Türkiye'nin en önemli bazı konuları, tartışılması gereken bazı sorunları var ki ancak magazin boyutu varsa veyahut reyting getirisi varsa medyada yer bulabiliyor. Konuşulmadığı zaman da sanki böyle bir sorun yokmuş gibi herkes kulağının üzerine yatıyor.
18 Temmuz'da televizyonlarda ve gazetelerde şöyle bir haber yer aldı:
"Beşibiryerde yerine biber tohumu taktı
Hasan ve Hacer Panuş çiftinin düğününde damadın arkadaşı ziraat mühendisi Mehmet Fırat, takı merasimine elinde piyasa değeri 700 lira olan 6 gram ağırlığında paket biberle geldi. Mehmet Fırat arkadaşı Hasan Panuş'a altından pahalı bir düğün hediyesi verdi.
Yıllık 525 bin ton sebze üretimi ile ‘Türkiye'nin sera başkenti' olarak ünlenen Antalya'nın Kumluca İlçesi'ndeki seracılar, çiftçi çocuğu çifte bu ‘takı'yı uygun bulmuştu. Kumluca'da 3 gram ağırlığındaki domates tohumunun paketi 350-800 liradan, dolmalık ve sivri biber tohum paketleri de 350-700 liradan satılıyor...
Damat Hasan Panuş, düğünde hediye edilen tohumu fark ettiklerinde çok şaşırdıklarını ancak gelecek üretim sezonu için ekmeyi düşündükleri biber çeşidinin tohumu olduğunu görünce çok sevindiklerini belirtti." (dha)
Bir tam cumhuriyet altını kaç gram? 7 gram. Kaç para? Altının rekor üzerine rekor kırdığı Temmuz ayı itibari ile 570 lira.
6 gramlık biber tohumu kaç para imiş? 700 lira...
Bu haberden çıkartılacak bir çok sonuç var.
Birincisi; verimli bitki çeşitleri geliştirmenin ne kadar önemli bir bilimsel ve ekonomik faaliyet olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.
İkinci olarak çiftçilerimizin artık ister-istemez geleneksel tohumlarını terkettiğini görüyoruz. Nitekim bugün Anadolu'da kısırlaştırılmış tohumlar yerine önceki yıllarda kullandığınız geleneksel tohumları kullanmak istediğinizde artık bu tohumları temin edemiyorsunuz. Zira ekilmediği, ziraati yapılmadığı için bu bitki çeşitleri de artık neredeyse kayboldu. Şimdilerde ortaya çıkan tohum bankası gibi tedbirler bu gibi sebeplerle önem kazanmış bulunuyor.
Üçüncü olarak çiftçilerimizin hem bu kısırlaştırılmış, önemli kısmı ithal tohumlara bağımlı hale geldiğini hem de bu tohumları fahiş fiyatlara almak zorunda kaldığını görüyoruz.
Bugün çiftçiler yüksek verimli tohumlara büyük paralar verip taneyle veyahut gramla satın alıyor. Ancak bu tohumlar kısırlaştırılmış oldukları için her yıl yeniden para verip satın almak zorunda kalıyor.
Görüldüğü üzere karşımıza çıkan bu tablo bizi önemli bir sonuca ulaştırıyor: Yeni teknolojilerle tohum üretimi yapmak kadar tohum üretiminde de kendi kendimize yeter bir ülke olmamız gerekiyor.
Savunma sanayiinde milli üretim için nasıl büyük bir gayret varsa, tohumculukta ve tarımsal üretimde de aynı gayret ve vizyona sahip olmak gerekiyor.
Bu vizyona sahip olması gereken ilgililerde maalesef bunu göremiyoruz. Bugünkü tarımsal politikalar profesyonel çiftçiliği destekliyor. Köylünün, küçük çiftçinin durumu her geçen gün kötüye gidiyor. Bu sebeple tarımsal üretimimiz yaklaşık on yıldır yerinde sayıyor. Birçok köylü hayvan yetiştirmeyi bıraktı. Masrafını kurtaramadığı için birçok köylü icralık durumda. Bir defa bankaya bulaşan köylü bir daha paçasını kurtaramıyor. Çünkü vadesinde borcunu ödeyemediği an 1 liralık borcu altı ayda 2 liraya çıkıyor.
"Banka borcu yüzünden icradan satılık köy
ANTALYA'ya 115 kilometre uzaklıktaki Düdenköy, icradan satılığa çıktı. Bankalar köyün 8 milyon TL'ye ulaşan borcu nedeniyle tarlalardan evlere köyde ne varsa icra gönderiyor. …
Düdenköy Muhtarı Musa Asma, her şeyin 6 yıl önce bankaların köye akın etmesiyle başladığını söyledi. ... Muhtar Asma, "Bankacılar 'Cazip kredi veriyoruz' dedi. Ben de köylülerime önerdim. Koşulları duyan köylü de 'İyi iyi, güzel' dedi, tarlalar, evler ipotek gösterilerek krediler verilmeye başladı. …
Muhtar Asma, tutarı 8 milyon TL'ye yaklaşan borcun tarlada ürettikleri ürünün pazarda değersiz olmasından kaynaklandığını söyledi. Aldıkları banka kredilerinin geri ödemelerinin zamanında yapılmadığı takdirde faizlerin ikiye ve hatta üçe katlandığını belirten Asma, mazot ve gübrenin pahalı olmasından dolayı pancar, arpa ve buğdayın ancak kendi masrafını çıkardığını söyledi. Musa Asma, semt pazarlarında fiyatı 1 TL ile 2 TL arasında değişen elmanın kilosunu 60-75 kuruş arasından toptancıya verdiklerinin anlattı. Asma, "Bütün ümidimizi elmaya bağlamışken elma tüccarının yarısı bizi dolandırıp gidiyor. Önden azıcık para veriyor. Gerisine çek imzalıyor, ama çek karşılıksız çıkıyor. Köylü de bankaya olan borcunu ödeyemiyor" diye konuştu. …
Düdenköy'ün borçsuz 3 hanesinden biri Kocatepe ailesi ise fakirlikten kredi işlerine hiç bulaşmadıklarının söyledi. ... Evin büyüğü Huriye Kocatepe ise .., "Ona kredi verdiler, buna kredi verdiler, bir faiz bindirdiler, yaktılar bütün milleti. Kaç tane kızım var hepsini evlendirdim, şimdi yeni düğün yapacağım, tek kuruş kredi kullanmadım. Benim koca akıllıymış yine de" dedi." (dha, 07 Şubat 2011)
Bu haber birçok şeyi özetliyor.
Köylünün, küçük çiftçinin hangi şartlar altında çiftçilik yaptığını buradan anlayabilirsiniz.
Şunu unutmamak lâzım köylünün arazisi milli servettir. Köylünün icralık olması da milli bir meseledir.
(Bu haberde Türkiye'nin küresel ekonomi denilen faiz düzenine entegrasyonunun Türk halkına yansımasını da görüyoruz. Bugün küresel ekonomi denilen bu düzenin parçası olan ülkelerde, yani hemen bütün dünyada halk boçlu, devletler borçlu, herkes borçlu. Eninde sonunda bir buhran kaçınılmaz görünüyor.)
Bu konuları daha önce de gündeme getirdik. "Tarımda yerli üretim en az savunma sistemlerinin yerli üretimi kadar önemlidir." dedik. Zira bir harp zamanında başkasının silahıyla ne kadar savaşabilirseniz, ithal gıda ile de o kadar savaşabilirsiniz.
Oysa tarımsal üretimi artırmakla görevli bakanlığımız ne yapıyor? Artan fiyatları dengelemek için ithalata sarılıyor. Bu da başarı sayılıyor.
Sadece bu yılın ilk 5 ayında 2 milyon 754 bin ton buğday ithal ettik. Karşılığında 1.6 milyar TL ödeme yaptık. Buğdayın anavatanı olan Türkiye bu üründe bile yurtdışına bağımlı hale geldi. Et ithalatı mütemadiyen devam ediyor.
Başka ne oluyor? Sağlıksız yoğunlaştırılmış tatlandırıcıların ithali, genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünlerin ithali serbest bırakılıyor. Yani Gıda güvenliğinde de geriye gidiyoruz. Et deyip geçiyoruz. Ancak kan akıtmadan yapılan kesim bile başlı başına büyük bir sorunken, mısır küspesi ile şişirilen hayvanların etleri de sağlık açısından birçok sakıncaları bünyesinde barındırıyor.
Çiftçiler hayvan yetiştirmeyi, üretim yapmayı bırakıyorlar. Tarımda tekelcilik hızla yayılıyor. Küçük çiftçiyi, köylüyü ortadan kaldırmak için adeta bilinçli bir uygulama var. Bazıları "Ne var bunda? Biz de Avrupa gibi Amerika gibi olalım?" diyebilir. Bu gibi kimselere şunu hatırlatmak isteriz. Arjantin büyük krizini yaşadığında işsiz kalan orta tabaka, yöneticiler, avukatlar metropollerin varoşlarında barakalarda aç sefil yaşamak zorunda kalmıştı. Türkiye 2001 krizini yaşadığında böyle manzaralar yaşanmadı. Gidebilen köyüne gitti, atasının babasının ocağına sığındı.
İşte bu sebeple şu anki ortam küresel tekellerin, büyük sermayenin amacına hizmet ettiği için basında bu hakikatleri göremiyorsunuz.
Tarımsal ürünlerin, hayvancılığın milli üretimi hep ihmal edildi, üvey evlat muamelesi gördü. Çünkü şehirde büyümüş, çiftçilik nedir, köy-kasaba hayatı nedir bilmeyen bir kısım yöneticiler işin önemini kavramakta zorlanıyor. Ortalık ehliyetsiz kişilere kalıyor. İnsanın içi acıyor.
Köylüyü, küçük çiftçiyi öldürmek, sağlıksız ithal tarımsal ürünlerin önünü açmak çok büyük bir hatadır. Milli güvenlik meselesidir.