Kuruluş devri Osmanlı târihi üzerinde çalışan araştırmacılar herhangi bir konuyu gündeme getirirken, çoğu zaman bu döneme ait târihî delillerin yok denilecek kadar az olduğunu söylerler.
Hâlbuki târih, geçmişte yaşamış gerçek şahısları, yaşanmış gerçek olayları inceleyen bir bilim olduğu için; bir şahıs, bir olay veyâ bir medeniyeti değerlendirirken, doğrudan "târih"le alâkalı olmasa da, onun içinden intikâl etmiş her şey târihçi için peşînen bilimsel bir malzemedir ve onun eliyle işlenip, bilinmezlikleri gün yüzüne çıkarmakta kullanılacağı ânı beklemektedir.
XIV. yüzyılda Eğridir'de yaşamış olan Muslihuddîn Fakîh'in hayâtı hakkında bildiklerimiz; günümüze intikâl etmiş çok sayıdaki Türkçe tefsirlerinin mukaddimelerinde kendisi hakkında verdiği kısa bilgilere, yaşadığı asırda kendisiyle görüşmüş olan ünlü seyyah İbn-i Battuta'nın kaydettiklerine ve sonraki asırlarda onun tefsir sahasındaki kudretini takdir ederek eserlerinden yararlanan ve hayatını bildiği kadarıyla bize aktaran müelliflerin tasvirlerine dayanır. Başta Tefsir olmak üzre, çeşitli dinî ilimler ve tasavvuf alanında eserler yazmış olan Muslihuddîn Fakîh'in asıl adı, yazdığı tüm eserlerin mukaddimesinde belirttiğine göre "Mustafâ bin Muhammed (Mehmed)" olup,(1) "Muslihu'd-dîn" onun lâkabıdır. Yegâne nüshası Beyazıt Devlet Kütüphânesi'nde bulunan(2) "Huluvvü'n-Nâsihîn" adlı eserinin giriş kısmında bildirdiğine göre aslen Ankara'lıdır.(3)
Muslihuddîn'in Batı Anadolu uç beylikleri içindeki siyâsî ve ilmî statüsünü öğrenmemizi sağlayan en önemli bilgiler, çağdaşı olan ve onu bize "zamânının en büyük ve en seçkin âlimlerinden biri" olarak tanıtan(4) İbn-i Battuta'nın kayıtlarında ve onun Tebâreke (Mülk) Sûresi Tefsîri'ni 1414 (h. 817)'de nazma döküp, "Letâ'if- nâme" adıyla(5) Çelebi Mehmed'in şehzâdesi Murâd Beg'e (II. Murâd) sunmuş olan, ünlü şâir Hatîb-oğlu'nun atıflarında yer alır.(6)
İbn-i Battuta'nın kayıtlarına göre; "'âlim, hacı, fazîletli ve mücâvir" bir kimse olan Muslihuddîn, vaktiyle Mısır ve Şam'da ilim tahsil etmiş ve uzun müddet Irak'ta ikâmet etmiş, lisânı düzgün ve üslûbu etkileyici bir kimse olup, o târihlerde Hamidoğulları beylik sahası içinde, Eğridir'de bulunan Ulu Câmii yakınlarındaki medresenin müderrisi idi.(7) Müellif onun İshâk Beg'e yakınlığına ve her gün İkindi namazından sonra hâfızlardan Fetih, Mülk ve Amme sûreleri dinlemeyi âdet edinen bu beyin huzûrundaki itibarlı konumuna şâhid olmuştu.(8)
"Letâ'if-nâme" adlı manzum "Tebâreke Tefsîri"nin başında onu İbn-i Battuta'nınkine benzer övgü ifâdeleriyle anan Hatîb-oğlu da, başka bir yerde rastlayamadığımız önemli bir ayrıntı vererek, müellifin yaşadığı asırda Denizli'de "kadılar kadısı" olduğuna işâret eder ve onu bize: "Kâdıye'l-kuzât-ı şehr-i Lâzikî" diye tanıtır;(9) lâkabını da "Muslihu'd-dîn-i Muhammed" şeklinde verir.(10) Gerçekten de kadı olduğu bilgisini doğrulayacak şekilde müellifin dili, Türkmen beyleri hakkında tebcil ve tâzim unvanlarını ustalıkla sıralamaya yatkındır.
Bunlara ilâveten günümüzde kim olduğu bilinip çözülemeyen Eğridir Yeşilada'daki "Muslihuddîn Fakîh" türbesinin de, yukarıdaki bilgiler ışığında Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'e âit olduğu kendiliğinden anlaşılır.
XIV. asır beylik ulemâsı içinde ilginç bir portre çizen Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, yaşadığı devirde Osmanoğulları, Hamîdoğulları ve İnançoğulları beylik yönetimi ile yakın ilişkiler içindeydi ve bu beyler ve şehzâdeleri adına çeşitli sûrelere âit mufassal "Tefsîr"ler te'lif etmişti. Bu tefsir nüshalarının önemli bir kısmı günümüze ulaşmış olup; dil, üslûp ve içerdiği bilgiler açısından târih, tefsir ve filoloji araştırmaları adına önemli bulgular içermektedir.
Muslihuddîn Fakîh'in yazdığı tefsirleri, mevcut nüshalarından anlaşıldığı üzre yalnız belirli bir beye sunmakla kalmadığı, mukaddimelerdeki atıf ifâdelerini ve tebcil unvanlarını değiştirerek, aynı eseri farklı târihlerde başka başka beylere de sunduğu görülür. Buna göre o, mevcut bilgilere bakılırsa "Fâtiha", "Tebâreke", "İhlâs" ve "Yâsîn" sûreleri adına müstakil tefsirler kaleme almış; bunlardan ilki yalnız İnançoğulları'ndan Çelebi Murâd Arslan'a, ikincisi Osmanoğulları'ndan Orhân Beg'in oğulları Süleymân Beg ve Murâd Beg'e, İnançoğulları beyi İshâk Beg'e ve "Göl begi" Hızır Beg'e, üçüncüsü hem Murâd Arslan Beg'e, hem Hamîd-oğulları'ndan Hızır Beg oğlu İshak Beg'e, dördüncüsü de yine hem Hacı Hızır Beg'e, hem de Orhân bin 'Osmân oğlu Süleymân Beg'e takdim edilmiştir.
Yakın zamâna kadar Osmanlılar'ın ilk iki yüz yılını aydınlatacak hiçbir eser olmadığı zannıyla, bu devrin beylerinin ve şehzâdelerinin câhil, kaba ve İslâmî şehir kültürünün değerlerinden, hukûkî ve dînî protokolünden uzak, bambaşka bir dünyâda, heterodoks kültürün etkisi altında yaşayan bir topluluk oldukları fikri ortaya atılmış ve çeşitli bahânelerle bu çarpık anlayış halkın zihnine yerleştirilmeye çalışılmıştı. Ancak geçen yıl Millet Kütüphânesi'nde rastladığımız "el-İthâfu's-Süleymânî fî'l-'Ahdi'l-Orhânî" adlı eser,(11) bu iddiâların hepsinin mesnedsiz birer iftirâdan öteye geçemeyeceğini ortaya koymuş oldu.
İşte varlığı şimdiye dek yalnız İlâhiyatçılar ve birkaç eski târihçi tarafından bilinen bu tefsirlerin de maalesef târihî değeri ve tartışmalı meseleleri aydınlatma konusundaki önemi fark edilememiş; bu yüzden ilk Osmanlılar'ın kullandıkları unvanlar ve dinî anlayışlarının mâhiyeti gibi konularda, hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan safsatalar türetilmeye devâm etmiştir.
Ehemmiyetine binâen, müellifin Gâzî Süleyman Paşa'ya sunduğu tefsirin târihî önemi hakkında birkaç mühim noktaya dikkati çekmek istiyoruz.
Te'lif tarzından uzun müddet tek bir beyliğin güdümüne girmediği, Batı Anadolu uç sahasında dolaşarak mümkün mertebe tüm Türkmen beylerini ve idâreleri altındaki Türkmenler'i irşâd ettiği anlaşılan müellifimiz, 1331 (h. 731)'de Rumeli fâtihi Süleymân Paşa'ya sunduğu(12) "Tebâreke (Mülk) Sûresi Tefsîri"ne yazdığı mukaddimenin ilk satırlarında, kuruluş devriyle ilgili en harâretli tartışma konularını teşkil eden "gâzî" terimi ve "Sultân" unvânı ile ilgili bâzı iddiâları ortadan kaldıracak şekilde, Süleyman Paşa'yı hem "gâzî" hem de "Sultân" unvanlarıyla tavsif ederek eserin yazılış gâyesini şöyle dile getirmiştir:
"Bu du'âcılar kemteri, yazuklular bedteri, Rahmân Tañrı'dan rahmet umıcı, el-vâsık bi's-Samed Mustafâ bin Muhammed -gafara'llâhu lehû ve li-vâlideyhi ve ecrâ'l-hayra 'alâ yedeyhi- diledi kim, kadîm muhabbetin ve dostluk mâzzesin Hüdâvendigâr-zâde, mâlik-i rikâbi'l-ümem, menba'u'l-cûd ve'l-kerem, sâhibü's-seyf ve'l-kalem, el-müşârun-ileyh bi'l-fezâyilü'r-rûhâniyyeti ve'l-hasâyilü'l-melêkiyyeti fî aktâri'l-'âlem, fe-zâhiruhû hüsn ve bâtınehû takî ve ru'yetehû emîn ve tal'atehû henî, Sultânü'l-guzât ve'l-mücâhidîn, Celâlü'l-milleti ve'd-dîn Süleymân Beg bin Orhân Beg bin Osmân Beg el-Mahsûs bi-'inâyeti Rabbü'l-âlemîn -ebbede'llâhu devletehümâ ve nasara cündehümâ- 'âlî hazretine 'arz eyleye ve ol hazreti sevdügin bildüre..."(13)
Onun burada Süleyman Paşa'ya bu tefsîri Osman Gâzî'nin ölümünden beş yıl sonra, 1331 yılı gibi erken bir târihte "kadîm muhabbetten" dolayı yazdığını özellikle belirtmesi; Osmanlı hânedânı ile arasındaki yakınlığın çok eski târihlere indiğini, kurucu hükümdar zamânından beri devâm ettiğini gösterir.
Tefsîrin giriş kısmındaki bu unvanların, Süleyman Paşa'nın Bolayır ve İznik'teki vakıfları adına düzenlenen vakfiyelerdeki(14) unvanlarıyla tamâmen örtüşmesi dikkat çekicidir. Müellifin bir kadı olduğu ve bu devirde vakfiyeleri kadıların hazırladığı göz önünde bulundurulduğunda, yukarıdaki cümleler bu ve benzeri diğer vakfiyelerin tamâmen devrin gerçek inşâ üslûbunu yansıttığını kesinleştirmekte, böylece bu vakfiyelerin tümünün orijinal aslî metinler olduğu gerçeğini de kuvvetli bir dille te'yid etmektedir.
Muslihuddîn Fakîh'in Süleymân Paşa'ya sunduğu bu "Tebâreke Tefsîri"ni, muhtemelen onun ölümünden sonra başındaki tebcil ifâdelerini değiştirerek: "Çelebi Gıyâsü'd-devle ve'd-dîn, Sultânü'l-guzât ve'l-mücâhidîn, Cemâlü'l-İslâm ve'l-müslimîn Murâd Beg bin Orhân Beg bin Osmân" diye vasfettiği(15) kardeşi Murâd Hüdâvendigâr'a da sunduğu, eserin günümüze ulaşan üç farklı nüshasının varlığından anlaşılmaktadır.
Ayrıca müellifin, tüm beylik tefsirlerinde Arapça ve Farsça hamdele ve şiirlere yer vermesi, bu iki dilin zannedilenin aksine kuruluş devri Osmanlı ulemâ ve kadılarının dilinde o devirlerden beri yerleşik olduğunu da belirginleştirmekte; eserin te'lif târihinden çok daha sonra yazılan, Bursa Şehâdet Câmii'nin doğu kapısı üzerindeki kitâbede yer alan "Sultânü'l-guzât" tâbirinin ve kuruluş devrinden kalma tüm vakfiye ve kitâbe metinlerinin de, derkenarlarda belirtildiği üzre devrin kadılarının gerçek üslûbunu yansıttığını gözler önüne sermektedir.
Müellifin bu dönemde farklı uç beylikleri arasında dolaşıp durması ve bu durumun hiç kimse tarafından yadırganmaması, yazdığı mukaddimelerde tüm beyleri aşağı-yukarı aynı unvanlarla anması da, yine "gâzî"likle ilgili tartışmalarda gündeme getirilen; "gazâ" anlayışının ve "gâzî" teriminin bilinmesi noktasında, uç beylikleri arasında ortak kültürel bir bağ bulunup-bulunmadığı sorusuna gereken cevâbı net bir şekilde vermektedir.
(1) Krş. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, "Huluvvü'n-Nâsihîn", Beyazıt Devlet Ktp. Yzm. Genel, nr.: B-8595, vr. 1b; a. mlf., "Tefsîr-i Sûre'-i Yâ-sîn", İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bl. Ktp. nr.: 3779, vr. 29b. v.s.
(2) Beyazıt Devlet Ktp. Yzm. Genel, nr.: B-8595.
(3) Muslihuddîn Mustafâ, "Huluvvü'n-Nâsihîn", Beyazıt Devlet Ktp. Yzm. Genel, nr.: B-8595, vr. 1b.
(4) İbn-i Battuta, "Tuhfetü'n-Nüzzâr", s. 288.
(5) Süleymâniye Ktp. Hacı Mahmud Ef. nr.: 3326.
(6) Hatîb-zâde, "Letâ'if-nâme", Süleymâniye Ktp. Hacı Mahmud Ef. nr.: 3326, vr. 6a.
(7-8) İbn-i Battuta, "Tuhfetü'n-Nüzzâr", s. 288.
(9-10) Hatîb-zâde, a.g.e., vr. 5b-6a.
(11) Dâvûd-ı Kayserî, "el-İthâfü's-Süleymânî fî'l-'Ahdi'l-Orhânî", Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 2173.
(12) Eserin 731 (m. 1331)'de yazılmış olduğu, İÜ Ktp. TY, nr.: 7'deki nüshasının unvan yaprağına ve son varaklarına düşürülen bir kayıttan anlaşılmaktadır.
(13) Krş. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, "Tefsîr-i Sûretü'l-Mülk", İÜ Ktp. TY, nr.: 7, vr. 1b-2a; Süleymâniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 479, vr. 107b.
(14) Krş. TSMA, nr.: 7792; TİEM, nr.: 2197.
(15) Krş. Muslihuddîn Mustafâ, "Tefsîr-i Sûretü'l-Mülk", Konya İ. Koyunoğlu Müze Ktp. nr.: 13392, vr. 30b; Millet Ktp. Ali Emîrî, Şer'iyye, nr.: 821, vr. 33b-34a; Ankara Millî Kütüphane, Yz. nr.: A-8566, vr. 2a.