Enes bin Mâlik -radiyallâhu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Hikmet, şereflinin şerefine şeref katar." (Suyûtî, "Câmius-sağîr": 3827)
Konuşunca hikmetle konuşur, düşününce hikmetle düşünür ve hareket edince de hikmetle hareket eder.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl" isimli eserinde şöyle haber veriyor:
"Ona 'Hikmetü'l-Ulyâ'sını, yâni 'En yüce hikmet'ini bağışlar."
Yine aynı eserinin bir noktasında:
"O neciplerin seyyidi, hikmet sâhiplerinin sâlihi, mânevî tabiplerin imamıdır." buyuruyorlar.("Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resûl", c. 1, s. 619-620)
Bu O'nundur, O'ndandır. Çalışmakla elde edilmez. Sevmiş, seçmiş, ezelde koymuş. Mahlûkun hiç hükmü yoktur.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü'l-evliyâ'nın yanında gizli bulunan "Hikmetü'l-ulyâ"nın, bâtınî hikmetlere has olan hangi ilim çeşitlerini içerdiğini beyan ederek; bu hikmeti elinde bulunduran bu zâtta Kur'ân'ın ilminin bütünüyle toplanacağına işâret etmiş ve bu hâliyle ona neredeyse nübüvvetin başka bir yönden tevdî edileceğini haber vermiştir:
"Kişinin şu iki, tedbiri görmesi, dünya ve âhiret işlerine göredir: Bunlardan biri zâhirî hikmetlerdir. Bâtınî hikmetlere gelince; 'Başlangıç ilmi'dir. Bu ise; gerek O'nun mülkünün zuhur etmesi, gerek O'nun Rubûbiyet'inin zuhûr edişi, gerek O'nun tedbir ve takdirinin zuhûra gelmesi, gerek O'nun yaratışının izhârı, gerek sevap ve ikâb diyârının ve hidâyet ve ubûdiyet diyârının tezâhürü ve gerekse bizdeki ahlâkın izhârı ile, Allah'ın var olduğunu ve O'ndan başka bir şey olmadığını ona mütalâa ettiren 'Hikmetü'l-ulyâ' dır. Bu 'Hikmetü'l-ulyâ' bu ilim türlerini kimde toplamışsa, Allah Kur'ân'ın ilmini onda toplamıştır.
İşte bu nedenledir ki, 'Ona başka bir yönden nübüvvet dercedilmiştir' de denilebilir.
Bunun içindir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
'On iki peygamber ümmetimden olmayı temenni ederler.'
Yâni bu sınıfa denk olmayı temenni ederler.." (Veliyyüddin: 770 nr.'da kayıtlı, Tirmizî'ye ait isimsiz bir risâlenin 199b yaprağından naklen.)
Hazret burada; "Allah Kur'ân'ın ilimlerini onda toplamıştır." buyuruyor.
Niçin? Muallimi Hazret-i Allah olduğu için…
Bâlî-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Tıpkı (onun) Şerîat'la ilgili ilmi Cebrâil Aleyhisselâm'dan alması gibi, o da bu ilmi Hakk'ın hazînesinden elde eder." buyuruyorlar.("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem li'l-Bâlî es Sofiyevî", s. 52-54)
Bu ilim hikmet ilmidir. En gizli, en büyük ilimdir. Hazret-i Allah'ın bildirdiği, duyurduğu ilimdir.
Başka bir beyanlarında ise Hazret Hâtemü'l-evliyâ'yı:
"Zâtiyyet hazînelerinin anahtarlarını elinde bulunduran zât" olarak vasıflandırmıştır. ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem", s. 39)
Bu beyan; "Allâh-u Teâlâ'ya ait olan gizli sırları ifşâ eden" mânâsına gelir.
Hâtemü'l-evliyâ'ya tahsis edilen İlâhî hikmete gelince; bu, Kur'ân-ı kerîm'in bâtını ve bütün İlâhî hikmetlerin aslı olan "Hikmetü'l-Ulyâ"dır.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler kütüphânesi'nde mahfûz bulunan "İlmü'l-Evliyâ" adlı kitabı'nda, Hâtemü'l-evliyâ'ya verilen bu "Hikmetü'l-Ulyâ" nın ve has velâyet sınıfının mâhiyetini beyân etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
"Celâli büyük, şânı ulu, kibriyâsı yüce, isimleri mukaddes olan Allah, noksanlıktan münezzeh olan kelimeleri ve övgüsüyle şöyle buyurmuştur:
'Onlara Kitab'ı ve Hikmet'i öğretecek.' (Âl-i imrân: 164)
Kitap Kur'ân'ın zâhiri, hikmet ise bâtınıdır. Bu ise, kendisine 'Hikmet'in hikmeti' de denilen 'Hikmetü'l-Ulyâ' dır. Onlar 'Hikmetü'l-Ulyâ' kendilerine verildiği vakit, nefislerinin gözü ile görmüş oldukları şeyi, artık kalplerinin gözü ile görürler.
Allah-u Teâlâ işte bununla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
'De ki: İşte benim yolum budur, basîret üzere Allah'a dâvet ediyorum.' (Yusuf: 108)
Yâni görerek O'na dâvet ediyorum.
İşte o da onları dâvet eder ve onlara Allah-u Teâlâ'ya ulaştıran yolu gösterir." ("Kitâbu 'İlmü'l-Evliyâ'"; Bursa İnebey Yzm. Ktp. Haraççıoğlu, nr.: 806, vr. 45b)
Bu Âyet-i kerime gösteriyor ki, hidâyete dâvet ancak bu şartlar gözetildiği zaman faydalı olur. Hakk'a ve hakÎkate dâvet; basit üzere, ne söylediğini bilerek, ihlâs ve samimiyetle yürüyerek; nezâfet ve hikmet dâiresinde olmalıdır.
Peygamberân-ı İzâm Aleyhimüsselâm Hazerâtı ümmetlerini kesin delillerle dîne dâvet ettikleri gibi, peygamber vârisi olan ümmetin hakîkî âlimleri de insanları dîne dâvet ederler. Binâenaleyh ulemânın tebliği dâimâ kat'î delillere dayandığından dolayı, onları yıkmak ve çürütmek mümkün değildir. Zanları ile onlara karşı çıkanlar her zaman zelil düşmüşlerdir.
"Hikmetü'l-Ulyâ" esrâr-ı İlâhîdir, Allah-u Teâlâ ona bildirdiğini başka kimseye bildirmediği için, onun bildiğini başka kimse bilmediği için o "Hikmetü'l-Ulyâ"ya vâsıl olmuştur. Bu ise doğrudan doğruya yakınlık makâmıdır. Allah-u Teâlâ'nın çektiği, bildirdiği, duyurduğu kullara mahsustur. Tahsil ile elde edilmesi mümkün değildir. Bizzat muallimi olan Hazret-i Allah'ın öğretmesi ile mümkündür, O'ndan gelen bir ilimdir.