Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TARİHTEN SAYFALAR - Gregory Palamas'ın Orhan Gazi ve Osmanlı Türkmenleri İle İlgili Gözlemleri - Ömer Öngüt
Gregory Palamas'ın Orhan Gazi ve Osmanlı Türkmenleri İle İlgili Gözlemleri
TARİHTEN SAYFALAR
Hakan Yılmaz
1 Haziran 2011

 

Gregory Palamas'ın Orhan Gâzî ve Osmanlı Türkmenleri ile İlgili Gözlemleri

 

Osmanlı târihinin en az bilinen dönemi olarak kabul edilen "Kuruluş devri" hakkında kaynakların sınırlı ve az sayıda oluşu, bu dönemle ilgili her türlü târihî materyale, devrin tartışmalı meselelerini aydınlatacak birer delil teşkil etmesi sebebiyle büyük bir önem kazandırır. Hele ki bu bilimsel materyal, asrın herhangi bir görgü şâhidi tarafından kaleme alınmış yazılı bir metinse, târihî önemi ve kaynak değeri hiç şüphesiz diğerlerinden daha fazladır.

İşte kuruluş devri Osmanlı coğrafyasında hâkim olan dinî, toplumsal ve siyâsî anlayışın mâhiyetine ışık tutan mühim bir belge niteliğindeki bu çok önemli târihî kaynaklardan biri de, Orhan Gâzî'nin hükümdarlığının son yıllarına doğru Osmanlılar'a esir düşen Selânik başpiskoposu Gregory Palamas'ın, papaz David Disypatos'a gönderdiği bu coğrafyadaki izlenimlerini yansıtan mektupları ve "Dialexis" adını taşıyan, Orhan Gâzî'nin danışmanı ve saray ulemâsı ile yaptığı tartışmalara ilişkin notlarıdır.

Bu tartışma, Palamas'ın verdiği bilgileri doğrulayacak mühim tasvirler ve yeni bilgiler eşliğinde, Orhan Gâzî'nin Ermeni doktoru Taronites tarafından da kayıt altına alınmıştır.

 

Gregory Palamas
Osmanlılar'a Nasıl Esir Düştü?

Palamas'ın Bursa'daki esâret hayâtı, mektupları ve notları hakkında XIX. yüzyıl sonlarına dek henüz hiçbir şey bilinmiyordu. Bu konudaki târihî bulguların ortaya çıkışı,(1) berâberinde Orhan Gâzî'nin saray halkı, XIV. yüzyıl Osmanlı toplum hayâtı ve Osmanlılar'daki yerleşik "gazâ" anlayışına ışık tutan önemli bilgileri de, önemli bir târihî malzeme olarak araştırmacılara sunmuş oldu.

Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlı olan Bizanslılar arasında "Hesykhiast" akımının öncüsü olarak tanınan Gregory Palamas (1296-1359), kızını Orhan Gâzî ile evlendiren Bizans imparatoru Kantakuzenos'un, veliahtlık döneminde imparatorluk için taht kavgaları verdiği sırada en büyük destekçisi olmuş; Palamas doktrinini benimseyenlerin yardımıyla, o târihlerde Bizans'ın elinde bulunan Dimetoka'da tahta oturmuştu. Kantakuzenos yönetimi ele alınca Palamas ve adamlarının kendisine sağladığı bu büyük desteği unutmamış ve bu yardıma karşılık onu "Selânik metropoliti" unvânıyla ruhânî lider olarak atamıştı.

Kantakuzenos 1354 yılı sularında, iktidar mücâdelesi verdiği rakibi ile barış ve anlaşma arayışı içine girdiği zaman, Palamas'tan kendisine aracılık etmesini istemiş ve bu maksatla onu İstanbul'a dâvet etmişti. Ne var ki, depremden birkaç gün sonra Selânik'ten yola çıkan ve Marmara Denizi üzerinden İstanbul'a varmayı plânlayan Palamas'ın gemisi, Çanakkale Boğazı'nda çıkan şiddetli fırtına sebebiyle henüz yeni Osmanlı hâkimiyetine geçmiş olan Gelibolu limanına yanaştı ve Palamas burada yanındakilerle birlikte, Orhan Gâzî'ye bağlı Türkmenler tarafından esir alındı.

Lapseki-Biga-Bursa hattı üzerinden İznik'e götürülen Palamas, burada Orhan Gâzî'nin huzûruna çıkarıldı. Orhan Gâzî Palamas'ı karşısında görünce, o an yanında bulunan "Taronites" adlı Ermeni doktoruna: "Bu kimdir?" diye sordu. Taronites ona Palamas'ın hıristiyanların en meşhur din adamlarından biri olduğunu söyleyince, Orhan Gâzî mağrur bir edâ ile: "Benim de onunla tartışacak seviyede ilim-irfan sâhibi adamlarım var!" diyerek, hemen "xionai" (Ahî)'lerin çağırtılmasını ve iki tarafın karşılıklı tartışacağı bir ortamın hazırlanmasını emretti.(2)

 

Palamas'ın İznik'te
Balaban ve Ahîler'le Yaptığı Dinî Tartışma:

1354 yılı Mart ayında Osmanlılar'a esir düşen Gregory Palamas'ın, Orhan Gâzî'nin ve ahîlerin huzûruna çıkarılışı Temmuz ayı ortalarına rastlar. Palamas toplantıya öncülük eden kişinin adını belirtmez, yalnız Orhan'ın sarayındaki konum ve statüsünü göstermek için sürekli ondan "Tassiman" diye sözeder.(3) Palamas'ın metinlerini inceleyenler düz bir mantıkla bu terimi "İmam" şeklinde okusalar da, bunun o yıllarda yaygın şekilde kullanılan "Danişmend / danışman" olma olasılığı akla daha yatkındır. Bu noktada Taronites, Orhan Bey'in emri ve direktifiyle tartışmayı yöneten kişinin adının "Balaban" olduğunu açıkça belirterek bu meçhul şahsın kimliğini aydınlatır.

Palamas'ın ifâdesine göre Balaban, toplantıyı açmak üzre önce ona çok önemli bir soru yöneltmiş; o da inancını savunma ve haklı çıkarma gayretiyle kendince bu soruya cevap vermiştir:

"O (danışman) onların (müslümanların) bütün peygamberleri, İsa'yı ve dört kitabın Tanrı katından olduğunu kabul ettiklerini, birinin de Mesih'in İncil'i olduğunu söyleyerek söze başladı ve sonra şöyle dedi: 'Siz neden bizim Peygamber'imizi kabul etmiyor ve gökten ona indirilen Kitab'a inanmıyorsunuz?' Ben de şu cevabı verdim: 'Sizin de bizim de bir geleneğimiz var. …Şahidler olmadan hiçbir şey gerçek olarak kabul edilip benimsenemez. …Mesih alışılmadık çok büyük mucizeler başardı, ayrıca şahidlik edenler de olmuştu, Musa, diğer peygamberler ve onun kendisi. Tüm evrene Tanrı'nın bir kelimesi olduğu ve tüm evrene bir bâkireden tek başına doğacağı ilan edilmişti. Tüm evrende o tekti ve ölümsüz kalmak için cennete yükseldi. Biz o hakîmin geri dönüp yaşayacağını ve ölüyken yeniden hayat bulacağını umuyoruz. Ben bunu Türkler'in de söylediğini kabul ve itiraf ediyorum. İşte İsa'ya ve onun İncil'ine bu yüzden inanıyorum. Ancak, peygamberler tarafından Muhammed'le ilgili bir şey söylenmemiştir ve olağanüstü ya da bizi kendisine iman ettirecek bir şey de göstermemiştir. Biz ona ve ona indirilen kitaba bu yüzden inanmıyoruz.'"(4)

Başpiskopos bu sözleriyle çarpık zihniyetini ele vermiş ve "peygamberlere iman" noktasında tam bir samimiyetsizlik örneği sergilemişti. Çünkü o, kendi peygamberi ile ilgili mûcizelerin hiçbirine bizzat şâhid olmuş değildi, tümünü nakil yoluyla işitmiş ve gerçek olarak kabul etmişti. Muhammed Aleyhisselâm'ın, parmağıyla işâret ederek ayı ikiye yarması -ki bu büyük mûcize yalnız sahâbeler ve Mekke müşrikleri tara- fından değil, asrın Hint hükümdarı ve bâzı seyyahlar tarafından da gözlemlenip kaydedilmişti-,(5) mübârek parmaklarından sular fışkırması, batmak üzere olan güneşin zamânının uzatılması… gibi daha büyük mûcizeleri apaçık ortadayken, üstelik O'na indirilen Kitap kendi peygamberinin mûcizelerini de tasdik ederken, o bunları kabul etmek yerine görmezden gelmeyi tercih etmişti.

Balaban sorduğu ilk soru ile Palamas'a: "Biz sizin peygamberiniz de dâhil, geçmişteki tüm peygamberlere aynı sebep ve gerekçelere imân ederken, siz bizim Peygamber'imiz sözkonusu olunca, neden kendi Peygamber'inize gösterdiğiniz imânı ona gösteremiyorsunuz?" demek istemiş; Palamas ise yukarıda görüldüğü gibi, sefihliğinin ve anlayışsızlığının bir semeresi olarak, bu soruya kînini ve inkârını kusarak cevap vermişti.

Palamas'ın devamla Balaban'dan naklettiği şu sözler, kuruluş devri Osmanlı gâzîleri arasında hâkim olan fetih anlayışını ve Bizans'a düzenlenen akınların hangi amaçla yapıldığını bir cümlede özetlemektedir:

"Danışman (Danişmend/Tassiman) bu sözlerden rahatsızlık duydu, ama şöyle konuşarak kendini savundu: "İncil'lerin içinde Muhammed hakkında da söylenmiş şeyler vardı, ama siz bunları çıkarıp attınız ve bunun üzerine gördüğünüz gibi, bir zafer olarak o da doğunun en dip noktasından batıya kadar geldi!"(6)

Palamas güneş gibi aşikâr olan bu göz kamaştırıcı gerçeğe ne kadar gözlerini kapasa da, Orhan Gâzî'nin imamı İshak Fakih bu sözleriyle ona Allah-u Teâlâ'nın Âhir zaman Peygamber'i Muhammed Aleyhisselâm'a Kur'ân-ı Kerîm'inde: "Yeryüzüne sâlih kullarım vâris olacaktır."(7) Âyet-i kerîme'siyle vaadettiği müjdenin ayan-beyan gerçekleştiğini haber veriyordu.

Nitekim Palamas, Osmanlı coğrafyasında karşılaştığı ilk Türkmenler'le aralarında şöyle bir konuşmanın geçtiğini söyler:

"Bunlardan (Türkler'den) bazıları bana yaklaştı ve kendi tartışma zayıflığını telâfi etmek amacıyla tartışmaya başlayıp, bizim esâretimizin, dinimizin kökten eksikliğinin bir işâreti olduğunu öne sürdü. Çünkü Tanrı'nın sevmediği bu aşağılık ve saygısız insanlar, Tanrı kendilerini sevdiği için Roma'ya gâlip olduklarınndan dolayı övünç duyuyor; bu dünyada günah içinde yaşadığını ve bunun komuşlarına silâhlı baskın yapan kişiler için daha çok geçerli olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden Kostantin zamanına kadar, -gerçekte kimi sevdiğine Tanrı karar verir-, müşrikler neredeyse tüm dünyaya hükmet- mişler." (8)

Bir görgü tanığı olan Palamas'ın bu sözleri, ilk Osmanlılar'ı dinî bir gâye uğrunda değil, yağma ve çapul amacıyla savaşan kaba birer yörük gibi göstermeye çalışanları yalanlayan en çarpıcı örnektir. Buna göre kuruluş devrinde Bizans'a akınlar düzenleyen Osmanlılar, başından beri Roma'nın fethini dinî bir yükümlülük olarak görmüşler ve yaptıkları bu fütûhâtı, Allah'ın kendilerine tanıdığı büyük bir ayrıcalık ve O'nun sevgisinin bir tezâhürü olarak kabul etmişlerdi. Kuruluş'la başlayan bu süreç, ileride İstanbul'un fethiyle nihâî hedefine erişecektir.

Bundan sonra Palamas Balaban'a: "Bu doğrudur. Muhammed sancağıyla Akdeniz'in doğusundan, bir galip olarak ihtişamla büyüyüp geldi!" diyerek, İslâm'ın kuvvet ve kudretinin, izzet ve şevketinin inkâr edilemez yükselişini kabul etmiş gibi gözüktü; ancak tahrife uğramış olan kendi kitaplarının mevcut nüshalarında İsâ Aleyhisselâm'a atfedilen: "Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğlun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim!"(9) ve: "Lakin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün!"(10) gibi sözler hiç yokmuş gibi davranarak, Haçlı seferlerinde yaptıkları insanlık dışı katliamları ve vahşet manzaralarını unutarak, Muhammed Aleyhisselâm'ın dinini kılıç ve savaşla yaydığını, kendi dinlerinin ise "sevgi ve barış dini" (!) olduğunu öne sürdü.

Mantıkî hiçbir sebep ve gerekçeye dayanmayan bu inkâr karşısında, Balaban ve ulemânın yüzlerinde büyük bir öfke görüldü; ancak bu sert ve gergin ortam, Palamas'ın tavizkâr bir yaklaşım sergilemesi sonucu normale döndü:

"Oradaki hıristiyanlar, Türkler'in öfkesinin yükseldiğini anlamış olmalılar ki, bana bu konuşmayı terk etmem için bir işaret yaptılar. Ama ben yine de, yatıştırma amaçlı hafif bir gülümseyişle onlara şöyle dedim: 'Birbirimizle anlaşabilirsek, aynı inancı paylaşacağımızı umuyorum! Yeter ki anlatılmak istenilenin ne olduğu anlaşılmış olsun.' Bunun üzerine onlardan biri: 'Hepimizin (aynı şeyi) kabul edeceği bir zaman elbette gelecektir!' dedi."(11)

Çünkü Âhir zaman Peygamber'i onlara, İsâ Aleyhisselâm'ın bir gün âdil bir hakem olarak yeryüzüne inip "haçı kıracağını", domuzu öldüreceğini, "hâlis ve hakîki din olan İslâm'dan başka bir din kalmayacağını" ve bu sâyede aradaki kin ve düşmanlığın ortadan kalkacağını müjdelemişti.(12)

Bâzı araştırmacıların Orhan Gâzî-Palamas görüşmesini bir "hoşgörü" örneği gibi yansıtmaları basit bir spekülasyondan ve çarpıtmadan öteye geçmez. Palamas'ın esir alınış ve sonrasında Orhan Gâzî'nin huzûruna çıkarılış mâcerâsını, yukarıda kısa bir kesitini sunduğumuz sert ve keskin tartışmaları, neler olup bittiğini kendisi açıkça anlattığı hâlde aslî çizgisinden saptırmak isteyenler; tüm olup bitenleri, hıristiyanlığın temel öğretilerine karşı saygı ve sempati duyduğunu (!) iddiâ ettikleri Osmanlı tarafının bir "diyalog girişimi" olarak yansıtmak eğilimindedirler.

Palamas'ın yukarıdaki ifâdeleri, bu iddiâların siyâsî ve ideolojik amaçlı olduğunu anlamak için yeterlidir. Çünkü onun ve Orhan Gâzî'nin Ermeni doktoru Taronites'in anlattıkları bunun tam tersidir: Yukarıda kısaca değindiğimiz üzre; her şeyden önce Palamas, Osmanlı tarafının "esâret"i altındadır ve diğer esirlerle birlikte canını kurtar- mak için sığındığı Gelibolu (Kallipolis) limanındaki Türkler'in nezâretinde önce Lapseki'ye, ardından Biga (Pegai)'ye ve üç ay burada kaldıktan sonra Bursa (Proussa)'ya gitmek zorunda kalır. Bursa'da birkaç gün süren ikâmetini müteâkip İznik'e (Nicaeia) götürülen Palamas, yolculuklarının ikinci gününde Orhan Gâzî'nin torunu İsmâil'le karşılaşır; Gâzî Süleyman Paşa'nın oğlu olan İsmâil burada, hıristiyanlık öğretisinin saçma ve anlamsız olduğunu göstermek amacıyla onunla tartışır. Palamas'ın ifâdesine göre İsmâil, önce ona: "Muhammed Aleyhisselâm'ı niçin kabûl etmedikleri"ni sorar, sonra da "Bir ağaç parçası olan haça niçin kudsiyyet izâfe ettikleri"ni sorgular. Tabii Başpiskopos'un verdiği cevâbı mantıklı bulmaz ve: "Ama siz, Tanrı'nın bir oğlu olduğunu iddiâ ettiğinize göre, Tanrı'nın bir karısı var diyorsunuz!" demek sûretiyle, hıristiyanlığın asılsız "teslis" anlayışına karşı, sert ve keskin bir biçimde tavrını ortaya koyar.(13)

Gregory Palamas yukarıdaki sözleriyle, Balaban ve Orhan Gâzî ulemâsıyla aralarında sert ve keskin bir tartışma yaşandığını açıkça ortaya koymuştur. Ortada bunun aksi gösteren tek bir delil dahî olmadığı hâlde, metindekilere taban tabana zıt yönde fikir türetenlerin, bilim adamı görüntüsü altında kendi ideolojik çıkarlarına hizmet etmekten ve hiçbir târihî esâsa dayanmayan görüşlerini "târih"e mâletmekten başka bir amaçları yoktur.

 

(1) Palamas'ın, varlığı ancak XIX. yüyılın sonlarında keşfedilen notları ve nektupları, ilk olarak Anna Philippis-Braat tarafından "Travaux et Mémoires"te yayınlandı: "La captivite de Palamas chez les Turcs. Dossier et commentaire" (edition critique), a.g.d., 7/109-221, Paris, 1979. Onun bu çalışmasını 1993 yılında Hüsnü Demircan'ın, mevcut metinleri Türkçe'ye çevirmek sûretiyle hazırladığı "Orhan Gazi ve Gregory Palamas" adlı Yüksek Lisans Tezi tâkip etmiştir. Bk. Ankara Ünv. SBE, tez nr.: 406.

(2) Anna Philippis-Braat, "La captivite de Palamas chez les Turcs", s. 148 vd.

(3) Philippis-Braat, a.g.m., s. 154-161.

(4) Philippis-Braat, a.g.m., s. 154-156.

(5) Mizzî'nin nakline göre, bazı seyyahlar Hindistan'da, üzerinde: "Bu binâ ayın ikiye ayrıldığı gece yapılmıştır." yazısı olan bir bina gördüklerini söylemişlerdir. Krş. İbn-i Kesîr, "el-Bidâye ve'n- Nihâye", c. 3, s. 120. Beyrut, 1981. Ayın yarılması olayının Hintliler'ce bilindiğini gösteren deliller yalnız bununla sınırlı değildir. Resûlullah (s.a.v.)'in çağdaşı olan Chakravati Fermas Hindistan'da Malabar hükümdarı olduğu zaman, bir gece ayın yarılıp ikiye bölündüğünü görerek telâşa kapılmış; bunun sebebini merâk edip dikkatle araştırmış ve dedelerinin bıraktığı vasiyetnamede bu olayın, Son Peygamber'in bir mûcizesi olduğunu gösteren bir kayda rastlamıştır. Nihâyet Mekke'ye gelip kendi isteğiyle Müslüman olmuş ve Resûlullâh (s.a.v.) ona ülkesine dönüp İslâm'ı yaymasını emir buyurmuş; ancak o, dönerken yolda müzmin bir hastalığa yakalanarak Yemen'in Zafar şehrinde vefât etmiştir. "Hint hükümdarının mezarı" adıyla anılan kabri asırlar boyunca halk tarafından ziyaret edilegelmiştir. Krş. M. Hamîdullah, "İslâm Peygamberi", s. 701, bas.: İstanbul, 1980. Farklı kaynaklardan gelmesine rağmen her iki rivâyet de, ayın yarılması mûcizesinin Hindistan taraflarında görüldüğü noktasında birleşmektedir.

(6) Philippis-Braat, "La captivite…", s. 157.

(7) Kur'ân-ı Kerîm, Enbiyâ (21): 105.

(8) Philippis-Braat, "La captivite…", s. 140-143.

(9) Matta İncili, 10/34-35.

(10) Luka İncili, 19/27.

(11) Philippis-Braat, "La captivite…", s. 160-161.

(12) Buhârî, Buyû', 102.

(13) Philippis-Braat, "La captivite…", s. 146-147.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR