İki ordu artık tamamen birbirine girmişti. Kureyş'in kuvveti ve hücumu ile müslümanların imanı ve savunması arasında şiddetli bir boğuşma başladı. Ortalık toz dumana karıştı. Tozlar arasındaki kılıç parıltıları, bulutlar arasından çıkan şimşek gibi görünüyordu.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- der ki:
"Bedir günü savaş kızıştığı zaman Resulullah Aleyhisselâm'a sığınmıştık. O gün insanların en cesaretlisi ve en kahramanı o idi. Müşriklerin saflarına ondan daha yakın olan bir kimse yoktu."
Resulullah Aleyhisselâm mücâhidleri devamlı olarak savaşa, düşman karşısında sebata teşvik ediyor, hücum emirleri veriyordu:
"Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bugün Allah'ın rızâsını umarak, sabır ve sebat göstererek çarpışanları ve arkalarına dönmeden ilerlerken öldürülenleri, Allah muhakkak ki cennete koyacaktır. Haydi hamle ediniz!"
Ensâr'dan Umeyr bin Humam -radiyallahu anh- hurma yerken cennet müjdesini işitince: "Ne iyi, ne iyi!... Demek ki cennete girmek için şu heriflerin elinde ölmekten başka bir şey lâzım değilmiş!" dedi. Elindeki hurmaları yere attı, kılıcını sıyırdı. Şehâdetin faziletine dair beyitler okuyarak düşman safları arasına bir gidiş gitti ki, kaç tane müşrik devirdikten sonra nihayet kendisi de şehit oldu.
Avf bin Hâris -radiyallahu anh-: "Yâ Resulellah! Kulun Rabb'ini hoşnud eden ameli nedir?" diye sorduğunda:
"Allah yolunda bilekleri yoruluncaya kadar düşmana kılıç sallamaktır!" cevabını aldı.
Zırhını çıkarıp attı, şehit oluncaya kadar müşriklerle çarpıştı.
Çarpışma bütün hızıyla devam ederken, Resulullah Aleyhisselâm Cebrâil Aleyhisselâm'ın tavsiyesi ile yerden bir avuç kum aldı:"Yüzleri kara olsun!" diyerek müşriklere doğru attı. Saçılan bu ince kumdan gözüne kaçmayan, gözü ile meşgul olmayan bir kimse kalmadı, son derece sersemleştiler. Bundan sonra bozuldular, müminler de enselerine bindi. Bir yandan öldürüyorlar, bir yandan esir alıyorlardı. Savaş sona erince müslümanlardan: "Şöyle kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım!" diye ileri geri konuşanlar, yaptıkları ile övünenler oldu. Birisi:"Filân şahsı ben öldürdüm." derken, bir diğeri ise:"Hayır! Onu ben öldürdüm!" gibi iddiâlarda bulunmuştu.
Bu hadise üzerine nâzil olan Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onları siz öldürmediniz Allah öldürdü." (Enfâl: 17)
Yani siz iftihar edip övünüyorsunuz, fakat şunu iyi bilin ki, onları sırf kendi gücünüzle yenmediniz, onları siz değil Allah öldürdü.
"Attığın zaman sen atmadın Allah attı." (Enfâl: 17)
O attığı kum tanelerini hedefine isabet ettiren, gayesine erdiren, düşmanı hezimete uğratıp müslümanları galip getiren O idi.
Âyet-i kerime'nin devamında ve diğer Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah bunu, müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için yapmıştı, şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir." (Enfâl: 17)
"İşte bu güzel imtihan böyledir. Allah kâfirlerin düzenini bozup yok eder." (Enfâl: 18)
Müminlere ikram ve ihsanlarda bulunur, kâfirlerin plânlarını, tuzaklarını geçersiz kılar. Kötü maksatlarından dolayı onları böyle mağlubiyetlere ve hezimetlere daima uğratır.
Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- o gün iki elinde iki kılıç kullanarak çarpışmıştı.
Sa'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh- piyadeler arasında atlı gibi çarpışıyordu.
Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- atının üzerinde, tepeden tırnağa kadar zırha bürünmüş olan Ubeyde bin Saîd'le karşılaştı. Mızrağını gözüne saplayarak bir hamlede öldürdü.
Nevfel bin Huveylid müslümanlarla karşılaştığı zaman: "Bugün ululuk yücelik günüdür!" diye haykırmaya başlamıştı. Kureyş'in dağılmaya başladığı sıralarda Hazret-i Ali -radiyallahu anh- tarafından bacakları zırhı ile birlikte kesilerek öldürüldü. Resulullah Aleyhisselâm onun öldürüldüğünü duyunca:"Allah-u Ekber" diyerek tekbir getirmiş ve:"Allah onun hakkındaki duâmı kabul etti." buyurmuştur.
Âs bin Saîd arslan gibi toprakları yırtarken Hazret-i Ali -radiyallahu anh- tarafından bir daha kalkamayacak şekilde yere serildi.
Mahzum oğulları birçok kimselerin öldürüldüğünü görünce Ebu Cehil'in etrafını sararak koruma altına aldılar. O ise: "Anam beni bu gibi işler için doğurdu!" diyerek övünüp duruyordu. Yetmiş yaşlarında inatçı bir müşrikti.
Müslümanların en büyük düşmanı olduğu ve onu öldürmek bir şeref sayılacağı için, mücâhidlerin her biri onu bulup öldürmek istiyordu. Hatta Ebu Cehil zannıyla bazı kimseleri öldürmüşlerdi.
Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh- şöyle anlatır:
"Bedir günü harp dizisinde idim. Medine müslümanlarından sağımda ve solumda iki delikanlı vardı. Birinin adı Afra oğlu Muâz, diğerininki Âmir bin Cemuh oğlu Muâz idi. İçimden:'Keşke bu toylar arasında değil, tecrübeli yiğitler arasında olsaydım!' diye düşündüğüm sırada, onlardan biri beni eli ile dürterek:'Amca! Ebu Cehil'i tanır mısın?' dedi. 'Tanıyorum amma, niçin soruyorsun yeğenim?' dedim.
Genç 'O bizim peygamberimizle savaşmış, vallahi eğer eceli gelmişse canını almadan bırakmayacağım!' dedi.
Öteki genç de aynı şeyi söyledi. Hayret ettim. Az sonra düşmanlar içinde Ebu Cehil gözüme ilişti. Gençlere: 'İşte aradığınız şudur!' diye gösterdim. İkisi birden kartal gibi Ebu Cehil'in yanına süzüldüler ve kımıldayamayacak bir hale getirinceye kadar ona kılıç vurdular."
Daha sonra Resulullah Aleyhisselâm'a gelip hadiseyi anlattılar. "Onu hanginiz öldürdü?" buyurdu. İkisi birden: "Ben öldürdüm!" dediler. Resulullah Aleyhisselâm:"Kılıçlarınızı sildiniz mi?" buyurdu. "Silmedik." dediler. Kılıçlara baktı. "Evet ikiniz de öldürmüşsünüz, fakat onun üstünden çıkanlar Cemuh oğlu Muâz'ındır." buyurdu.
Savaş kazanıldıktan sonra Resulullah Aleyhisselâm: "Ebu Cehil ne yaptı, kim bakıp gelecek?" buyurdu. Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- derhal yerinden kalkıp Ebu Cehil'in yanına gitti. Afra hatunun iki oğlunun vurduğu kılıç yaraları ile düşmüş can çekişiyordu. "Ebu Cehil sen misin?"diyerek sakalını tutup çekti. Ebu Cehil:"Öldürdükleriniz içinde benden daha büyük kimse var mı? Bu ölüm bana ar değildir." dedi. Abdullah -radiyallahu anh- onun göğsüne oturdu. Ebu Cehil:"En yüksek yere çıktın!" dedi. Sonra başını kesip sakalından sürükleyerek Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına getirdi. Resulullah Aleyhisselâm Ebu Cehil'in başını görünce:"Hamd olsun o Allah'a ki kuluna yardım etti, dinini üstün kıldı." buyurdu. Onun hakkında ayrıca:"Bu ümmetin Firavunu idi." buyurmuştur.
Kureyşliler savaşa çıkmadan önce Kâbe'nin örtülerine tutunup: "Yâ Rabb'i! İki taraftan hayırlısına zafer ihsan et!" diye duâ etmişlerdi. Ebu Cehil ise: "Allah'ım! Haklı tarafa zafer ver, saldırgan tarafı da rezil et!" diye yalvarmış, Allah'tan zafer ve fetih istemişti.
Fakat ettikleri duâya kendi durumları uygun düşmüyordu. Bunun için sonuç kendi aleyhlerine ve müminlerin lehine tecelli etmişti.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ müşriklere hitaben şöyle buyuruyor:
"Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir." (Enfâl: 19)
Fethetmek isterlerken kendileri fetholundular, emelleri tersine döndü, hileleri başlarına geldi.
"Eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha iyidir." (Enfâl: 19)
Allah-u Teâlâ onları şirkten, küfürden, Allah ve Resul'üne karşı koymaktan çekinmeye, muhalefete son vermeye teşvik ediyor.
Bu teşvik ve korkutma ile birlikte:
"Yok, tekrar dönerseniz biz de döneriz." (Enfâl: 19)
Ona karşı savaşa ve mücadeleye dönerseniz, şu gördüğünüz fetih ve zaferi Resul'ümüze tekrar ihsan ederiz.
"Topluluğunuz çok da olsa, sizden hiçbir şeyi savamaz." (Enfâl: 19)
Kendilerinden yardım beklediğiniz cemaatiniz ve yardımcılarınız çok da olsa, hiçbir işe yaramaz, size hiçbir fayda vermez.
"Çünkü Allah müminlerle beraberdir." (Enfâl: 19)
Her zaman ve mekânda onlara yardım eder, fetihlere ve zaferlere nâil buyurur.