Bu mucizelerden birisi de Allah-u Teâlâ'nın müminlere meleklerden ordularla yardım etmesidir.
Bu hadise Kur'an-ı kerim'de şöyle haber verilmektedir:
"Hani siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz. Buna karşılık O, 'Ben sizi birbiri peşinden bin melekle destekleyip yardım edeceğim.' diyerek duânızı kabul etmişti." (Enfâl: 9)
Âyet-i kerime'de geçen "İstiğâse" hoşa gitmeyen bir durumdan kurtulmak için yardım isteğinde bulunmak demektir. Onlar artık savaştan başka bir çare kalmadığını görünce; zayıf olduklarını, düşmanlarının da kuvvetini bildikleri için imdat istediler. Allah-u Teâlâ da, her türlü imkân ve iradesini kullanan müminleri mânevî bir yardımla destekledi. Cebrâil ve Mikâil Aleyhimüsselâm'ın refakatinde bin melek indirerek, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin duâsına icâbet etti.
Allah-u Teâlâ dilediği takdirde bir tek melek dahi dünyanın altını üstüne getirmeye kâfi olduğu halde, bu kadar melâike göndermesinin hikmetine gelince:
"Allah bu yardımı sırf müjde olması ve onunla kalbinizin iyice yatışması için yapmıştı." (Enfâl: 10)
Allah-u Teâlâ onları zafere kavuşturmak istemiş, korkularını yüreklerinden silip atmış, heyecan ve telâşlarını teskin etmiş, verdiği müjde ile güven ve huzurlarını artırmıştır.
"Yardım ancak Allah katındandır." (Enfâl: 10)
Ne maddi sebeplerden, ne görünüşteki kuvvetlerden, ne de meleklerin inmesinden değildir. İnsanlara da meleklere de asıl yardım yapan O'dur. Bütün kuvvet ve etki O'na mahsustur. O dilerse zayıfları kuvvetlilere galip getirir. O istemeyince hiçbir kuvvetin hükmü olmaz.
"Çünkü Allah gerçekten çok güçlüdür, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 10)
Onun verdiği hükme karşı itiraz mümkün olmaz. Bütün irade ve tedbirlerinde büyük hikmetler vardır.
Sabır ve sebat ederek kendisine itimat edenleri Allah-u Teâlâ büyük yardımlara nâil buyuracağını Bedir'i numune göstererek Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki siz güçsüz olduğunuz bir durumda iken Bedir'de Allah size yardım etmişti. O halde Allah'tan korkun ki, şükretmiş olasınız." (Âl-i imrân: 123)
Onları muzaffer kılan bizâtihi Allah-u Teâlâ idi. Yoksa ne kendi güçleri ile, ne de karşı tarafın zaafından dolayı muzaffer olmuşlardı.
"O zaman sen müminlere: 'İndirilen üç bin melekle Rabb'inizin sizi takviye etmesi, size yetmez mi?' diyordun." (Âl-i imrân: 124)
Allah-u Teâlâ önce bin melâike ile yardım etmiş, sonra iki bin melâike daha göndermişti.
"Evet! Eğer siz sabreder ve Allah'tan korkarsanız, onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabb'iniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir." (Âl-i imrân: 125)
Nitekim Bedir mücâhidleri sabır ve sebat etmişler, melâike-i kiram da Cebrâil Aleyhisselâm'ın riyasetinde cihada bilfiil iştirak etmişlerdir.
Melâike-i kiram'ın müminlerin kalplerine sabır ve cesaret ilham ederek onların azimlerini kuvvetlendirmeleri, buna mukabil küffârın kalplerine korku salıp çarpışma güçlerini kırmaları, Allah-u Teâlâ'nın müminlere yardımından başka bir şey değildir.
Bu sebeple Allah-u Teâlâ daha sonraki Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurdu:
"Allah bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sâyede iyice yatışsın diye yaptı." (Âl-i imrân: 126)
Yoksa O, dilediği takdirde melekler olmaksızın ve onların savaşmasına gerek kalmaksızın da düşmanlarından intikam alabilir.
Nitekim bir başka Âyet-i kerime'sinde, müminlere Allah yolunda savaşmayı emrettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
"Eğer Allah dileseydi onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister." (Muhammed: 4)
Zira O, hiçbir şekilde yenik düşürülemeyen izzet ve kudret sahibidir.
"Yardım ancak, güçlü ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Âl-i imrân: 126)
Bundan sonra Allah-u Teâlâ cihad ve savaşı niçin meşru kıldığını, kullarına niçin zaferi vâdettiğini ve sonunda da zafer müyesser ettiğini belirtmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Allah kâfirlerden bir kısmını koparıp ayırsın veya onları perişan etsin de, bu sebeple onlar hüsrana uğrayarak geri dönüp gitmiş olsunlar." (Âl-i imrân: 127)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- der ki:
"Bedir'de ordunun ortasında bulunuyordum. Bir ara şiddetli bir rüzgâr esti, az sonra yine aynı ölçüde ikinci ve sonra üçüncü bir rüzgâr esti. Bu rüzgârın bir benzerini daha önce hiç görmemiştim.
Birinci rüzgâr, Cebrâil Aleyhisselâm'ın bin melekle gelip Resulullah Aleyhisselâm'ın yanında yer almasıydı. İkinci rüzgâr Mikâil Aleyhisselâm'ın bin melekle sağ kanatta, üçüncü rüzgâr da İsrafil Aleyhisselâm'ın bin melekle sol kanatta yer almasıydı."
Allah-u Teâlâ Peygamber'ine, dinine ve müminlere yardım için indirmiş olduğu meleklere, inananlara sebat vermelerini vahyetmiştir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Hani Rabb'in meleklere: 'Ben sizinleyim, haydi inananlara destek verin!' diye vahyetmişti." (Enfâl: 12)
Allah-u Teâlâ o gün müslümanları yalnız bırakmamış, onları Mele-i âlâ'dan destekleyerek şereflerine şeref katmıştır.
"Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım." (Enfâl: 12)
Bir savaş esnasında asker için korkudan daha beter hiçbir şey yoktur. Korku olduğunda, silâhın da, herhangi bir imkânın da pek faydası olmaz. Allah-u Teâlâ'nın kullarına yardımcı olması hususunda, bu silâhtan daha güçlü bir silâh yoktur. Çünkü O bunu düşmanlarının kalbine yerleştirir. Bu bakımdan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Bir aylık mesafeye kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmakla yardım olundum." buyurmuşlardır. (Buhârî)
"Artık siz de vurun boyunlarının üstüne!" (Enfâl: 12)
Kellelerini gövdelerinden ayırıp parçalayın!
"Doğrayın parmaklarını!" (Enfâl: 12)
Melekler o gün fiilen savaşmışlar, kendilerine emrolunanı gereği gibi yapmışlardı.
Râbî' bin Enes -radiyallahu anh- der ki;
"Bedir gününde insanlar meleklerin öldürdükleri ile kendilerinin öldürdüklerini boyunlar ve parmaklar üzerindeki darbelerden, ateşin yakıp dağladıktan sonra bıraktığı iz gibi bir alâmetten tanımakta idiler."
Bu korkunç azap, onların Allah ve Resul'üne isyan etmeleri sebebiyle başlarına gelmektedir.
"Çünkü onlar Allah'a ve Peygamber'ine karşı koydular." (Enfâl: 13)
Tağut'a taraftar oldular, bâtıl saflarında yer aldılar.
"Kim ki Allah'a ve Peygamber'ine karşı koyarsa, bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir." (Enfâl: 13)
Onların bu dünyada maruz kaldıkları "Öldürülme" ve "Esaret" gibi felâketler, ahiret âlemindeki gerçek azap karşısında pek hafif kalır.
"İşte size Allah'ın azabı! Şimdi tadın onu! Kâfirlere bir de ateş azabı vardır." (Enfâl: 14)