Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyuruyorlar:
"Biz aşk kâfiriyiz, müslüman başka,
Ufacık karıncayız, Süleyman başka,
Bizden sarı yüz iste, ciğer parçası iste;
İpekli kumaş satan bezirgân başka."
Bu sözlerde öyle bir mânâ var ki, anlayabilmek için o hâle bürünmek lâzım. Bu gibi Zevât-ı kiram bazen öyle bir hâle düşerler ki telin kablodan sıyrılışı gibi, benliklerinden sıyrılırlar ve öylece Hakk'a varırlar. Değil bir şeyi, kendilerini bile inkâr ederler.
Bunu sizin anlayabileceğiniz şekilde şöyle arz edelim:
Bir badem sıkıldığı zaman, yağı ile posası ayrılır. Şimdi o yağa; "Bu posa senin!" desen, "Hayır! Ben halis bir yağım, bu ise posadır, bir işe yaramaz." der.
İnsan da haddelerden süzülüp benliğinden sıyrıldığı zaman, değil başka bir şeyi, kendini bile inkâr etmek ister. Kendi vücuduna dahi o anda dönüp bakmak istemez. Çünkü posa, yağ çıktı posa kaldı.
İşte o inkâr mevzuatının asıl tecelliyat noktası buradan geliyor. Fakat bu, bilinecek ve anlaşılacak bir nokta değildir.
Diğer taraftan o kadar küçülmüşler ki, kendilerini karınca hâline indirmişler. Bu sözleri aynel-yâkîn'dir. O hâle inmişlerdir de söylemişlerdir. İnmedikçe söylenmez.
"Biz aşk kâfiriyiz!" derken, ilâhî aşk ateşi ile varlığını yakıp yok ettiğini ifade ediyor. Artık kendisinde varlık diye bir şey kalmamıştır.
"Müslüman başka!" sözünde ise zâhir ehlinin ve ulemâsının mâsivâdan sıyrılmadıkça bu fenâ ve bekâ hallerine vâkıf olamayacaklarına işaret ediyor. Onlar vuslata ulaşmak için çok gerilerde kalmışlardır.
"Ufacık karıncayız!" sözünde ise güzel bir fenâ ve mahviyet örneği gösteriliyor. Burada tevâzunun en aşağı hâli yaşanıyor. Fenânın mânâsı hiçten hiç olmaktır. Zaten insan gerçekte hiçten hiçtir. Bunu anlaması için vâsıl-ı ilâllah olması şarttır.
"Süleyman başka..." sözü ile "Onlar başka, onlar ayrı âlem, biz karıncayız, onlar büyük." demek istiyorlar. Büyüklük isteyenlerin olsun.
Sonra onlar daima riyâzet ve mahviyyet hâlinde olduklarından, hâliyle yüzleri sarıdır, ciğerleri aşk ile kavrulmuştur.
Ne güzel söylemiş güzel zât...
•
İnsanın içindeki zan ilmi fıçıdaki sirke gibidir. Onu şişirmiştir. Fakirin bütün gayesi ise Hazret-i Allah'ın duyurduğu hakikatleri söylemekle, fıçının musluğunu açıp, yavaş yavaş içindeki sirkeyi boşaltmaya çalışmaktan ibarettir.
Şöyle bir temsil verelim:
Küçük abdeste sıkışmış olan bir kimse, gayet huzursuzdur. Boşaldığı zaman rahatladığı gibi, varlığını atan, boşaltan bir insan ancak o zaman rahata kavuşur, huzur bulur, hayat-ı hakikiye kavuşur, zira varlık olanda Var bulunmaz, varlıkla Var'a varılmaz.
Nefis kendi varlığından başka varlık kabul etmez, hakikatleri atar, kabul etmez, istemez. O hep "Ben!" der.
Onun için: "Yok olmayan var olamaz, varlığı dağıtmak gerek." denilmiştir.
•
Kitaplarımızın arka sayfalardaki vasiyetlerinden birisinin şöyle izahını yapmışlardı:
"Çalışırken takvâ yolunu seçin."
Bütün iş ve hareketler, icraatlar Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerine göre olmalı. Takvâyı bıraktığın zaman Hazret-i Allah seni bırakmıştır, artık senin işin halk iledir. Para alacaksın, vereceksin, yapacaksın, gideceksin. Fakat yüzün Hakk'a dönük değil. Halka dönük olanlarla halka dönük olanların durumlarını bu iki kelime ile çözeceksiniz.
"Talebe az olsun, öz olsun."
Çünkü çok talebenin ihlâs üzerine yetişmesine imkân yok. Az numunedir. Beşeriyete numune insan lâzım.
"Aç duralım avuç açmayalım."
Çünkü aç durmak haram lokma yememeye vesile olur. Avuç açtığın zaman, istemeyerek birisi verirse, verdiği sana resmen haramdır. Zekât helâldır, istemeyerek verirse haramdır. Çünkü utanmıştır, sıkılmıştır, mahçup olmamak için vermiştir, gönlünden vermemiştir, yediğin sana haramdır, takvâ yolunda haramdır. Bizim yolumuzun tutumu budur.
"Süsü lüksü içimize sokmayalım."
Çünkü süs, lüks girdiği zaman mânâ kalkar. İçini nurlandırmak isteyen dışına ehemmiyet vermez. Dışına ehemmiyet veren içini unutur.
"İyi olan verir almaz."
İyi olan daima Allah-u Teâlâ'nın ihsanını ortaya koymak ister. Bana verdi, ben de vereyim diye. Bu onun iyiliğinden doğmuştur.
"Kötü ise menfaati için çalışır, o da bize yaramaz."
İçinize sokmayın onu. Bu gibi kimseler size menfaat getirmez. Çünkü onda hayır yok! Bu sözümü unutmayın.
•
– "Efendim! Rüyâmda Kur'an-ı kerim Âyetleri'nin nurdan yazılı olarak bir çember şeklinde gökyüzünde fırıl fırıl döndüğünü gördüm."
– Size diyorlar ki: "Hazret-i Kur'an'ın hudutları içinde kalın, onun içinde dönün, onun ahkâmı dışına çıkmayın!"
•
Birkaç ihvanı ile sohbet esnasında iken: "Bavul açıldı, bir kişi daha düştü. Seneye aramızdan bir kişi daha eksilecek." buyurmuşlar.
Orada bulunanlardan birisi içinden: "O biz olmayalım!" demiş.
Huzurdan ayrılınca bunu bir kardeşe söylemiş. Gerçekten de bir seneye varmadan o kimse gitmiş. Kardeşimiz bu hususu hatırlattığında:
"İyi ki muhafaza edebilmişsiniz, biz unutmuştuk." buyurmuşlar.
•
Allah-u Teâlâ bir kulunu sevmeyi murad ederse, onu müslüman sulplerden getirir. Daha severse mürşidini ayağına getirir. Daha severse mürşidde onu yetiştirir, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e teslim eder. Fenâfirresul'ü ikmal ederse hıfz-u himâyesine alır.
•
– "Efendim! Veysel Karanî Hazretleri'nin bilinen on adet kabri var, acaba aslı hangisi?"
– Efendim onlar onun makamlarıdır. Bakın şöyle izah edelim.
Bir veli dünyada iken aynı anda birkaç yerde görülebiliyor. Hayatta bu böyle olursa ölümden sonra ruh birçok makamlarda bulunabilir.
•
– Efendim! Notlarda bir beyanınız var:
"Bu dünyanın şekerini de ahiretin balını da uzaklaştıralım kendimizden. Bu sevginin içine menfaat girmeyecek." buyuruyorsunuz.
– Bu dünyada şeker gibi gözüken maddî ve mânevî bazı menfaatleri kabul etmemeliyiz. Yaptığımız rızâ-i Bârî için olmalıdır. Cennet için veya dünya malı sevgisi için olmamalıdır.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde:
"Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız." buyuruyor. (Kaf: 16)
Bu böyle olduğu halde biz bunu görüyor muyuz? Hayır! Niçin? Çünkü benlik var. Benlik zerreye kadar erimedikçe bu Âyet-i kerime'nin sırrı çözülmez, hakikati bilinmez.
•
"Emr-i bil'ma'rûf nehy-i anil'münker" cihadın efdalidir. Bir kimse kötülüğü kaldırmaya muktedir olduğu halde mâni olmazsa, ona ortak olur. Bir gıybet duyup müdafaa etmezse, gıybete iştirak etmiş olur. Bütün Ahkâm-ı ilâhî böyledir.
Hırsız ile emin, doğru ile yalancı, mütekkebbir ile mütevâzî, iffetli ile zâni, cimri ile cömert, zâlim ile âdil, âlim ile câhil, gaddar ile merhametli, sâlih ile fâsık, mümin ile kâfir arasında fark olacaktır.
•
Bir kardeşimiz Umre için yaptığı istiharede Almanya'ya gittiğini görmüş. Arz ettiklerinde şöyle buyurmuşlar:
"Emirle gitmezsen Almanya'ya gitmiş olursun."