Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Nefse Muhalefet - Ömer Öngüt
Nefse Muhalefet
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Ağustos 2011

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Bâtına Geçiş

 

Nefse Muhalefet:

İnsanın terakki edip yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle kâimdir. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınmadıkça ruh hürriyete kavuşamaz.

Burada çok ince bir nokta vardır. Nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın, ancak sıfatını değiştirir. Meselâ arslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman korunmak lâzımdır. Nefis öyle bir mahlûktur ki, ne kadar küçülürse küçülsün icraatını yapmak ister. Her ne kadar sessiz duruyorsa da silahları yanıbaşındadır. Hiç tahmin edilmeyen bir zamanda derhal silahlarını kullanır ve ruhu esir eder. Nefse hiç güvenilmez, uslu durmasına hiçbir zaman itimat edilmez.

Her zaman için Allah-u Teâlâ'ya sığınan kimse, O'nun hıfz-u himâyesine girer ve şerrinden korunur.

Nefis hâkim olursa, ruhu hükümsüz hale getirir, vücut arabasını istediği tarafa götürür. Artık o, şeytanla arkadaş olur, şeytanlaşmış insanlara yoldaş olur, Hakk ve hakikatle ilgisi kalmaz. Niçin geldiğini, nereye gideceğini de düşünmez. Yiyeyim içeyim, giyeyim gezeyim derken, zevk ve sefâsının içinde iken kuyusuna düşer.

İkinci bir incelik ise; ruh ne kadar kuvvet bulursa bulsun, kişi bu tecelliyâtı Allah-u Teâlâ'nın lütfundan olduğunu bildikçe muhafazadadır. Kendisinden bilirse helâk olur, yahut o an için bırakılır. Allah-u Teâlâ nefsine ve şeytana ruhsat verir ve musallat eder. Kişi Hakk'tan ayrıldığı için, Allah-u Teâlâ da ona düşmanı bağlar, artık düşmanla beraber çalışır.

Hakk ile olmayan, o binayı nefis ve şeytana tahsis etmiştir, Hakk'ın ihsan ve ikrâm ettiği lâtifeleri ifsat etmiştir. Bir düşman bir eve girdiği zaman evi tahrip ettiği gibi, bu iki düşman da kalbi ve bütün vücudu ifsat ederler.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır." (Zuhruf: 36)

Nefis ve şeytan ruhsat nispetinde musallat olurlar, müsaade edilmezse yine bir şey yapamazlar, insana zarar veremezler. Hüküm ve irade Allah-u Teâlâ'nındır. Bu noktada size Mevlâ ile nasıl bir merbûdiyet kurulması gerektiğini, insan bırakıldığı anda düşmanın istilâya hazır olduğunu anlatmak istiyoruz. Azmi ve gayreti nispetinde kulunu destekliyor, gevşekliği nispetinde nefse ve şeytana yol veriyor. Bu böyledir.

Mesela iki şey birbirine bitişik olursa araya başka bir şey giremez, ara açılırsa herşey girer.

 

Bâtına Geçiş:

Bu ameliyelerle, bu çalışmalarla Tarikat-ı aliye'nin altı mektebinden bir tanesi tahsil edilmiş olur. Geride beş mektep daha kalır. Bu bir mektebi bitirmeye birçok kimsenin ömrü dahi kâfi değildir.

Bu kadar derin yollara girince insan kendisinin hep mânevî yolun bâtınî kısmında olduğunu kabul eder. Halbuki buraya kadarki seyir, mânevî yolun zâhirî kısmıdır. Evi düşmandan kurtarmaya muvaffak olmuştur, herşey olmuş değildir. Bu birinci merhaleye Fenâfişşeyh denir. Şeyhin yardımı, müridin çalışması ile husule gelir. Artık şeyh vazifesini bitirmiş olur. Onu bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in terbiyesine teslim eder ve murakaba ettirir. İşte şimdi bâtınî kısımdan içeri girilir. İçeri girmesine rağmen, yine de şeyhe muhtaçtır.

Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:

"Biz nihayeti bidayete yerleştirdik." buyurmuşlardır.

Yani diğer yolların nihayetinde elde edilen, Tarikat-ı Nakşibendiye'de başlangıçta elde edilir.

Size bu sırrı şöyle arzedelim:

Fenâfillâh'a ermiş bir Mürşid-i kâmil, müridin ruhunu bizzat tasarrufa alır ve birkaç ay gibi kısa bir zaman içinde; Allah-u Teâlâ'nın izni kadar, varması mukadder olan makama kadar mânen çıkarır. Ruhâniyet nefisten o an için ayrılmıştır, nefisten ayrı olarak çıkar ve o çıkışta büyük bir kuvvet kazanır. Müridin bundan haberi olmaz. Nefsi de o zaman tezkiye ettirir, onu harekete geçirmez. O anda hakikaten yürüyor, yürüdüğünü de görüyor, mânevî bir haz içindedir. Fakat istidâdı olan son noktaya kadar çıktıktan sonra bırakılır, orada tutunamaz, tekrar eski makamına düşer. Çünkü çıktığı o yer o anda onun makamı değildir. Oraya rûhen çıkmıştı, nefisle mücadele etmeden çıkmıştı. Fakat oraya nefisle çıkması icap etmektedir.

O güzel yerleri gördüğü için, bundan sonra artık çocuğun yeni yürümeye başladığı gibi, o da düşe kalka o noktaları yeniden tırmanmaya çabalar. Çıktığı yer çok güzel olduğu için, bütün gücü ile oraya çıkmaya azmeder. O iki aylık çıkışı şimdi kimbilir kaç senede çıkabilecek? O zaman çıkarılmıştı; şimdi ise nefis var, şeytan var, dünya meşgaleleri, maişet derdi var. O mânevî haz ona güç verir, artık ruhâniyet ile cismâniyet ciddi bir mücadeleye başlar. Çünkü nefis bütün gücüyle engel olmak ister. Fakat mücadele ederse, o nispette muvaffak olur. Ruh kuvvet bulunca, nefis ister istemez ruha tâbi olmak mecburiyetinde kalır. Ruh kuvvet bulduğu için, nefisle mücâdele kolaylaşır.

İstidadı olduğu için, çalışırsa nasibi olan yere kadar çıkabilir. Amma bir sene, amma on sene, amma yirmi sene, amma elli sene sonra... Nasipdar olan mürid nasibini aldıkça gider. Nasibi varsa bir gün "Murad" bile olur.

Tarikat-ı Nakşibendiye'nin, yolu kestirmeden alışı buradan doğuyor. Mürşid müridin merdiveni olduğu için, nefis terbiyesine girmeden önce ruhu yükseltiyorlar. Diğer yollarda ise evvela nefsi tezkiyeden başlanıyor, hayli tezkiyeden sonra ruha geçiliyor. Fakat kuvvet bulmayan bir ruhun yanında nefsi tezkiye etmek çok zordur. Bir ömür bile kâfi değildir. Yani nefsi tezkiye edeceğim derken kimisi de ömrünü tüketmiş oluyor. Eğer nasibi varsa sonra ruha geçiyor. Mürşid müridin merdiveni olduğu için ve Tarikat-ı Nakşibendiye'de doğrudan doğruya ruhtan çıkış yapıldığı için, bir mürid onların seneler sonra ulaşacağı menzile bir anda yetişmiş oluyor. O mesafeyi kestirmeden katediyor. Nefis ile ruh yollarının ayrıldığı nokta burasıdır.

Mürşid-i kâmil'i bulmak ilâhî bir lütuf ve bağış, büyük bir kolaylıktır.

Mürşid "Yürü!" der, Mürşid-i kâmil ise bizzat Allah-u Teâlâ'nın tasarrufu ile, ihsanı ile yürütür. Fakat şunu unutmamalı ki, Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır. Bu noktayı biraz daha açalım. Mürşid-i kâmil, Allah ve Resul'de tamamen fânî olduğu için Allah-u Teâlâ'nın lütfuyla yürütür. Allah-u Teâlâ'nın lütfuyla yürüttüğü için halkı Hakk'a davet eder. En kestirme yol ile, en az sözle Hakk'a ulaştırmaya gayret eder.

Mürşid-i kâmil'i Allah-u Teâlâ ileriye sürdüğü için, ona o makamı verdiği için; o çok iyi bilir ki kendisi hükümsüz bir resimden ibarettir. Allah-u Teâlâ onun varlığını almıştır, kendi varlığını duyurmuştur.

Mürşid-i kâmil Hazret-i Allah'ın malını pazara koyar, onun gönlündedir Hazret-i Allah.

Mürşid ise oraya eremediği için, Hakk'ta fâni olamadığı için, hep kendini görür, kendi malını pazara koyar, onun ağzındadır Hazret-i Allah.

 

Mânevî Seyr:

Mürid "Seyr minallah"da yola çıkar, altı mektepten birincisi burada tamamlanır. Sonra "Seyr ilâllah", "Seyr fillâh", "Seyr billâh", "Seyr anillâh" gibi Hakk'a tekarrubiyet seyirleri başlar.

Nefis kalpten, ruhtan, sırdan, hafâ ve ahfâdan çıkarıldığı gibi, murakabalar da tıpkı bunun gibidir, sıra ile gider. Murakabalardan geçtikçe iman tekâmül eder.

Tarikat ilmi tahsil edilmediği müddetçe, iç âlemine hiç kimse vâkıf olamaz. Nefsin ayrı duygulara, ruhun ayrı duygulara sahip olduğu anlaşılmaz. Kişi nefsin sefâsını ruhun sefâsı zanneder. Nefis onu istiyor, o da nefsinin arzusuna uygun iş ve icraat istiyor. Nefsin hoşuna giden şeyler Allah-u Teâlâ'nın hoşuna gitmez, nefsin hoşuna gitmeyen şeyler O'nun hoşuna gider. Ona hâkim olabilmek, dizginini tutabilmek için nefsin hoşlandığı şeyleri yapmayacaksın, hoşlanmadığı şeyleri yapacaksın. Esas budur.

Dolayısıyle şeriattan sonra tarikatı da bitirmeye muvaffak olunursa marifetullah mektebine girilir. Fenâfişşeyh tahsili bitmiş, bizzat Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in taht-ı terbiyesine mânevî olarak alınmış olur. Bu noktada müride Kelime-i tevhid verilir. Lâfza-i celâl "Cezbe-i zâtiye", Kelime-i tevhid ise "Cezbe-i kayyûmiye" husule getirir.

Lâfza-i celâl dersini çekerken Râbıta ile muhakkak meşgul olmak lâzımdır ki, şeyhin tasarrufu ile letâfâtı geçmiş olsun. Kelime-i tevhid dersine geçince de murakaba ile meşgul olmak lâzım ki, erişemediği yerlere eriştirilsin.

Kalbin vüs'at bulması için Kelime-i tevhid, nefesi hapsetmek suretiyle bir nefeste yirmi bir defa çekilir. İç âleme o nispette nüfuz etmeyi, birçok hakikatlerin doğmasını kolaylaştırır.


  Önceki Sonraki