Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (73) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (13) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (13)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (73)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Ocak 2012

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (73)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (13)

 

Hâtemü'l-Evliyâ'nın Âhir Zamanda Adâleti Tek Başına Ayakta Tutması:

Hiçbir kimsenin irşâdı dünyaya sirâyet etmemişti, fakat bu irşâd dünyaya sirâyet etti; hem zâhirî, hem bâtınî birleşince bu şekilde dünyaya sirâyet etmiş oldu. Allah-u Teâlâ öyle murâd etmiş!..

Eğer bu devir olmasaydı bu ilim inmezdi. Bu devre karşı Allah-u Teâlâ bu ilmi indirdi. Bundan sonra bizimle Hazret-i Mehdî arasında bir boşluk kalacak, nasibdâr olan bu kitaplara o zaman çok sarılacak. Nasibdâr olmayan büsbütün laçka olacak, o zaman da Hazret-i Mehdî gelecek.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ" kitabında ne buyuruyor?

"Âhir zamanda Mehdî yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta Hâtemü'l-velâye'den başka adâleti (hakkâniyyeti) ayakta tutacak kimse olmaz." ("Hatmü'l-Evliyâ'", Süleymaniye Ktp. Fâtih, nr.: 5322, vr. 168b)

Onun için diyoruz ki; devir bozulmasaydı göndermezdi. Gönderdi, adâletini ayakta tutmak için. "Ondan başka adâleti ayakta tutacak yok" buyuruyor. Türkiye'de değil, dünyada Allah-u Teâlâ'nın adâletini ondan başka ayakta tutacak yok buyuruyor. Siz hiçbir şeyin farkında değilsiniz; dalmışsınız bir kuyunun içine, hiç!..

Onun için böyle takdir etmiş, böyle zuhûr edecek.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık." (En'âm: 112)

Resulullah Aleyhisselâm olduğu gibi, diğer peygamberler de bu ibtilâ âleminde birçok azılı ve belâlı düşmanlarla karşılaşmışlar, sıkı imtihanlardan geçmişlerdi. Ki onların eziyetlerine sabredip de karşılığında her biri bir derece sâhibi olsunlar.

Burada bir sır var; "Biz musallat ettik!" mânâsına geliyor. Bu sevgi ve âhengi veren Allah-u Teâlâ olduğu gibi, bu düşmanlık ve nefreti veren de O'dur.

İnsan şeytanları zarar verme bakımından, gözle görülmeyen cin şeytanlarından daha çok tehlikelidirler. Zira cin şeytanları Allah-u Teâlâ'ya sığınıldığı zaman kişiden uzaklaşırlar, fakat insan şeytanları musallat olduğu zaman bütün güçleri ile Hakk'tan hakîkatten koparmak ve uzaklaştırmak için çalışırlar.

Nûru indiriyor, karşısında nar var! Nûr ile nar çarpışıyor. Bunlar gizli işler. Onun için nasıl ki her peygamberin düşmanını halk etmişse, Nûr'un da düşmanları vardır. Herkes niyetine göre mücâdele edecek, takdir ne ise o olacak. Nice peygamber vardır ki ümmetleri çok azdır. Hattâ hiç ümmeti olmayan peygamber bile vardır. Cenâb-ı Hakk lütuf, ihsan buyurmuş, bu Nûr dünyaya yayılıyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Rahmetini dilediğine tahsîs eder. Allah büyük lütuf ve kerem sâhibidir." (Âl-i imrân: 74)

Ezelden bu kandilleri halk etmiş, koymuş, öyle murâd etmiş. Mahlûka âit hiçbir şey yok.

Allah-u Teâlâ Yahyâ Aleyhisselâm'a, Son Peygamber'in ümmetinden olan bu büyük zâtı müjdeleyerek nebîlerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlâtla göndereceğini vahyetmiş ve beyanlarının bir noktasında şöyle buyurmuştur:

"İzzet ve Celâl'ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki, Nebî'ler ve Resul'ler dahî ona gıpta edecekler!" ("el-Muhabbe li'l-Muhâsibî"; s. 23)

Gıpta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ gönderdiği için, irşâdını O yaydığı için, bu Nûr'u bütün dünyaya O sirâyet ettirdiği içindir.

Zira Allah-u Teâlâ diğer nebîleri ve resulleri yakınlarına, yahut kendi kavimlerine, kendi muhitlerine, kendi mıntıkalarına gönderdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ise umûma gönderdi. Bu ise "Rahmeten li'l-âlemîn" olan Hâteme'n-nebi'nin vekili olduğu için, onun irşâdını hem dünyaya sirâyet ettirdi, hem âlemlere sirâyet ettirdi. Onun vazifesi olduğu gibi nakledildiği için umumi bir irşad var.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhü'l-Gayb" adlı eserinde buyurur ki:

"O resûl ve nebîlerin Vekîl'idir, peygamberler bunu vekîl etmişlerdir." (33. Makâle)

 

Yeryüzünde "Ey Vâhidî!" Hitâbına Mazhar Olan Velî:

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zât hakkında buyurur ki:

"O öyle bir kimsedir ki, onu yeryüzünde 'Ey Vâhidî!' diye nidâ eden doğru söylemiştir." ("Nevâdirü'l-Usûl fî Marifeti Ehâdîsü'r-Resûl", c. 1, s. 613)

"Velâyet"e mazhar olmak başka, "Vâhidî" diye vasıflandırılmak başkadır.

Bunun sırrı; O onda tecellî etmiştir, onda O'ndan ve O'nun hükmünden başkası yok.

Bir kul Hakk'ta fâni olursa o hâl onda tecellî eder. Bir tek cümle ile ifâde ettik.

İtimat edin bunun da ötesi var. Bunun ötesi nedir? Bunun ötesi; Hakk kulu o anda istediği gibi kullanır. Nasıl isterse! Kul olarak değil, öyle kullanır. Bunun ötesi O…

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de onun hakkında şöyle buyurmuştur:

"Velîlerimden kendisine en çok gıpta edilen kişi, benim katımda derecesi ulu ve yüksek peygamberlerin derecelerinden bile daha yakın olan gizli bir kimse; Üveysü'l-Karnî'ye ve onun benzerlerine denk olan hafîfü'l-haz bir mümindir.

İşte bu onun zâhirî sıfatıdır, bâtını ise târife sığmaz." (Tirmizî, "Nevâdirü'l-Usûl", c. 1, s. 619)

Niçin târife sığmaz?

Çünkü onda tecellî eden O'dur, O'nu târif etmeye imkân yoktur. Her velide bir sıfatı tecellî etmiş, onda ise bizzat kendisi tecellî etmiştir. Onlara verilen "Velâyet", ona ihsan buyurulan ise bizzat "İlâhiyyet"tir.

Dilediğine velâyeti vermiş, İlâhî velâyeti ise bir kişiye vermiş. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz evvel, biz son; evvel ile sonun birleşmesi lâzım…

Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sırruh- Hazretleri bu mertebeyi şöyle târif buyururlar:

"Vâhid'i tevhîd eden muvvahhidin tevhîdinin en son mertebesidir. Onun kendi ferdiyyeti gider." ("Resâ'ilü'l-Cüneyd"den)

"Vahdâniyyetü'l-Ferdâniyyet" mertebesi, "İnfirâd bi'llâh" mertebesi işte bu mertebedir. Allah-u Teâlâ onda "Tam fenâ"yı husûle getirip, "En kâmil tecellî" ile tecellî etmiş; kendi varlığını o maskenin altında gizlemiştir.


  Önceki Sonraki