Meselâ bir toprakta maden var. İnceden inceye uğraşarak o madeni topraktan ayırmak lâzımdır. Toprağın çok, madenin az olduğu düşünülerek ayırma işi bırakılırsa, o çok kıymetli maden topraktan ayrılmaz.
İşte bunun gibi, Allah-u Teâlâ bir insana mânevî bir cevher koymuşsa, o cevheri meydana çıkarmak gerekir. Nefisle mücadeleden maksat da budur, yani nefsi tortularından süzmek, hülâsasını meydana çıkarmak ve insanî nefis hâline getirmektir.
Ekilen bir tohumun üzerine taş gibi bir şeyler gelirse büyüyemez. Şayet ayıklanırsa o bitki neşv-ü nemâ bulur ve güzel bir gıda olur. İnsan da böyledir. Allah-u Teâlâ kişiye ezelden ihsan etmişse, onda ekilmiş bir tohum vardır. Bu mânevî tohumun büyümesi için nefsi tezkiye etmek, zulmet perdelerini açmak, hayvânî sıfatlardan kurtulmak gerekiyor.
Nefis öyle bir mahlûktur ki, zâlimdir, kâfirdir, Allah-u Teâlâ'ya bile karşıdır. Gaye bu kâfiri müslüman etmektir.
Nefisle mücadelede galip gelen bir insan, Allah-u Teâlâ'nın lütfu ile onu mezara gömer. Nefis ise bu arada işine gelmeyen bir hâl olursa, hemen feveran etmek ister. Onun hilesinin sızmadığı yer yoktur. Fakat Allah-u Teâlâ insana o kuvveti verdiği için: "Sen dur, ben bu kadar uğraştım, seni yeni gömdüm, kıpırdamaya çalışma." der. Üzerinde kabir taşının daima durması lâzımdır, yoksa kabirden çıkar gibi gömüldüğü yerden çıkar ve yapacağını yapar. Nefsi öldürmek başka, gömmek başkadır.
Samimi bir niyetle tevbe eden bir insan kötülüklerden vazgeçer. Nefsi ise içeriden, durmadan o işlerin tadını anmak ve yaptırmak ister. İnsan içini de sükut ettirirse, o artık iç ve dış hakimiyeti elde etmiş, tevbe kısmını tamamlamış olur.
İnsanın terakki edip yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle kaimdir. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınamadıkça ruh hürriyete kavuşamaz. Nefsin istek ve arzularını öldürmedikçe, ruhu diriltmek mümkün değildir
Nefsin işgali altında kalan ruh ya hastadır, ya da ölü mesabesindedir, yani canlı cenazedir.
Nefsin çeşitli hayvani sıfatları vardır. Mücadele ve mücahede yapıldıkça, bu sıfatlar bir bir küçülür. Bundan sonra her sıfat değiştikçe kuvvetten düşer. Sonraki sıfat daha zayıftır.
Fakat şu husus unutulmamalıdır ki, nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın, küçülürse küçülsün, ancak sıfatını değiştirir. Meselâ aslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman için tehlikelidir ve korunmak lâzımdır. Ne kadar küçülse, sıfatlar bir bir izale edilse bile kalan sıfatlar yine de tehlikelidir, icraatını yapmak ister.
Meselâ bir kedinin yapacağı tahribat, bir aslanın yapacağı tahribattan küçüktür. O şiddet kırılmış ve öldürülmüş olur. Öldürüldükçe de ruh terakki eder, yükselir.
Bu noktada mühim bir incelik vardır. Ruh ne kadar kuvvet bulursa bulsun, kişi bu tecelliyâtı Allah-u Teâlâ'nın lütfundan olduğunu bildikçe muhafazadadır. Kendisinden bilirse helâk olur, yahut o an için bırakılır. Allah-u Teâlâ nefsine ruhsat verir ve musallat eder. Ruhsat nispetinde musallat olur, müsâde edilmezse yine bir şey yapamaz. Bu noktada Allah-u Teâlâ'ya nasıl sığınmak ve merbudiyet kurmak gerektiğini, kişi bırakıldığı anda düşmanın kendisini istilâya hazır olduğunu belirtmek istiyoruz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bir duâları şöyledir:
"Beni nefsime bırakma! Eğer sen beni nefsime bırakırsan, nefsim beni kötülüğe yaklaştırır ve iyilikten uzaklaştırır."
Mücadele etmek suretiyle Allah-u Teâlâ'ya sığınmaktan başka kurtuluş çaresi yoktur. Kişinin son gayretiyle mücahede ve mücadelesini yapması, sonra da yapamadığını anlayıp Allah-u Teâlâ'ya sığınması gerekir. İşte nefisle mücadele budur.
Nefsi size şöyle tarif edeyim:
"Nefsimin küçücük olduğunu gözümle görsem -ki Allah-u Teâlâ dilediğine gösterir-, bu küçük nesne bin parçaya ayrılsa, bir parçasından Allahıma sığınırım. Değil binde birinden, tozundan Allah'ıma sığınırım. Çünkü onun şerrinden ve hile-i desiselerinden beni ancak Rabb'im kurtarır."
Nefsi terbiye etmek için birinci plânda ölümü çok anmak ve çöl yolculuğuna çıkacak olan bir insanın bu tehlikeli yolculuktan başka bir şey düşünmediği gibi düşünmek lâzımdır.
Nefis perdelerinin kırılması ve insan tabiatının dünya hayatının lezzetleri içerisine dalmasının önlenmesi hususunda, ölümün hatırlanması kadar etkili hiçbir şey yoktur. Çünkü ölüm, insanın dünyadan ayrılış şeklini ve Allah-u Teâlâ'ya kavuşma halini gözünün önüne getirir.
Nefis ölmeyi hiç istemez. Ona öleceğini, bilcümle malından, evlâtlarından ve sevdiklerinden ayrılacağını sık sık duyurmalıdır.
Mezar ve hasta ziyaretleri ile cenaze merasimlerine iştirak etmek gönülde ölümü hatırlatmayı tazeler.
Bir de aç bırakmak lâzımdır, nefsin açlığa hiç tahammülü yoktur, hiç sevmez.
Bütün şehvetlerin, arzu ve isteklerin menbaı midedir. Açlık ise nefsin arzularını öldürür.
Bâzı zevât-ı kiram üç gün beş gün oruç açmamışlardır. Size bunu yapın demiyoruz, içinizden bir fert çıksın tecrübe etsin, neticesini sonra görsün.
Nefis başlangıçta süt emen çocuk gibidir. O kendi haline bırakılırsa, süt emme arzusu daha da artar. Sütten kesip alıştırılırsa, o da emmeyi bırakır.
Şu kadar var ki lütuf ancak Allah-u Teâlâ'dan gelir. Kişi helâl lokma yemeye dikkat ederse, ihlâs ile ibadetlerine devam ederse, nefsinin arzu ettiği şeyi yapmayıp, arzu etmediği şeyi tercih ederse, merdivenden yukarıya çıkmaya başlar. Tarikat merdivenlerine bu üç şeyle çıkılır. Bütün bunlar ilâhî lütuftur, O verecek ki sen yürüyeceksin. Merdivene basa basa çıkarsın.
Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı harp halindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini esir alır.
Hidayet nuru ise Zühal yıldızı gibidir, nefsin karanlığını deler geçer. Tevhid tohumu vücudun her yanına dal salar, ihata eder.
Kendisi ile dargın olanı önce kendisi ile barıştırmak gerekir. Çünkü onun nefsi ile ruhu çoktan arayı açmış. Kendi kendisi ile barıştırılmazsa, Hakk'a ulaştırmaya imkân olmaz.
Bir düşman bir memleketi istilâ edip zaptettiği zaman, orada kendi rejimini yürütmek ister. Hiç kimseye söz hakkı vermez, kimsenin hürriyete kavuşmasını istemez. Kendi eliyle yaptığı putlara tapındırmaya mecbur eder. Gizli veya açık ilâhlık dâvâsı güder.
Nefsi ile ruhu arayı açan kimsenin durumu da böyledir. Düşmanını öğrenip mücadeleye girişir, muvaffak da olursa hürriyetine kavuşur, işgalden kurtulur. Elindeki putu, gönlündeki mâsivâyı atar, Hakk'a ulaşır, dünya saâdetine âhiret selâmetine erer.
Nefis bulunduğu makam ve dereceye göre, insana değişik tuzak ve hileler kullanır. Her ne kadar bazen uslu duruyor gibi görünse de silâhları yanıbaşında hazırdır. Hiç tahmin edilmeyen bir anda aniden o silahı kullanır ve ruhu öldürür.
Nefsin şeriattaki en büyük silahı "Vesvese vermek"tir. Kalbi zikrullahtan uzak tutmak ve ibadetlerin faziletini gidermek için "Şu iş olmasa, şu şöyle olsa!" gibi vesveselerle kalbi daima meşgul eder.
Tarikatta ise uyuma emri verir. Müridi uyutmak suretiyle Hakk'ı zikirden uzaklaştırmaya çalışır. Bunun için de, yeme-içme gibi uyku sebeplerini çoğaltır.
Velâyet ve nübüvvet dâvâlarını karıştırır. Kişiyi yersiz dâvâların peşinde koşturur.
Marifete geçince Rubûbiyet dâvâsı sürmeye çalışır. Şüphesiz bu bir gizli şirk olur.