Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - İlâhi Bir Emir Zikrullah Ve Tesbihat - Ömer Öngüt
İlâhi Bir Emir Zikrullah Ve Tesbihat
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Temmuz 2011

 

"Çok Büyük Olan Rabb'inin İsmini Tesbih Et."
(Vâkıa: 74 ve 96)

"Ey İman Edenler! Allah'ı Çok Çok Zikredin."
(Ahzâb: 41)

"Zikrullah Elbette En Büyük (İbadet)tir."
(Ankebût: 45)

"Âlemlerin Rabb'i Olan Allah, Noksan Sıfatlardan Münezzehtir."
(Neml: 8)

"Sabah Akşam Rabb'inin İsmini Zikret!"
(İnsan: 25)

ALLAH-U TEÂLÂ'YI NOKSAN SIFATLARDAN TENZİH ETMEK,
İLÂHİ BİR EMİR OLAN ZİKRULLAH ve TEHLİL İLE TEKBİR GETİRMEK

 

Zikrullah ilâhî bir emir gereğidir. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:

"Benim zikrim için namaz kıl!" (Tâhâ: 14)

Âyet-i kerime'si ile namazı emretmiş olduğu gibi;

"Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin." (Ahzâb: 41)

Âyet-i kerime'si ile de kendisini zikretmeyi emretmiştir.

Namaz da ilâhî bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.
Kur'an-ı kerim'de diğer ibadetler için "Çok çok namaz kılınız!", "Çok çok oruç tutunuz!" gibi ifadeler olmamasına karşılık "Allah'ı çok çok zikrediniz!" gibi ifadelerin bulunması, zikrullahın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermeye yeterlidir.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtını vasfederken:

"Onlar Allah-u Teâlâ'yı zikrederken, rüzgârlı bir günde sallanan ağaç gibi sallanırlardı. Gözleri yaşarırdı, gözyaşları elbiseleri üzerine sel gibi akardı." buyuruyor. (Ebu Nuaym. Hilye)

 

Tesbih; kulun îlahî buyruklara baş eğerek, Allah-u Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan, beşeri sıfatlardan tenzih etmesi ve kemal sıfatlarıyla O'nu övüp tâzimde bulunmasıdır.

O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah'tır. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez ve benzetilemez. Zerreden kürreye kadar ne varsa O'nun varlığı ile var olmuştur.

O'nun zâtı yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da mahlûkatın vasıflarına benzemez. Her cihetten tektir.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir." (Kasas: 68)

Tercih ve irade sadece O'nundur. Yarattıklarından hiçbirinin O'na karşı tercih hakkı yoktur. O'nun verdiği hükme hiç kimse itiraz edemez.

"Göklerin ve yerin Rabb'i, arşın da Rabb'i olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir." (Zuhruf: 82)

Bütün bu mükevvenâtın yaratıcısı O'dur. O tektir, birdir, O'nun benzeri ve dengi yoktur.

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Neml: 8)

Allah-u Teâlâ kendi zâtını, kendisine lâyık olmayan teşbih ve benzeri şeylerden tenzih etmektedir.

"Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Yâsin: 83)

Her şeye sahip olmak Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. İnsanların bir şeye sahip olmaları hakiki değil, geçicidir.

Göklerin ve yerin anahtarları O'nun yed-i kudretindedir. Yaratmak da emretmek de yalnız O'na mahsustur.

"Senin çok üstün çok güçlü olan Rabb'in, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan münezzehtir." (Sâffât: 180)

Kuvvet ve kudretine karşı gelinmesine ihtimal bulunmayan Zât-ı kibriyâ, o müşriklerin kâfirlerin isnad ettikleri eksik sıfatlardan münezzehtir, pek çok yücedir.

 

Tesbih Eden Varlıklar:

Kur'an-ı kerim'de bir çok Âyet-i kerime'lerde; yerdeki ve gökteki, canlı cansız her şeyin Allah-u Teâlâ'yı tesbih ettiği haber verilmektedir:

"Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halim olandır, çok bağışlayandır." (İsrâ: 44)

Varlıklar; akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akıl taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum bulunan şeyler de rivayete nazaran yalnız hâl lisanıyla Hakk Teâlâ Hazretleri'nin vahdâniyet ve samedâniyetini, her türlü kusur ve noksandan münezzeh oluşunu ikrar ve itiraf etmektedir.

Zira yoktan meydana gelen bir âlemin mâhir bir sanatkâra ve büyük bir yaratıcıya, vahdaniyet ve samedâniyet gibi kemal sıfatlarını kendinde toplamış ibadet ve tâzime lâyık bir zâta her cihetten ihtiyacı kati delillerle sabit ve apaşikârdır.

"Yerde ve gökte eğer Allah'tan başka ilâh bulunmuş olsaydı, ikisi de bozulup giderdi." (Enbiyâ: 22)

Âyet-i kerimesinden anlaşılacağı gibi, varlıkların ister yıldızlar gibi yüksekte, ister hayvanlar ve bitkiler gibi yeryüzünde bulunsun; binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kaide ve hikmet üzere devam edegelmesi Cenâb-ı Allah'tan başka bir ilâh olmadığına kati surette delâlet etmektedir.

Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Göklerde ve yerde olanların hepsi; mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakim olan Allah'ı tesbih ederler." (Cum'a: 1)

Bu tesbih yaratılışta mevcuttur. Bütün varlıklar O'nun kudretine, azametine işaret ve şehâdet eder durur.

Buradaki "Yüsebbihu" kelimesi devamlılık ifade etmektedir. Yani her an, sürekli devam eden bir tesbihtir.

"Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih ederler. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O her şeye kadirdir." (Teğabün: 1)

O'nun her şeye gücü yeter. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der, o da derhal oluverir.

Bugün fakir ve güçsüz gibi görünenleri yarın kuvvetlendirip büyük gâlibiyetlere erdirmeye, zengin veya güçlü zannedilenleri zelil ve perişan etmeye kadirdir. Dilemediği hiçbir şey de olmaz.

"Göklerde ve yerde olan kimselerle, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duâsını ve tesbihini bilir. Allah onların yaptıklarını bilmektedir." (Nûr: 41)

İnsanlar, melekler, cinler, bitkiler ve cansızlar, havada kanat çırpan kuşlar O'nu tesbih etmektedirler. Bütün yaratıklar, hareketleri ve durmaları ile Allah-u Teâla'nın varlığına, birliğine, eksiklik şüphesinden münezzeh oluşuna fiilen delâlet edip durmaktadırlar. Hepsi O'ndan dilek diler, hepsi O'nu kendine göre takdis eder.

"Melekleri görürsün ki, Rabb'lerini hamd ile tesbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır." (Zümer: 75)

Allah-u Teâlâ'nın azamet ve kudretini zikir ile pek çok ruhânî lezzetlere dalmış olurlar.

Bu ilâhî beyanlar müminleri Allah-u Teâlâ'yı tesbih ve takdis etmeye teşvik etmektedir.

Bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurur:

"Eğer onlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki), Rabb'inin nezdinde bulunanlar gece gündüz O'nu tesbih ederler ve hiç usanmazlar." (Fussilet: 38)

İbadet vazifelerini huzurla rûhânî bir zevkle yerine getirirler.

 

İlâhî Emir:

Tesbih, tevbenin anahtarıdır, hatta özüdür. Allah-u Teâlâ'yı tesbih etmek günahların bağışlanmasına vesiledir.

Âyet-i kerime'lerde tesbih, sarih olarak emredilmektedir:

"Çok büyük olan Rabb'inin ismini tesbih et." (Vâkıa: 74 ve 96)

"O çok yüce Rabb'inin ismini tesbih et!" (A'lâ: 1)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerime'ler nazil olunca rükuda "Sübhane Rabbiyel Azîm", secdelerde ise "Sübhane Rabbiyel A'lâ" denilmesini beyan buyurmuşlardır. (Ahmed bin Hanbel)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça Tekbir getirirler, inişe geçince de Tesbih'te bulunurlardı.

Namaz dahi buna göre vâzedildi." (Ahmed bin Hanbel)

Yamaçlarda "Allah-u Ekber" diye tekbir getirirler, inişlerde "Sübhânellah" diye tesbihte bulunurlardı.

Rivâyet ayrıca namazdaki tekbir ve tesbihlerin de buna benzetilerek namazda yer aldığını belirtmektedir. Yani rüku ve secde hallerinde tesbih, rüku ve secdeden doğrulurken tekbir getirilmektedir.

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'ini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!" (Hicr: 98)

Çünkü insan bu sayede ruhen inşirah bulur, içi nûrlanır, ilâhî lütuflara ve yardımlara mazhar olur.

"Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabb'ini hamd ile tesbih et.

Gece saatleri ve gündüzleri de tesbih et ki Rabb'inin rızâsına eresin." (Tâhâ: 130)

Allah-u Teâlâ'yı hamd ile tesbih etmek, müslümanın dünya saâdeti ahiret selâmeti elde etmesinin de vesilesidir.

"Günahının bağışlanmasını iste! Rabb'ini akşam sabah hamd ile tesbih et!" (Mümin: 55)

Gideremediğin eksiklikleri örtmesi için Rabb'inin mağfiretini iste. İbadet ve taatların, hamd ve övgülerin devamlı olsun.

"Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından O'nu tesbih et!" (Kaf: 40)

Her namazı müteâkip Allah-u Teâlâ'yı tesbihte, hamd ve senâda bulun.

"Kalkarken Rabb'ini hamd ile tesbih et! Gecenin bir kısmında ve yıldızlar kaybolurken de O'nu tesbih et!" (Tûr: 48-49)

Sabaha yakın seher vakitlerinde uykuyu istirahati terk ederek uyanmak, ibadet ve taat için hazır bulunmak din-i mübine bağlılığın nişanesidir.

"Gecenin bir kısmında O'na secde et ve O'nu geceleri uzun uzun tesbih et!" (İnsan: 26)

Gece karanlığında insanlar uyurken Rabb'ine münâcaata dalıp namaz kıl, geceyi çokça ibadetle geçir.

"O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter." (Furkân: 58)

Hiç kimse bilmese de O'nun bilmesi yeterlidir. Başka hiçbir ceza vermeyecek olsa bile, yalnız bilmesi bir ceza olarak kâfidir.

"Şüphesiz gece kalkıp ibadet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır."(Müzzemmil: 6-7)

Allah-u Teâlâ'yı tesbih edip şanına lâyık olmayan vasıflardan tenzih eden, O'nu kemâl ve cemâl sıfatları ile tavsif eden bir müslümanı; umulur ki Allah-u Teâlâ ahlâk-ı zemimelerden, hayvanî sıfatlardan temizler.

Nitekim Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"İhsanın karşılığı ancak ihsan değil midir?" (Rahman: 60)

Güzelliğin karşılığı güzellik, güzel iş yapanın mükâfâtı güzel sevaptır.

 

En Ağır Kelimeler:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün sabah namazını kılmıştı. Cüveyriye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz henüz namaz kıldığı yerde otururken, onun yanından dışarı çıktı, kuşluk vakti olunca geri döndü. O hâlâ oturmakta idi.

"Senden ayrıldığım hâl üzere misin?" diye sordu. "Evet" deyince buyurdu ki:

"Ben senden sonra dört kelimeyi üç defa söyledim. Eğer bu kelimeler, senin gün başladığından beri söylemiş olduğun kelimelerle tartılsaydı, onların ağırlığını tartardı:

(Sübhânellâhi vebihamdihi adede halkihi ve rızâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi)

"Allah'a hamdederek O'nu mahlûkatın sayısı, nefsinin hoşnudluğu, arşın ağırlığı ve kelimeler çokluğu kadar tesbih eylerim." (Müslim: 2726)

 

Dilde Hafif, Mizan'da Ağır İki Kelime:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"İki kelime vardır ki, dilde hafif, mizanda ağır, Rahman'a sevimli gelirler. Bunlar 'Sübhanellahi ve bi-hamdihi, Sübhanellahil-azîm = Allah'ı hamd ile tesbih ederim, yüce Allah'ı tenzih ederim.' kelimeleridir." (Müslim)

 

Tesbihin Yücesi:

Safiye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanıma geldi, önümde tesbih çektiğim dört bin çekirdek bulunuyordu. "Bunlarla muhakkak tesbih çekmişsindir. Sana tesbih çektiğin şeylerden daha fazlasını öğreteyim mi?" Buyurdu. "Evet öğret!" dedim.

(Sübhânellâhi adede halkihi)

"Yarattıklarının sayısınca Allah'ı tesbih ve tenzih ederim." diye söyle buyurdu. (Tirmizî)

 

Kolay ve Faziletli Tesbih:

Sâ'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kadın gördü, önünde tesbih çekmek için kullandığı çekirdek veya çakıl taşları vardı.

"Sana bundan daha kolay ve daha faziletli olanını bildireyim mi?" buyurdu:

(Sübhânellâhi adede mâ halaka fis-semâi ve sübhânellahi adede mâ halaka fil-ardi. Sübhânellahi adede mâ beyne zâlike. Sübhânellâhi adede mâ hüve hâlikun, vallahu ekberu misle zâlike vel-hamdü lillâhi misle zâlike velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi misle zâlike)

"Gökte yarattıklarının sayısınca 'Sübhanellah.'

Yeryüzünde yarattıklarının sayısınca 'Sübhanellah.'

Gök ile yer arasındakilerin sayısınca 'Sübhanellah.'

Yaratacağı mahlûkat sayısınca 'Sübhanellah.'

Bütün bunlar kadar 'Allah-u Ekber'. Bütün bunlar kadar 'Elhamdülillâh' ve bütün bunlar kadar 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh." (Tirmizî)

 

Hizmetçiden Hayırlı Zikirler:

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivâyete göre, eşi Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-nın bir ara evdeki el değirmenini çevirmekten eli kabarmıştı. Bir hizmetçi istemek üzere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelmiş fakat onu bulamamıştı. Âişe -radiyallahu anhâ-ya dileğini söyledi.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gelince, Âişe -radiyallahu anhâ-, Fâtıma -radiyallahu anhâ-nın geldiğini haber verdi ve isteğini anlattı.

Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselâm bize geldi. Yatağımıza yatmıştık. Kalkmaya davranırken bize "Kalkmayınız!" buyurdu ve ikimizin arasına oturdu. Hatta ben göğsüme değen mübarek ayaklarının serinliğini duydum.

Sonra Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"İyi dinleyiniz! Sizin benden istediğiniz esir hizmetçiden daha hayırlı bir şey öğreteyim mi?

Yatağınıza girince otuz dört defa "Allahu Ekber", otuz üç defa "Sübhânellah", otuz üç defa "Elhamdülillah", dersiniz. İşte bu zikirler size hizmetçiden hayırlıdır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1498)

 

Namaz Sonundaki Tesbihlerin Fazileti:

Ebû Hüreyre -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Muhacirlerin fakirleri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelip dediler ki "Yâ Resulellah! Servet sahipleri en yüksek dereceleri kazanıp gittiler. Çünkü onlar da bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. Onların fazla malları var haccediyorlar, umre yapıyorlar, cihad ediyorlar, sadaka veriyorlar."

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Size bir şeyi haber vereyim mi? Siz onu yaptığınız takdirde sizi geçmiş olanlara yetişesiniz, sizden sonraya kalanları da geçesiniz. Hiç kimse sizden üstün olmasın. Meğer ki size tavsiye ettiğim amelin mislini yapan buluna.

Her namazın arkasından otuz üçer defa 'Sübhanellah', 'Elhamdülillah', 'Allahu Ekber' dersiniz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 466)

Müslim'in rivayetinde şöyle bir ilâve vardır:

Bir süre sonra muhacirlerin fakirleri dönüp Resulullah Aleyhisselâm'a geldiler ve:"Yâ Resulellah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı duymuşlar, onlar da aynısını yapıp söylüyorlar." dediler.

Resulu-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, onu dilediklerine verir."

 

Cennete Ekilen Tohum:

Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Miraca çıkarıldığım gece (Beyt-i mâmur'da) İbrahim Aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana "Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara haber ver ki; cennetin toprağı iyi, suyu tatlı, yeri geniş ve dümdüzdür.

Oraya ekilecek tohum:

(Sübhânellâhi vel-hamdülillâhi velâ ilâhe illâllahu vallâhu ekber)

'Allah'ı tesbih ederim, Allah'a hamdolsun. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür.' tehlilidir." (Tirmizî)

 

Allah-u Teâlâ'ya En Makbul Söz:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse akşama ve sabaha erdiği zaman yüz defa:

(Sübhânellâhi ve bihamdihi)

"Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim."

Derse, kıyamet gününde hiç kimse onun getirdiğinden daha faziletli bir şey getiremez. Meğer ki, bir kimse onu söylediği kadar veya fazlasını getirmiş olsun." (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Zerr -radiyallahu anh-e "Allah'a en makbul olan sözü sana haber vereyim mi?" buyurdu. "Yâ Resullellah! Allah'a en makbul olan sözü bana haber ver!" dediğinde buyurdu ki:

"Şüphesiz ki Allah'a en makbul söz 'Sübhanellahi vebi hamdihi = Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim.' sözüdür." (Müslim: 2731)

 

Tesbihin Fazileti:

Ebu Bekir bin Ebî Şeybe -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Sizden biriniz her gün bin sevap kazanmaktan âciz midir?" diye sordu. Orada bulunanlardan birisi "Bir kimse bin sevabı nasıl kazanır?" diye sorduğunda:

"Yüz defa tesbih çeker, kendisine bin sevap yazılır veya üzerinden bin günah indirilir." buyurdular. (Müslim)

 

Cennet Definesi:

Ebu Musa el-Eş'arî -radiyallahu anh- der ki:

Hayber seferine giderken ben Resulullah Aleyhisselâm'ın binitinin arkasında idim. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh." demeye başladım. Resulullah Aleyhisselâm böyle söylediğimi işitti ve: "Yâ Abdullah bin Kays!" diye seslendi. "Buyur yâ Resulellah! Emrinize âmâdeyim." dedim.

"Sana cennet hazinelerinden büyük bir hazine değerinde bir kelimeyi söyleyeyim mi?" diye sordu.

"Söyle yâ Resulellah! Babam, anam sana fedâ olsun!" dedim.

(Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)

"Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1608)

 

Tesbih Namazı:

Dört rekâtlı nâfile bir namazdır. Her rekâtında 75 defa "Sübhânellahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber" diye tesbih tekbiri okunur. Kılınışı şöyledir:

Niyet edilir, Allahü Ekber diyerek namaza başlanır. Sübhâneke'den sonra 15 kere Sübhânellahi... okunur. Euzü besmele çekilir. Fâtiha sûresi ve bir sûre okunduktan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur. Rukûya gidilir. 3 kere Sübhâne Rabbiyel aziym dedikten sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur. Semiallâhü Limen Hamideh denilerek kalkılır. Kıyamda 10 kere Sübhânellahi... okunur. Secdeye varılıp 3 kere Sübhâne Rabbiyel âlâ dedikten sonra 10 defaSübhânellahi... okunur. Secdeden tekbir ile kalkılıp oturunca 10 defa Sübhânellahi... okunur. İkinci secdeye de tekbir ile varılıp 3 defa Sübhane Rabbiyel âlâ'dan sonra 10 kere Sübhânellahi... okunur. Böylece bu tesbih 75 kere okunmuş olur.

Sonra ikinci rekâta kalkılır. İlk önce 15 defa Sübhânellahi... okunur. Besmele-i şerif Fâtiha ve bir sûre'den sonra 10 defa Sübhânellahi... okunur. Birinci rekâtta kılındığı gibi bir rekât daha kalkılır ve oturulur. Tahiyyat Salli-Bârik duâları okunur, üçüncü rekâta kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rekâtlar da birinci rekâtlar gibi kılınarak selâm verilir. Bu suretle de dört rekâtta üç yüz tesbih okunmuş olur. Gündüz kılınırsa bir selâmda, gece kılınırsa iki selâmda tamamlamak daha iyidir.

Tesbih namazının fazileti çok büyüktür. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz amcası Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'ne "Ey amcam Abbas! Sana bir ihsanda bulunayım mı?" buyurdular ve Tesbih namazının kılınışını tarif ettiler. Bu namazı kıldığı takdirde günahlarının evvelini ve âhirini, eskisini ve yenisini, bilerek yaptığını bilmeyerek yaptığını, büyüğünü ve küçüğünü, gizlisini ve açığını, Hazret-i Allah'ın affedeceğini söylediler. Hatta Âlic bölgesinin kumları kadar da çok olsa bile...

Daha sonra buyurdular ki:

"Gücün yetiyorsa bu namazı hergün bir kere kıl. Hergün kılamazsan, her cuma bir kere kıl. Her cuma kılmaya gücün yetmezse her ay bir kere kıl. Her ay kılamazsan hiç değilse senede bir kere kıl. Onu da yapamazsan ömründe bir kez olsun bu namazı kıl." (Tirmizî - Ebû Davud)

 

İlâhi Bir Emir;
ZİKRULLAH

"Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin." (Ahzâb: 41)

 

Mânâ ve Önemi:

Zikrin mânâsı, Allah-u Teâlâ'nın yüceliğini meth-ü senâ etmek maksadı ile dilden ve gönülden gelen güzel kelimelerle anmak demektir.

Zikrullah; mârifetullah yolunun esası, kâlbin ve ruhun kavuşturucusu, imanın alâmeti, ibadetlerin özüdür.

Zikrullah; kâlplerin nûru, ruhların huzurudur. Gözlerin cilâsı, her derdin devâsıdır.

Zikrullah; kâlbe itminandır, enistir, en iyi arkadaştır.

Zikrullahla meşgul olmak, kâlbin düzelmesinin aslıdır. Geceleri zikrullahla ihyâ etmek, amellerin üstünü, hallerin en güzelidir.

Zikrullah ile gönül mâsivâdan, her türlü pisliklerden temizlenir. Zikrullahla kâlbi mâmur olanın iş ve ahlâkı güzel olur.

Zikri Allah olanın fikri de Allah olur. Zikrullaha devam Allah dostlarının âdetidir, Allah-u Teâlâ'nın bir nimetidir. Hakk'ı zikredeni Hakk da zikreder.

 

İlâhî Emir:

Zikrullah ilâhî bir emir gereğidir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:

"Benim zikrim için namaz kıl!" (Tâhâ: 14)

Âyet-i kerime'si ile namazı emretmiş olduğu gibi:

"Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin." (Ahzâb: 41)

Âyet-i kerime'si ile de kendisini zikretmeyi emretmiştir. Namaz da ilâhî bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.

Kur'an-ı kerim'de diğer ibadetler için "Çok çok namaz kılınız!", "Çok çok oruç tutunuz!" gibi ifadeler olmamasına karşılık "Allah'ı çok çok zikrediniz!" gibi ifadelerin bulunması, zikrullahın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermeye yeterlidir.

Âyet-i kerime'de:

"Zikrullah elbette en büyük (İbadet)tir." buyuruluyor. (Ankebût: 45)

Zikrullahtan daha büyük bir şey yoktur.

Allah-u Teâlâ Mâide sûre-i şerif'inin 91. Âyet-i kerime'sinde zikrullah ile namazı ayrı ayrı beyan etmiştir:

"Şeytan, içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister."

Bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:

"Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken de Allah'ı zikredin." (Nisâ: 103)

Bu emre uyan ve gereğini icrâ edenler Hakk'ın sevgisini kazanırlar.

Namaz ibadetlerin büyüğüdür, fakat her zaman kılınmaz. Zikrullah ise ayakta iken, otururken, yatarken... her zaman yapılabilir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Sabah akşam Rabb'inin ismini zikret!" (İnsan: 25)

 

Âyet-i Kerime'ler:

Allah-u Teâlâ Hazretleri:

"İman edenlerin zikrullah için kalplerinin saygı ile yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?" (Hadîd: 16)

Âyet-i kerime'si ile müminlerin kalplerini Allah'ın zikrine vermelerini emir buyurmaktadır. Kalplerin Hazret-i Allah'tan gafil olma tehlikesinden korunması, ancak zikrullah ile mümkündür.

Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Allah'ı çok çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşabilesiniz." (Enfâl: 45 ve Cum'a: 10)

Dünyada da ahirette de muvaffakiyetlere, saâdet ve selâmete eresiniz.

Allah-u Teâlâ mümin kullarına zâtını çokça zikretmelerini bildirerek, mal ve evlâtlara aldanma hususunda münafıklara benzemekten onları sakındırmaktadır:

"Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın.

Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfikûn: 9)

Zikrullahı bırakıp da dünya hayatının geçici zevklerine aldananların, ahirette çok büyük kayba uğrayacakları şüphesizdir.

"Rabb'ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif bir sesle sabah-akşam zikret! Sakın gafillerden olma!" (A'râf: 205)

Kalbin daima uyanık olsun ve Allah-u Teâlâ'yı zikretmeye devam et.

"Hacc ibadetlerinizi bitirdiğinizde, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 200)

Hacc'ın tamamı zikrullahtan ibarettir. Her yerde zikrullah ile emredilmiştir. Telbiye, Tekbir, İstiğfar, Salâvat... hepsi zikrullahtır.

"Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i haram'ın yanında Allah'ı zikredin." (Bakara: 198)

Kulun bu zikirleri Rabb'ine lâyık olan saygı ile ve en güzel bir şekilde yapması gerekir.

"Rabb'inin adını zikret ve her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel." (Müzzemmil: 8)

İşlerini bitirince kendini her şeyden çekerek Rabb'ine çekil, samimi bir şekilde O'na ibadet için vakit ayır, dünya alâkaları gönlünü meşgul etmesin.

 

Ayırılanlar:

Allah-u Teâlâ iman edip amel-i salih işleyenleri ve çok çok zikredenleri ayırmaktadır:

"Ancak iman edip amel-i salih işleyenler ve Allah'ı çok çok zikredenler müstesnâdır." (Şuarâ: 227)

 

Zikrullah ve Şükür:

Zikrullah, hidayete ermenin bir şükran ifadesidir:

"O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O'nu öylece zikredin." (Bakara: 198)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Zikre muvaffakiyet Allah tarafından bir nimettir. O nimetin şükrünü yerine getiriniz." (Münâvî)

İnanan bir mümin için hidayete ererek dünya saâdetine ve âhiret selâmetine nâil olmaktan daha büyük bir lütuf tasavvur edilemez.

Kudsî Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Ey Âdemoğlu! Beni zikrettikçe şükrümü ifa etmiş ve beni unuttukça hakkımı unutmuş olursun." (C. Sağir)

"Ben kulumun zannına göreyim, beni zikrettiği yerde ben onunlayım. Kulum beni kendi içinde zikrederse, ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Beni toplulukta zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir toplulukta zikrederim." (Buhârî)

Bir kul için bundan daha sevindirici bir müjde olamaz.

 

Kâlplerin Şifâsı:

Zikrullah; dinimizin emri, imanın alâmeti, ibâdetlerin beyni, aklın nûru, kalbin cilâsı, ruhun hayatı, gönlümüzün miracı ve her derdin ilâcıdır.

Hadis-i şerif'te:

"Zikrullah kalplerin şifâsıdır." buyuruluyor. (Münâvî)

Zikir nûrdur, zikrullahla meşgul olanın içi nûrlanır. İç nûrlanınca hikmet husule gelir.

Zikrullah, kulu gafletten koruyan mânevî bir zırhtır.

Rızâullah'a, Likâullah'a vâsıl olmak isteyenler zikrullaha devam etsinler.

"İnsan bir şeyi severse, daima onu yâdeder." (C. Sağir)

Hadis-i şerif'i mucibince, bir şeyi seven onu hiç dilinden düşürmez.

Allah-u Teâlâ da o kulunu şu ilâhî iltifatlarla taltif buyurur:

"Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim." (İbn-i Mâce)

Zikrullah hayata hayat katar, kabre aydınlık, ahirete azık hazırlar.

"Bir kul benim zikrimle meşgul olmasından dolayı kendi ihtiyaçlarının talebini unutursa ben o kuluma kendisi istemezden önce in'am ve ihsan ederim." (Tirmizî)

Allah-u Teâlâ'nın rahmet hazinelerinin sonu yoktur. Sadece ahirette değil, dünyada da huzurlu bir hayat bahşeder.

 

Kâlp İtminanı:

Zikrullah Allah sevgisini tahrik ederek sonsuz bir şevk verir, zikrullahla kalpler arınır ve sükun bulur:

"Onlar o kimselerdir ki iman etmişlerdir ve kalpleri zikrullahla mutmain olmuş, sükun bulmuştur." (Ra'd: 28)

İtminan; yerleşip sabitleşme demektir. Hiçbir şek ve şüphe bulunmayacak şekilde Allah-u Teâlâ'ya yakinen inanma zevkine ermektir. Her türlü korku ve hüzünden sarsılmayacak şekilde emniyet elde etmektir.

Bu kâlp huzuru ancak ve ancak zikrullahla husule gelir.

"Çok iyi bilin ki kâlpler ancak zikrullahla itminana kavuşur, huzur bulur." (Ra'd: 28)

Çünkü akıl kuvveti her neyi tasavvur edip düşünse, onun üstünde başka bir şeyin tasavvuruna intikal eder. Sebep ve neticeler silsilesinde her şeyden daha üstün olanına geçer. Bu ilerleme bütün ihtiyaçların kesilip sona erdiği öyle bir an gelir ki, Hakk'ta karar kılar. O noktada ihtiyaç durduğu için akıl da durur ve onunla yatışır. Azamet-i ilâhî karşısında her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bildiği zaman, artık O'ndan başkasına geçmesi imkânsızdır. O'nun fevkinde bir şey talebine imkân olmadığından, kâlpler zikrullahla mutmain olur, sükuna erer.

Bu gibi kimseler taraf-ı ilâhîden şu hitapla taltif edilirler:

"Ey mutmain olan nefis! Sen O'ndan râzı, O senden râzı olarak dön Rabb'ine! Gir salih kullarımın içine, gir cennetime!" (Fecr: 27-30)

Bu hitap ona hem vefat ânında hem de kıyamet gününde söylenir.

Allah-u Teâlâ onların nail olacakları mükâfatlara işaret ederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

Onlar ki iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir!" (R'ad: 29)

 

Allah-u Teâlâ'nın Kulunu Anması:

Zikrullah taatlerin efdalidir. Çünkü zikrin sevabı Allah-u Teâlâ'nın kulunu zikretmesidir.

Âyet-i kerime'sinde:

"Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim." buyuruyor. (Bakara: 152)

Bu Âyet-i kerime'ye bir çok mânâlar verilmiştir.

Şöyle ki;

Bana itaat ederek siz beni zikrediniz, ben de sizi rahmetimle mağfiretimle zikredeyim.

Siz beni duâ ile zikrediniz, ben de isteklerinizi size vererek sizi zikredeyim.

Siz beni övgü ile zikrediniz, ben de sizi övgü ile nimetlerle zikredeyim.

Siz beni ihlâs ile zikrediniz, ben de sizi halâsla, kurutuluşla zikredeyim.

Siz beni dünyada zikrediniz, ben de sizi ahirette zikredeyim.

Siz beni refahınız rahatınız zamanında zikrediniz, ben de sizi belâ ve musibete uğradığınız zaman zikredeyim.

Siz beni ibadetle zikrediniz, ben de sizi yardımımla, inayetimle zikredeyim.

Siz beni yolumda cihadla zikrediniz, ben de sizi hidayetimle zikredeyim.

Siz benim ulûhiyetimi kabul ederek zikrediniz, ben de sizi kulluğa kabul ile zikredeyim.

Her ibadetin belli bir şartı olduğu halde, zikrullah için hiçbir şart yoktur. Ayakta, oturarak, yatarak bile zikretmek câizdir. Abdestli olmak efdal olduğu halde, abdestsiz olarak da yapılabilir.

 

Zikrullah'ı Teşvik:

Zikrullah ibâdetlerin en kolayı ve fakat en faziletlisidir. Böylesine faziletli ve yüce olunca, elbetteki zikredenler de insanların en yücesi olur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri diğer bir çok Âyet-i kerime'lerinde zikrullahı teşvik buyurarak, zikrullahla meşgul olanları meth-ü senâ etmiştir:

"Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alış-veriş zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz.

Onlar gönüllerin ve gözlerin halden hâle döneceği günden korkarlar." (Nûr: 37)

Şurası unutulmamalıdır ki, ahiret kazancı ve ahiret zenginliği dünyadan çok daha hayırlıdır. Dünya kazançlarının faydaları ömürle sona erer. Dünyada kazanıp ahirette iflâs etmek akıl kârı değildir.

"Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer." (Enfâl: 2)

Gönüllerini rahmet ümidi ve muhabbet heyecanı kaplar, muhabbetle karışık bir korku sarar. Allah-u Teâlâ'nın izzet ve celâlinden, kahır ve galebesinden dolayı korkuya kapılarak ürperir.

"Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah'ı zikrederler." (Âl-i imrân: 191)

Bu üç hal insanın bütün hallerini içine alır. Onlar her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar, kâlpleri zikrullahtan başka bir şey ile itminan zevkini bulamadığı için zikrullahtan gaflet etmezler.

"Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlara, Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 35)

O mükâfatın dünyada iken tasavvuru mümkün değildir.

"Takvâya erenler, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca Allah'ı zikrederler. Bir de bakarsın ki onlar gerçeği görüp bilmişlerdir bile." (A'râf: 201)

Kendi hatalarının nerede olduğunu ve şeytanın hilesinin nereden geldiğini görürler ve hemen yanlıştan sakınırlar. Böylelikle Allah-u Teâlâ tarafından kendisine ihsan edilen basiretleri daha da artmış olur.

"Onlar bir kötülük yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler." (Âl-i imrân: 135)

Allah-u Teâlâ'nın azametini ve kendisine isyan edenlere hazırladığı azabı hatırlar, günahtan uzak dururlar. Yaptıklarına pişman olup, affedilmelerini dilerler, günahlarını kapatacak iyiliklere koşuşurlar.

 

Musa Aleyhisselâm'a Zikrullah Emri:

Musa Aleyhisselâm Firavun'a Hakk ve hakikatı tebliğ etmek için Allah'u Teâlâ'dan emir aldığı zaman, kardeşi Harun Aleyhisselâm'ı kendisine yardımcı vermesini niyaz etmişti.

Daha sonra Musâ Aleyhisselâm'ın şöyle söylediği Âyet-i kerime'de beyan buyurulmaktadır:

"Ki seni daha çok tesbih edelim ve seni daha çok zikredelim." (Tâhâ: 33-34)

Allah-u Teâlâ duâsını kabul ederek şöyle buyurdu:

"Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin, beni zikrimde gevşek davranmayın." (Tâhâ: 42)

Çünkü Allah-u Teâlâ'nın celâl ve azametini zikreden kimse her şeyi hafif görür, O'ndan başka hiçbir şeyden korkmaz.

 

Zekeriyâ Aleyhisselâm'a Zikrullah Emri:

Yahya Aleyhisselâm'ın doğumu ile ilgili olarak Zekeriyâ Aleyhisselâm'ın istemiş olduğu işaret kendisine verilmiş, insanlarla konuşmaya muktedir olamamıştı.

Bu halde iken Allah-u Teâlâ zikrullahla meşgul olmasını, şükrünü ve tesbihini çoğaltmasını emrederek şöyle buyurdu:

"Rabb'ini çok zikret, akşam sabah O'nu tesbih et!" (Âl-i imrân: 41)

Üç gün zarfında, işaretle olanın dışında hiç kimse ile görüşüp konuşmadan; devamlı zikrullahla, tesbih, tehlil ve ibadetle meşgul oldu. Her şeyden alâkasını keserek, huzur-u kâlp ile Allah-u Teâlâ'ya yöneldi.

 

Zikrullah'tan Kaçanlar ve Karşı Çıkanlar:

Zikrullahla hayat bulanlar Kur'an-ı kerim'de övülürken, diğer taraftan zikrullahı sevmeyenler ve karşı çıkanlar Âyet-i kerime'lerde zemmedilmektedir:

"Allah ortaksız olarak zikredildiği zaman ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar. O'ndan başkaları anıldığı zaman ise, hemen yüzleri güler." (Zümer: 45)

Bu tiksinti ve nefretin sebebi, Allah-u Teâlâ'yı ve ahiret gününü inkâr etmelerinden dolayıdır.

Onların kalbi kâlp olmaktan çıkmıştır. Vicdanları da vicdan olma hususiyetini yitirmiş, çürümüş ve bozulmuştur.

"Gönülleri ise bomboştur." (İbrahim: 43)

Âyet-i kerime'sinde işaret buyurulduğu üzere, gönülleri boş hevâ ve heveslere kapılmış kalmış.

"Şeytan onlara galebe çaldı ve zikrullahı onlara unutturdu. İşte onlar şeytandan yana olanlardır." (Mücâdele: 19)

Şeytan onların kâlplerini öyle bir istilâ etmiştir ki, onlara zikrullahı unutturmuştur. İşte şeytan, hâkimiyeti altına aldığı kimselere böyle yapar.

"Kalpleri Allah'ı zikretmeye kaskatı olan kimselere ise yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler." (Zümer: 22)

İşte o kâlpleri katılaşmış kimseler, açık bir şekilde Hakk'tan uzaktırlar. Kâlpleri yumuşamaz, korkmazlar, anlamazlar farkına varmazlar.

"Kim Rabb'inin zikrinden yüz çevirirse, Rabb'i onu gittikçe artan bir azaba uğratır." (Cin: 17)

Öyle bir azapla muazzeb olunurlar ki, o azapla hiçbir zaman rahat görmezler. Şiddetli azapları artar durur.

"Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme." (Kehf: 28)

Onlar iradelerini iyiye, doğruya ve güzele sarfetmedikleri için, Allah-u Teâlâ kâlplerini zikrullahtan gafil kılmış, şeytanın vesveselerine terketmiştir.

"Bizim zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir." (Necm: 29)

Ümmet-i Muhammed'e bu bir emirdir. Zikrullahtan kaçınan kimselerden kaçınmak lâzımdır. Onlar ezelî istidatlarını kaybetmişlerdir.

"Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar." (En'âm: 91)

 

Sıkıntılı Hayat:

Allah-u Teâlâ'nın zikrinden yüz çeviren, Rabb'i ile râbıtasını koparan kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir." (Tâhâ: 124)

Bu gibi kimseler her ne kadar bolluk içinde olsa da, müreffeh bir hayat yaşıyor görünse de, onun hayatı sıkıntılarla, şüphelerle ve darlıklarla doludur. Onun iç huzuru ve gönül ferahı yoktur. Kararsızlıklar ve dengesizlikler içinde bocalar durur.

 

Muhabbetullah'ın Alâmeti:

Allah-u Teâlâ'nın bir kulunu sevmesi, muhakkak ki o kulun zikrullahı sevmesi ve iştigal etmesi ile kaimdir. Etmeyenlerin ise cezalandırılacakları vaad ve vaîdinin bir neticesidir.

"Allah-u Teâlâ'ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir." (C. Sağir)

Hadis-i şerif'i ile Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zikrullahı sevmeyenleri Allah-u Teâlâ'nın sevmediğini ve buğzettiğini beyan buyuruyor.

Cenâb-ı Hakk Hazretleri ise Kur'an-ı kerim'inde:

"Allah'ı unuttuklarından dolayı Allah'ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın, onlar fâsıkların ta kendileridir." (Haşr: 19)

Âyet-i kerime'si mucibince, zikir ve fikirden gafil olan müminleri fâsık kelimesi ile tabir buyuruyor.

Müminler bunlara benzememelidirler.

Musâ Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'ya hitaben "Yâ Rabb'i! Ben istiyorum ki kullarından kimi sevdiğini bileyim de, ben de onu seveyim." dedi.

Allah-u Teâlâ buyurdu ki:

"Beni çok zikreden kulumu gördüğün zaman bil ki ben onu severim. Beni zikretmeyenleri de gördüğün zaman anla ki ben ona buğzederim. (Tirmizî)

 

Münâfıklar ve Zikrullah:

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında ise Âyet-i kerime'sinde:

"Onlar Allah'ı pek az zikrederler." buyurmuştur. (Nisâ: 142)

Allah-u Teâlâ:

"Onlar Allah'ı unuttu, Allah da onları unuttu." (Tevbe: 67)

Âyet-i kerime'si ile münâfıklar Allah'ın zikrinden gâfil oldukları için, onları lütuf ve ihsanlarından mahrum bıraktığını beyan buyurmaktadır.

Bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Bir kimse Allah'ı çok zikretmezse imandan uzaklaşır."

 

Hadis-i Şerif'ler:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insan hayatının her safhası için müstesnâ bir numunedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Andolsun ki Resulullah sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı arzu edenler ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir numunedir." buyuruyor. (Ahzâb: 21)

Allah-u Teâlâ'yı çok çok zikreden müminler, böyle bir zikr-i kesirle Resulullah Aleyhisselâm'a uymuş ve onu kendilerine numune edinmiş olurlar.

O Resulullah Aleyhisselâm ki zikrullahın fazilet ve meziyetini Hadis-i şerif'lerinde şöyle beyan buyurmaktadır:

"Amellerinizin en hayırlısını, Melik'inizin katında en temizini, derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infâk etmenizden daha hayırlı, düşmanlarınızla karşılaşıp boyunlarını vurmanız ve onların da sizin boynunuzu vurup şehit etmelerinden daha hayırlı olan bir işi haber vereyim mi?"

"Evet yâ Resulellah!"

"Allah-u Teâlâ'yı zikretmektir." (Tirmizî)

"Yâ Resulellah! Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha üstündür?"

"Allah'ı çok zikredenler!"

"Yâ Resulellah! Allah yolundaki gaziden de mi?"

"Kırılıncaya ve kana boyanıncaya kadar kılıcını kâfirlere ve müşriklere çalsa da, Allah'ı çok zikredenler derece bakımından ondan daha üstündür." (Tirmizî)

Bir kimse "Yâ Resulellah! Hangi cihadın ecri daha büyüktür?" diye sordu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Allah-u Teâlâ'yı en çok zikredenlerinki." buyurdu.

Bundan sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hepsine aynı cevabı verdi.

Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-e "Hayırların hepsini Allah-u Teâlâ'yı zikredenler alıp gitti." dedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de "Evet" buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)

"Yâ Resulellah İslâmî hükümler çoğaldı. Bana sımsıkı sarılacağım bir şey haber ver!"

"Dilin, Allah-u Teâlâ'nın zikriyle devamlı ıslak bulunsun." (Tirmizî)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Müferridler yarışı kazandılar!"

"Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?"

"Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ'nın zikrine bütün benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar.

Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler." (Hâkim)

Dönüşü olmayan bir günde hafif olmak, hiç şüphesiz ki bahtiyarlıkların en büyüğüdür.

"Kim ki sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra oturup, güneş doğuncaya kadar Allah-u Teâlâ'yı zikrederse, sonra da iki rekât namaz kılarsa, kendisi tam bir hacc, tam bir umre sevabı gibi sevap kazanır." (Tirmizî)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazını kılınca namazgâhında güneş doğuncaya kadar otururlardı.

"Çok zikreden kimseyi Cenâb-ı Allah sever." (C. Sağir)

Hâlik'ın mahlûkunu sevmesinin fevkinde bir güzellik düşünülemez.

"Kıyamet gününde Allah katında en faziletli kul, dünyada iken Allah-u Teâlâ'yı çok zikretmiş olandır." (C. Sağir)

Allah-u Teâlâ her şey için bir sebep yaratmıştır. Muhabbetullah'ın husulune sebep de zikrullahtır. O'nun sevgisine nâil olmak isteyenler zikrullaha devam etmelidirler.

"Muhabbetin çokluğundan dolayı Cenâb-ı Allah'ı kalbinden çıkarmayan kimse nifaktan kurtulur." (C. Sağir)

Tahkikî imana kavuşur, Allah-u Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanır.

"Allah-u Teâlâ'yı çok zikretmekle o derece mest olunuz ki, münâfıklar sizi mecnun zannetsinler." (C. Sağir)

Nitekim günümüzde bu gibi kimseler hor görülmektedirler.

"Şüphesiz ki her şeye cilâ verecek bir âlet var, kalbin cilâsı ise zikrullahtır.

Azaptan kurtulmak için zikrullah gibi birşey olamaz. Meğer ki kılıcın kırılıncaya kadar Allah yolunda muharebe etsen dahi." (C. Sağir)

Savaşta ölen şehid olur, Allah katında büyük bir mertebeye erer. Nefsine mağlup olan bir kimse ise ahirette büyük azaplarla karşılaşır. Bunun içindir ki nefis terbiyesinde büyük bir âmil olan zikrullahın fazileti bu kadar büyüktür.

"Zikir, farz olmayan oruçtan efdaldir." (Münâvî)

Hâlik ile mahlûk arasında daimi bir irtibat sağlar, kalbi Mevlâ'ya döndürür.

"Zikir sadakadan efdaldir." (Münâvî)

Sadakaya riyâ karışırsa sevabını giderebilir. Zikrullah ise riyâdan uzaktır, hiç kimse bilmez.

"Şeytan insanoğlunun kalbine nüfuz etmek için istilâ eder. Lâkin kalp, Cenâb-ı Allah'ı zikredince ümitsiz olarak geri çekilir. Unutursa istilâ eder." (Nevadir-ül usûl)

Zikrullah şeytanı uzaklaştırır, Allah-u Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazandırır.

"Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah-u Teâlâ'yı zikredince çekilir, gaflet edince vesvese verir." (Buhârî)

Kişinin ebedî hayatına kastetmiş olan şeytanın vesvesesinden kurtulmak ne büyük muvaffakiyettir.

"Rabb'ini zikredenlerle etmeyenlerin misali, diri ve ölü gibidir." (Buhârî)

Zikrullah ile mânevî gıdasını alan ruhlar dirilir, alamayan ruhlar ölür. Zikrullah, ruhun hayatı için, balığın suya duyduğu ihtiyaç gibidir.

"İçerisinde Allah zikredilen ev ile zikredilmeyen evin misali, diri ile ölü gibidir." (Buhârî)

İhlâsla zikrullaha devam edenler bütün bu faziletlere erdikleri gibi, zikrullah yapılan mahaller de bu faziletten nasiplerini almaktadırlar.

"Zikrin ekmeli hafi (gizli) ve rızkın efdali ise yetecek kadar olandır." (Münâvî)

Kalp dile uyup, zikrullah dilden kalbe inerse kalbin zikri olur, el kârda gönül yarda olur.

"Zikrin efdali 'Lâ ilâhe illâllah', duânın efdali ise 'Elhamdülillah'tır." (İbn-i Mâce)

"Lâ ilâhe illâllah" Kelime-i ülyâ'dır, İslâm'ın mihveridir, diğer rükünlerin üzerine oturduğu kaidedir.

 

Zikrullah İçin Teşkil Edilen Halkalar:

İcrâ-yı zikrullah için teşkil edilen halkaların fazileti hakkında da bir çok Hadis-i şerif'ler mevcuttur.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ'nın yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan melekleri vardır. Onlar Azîz ve Celîl olan Allah'ı zikreden bir topluluğu bulunca 'Aradığınız buradadır.' diye birbirlerini çağırırlar. Hepsi orada toplanıp onları dünyâ semâsına kadar kanatları ile çepeçevre kuşatırlar. Cenâb-ı Hakk onların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde sorar:

–Kullarım ne söylüyor?

–Seni tesbih edip zikrediyorlar. Tekbir getirip hamd ve senâ ediyorlar.

–Onlar beni gördüler mi?

–Hayır, vallahi seni görmediler!

–Beni görecek olurlarsa ne yaparlar.

–Sana daha çok ibadet eder, daha çok hamd ve senâda bulunurlar, daha çok tesbih ederler.

–Kullarım benden ne diliyorlar.

–Cenneti istiyorlar.

–Onlar cenneti gördüler mi?

–Hayır, vallahi görmediler!

–Görecek olurlarsa ne yaparlar?

–Cennete karşı daha düşkün, onu istekte daha kuvvetli ve ona rağbetleri daha büyük olurdu.

–Peki neden korkup bana sığınıyorlar?

–Cehennem ateşinden.

–Onu gördüler mi?

–Hayır, vallahi görmediler!

–Ya görselerdi?

–Ondan daha çok kaçar, daha çok korkarlardı.

–O halde sizler şahid olun ki, ben bu zikir meclisinde bulunanları mağfiret ettim.

Bunun üzerine meleklerden birisi der ki:

–Onların içindeki falan kimse onlardan değildir. O zikir için değil, şahsi bir iş için gelmişti.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

–Onlar öyle kâmil kimselerdir ki; onların meclisinde bulunan şâki olmaz sevaptan mahrum kalmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2161)

Hadis-i şerif'ten anlaşıldığına göre;

Allah-u Teâlâ'yı zikretmek için bir araya gelmek çok faziletlidir. Zikrullah için toplanan sulehanın arasına katılan kimseler, aslında zikrullah için gelmemiş olsalar bile, aynen diğerleri gibi Allah-u Teâlâ'nın lütfedeceği her türlü lütuflardan istifade ederler.

Melekler zikrullah için toplanan kimseleri çok sevmekte, onlara yakından ilgi göstermektedirler.

"Cennet bahçesine uğradığınız zaman meyvelerinden yiyiniz.

Yâ Resulellah! Cennet bahçesinden murad nedir?

Zikrullah için teşkil edilen halkadır." (C. Sağir)

Zikrullah için toplanmanın faziletine Hadis-i şerif'te dikkat çekilmekte ve buna teşvik edilmektedir.

Zikrullah İslâm'ın ruhu olan uhuvvet ve kaynaşmayı temin eder.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ashâb'ından halka kurmuş bir cemaatin yanına geldi. "Niçin oturuyorsunuz?" diye sordu. Onlar da 'Bizi İslâm'a hidayet etmesinden ve bize bunu ihsân buyurmasından dolayı, Allah'ı zikir ve O'na hamd-ü senâ etmek için oturmuş bulunuyoruz.' dediler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Sırf bu sebeple mi oturdunuz?" diye yemin verdi. 'Evet' dediler, 'Vallahi biz ancak zikir için oturduk.'

Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:

"Ben size inanmadığım için yemin vermedim. Lâkin bana Cebrail Aleyhisselâm geldi ve Allah'ın sizlerle meleklerine iftihar ettiğini haber verdiği için yemin vererek sordum." (Müslim: 2701)

Ashâb-ı kiram'dan Şeddad bin Evs -radiyallahu anh- ile Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber bulunuyorduk.

"Aranızda garip yani ehl-i kitap var mı?" diye sordu.

"Hayır" dedik. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti ve "Lâ ilâhe illâllah deyiniz." buyurdu.

Bir saat kadar birlikte "Lâ ilâhe illâllah" dedik.

Resulullah Aleyhisselâm sonra da:

"Allah'a hamdolsun, sen beni kelime-i Tevhid'le gönderdin ve beni bununla memur kıldın. Cenneti de bana bunun üzerine vaad ettin, şüphesiz ki sen vâdinden dönmezsin." diyerek duâ etti ve buyurdu ki:

"Müjdeler olsun, Allah Azze ve Celle sizi mağfiret etti." (Ahmed bin Hanbel)

"Hiçbir topluluk zikrullah için toplanıp dağılmadı ki, zikirlerine sebep, Cenâb-ı Hakk tarafından af ve mağfiret ile müjdelenmesin." (C. Sağir)

Zikrullah Allah-u Teâlâ'ya kurbiyeti sağlar, af ve mağfiret kapılarının en büyüğü o sayede açılır.

"Sırf Allah'ı zikretmek için bir mecliste oturanları melekler halka çevirerek kuşatırlar, ilâhî rahmet onları kaplar, üzerlerine sekinet ve vekar iner.

Allah-u Teâlâ, katında bulunanlara onlardan bahseder." (Müslim)

 

TEHLİL VE TEKBİR

"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur." (Muhammed: 19)

 

Tevhid:

İslâm dininin tevhid akidesini hülâsa eden "Lâ ilâhe illâllah" zikr-i şerif'ini söylemeye tehlil, "Allah-u Ekber" lâfzâ-i celîlini söylemeye de tekbir denir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur." (Muhammed: 19)

Tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mabud yoktur, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır.

Allah-u Teâlâ'yı her türlü noksan sıfatlardan tesbih etmenin, tehlil ve tekbir getirmenin çok büyük önemi vardır.

Yüseyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Size tesbih, tehlil, takdis ve tekbir çekmenizi tavsiye ederim." buyurmuşlardır. (Tirmizî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Zikrin efdali 'Lâ ilâhe illâllah', duânın efdali ise 'Elhamdülillah'tır." (İbn-i Mâce)

"Bir kimse hulûs-i kalp ile Lâ ilâhe illâllah derse cennete dahil olur." (Tirmizî)

"Sizinle Lâ ilâhe illâllah arasında perdeler gerilmezden (diliniz tutulmazdan) evvel bu mübarek kelimeyi çokça söyleyiniz.

Çünkü tevhid kelimesi budur, ihlâs kelimesi budur, takvâ kelimesi budur ve kelime-i tayyibe budur.

Hakk'ın davetidir bu kelime... Hakk'ın kopmaz kulpudur, yapışılacak en sağlam halkadır bu kelime... Ve aynı zamanda cennetin bedelidir bu kelime..." (Hâkim)

Allah-u Teâlâ her cihetten tektir, vâhid sıfatı ile muttasıftır. İlâhlıkta tektir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır." (Bakara: 163)

Fakat insanların kendi uydurdukları bâtıl ilâh çoktur. Bunun içindir ki bir mümin "Lâ ilâhe illâllah" dediği zaman; onların hak olmadıklarını, ancak hak mâbud olarak Allah'ın var olduğunu ispat ve tasdik etmiş oluyor.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (Tûr: 43)

Allah-u Teâlâ müşriklerin söylediklerinden, iftiralarından ve şirk koşmalarından kerim zâtını tenzih etmektedir.

Allah-u Teâlâ'nın birliğini "İhlâs" sûre-i şerif'i en güzel ve en kâmil bir mânâda beyan etmektedir. "Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, zât-ı ilâhîye ait has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve tektir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, O'nun zatından başka her şey helâk olucudur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz." (Kasas: 88)

Kimin haddinedir ki bu hükme boyun eğmesin!

Sıfatlarında da birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişaneleri vardır. O nişanelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhî sıfatları sezilir ve iman edilir. Fiillerinde birdir, yaratmakta, yarattıklarını idare etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur. İsimlerinde birdir, Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakikî mânâsıyla benzeri yoktur.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah o Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, en güzel isimler O'nundur." (Tâhâ: 8)

Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi, sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur.

Âyet-i kerime'de:

"En yüce vasıflar Allah'ındır." buyuruluyor. (Nahl: 60)

İradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etti, yoksa ihtiyacı için değil. O Samed'dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Allah öyle bir Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Teğabün: 13)

Allah-u Teâlâ şerefi en üstün olan Şerif'tir, azameti en yüce olan Azîm'dir, hilmi en mükemmel olan Halîm'dir, ilmi en mükemmel olan Âlim'dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.

Zaman kendisini hudutlandıramadığı gibi, mekân da kendisini ihata edemez. O'nun mekânı yoktur, bütün mekânlar O'nda mekândır. Her yerde hazır, kullarının her hâline nazırdır.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sizin ilâhınız kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır." (Tâhâ: 98)

Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"O evveldir, O âhirdir, O zâhirdir, O bâtındır." (Hadîd: 3)

Cemal ve Kemal sıfatlarında daim, noksan ve zeval vasıflarından münezzehtir.

Her kemâl kendisinden geldiği için, kemâlini artırmaya ihtiyacı yoktur. En güzel isimler O'nundur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız çağırın, en güzel isimler O'nundur." (İsrâ: 110)

O'nun bütün isimleri güzeldir, bütün güzel isimler yalnız O'na âittir.

İşlerinde hikmet, hükümlerinde adalet sahibidir. Her emrini yürütür, hükmünde galiptir. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Varlığına şâhid yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa, O'nunla var olmuştur. Bütün varlıklar O'nunla kaimdir.

Kuvvet ve kudret O'nundur. Ululuk ve azamet O'nundur. Kahr ve galebe O'nundur. Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter.

Âyet-i kerime'sinde:

"Resul'üm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım." buyuruyor. (Bakara: 186)

O bize bizden yakın, fakat mahlûk olduğumuz için bizim O'nun "Ehadiyet" haline dair hiçbir bilgimiz yoktur. Kendisini ancak kendisi bilir.

 

Âyet-i Kerime'ler:

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Şüphesiz ki ben Allah'ım, benden başka ilâh yoktur, öyle ise bana kulluk et!" (Tâhâ: 14)

Müslümanın ilk görevi, O'nun kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, tek ve ortaksız Allah olduğunu bilmesidir.

"Allah kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiştir. Melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri de O'ndan başka ilâh olmadığına şahitlik ettiler. O Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Âl-i imrân: 18)

Allah-u Teâlâ'nın kendisinden başka ilâh olmadığına şahidlik etmesi; Kuran-ı kerim'de çeşitli delillerle vahdaniyetini haber vermesidir. Zira şahitlerin en doğrusu ve en adaletlisi O'dur. O'nun şehadeti en büyük şehadettir. Önce zât-ı kibriyası ile başlıyor, sonra kendi şehâdetine melekleri ve üçüncü olarak da ilim sahiplerini katıyor.

Meleklerin şehâdeti ikrardır. İlim sahiplerinin şehâdeti ise tasdik etmek, teslim olmaktır.

"Allah o Allah'tır ki, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ezelî ve ebedî hayat ile bakidir. Zât ve kemal sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O'nunla kâimdir." (Bakara: 255)

Uluhiyet ve ubudiyet yalnız O'na mahsustur. Her cihetten tektir. Varlığına şahid yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O'nunla var olmuştur.

O zâtı ile hayattadır, yarattıkları ise O'nun hayat vermesi ile O'nun kudreti ile yaşamaktadırlar. Her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durmak için sebepler ihsan buyurmuştur.

Her şey Hakk ile kaimdir.

"O'ndan başka ilâh yoktur. O diriltir, O öldürür. Sizin de Rabb'iniz, önceki atalarınızın da Rabb'idir." (Duhan: 8)

Dilediğini hayata erdirir dilediğini hayattan mahrum bırakır. Bu ise vahdâniyetinin en büyük delilidir.

"O ezeli ve ebedî hayat ile bâkidir, O'ndan başka ilâh yoktur. O halde dinde ihlâs ve samimiyet erbabı olarak O'na duâ edin. Hamd âlemlerin Rabb'ine mahsustur." (Mümin: 65)

Kulluk edilmeye lâyık olan sadece O'dur ve sadece O'na kulluk edilmesi gerekir. Kulların en mühim vazifesi Hâlik-ı Azîmüşan'a hamd ve senâda bulunmaktır.

"İşte Rabb'iniz Allah budur. O her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl olup da döndürülüyorsunuz?" (Mümin: 62)

Rubûbiyet, ulûhiyet ve mâbudiyet ancak O'na mahsustur. O'na ibadet ve taati terk ederek başkalarına tapınmaya, itaat göstermeye nasıl cür'et ediyorsunuz?

"Allah öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Geleceğinde asla şüphe olmayan kıyamet gününde sizi mutlaka bir araya toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (Nisâ: 87)

Vaadlerinde ve azab tehditlerinde O'ndan daha doğru sözlü hiç kimse yoktur.

O halde bütün ilâhî beyanları tasdik etmek, bütün akıl sahiplerine teveccüh eden bir vazifedir.

"O doğunun da batının da Rabb'idir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O'nu vekil tut, O'nun himayesine sığın." (Müzzemmil: 9)

Her hususta O'nun irade ve gücü geçerlidir. Oysa O'nun hükmüne uymayan her fikir ve düşünce bâtıldır, geçersizdir.

"İşte Rabb'iniz Allah budur. Hükümranlık O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?" (Zümer: 6)

Akıllarınız nerededir?

Nasıl oluyor da O'na kulluk yapmayı bırakıyor, başkasına ibadete yöneliyorsunuz?

"Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, çok şerefli olan Arş'ın Rabb'idir." (Müminûn: 116)

Yaratmak, yok etmek, hayat vermek ve öldürmek suretiyle mülkünde tasarruf sahibidir. O'nun ne mukaddes zâtında ve ne de ulvî sıfatlarında ortağı ve benzeri bulunamaz.

"O öyle Allah'tır ki, kendisinden başka bir ilâh yoktur. Önünde de sonunda da hamd O'nundur. Hüküm de O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz?" (Kasas: 70)

Kıyamet gününde bütün mahlûkat sadece O'na dönecek; iman edenler o âlemde ilâhî lütuflara nâil olacaklar, iman etmeyenler ise lâyık oldukları cezâlara kavuşacaklardır.

"O öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Görülmeyeni de bilir, görüleni de bilir. O Rahman'dır, Rahim'dir." (Haşr: 22)

Kâinatın bilgisi O'ndadır. Ne yeryüzünde ne gökyüzünde, ne büyük ne küçük hiçbir şey O'nun için gizli ve saklı değildir.

Dünya ve ahiretin Rahman ve Rahîm'i O'dur, bu iki isim ancak O'na lâyıktır.

"İşte Rabb'iniz Allah budur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O her şeyi yaratır. Öyleyse O'na ibadet edin. O her şeye vekildir." (En'âm: 102)

Başkasının mabud olmaya, ibadet ve kulluk edilmeye hakkı yoktur, bu hak ancak O'nundur.

Her hususta ve her şeye karşı O'na tevekkül olunur. O her şey üzerine ve her şeye karşı vekildir.

"De ki: O benim Rabb'imdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O'na tevekkül ettim, dönüş de yalnız O'nadır." (Ra'd: 30)

Çünkü böylesine O'ndan başkası lâyık değildir.

 

Hadis-i Şerif'ler:

Tehlil okumanın faziletlerini beyan eden bir çok Hadis-i şerif'ler mevcuttur:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

Bir kimse günde yüz defa:

(Lâ ilâhe illâllâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü velehül-hamdü vehüve alâ külli şey'in kadîr)

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir, ortağı yoktur, mülk ve hamd O'na aittir. O her şeye kadirdir."

Derse o kimse için on köle dengi sevap olur, kendisine yüz sevap yazılır, yüz günahı da silinir. Bu, onun için o gün akşama erişinceye kadar şeytandan muhafaza olur. Onun yaptığından daha faziletli bir iş kimse yapamaz, meğer ki onun yaptığından fazla yapsın.

Ve bir kimse günde yüz defa:

(Sübhânellahi ve bihamdihi)

"Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim."

Derse, günahları deniz köpüğü kadar bile olsa bağışlanır." (Müslim)

Muğire bin Şûbe -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her farz namazdan sonra şöyle duâ buyururlardı:

(Lâ ilâhe illâllâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü velehül-hamdü vehüve alâ külli şey'in kadîr. Allahümme lâ mânia limâ e'tayte velâ mû'tiye limâ mena'te velâ yenfeu zel ceddi minkel-ceddü)

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir, ortağı yoktur, mülk ve hamd O'na âittir. O her şeye kâdirdir.

Ey Allah'ım! Senin verdiğini kimse alamaz, vermediğini de kimse veremez. Mal ve mülk sahibinin serveti, senin inâyetin olmadıkça ona fayda vermez." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 467)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ etmişlerdir:

(Lâilâhe illâllâhu vahdehû. Eazze cündehû. Venasara abdehû. Veğalebel-ahzâbü vahdehû. Felâ şey'e ba'dehu)

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir. Askerini aziz kılmış, kuluna yardım etmiş, hiziplere yalnız başına galebe çalmıştır.

O'ndan başka hiçbir şey yoktur." (Müslim)

Sa'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh-den rivâyete göre bir arabî Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek "Bana tekrar edip söyleyeceğim bir kelime öğret." dedi. Buyurdu ki:

(Lâilâhe illâllâhu vahdehû lâ şerîke leh, Allahu ekber kebîran vel-hamdü lillâhi kesîran, sübhânellâhi rabbil-âlemîne, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-azîzil-hakîm)

"Bir olan Allah'tan başka mabud-u bil'hakk yoktur, O'nun şeriki yoktur. Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah'a çok çok hamdolsun. Âlemlerin Rabb'i olan Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim.

Güç ve kuvvet ancak Aziz ve Hakîm olan Allah'a mahsustur." diye söyle.

Arabî "Bunlar Rabb'im içindir. Ya kendim için ne diyeceğim?" diye sorması üzerine de:

(Allahümmağfirlî verhamnî vehdinî verzuknî)

"Ey Allah'ım! Beni mağfiret et! Bana merhamet et, bana doğru yolu göster ve beni rızıklandır." diye duâ etmesini tavsiye etti. (Müslim)

Enes -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mescide girdi. Birisi namaz kılmış duâ ediyordu ve şöyle diyordu:

(Allahümme lâ ilâhe illâ entel-mennânu bedîas-semâvati vel-ardi zel-celâli vel-ikrâm)

"Ey Allah'ım! Allah'tan başka ilâh yoktur, ihsan ve ikramı bol olan sensin.

Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, ey celâl ve ikrâm sahibi!"

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

"Onun Allah'a ne ile duâ ettiğini biliyor musunuz? O Allah'a İsm-i âzam'ı ile duâ etti. Onunla duâ edildiği zaman Allah kabul buyurur, onunla istenildiği zaman şüphesiz ki verir." (Tirmizî)

Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz her namazın sonunda selâm verdiği vakit şöyle tehlil yapardı:

(Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerîke leh, Lehül-mülkü velehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh. Velâ na'büdü illâ iyyah. Lehün-ni'metü ve lehül-fazlu. Ve lehüs-senâül-hasen. Lâilâhe illâllahu muhlisine lehüd-dîne velev kerihel-kâfirûn.)

"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir, ortağı yoktur. Mülk de O'nundur, hamd de O'na âittir. O her şeye kadirdir.

Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur.

Allah'tan başka ilâh yoktur. Biz ancak ona ibadet ederiz.

Nimet O'nun, fazilet O'nun, güzel senâ da O'nundur.

Kâfirler istemese de dinde samimi olarak Allah'tan başka ilâh yoktur." (Müslim: 594)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- buyururlar ki:

"Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte namaz kılıyorduk. Cemaatten bir kimse âniden:

(Allahü ekber kebîran vel-hamdü lillâhi kesîran ve sübhânellâhi bükraten ve esıylen)

"Allah büyükte büyüktür, Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah'adır." dedi.

"Bu sözleri söyleyen kimdi?" diye sorduğunda "Ben yâ Resulellah!" dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "O sözler hoşuma gitti. Semâ kapıları onlara açıldı." buyurdu. (Müslim)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR