Allah-u Teâlâ Hâtemü'l-evliyâ'nın velâyetini öyle yaratmıştır ki, bütün velilere verdiği hâli, ahvâli, tecelliyâtı… hepsini onda cem etmiştir.
Niçin?
Onu sevdiği için.
Allah-u Teâlâ Hâtemü'n-nebî'ye: "Habîb'im!" dedi. Bu bir intikâl olduğu için bu sevgi de intikâl eder. Sevmeseydi zaten iki kandil yaratmazdı.
Onlar bu sırrı o zaman görmüşler. Allah-u Teâlâ dilediği esrârını ona bildirir, o da hazinedekileri görür, göre göre bilir. Anahtar elindedir çünkü. Yâni İlâhî esrâra âit olan sırları o açar, Allah-u Teâlâ'ya âit olan gizli sırları o ifşâ eder.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ'" kitabının "9. Bölüm"ünde şöyle buyuruyorlar:
"Bütün velîlerin kalpleri Allah'ın celâliyle birleşir, hepsi tek bir kişinin kalbi üzerinde bulunur.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onunla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
'Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız olarak cennete gireceklerdir. Onların kalpleri bir adamın kalbi üzerindedir.' (Buhârî, c. 8, 124; Müslim, Îmân, 371-372)
Onlar kalpleri O'ndan gayrı her şeyden uzaklaşıp, tek bir kalp gibi birbirine bağlanmaları nedeniyle birleşip böyle olmuşlardır." ("Kitâbu'r-Riyâze ve Edebü'n-Nefs", Süleymâniye Ktp. Es'ad Efendi, nr.: 1312, vr. 11a)
Gâyeleri bir. Ne idi gâye? Allah!
Hedef O olduğu için, o hedefe göre yönelmişlerdir. Yetmiş bin kişi amma, bir kişinin yönelmesi gibi yetmiş bin kişi yönelmiş.
Bu bir gönül işidir. Muhabbet erbâbının işi başka. Bunlar hesaplarını dünyada verenlerdir. Dünyada hesaplarını bitirmişler, Allah-u Teâlâ defterlerini kaldırmış, orada onlara hesap sormayacak.
O öyle murâd etmiş, hep oradan geliyor. Sermâyedir o işi yaptıran. O lütfetmedikçe kuldan hiçbir şey husûle gelmez. Çünkü O Ganî'dir, biz fakiriz. O bir kişiye tecellî eder amma binlerce kişi istifâde eder.
Onun için fakir der ki: "Hakk ile olalım, Hakk ile ölelim!"
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-veli hakkında:
"Hiç şüphe yok ki o, herkesin kendisine muhtaç olduğu bir Seyyid'dir." buyuruyor. ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifet-i Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib")
Emânet-i İlâhî onda olduğu için, O koyduğu için…
Hazret başka bir ifşaatında bu emânet-i İlâhî'den:
"Bu ilim, ilm-i Billâh'ın âlâsıdır. Bu ilim ancak Peygamberlerin ve Velilerin sonuncusuna verilmiştir." buyurarak, Hâtemü'n-Nebî'nin ve Hâtemü'l-Velî'nin ilminin verilme olduğunu, onların kalplerine emânet edildiğini işâret buyuruyorlar. ("Fusûsu'l-Hikem", s. 43)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl" isimli eserinde velilerin defterinin Hâtemü'l-evliyâ'ya emânet edildiğini şöyle haber veriyorlar:
"O hidâyet anahtarı, yeryüzünün nûru, velîlerin defterinin emânetçisi ve onların rehberidir."
"Velîlerin defterini ona emânet eder, onların makamlarını kendisine tanıtır ve menzillerine muttalî kılar." ("Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resûl", c. 1, s. 619-620)
Buradaki gizli sırrı ifşâ etmeme imkân yok. Fakat bu zât-ı muhterem çok ince esrârı görmüş ve haber vermiştir.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü ile yürüyeceğini bin sene öncesinden haber vererek diğer bir ifşaatlarında şöyle buyurmuşlardır:
"Hâtemü'l-evliyâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in yolunda, onun nübüvveti ve Allah'ın mührü ile yürür." ("Hatmü'l-Evliyâ")
O, O'nun halîfesidir. Allah-u Teâlâ'nın lütuf ve ihsanlarını akıl almaz, bu O'nun ihsânından başka bir şey değildir. O öyle murâd etmiş, mahlûka âit hiçbir şey yok.
O Muhammed Aleyhisselâm değil, Muhammed Aleyhisselâm'ın vekâletinin taşıyıcısı ve emânetçisidir, o hazinenin hazinedarıdır.
Nitekim Yâkub Hân Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurular ki:
"Sultân'ın hazînesine bir hazînecinin tâyin edilmesi gibi, Hâtemü'l-velâye de onun mertebesine tâyin edilmiştir.
Lâkin hazînesini hazîneciden alıyor diye, hazînecinin Sultan'dan üstün olduğu düşünülmemelidir." ("Tavzîhu'l-Beyân", s. 69, bas.: Delhi, 1315)