Ganimet; müslümanların savaşta gayr-i müslimleri hezimete uğratıp elde ettikleri mal ve servettir. Savaşsız yapılan anlaşmalara göre haraç, cizye ve benzeri isimler altında gayr-i müslimlerden alınan mal ve paraya ise Fey' denir.
Savaş ganimeti müslümanlara helâl kılındıktan sonra Allah-u Teâlâ inzâl buyurduğu Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı günde, kulumuza indirdiğimize inanmış iseniz, biliniz ki; ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Resul'ünün ve yakınlarının, yetimlerin, yoksulların, yolcularındır. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir." (Enfâl: 41)
Enfâl sûre-i şerif'inin 1. Âyet-i kerime'sinde ganimetlerin Allah ve Resul'ünün olduğu, onları paylaştırmanın da Allah ve Resul'üne âit olduğu beyan buyurulmuştu. Burada ise ganimetle ilgili son hükümler verilmektedir.
Ganimetin beşte birini Allah için ayırmak, onu beş hisseye ayırıp, Âyet-i kerime'de açıklandığı üzere, bu beş gruba taksim etmek gerekir.
1. Peygamber'e,
2. Yakınlarına,
3. Yetimlere,
4. Yoksullara,
5. Yolda kalmışlara.
Her şeyden önce ganimetin hepsi Allah'ındır, hepsi de gazilerin elinde emanettir. Bu ilâhî hüküme göre hepsinin halkın yararına sarfolması gerekir. Fakat ilâhi hüküm savaşa katılanları hususi menfaatlerinden de büsbütün mahrum etmez. Ganimetten beşte birden geriye kalan beşte dördünü de savaşa katılan gazilere bırakır.
Şu halde gaziler, dilerlerse haklarını isterler, veya her biri dilerse kendi hakkından dilediği kadarını taksimden önce veya sonra yine Allah için terk edebilir. Hak sahibi kendi hakkında dilediği gibi tasarruf etmekte hür ve serbesttir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendine düşen payı çoğu zaman muhtaçlara dağıtırdı. Nitekim Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh-ten rivayete göre Hayber günü aldığı beşte bir hisseyi olduğu gibi müslüman fakirlere dağıtmıştır. (Nesâî)
Âyet-i kerime'de belirtildiği üzere Bedir savaşı ile Allah-u Teâlâ Hakk'ı bâtıldan ayırdığı için o güne "Yevmül-Furkan" denilmiştir. Gerçekten de baştan sona kadar Allah-u Teâlâ'nın yardımı, yönetmesi, tedbir ve iradesi ile başarıldığı için bu ismi almıştır.
Resulullah Aleyhisselâm'ın amcası Abbas, esirler arasında Medine'ye getirildiğinde Resulullah Aleyhisselâm ona:
"Ey Abbas! Kendin için, kardeşinin oğlu Âkil bin Ebî Tâlip ve Nevfel bin Hâris için fidye öde. Çünkü sen servet sahibisin." buyurdu.
Abbas Mekke'den çıkarken karısı Ümmül-Fadl'a külliyetli miktarda altın verip: "Bu çıkacağım seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet herhangi bir felâkete uğrayıp da dönemezsem bu altınlar seninle çocuklarımındır." demişti. Bunu ikisinden başka kimse bilmiyordu. Bundan başka, Bedir'e gelirken de asker için sarfetmek üzere beraberinde sekizbin dirhem altın alıp getirmişti. Savaş esnasında bunlar elinden alınmış ganimetlerin arasına katılmıştı. Bunun için Resulullah Aleyhisselâm'a: "Benim elimden alınan altınları fidye olarak kabul et." dedi.
"Hayır! O ganimettir, onu sana veremeyiz." buyurdu.
Abbas: "Benim ondan başka malım yok. Beni avuç açtırıp dilendirecek misin?" deyince Resulullah Aleyhisselâm:
"Ey Abbas! Hani Ümmül-Fadl'a bıraktığın altınlar?" buyurdu.
Halbuki Abbas o altınları karısına verirken yanında kimse yoktu. "Kardeşimin oğlu, bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. "Rabb'im haber verdi." buyurunca Abbas Kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu. "Allah biliyor ya, ben senin peygamberliğine hep şüphe ile bakıyordum, şimdi artık hiçbir şüphem kalmadı." dedi. Sadece kendisi iman etmekle kalmadı, biraderzâdeleri Âkil ile Nevfel'in de müslüman olmalarını sağladı.
Bunun üzerine nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey peygamber! Elinizde bulunan esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde bir iyilik bulursa, sizden alınan (fidyeden) daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Enfâl: 70)
Esirlere bu şekilde hitap edilmesinin istenmesi, onların gönüllerini almak içindir.
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh- Mekke'ye dönünce müslümanlığını gizli tuttu. Müşriklerin tutum ve davranışlarını Resulullah Aleyhisselâm'a yazar, Mekke'deki müslümanlara da güç ve destek olurdu. Medine'ye gelmek istemiş, fakat Resulullah Aleyhisselâm ona: "Senin bulunduğun yerdeki cihadın daha iyi ve faydalıdır." diye yazmıştı.
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh- bu Âyet-i kerime'deki "Daha hayırlısı" hakkında der ki:
"Allah bana o altınların yerine daha hayırlısını verdi. Bana Zemzem'i ihsan etti ki, karşılığında Mekke'nin bütün mallarını verseler istemem. Ben bundan böyle hep Rabb'imin mâğfiretini gözlüyorum."
Bedir savaşından sonra bir kısım müşrikler İslâm'la müşerref olmuş, verdikleri fidyelerin çok çok üstünde nice dünyevî nimetlere nâil oldukları gibi, ahiretleri de emniyet altına alınmıştır.
Mütebâki Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Eğer sana hâinlik etmek isterlerse, zaten daha önce Allah'a da hâinlik etmişlerdi. Bundan dolayı onlara karşı Allah sana imkân vermişti. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 71)
Bu ilâhî beyan Resulullah Aleyhisselâm hakkında bir müjdedir. Ki, ona karşı hiyanette bulunup duranlara karşı elbette o galip gelecektir. Nitekim de Allah-u Teâlâ ona imkân vermiş ve galip gelmiştir.