldu. Peki hiç dikkat ettiniz mi, bu gemi nasıl bir gemi idi?
"Alman donanmasına ait dünyaca meşhur Yelkenli Eğitim Gemisi Gorch Fock .... Bundan 53 yıl önce, 17 Aralık 1958 tarihinde hizmete giren ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılandırılmakta olan Alman Deniz Kuvvetleri'nin subay adaylarının klasik eğitimi için 1933 model orijinli dizayn edilen yelkenli eğitim ve tatbikat gemisinde ...."
"Bu Almanlar amma da gerici yahu!" Öyle mi?
"Teknoloji o kadar gelişti, bilgisayar çağında yaşıyoruz, subaylarını yelkenli gemide eğitiyorlar." Böyle mi diyeceksiniz?
Bize gelince; biz ne yapmaya çalışıyoruz? Yazı yazmaktan aciz bir nesil mi yetiştirmek istiyoruz. Yarın bir harp olsa elektrik santralleri iş göremez hale gelse, bu bilgisayar bağımlısı nesille ne yapacağız?
"Eğitim kalitesi ne durumda, veliler ne diyor, öğretmenler ne diyor?" hiç mi araştıran yok? Ne yapılmaya çalışılıyor? İdarecileri kim yönlendiriyor? Hangi maksatla yönlendiriyor?
Bazıları gelişmişlik göstergesi bakımından dünya ülkeleri sıralamasında yükselmek gerektiğini söylüyor.
Yükselmek iyi bir şey. Ancak "Göstermelik, göstergelik" bir yükselme mi istiyoruz, yoksa gerçek bir yükselme mi istiyoruz? "Yükselmiş desinler" diye mi iş yapıyoruz, yoksa eğitim kalitemizi yükseltmeye mi çalışıyoruz. Hâlâ yüreğimizde "Aşağılık kompleksi"yle mi dolaşıyoruz, yoksa "Biz kendimizi bilelim, kendi gelişmemize bakalım." mı diyoruz?
"İnsani Gelişim Endeksi (İnsani Gelişme Göstergesi)" dünya ülkelerinin sağlık, eğitim ve ekonomik durumlarını gösteren ve 1993 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Gelişme Programı tarafından yıllık Gelişme Raporu'nda sunulan bir sıralama ölçütü.
Bu endeks ortalama yaşam süresi, ortalama ekonomik gelir, ortalama eğitim süresi gibi ölçülere göre hazırlanıyor.
Şimdi meselâ Amerika dünyanın en zengin ülkesi ancak halkının önemli bir kesimi sefalet içinde. Amerika'nın ekonomik endeksi yüksek ancak büyük bir kitle için bu yükseklik hiçbir şey ifade etmiyor.
Yine Amerika'da eğitim yaşı yüksek ancak ülke liseyi bitirdiği halde mektup yazmaktan aciz büyük bir kitleye sahip.
Türkiye'de de sanki Amerika'yı örnek alan bir grup var. Amerika'da nasıl ki yahudiler kendi azınlık grubu için en iyi eğitimi veren okullar sayesinde ülkenin elit tabakasında söz sahibi olup koca ülkeyi -basın ve paranın da yardımı ile- kontrol edebiliyorsa, Türkiye'de de böyle bir yapılanma hayalleri kuranlar var.
Eğer Amerika'nın küçük bir kopyası olmaya gönlü razı olan varsa bilsin ki bu milletin evladı değildir.
"İnsani Gelişim Endeksi" bakımından gerilerde olmamız arzu edilen bir şey değil. Ancak böyle diye sırf Avrupa'daki, dünyadaki sıralamamız yükselsin diye göstermelik icraat mı yapacağız?
Eğitimimiz kaliteli olsun, çocuklarımız saygılı, edepli, çalışkan, gayretli, azimli olsun. "Nasıl olsa bu sınıfları geçiyorum laylaylom..." olmasın.
Bu kaliteyi tutturabiliyorsak mecburi eğitim 12 değil 32 olsun. (Bu yazı hazırlanırken yeni bir eğitim tasarısı meclise sunuldu. Gerçekten iyi düşünülmüş, burada yazdığımız kriterler hesaba katılmış ise ne ala, yoksa "Bir deneme de böyle yapalım." zihniyetiyle yap-boz tahtasına bir ilave daha yapılacaksa; eyvah!)
Yani vitrine değil, öze bakalım. Aklımızı başımıza alalım. Kağıt üstünde Avrupa birincisi olmuşsun, ancak lakayt, tembel, eğitimsiz bir neslin olmuş, ne kıymeti var.
Sağlıktaki endeksimiz yükseldi. Bu yükseliş göstermelik değil. Eğitimde bunu niye başaramıyoruz? Her sene yeni bir şeyler çıkıyor. "Şu karar da başarılı oldu!" diye bir netice var mı? Varsa anlatsınlar biz de bilelim.
"Milli Eğitim" önemlidir, o kadar önemlidir ki, sömürgeci emperyalist ülkeler bütün dünya ülkelerinin "Milli eğitim"lerini kontrol etmeye çok büyük gayret gösterirler. Sömürgeleştirdikleri ülkeler "Sömürge tasarımı eğitim sistemleri" sebebiyle bağımsızlıklarını kâğıt üzerinde kazanmış olsalar bile sömürge olmaya devam etmişlerdir.
Türkiye de bağımsızlığını söke söke kazanmış bir ülke olduğu halde "Batılılaşma" zehirini yuttuğu için farkettirilmeden "Sömürge Tasarımı Eğitim Sistemi"ne geçmiş ve bu sistemin ürünü, "Beyinleri sömürgeleştirilmiş nesiller" sayesinde yıllar yılı sömürge artığı ülkelerde yaşanan garabetleri yaşamıştır.
Binaenaleyh eğitim sistemimiz hakkındaki kararları alırken çok yönlü istişareler yapalım ve bu kararları geniş katılımlı kurullarda alalım. Yap-boz tahtası olmasın.
Üniversite mezunlarımız işsiz dolaşıyor, Türk sanayicisi eğitimli ara eleman bulamıyor. Bu mudur eğitim politikası?
Mühim bir husus da şudur: Eğitim kalitesinde okul idarecilerinin dirayeti-becerisi çok önemlidir. Dirayetsiz, ehliyetsiz kişilerin yerleştirileceği en son yerler okul yönetimleridir. Öyle okul müdürleri var ki kâğıt üzerindeki başarıyı pazarlayarak gününü gün ediyor. Öylesi de var ki, öğrenci okuldan çıkınca kimin arabasına biniyor, nereye gidiyor, büyük bir titizlikle takip ediyor, kendi çocuğu gibi sahip çıkıyor.
Binaenaleyh bu zamanda çocuk sahibi olmak çok zor. Filimler, diziler iffetsizlik ve ahlaksızlık pompalıyor. İnternet ona keza. Gençler, toplum, hedefsiz, amaçsız, gününü gün eden, ahlaksız bir hayata yuvarlanıyor. Aile çatır çatır yıkılıyor. Boşanma oranları büyük bir hızla artıyor. Ahlaksızlık ilköğretime indi.
İnsan bu çamur deryasında kendisini yardımsız buluyor, ve gemisini kurtaran kaptan misali çocuklarını, ailesini muhafaza edebilmenin kaygısını taşıyor.