Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - ABD'yi Kontrol Eden Güç: "Yahudi Cemaati" - Ömer Öngüt
ABD'yi Kontrol Eden Güç: "Yahudi Cemaati"
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mayıs 2011

 

ABD'yi Kontrol Eden Güç:
"Yahudi Cemaati"

İsrail iyice çığırdan çıktı. "Barış düşmanlığı" resmi politikası oldu. Akıl, fikir, izan aranmaz oldu. Amerikan yahudileri de koskoca Amerika'yı bu çıkmaz sokağın içine sokuyor, bu bataklığın ortasına çekiyor. Ve tabi bütün dünyayı da!

 

Hep söylenen bir hakikat vardır: "ABD'yi yahudi cemaati kontrol eder, yönetir!"

Bunu bütün dünya bilir. Bilinmeyen bu kontrolün boyutu ve nasıl olduğudur.

Aslında bazı gerçeklere vakıf olan -yazar olsun, siyasetçi olsun, işadamı olsun- birçok insan için bilinmeyen pek bir şey yoktur. Ancak "Komplocu", "Antisemit" yaftası yememek için, biraz da çekindiklerinden bu hususta fazla konuşmazlar.

 

ABD Yönetiminde Yahudi Etkisinin
En Somut Delili: BM Kararları

Amerikan yönetimindeki yahudi etkisinin en büyük delili; BM bünyesinde İsrail hakkında alınan ve dahi alınamayan kararlardır.

Ortadoğu'nun ve dünyanın göbeğinde huzuru tarumar eden bu büyük cerahatı tedavi etmeye yönelik hemen bütün girişimler ABD tarafından İsrail talepleri doğrultusunda akamete uğratılmıştır. İsrail'i sıkıntıya sokacak; hukuki, siyasi, askeri yaptırım doğurabilecek bütün karar tasarıları ABD tarafından inatla, sadakatle, bazen de mahçubiyetle veto edilmiştir. "Kınama" kabilinden, fazla suya sabuna dokunmadığı için ABD'nin vetosundan kurtulabilen onlarca karar ise İsrail tarafından yine ABD desteği sayesinde paspas edilmiş, işgal, zulüm, kıyım pervasızca devam etmiştir.

Bu durum İsrail'den en rahatsız ABD yönetimleri işbaşında iken bile değişmemiştir. Meselâ bilindiği gibi Obama yönetimi İsrail'in durmadan yeni yerleşimlere ve işgallere devam etmesinden çok rahatsız. ABD yönetiminin bu duruşu biliniyor. Nitekim bu yönde defaatle açıklama yaptılar.

Ancak Obama yönetimi de bir kez daha İsrail'e boyun büktü. Geçtiğimiz Şubat ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde, tüm üye ülkeler, İsrail'in Filistin topraklarındaki yerleşimlere son vermesi için hazırlanan karar tasarısına 'evet' derken, ABD tasarıyı yine veto etti.

BM'ye üye 137 ülkenin girişimiyle Güvenlik Konseyi gündemine gelen tasarı Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerinin yasadışı olduğunu, bu İsrail politikasının barış çalışmalarının önündeki en büyük engel olduğunu söylüyor ve hemen bu yerleşimlerin durdurulmasını istiyordu.

ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Susan Rice "İsrail'in süregelen yerleşimlerine kesinlikle karşıyız. Ama, bu karar tasarısı iki taraf için de riski artıracak, tarafları görüşmelerden alıkoyacak nitelikte" diye açıklama yapmak zorunda kaldı.

Amerika kendisinin bile inanmadığı adaletsiz bir karara, bütün dünyayı hayal kırıklığına uğratma pahasına tek başına siper oldu. Oysa ABD hükümeti 2009 yılında ilk kez İsrail'i "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması"na katılmaya bile çağırmıştı.

Ne yaman çelişki, ne büyük acziyet.

Son yıllarda hukuk tanımazlığını, kural tanımazlığını, çirkefliğini iyice artıran İsrail'i desteklemek Amerika için büyük bir yük olmaya, Amerikan çıkarlarını son derece yıpratmaya başladı. Bu durum bazı Amerikalıların memnuniyetsizliğini ve itirazlarını ortaya çıkarttı ancak "Kör kör parmağım gözüne" İsrail destekçiliği her şeye rağmen devam ediyor.

 

Konuşan Amerikalıların Başına Gelenler:

Amerika'da yahudi cemaatinden muzdarip olan, İsrail politikalarına destek vermenin Amerikan çıkarlarına zarar verdiğini gören insanlar da var. Ancak seslerini çıkartmıyorlar, korkuyorlar. Konuşanlar ise konumlarını ve itibarlarını kaybetmeyi göze almak zorunda. Üstelik medya sansürü sebebiyle Amerikan halkına seslerini de duyuramıyorlar.

"İsrail hakkındaki sözleri nedeniyle tam 50 yıldır yaptığı işinden olan 90 yaşındaki Beyaz Saray muhabiri Helen Thomas ilk kez konuştu. Thomas, 'Bu ülkede İsrail aleyhine konuşan ayakta kalamaz' dedi.

90 yaşındaki en kıdemli Beyaz Saray muhabiri, ... Tel Aviv yönetiminin Gazze politikalarını eleştirirken, 'İsrail'in Filistin'den defolup gitmesi gerektiği'ni söylemiş ve ardından da "Filistin'deki Yahudiler Almanya, Polonya ve Amerika'ya dönmeli" demişti.

... Beyaz Saray'daki meslek yaşamında tam 10 ABD başkanını izleyen Thomas, anti-semitik olduğu yolundaki iddiaları saçma olarak niteledi." (13 Ekim 2010)

Medya'da yahudi etkisi o kadar büyüktür ki; yahudi etkisini ima etmek bile işten atılma sebebidir.

"CNN International kanalının önemli sunucularından Rick Sanchez, alaycı bir haber programı yapan televizyoncu Jon Stewart'ı eleştirirken, 'Çok şükür ki, CNN'i yönetenler onun gibi değiller, diğer bütün kanalların yöneticileri ise tam da Stewart gibiler' dedi diye başına gelmeyen kalmadı. 'CNN farklı' demişti, ama CNN yönetimi onu kapıya koyuverdi... Sanchez'in cümlesinde 'Yahudi' sözcüğü hiç geçmiyor, dolayısıyla o sözlerden nasıl 'anti-Semitizm' çıkarıldığını merak ediyor olabilirsiniz. Doğrusu ben de merak ediyorum. Ancak 'ABD'de medya konusunda genellemeler yaparken dikkatli olmak gerekir' kuralını çiğnemiş Sanchez ve bağa destursuz girivermiş... İma yoluyla "ABD medyası Yahudilerin elinde" dediği sonucu çıkarılmış kullandığı cümleden..." (Taha Kıvanç, Y. Şafak, 27 Kasım 2010)

İsrail adına casusluk yaparken yakalanan Pollard gibiler, 11 Eylül günü saldırıları kameraya kaydedip sevinen yahudiler, terör eylemi yapmak isterken yakalanan Mossad ajanları, İsrail için casusluk yapmakla suçlanan yahudi kuruluşları, hiçbirisi "Amerika'daki yahudi etkisinin" veyahut "İsrail destekçiliğinin Amerikan çıkarlarına verdiği zarar"ın sorgulanmasına sebep olamıyor.

Obama yönetimi 2009 yılında eski diplomat Charles W. Freeman'ı "Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanlığı"na aday göstermişti. Ancak Freeman'ın "İsrail'in Filistinlilere yönelik şiddetinin Ortadoğu'da barışa başlıca engel olduğunu" söylemesi İsrail lobisinin şiddetli tepkisini çekti. Freeman sonunda adaylıktan çekildiğini açıkladı. Ve şöyle konuştu:

"İsrail Lobisi'nin taktikleri alçaklığın/şerefsizliğin ve ahlaksızlığın derinliklerine inmekte ve küçük düşürücü iftiraları, seçilmiş yanlış aktarmaları, belgeleri kasıtlı çarpıtmaları, temelsiz sahteliklerin tekrar tekrar üretimini ve gerçeğe mutlak aldırmazlığı içermektedir. Bu lobinin amacı, kendisinin hikmetini sual eden insanların tayinlerini veto etmek; analizlerin sonuçlarını değiştirerek, politik doğruluğu sarsarak ve Amerikalılar ve hükümetimizce alınan her türlü karar seçeneğini kendi destekledikleri şeylerin dışında tutarak politika sürecini kontrol etmektir." (WSJ, 10 Mart 2009)

Freeman Press TV'de yayınlanan mülakatında "Özellikle Filistinliler ve Arap komşuları ile saygıya dayanan bir anlaşma hazırlanmadıkça, İsrail'in uzun dönemde bir devlet olarak Ortadoğu'da hayatını nasıl sürdürebileceğini bilemiyorum" dedi, "İsrail'in politikasını eleştiriyorum. İsrail'in politikalarının Amerikanın ve İsrail'in çıkarlarına yönelik yıkıcı olduğuna inanıyorum." diye konuştu.

Obama hükümetinin kendi adayının arkasında durmamasını Robert Dreyfuss The Nation'da şöyle eleştirmişti: "Beyaz Saray kritik bir istihbarat konumuna aday gösterdiği kişiyi savunamayacaksa, Bibi Netanyahu ve onun daha radikal müttefiki Avigdor Lieberman, Obama'nın Ortadoğu politikasına karşı koyduklarında onlara karşı nasıl durabilecek?"

Yukarıda bahsedilen BM kararında görüldüğü gibi nitekim duramadı da.

 

ABD Başkanı Bile:

Görüldüğü üzere Amerikan başkanları bile İsrail sözkonusu olunca boynunu bükmek zorunda kalıyor.

Bir tanıklığı beraber okuyalım:

"...Şu anda ABD'de yönetim, ... ve anlaşılır şekliyle, 'Fundamental / bağnaz bir Hıristiyanlık anlayışı içinde Museviliğin -uygulamada İsrail'in- menfaatlerini birinci planda gözeten bir tutumu ifade eder. Bu durum, ABD için yeni değildir. 1983 yılında, görevle ABD'de bulunduğum sırada, Pentagon'un önemli bir noktasındaki bir generalle, ABD'nin o tarihteki Ortadoğu politikasını münakaşa ederken, benim İsrail'le ilgili ağır tenkitlerim karşısında, şöyle demişti: 'Tamamen haklısınız. Ama, ABD'nin bu konuda bir gerçeğini de bilmelisiniz. Amerika'da, devlette ve hatta özel sektörde hiç kimse, Başkan dahil (bunu iki defa tekrarladı), İsrail'in politikalarını körü körüne desteklemedikçe, sandalyesinde kalamaz. Çünkü, Amerika'da insanları yöneten iki güç odağı mevcuttur; paranın ve medyanın (yazılı ve görsel basın ve sinema) patronları. Bu iki güç odağı da 'Yahudilerin' denetimindedir.'" (Kemal Yavuz, E. Org., Akşam, 10 Mart 2004)

Bu satırların yazılmasına sebep olan ll. Bush devri aslında İsrail ve yahudiler için sıkıcı bir şekilde başlamıştı. Zira yahudiler kartların çoğunu Bush'un rakibi Al Gore tarafına oynamışlardı. Beklenmedik bir sonuçla Bush iktidar oldu. Bush yönetimi Filistin sorununda, 11 Eylül hadisesi olduktan sonra bile İsrail'i fazlasıyla rahatsız edecek bir pozisyondaydı.

Bush, Şaron'lu İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik saldırısının ilk günlerine denk gelen 4 Nisan 2002 tarihli konuşmasında "İsrail'in Batı Şeria'dan çekilmeyi başlatmasını" istemişti. Açıkça "Bir Filistin devleti kurulması hedefini" desteklemiş ve İsrail ile bir Filistin devletinin bir arada yaşamasını bir çözüm yolu olarak ortaya koymuştu. Bush bir hafta sonra bu isteğini ikinci kez çok daha vurgulu bir şekilde ifade etmişti.

Ancak ne olduysa oldu, Bush 3 ay içinde 180 derece çark etti. 24 Haziran'daki konuşmasında Amerika'nın, kurulacak bir Filistin devletine olan desteğinin, Filistin halkının "yeni bir liderliğe ve yeni kurumlara sahip olmasına ve komşularına karşı yeni güvenlik tedbirleri almasına" bağlı olduğunu söyledi. Ayrıca "Bugün Filistin liderleri, terörizme karşı çıkmıyorlar, tersine onu destekliyorlar." dedi. Bush, daha önceki konuşmasının aksine İsrail'in Batı Şeria'dan çekilmesine yönelik olarak hiçbir şey söylemedi. Bush şöyle diyordu: "İsrail, vatandaşlarının öldürülmesi durumunda kendisini savunmaya devam edecektir."

Peki ne oldu da Bush bu kadar aşikâr bir şekilde çark etti. Birinci olarak o günlerde 11 Eylül hadisesini kullanan Amerikan medyası müthiş bir İslâm düşmanlığı pompalıyordu. İkinci ve daha önemlisi Bush yönetimi "Enron skandalı" ile uğraşıyordu. Teksas merkezli enerji devi Enron şirketi batmıştı. Bush yönetiminin (Gizli başkan Cheney başta) şirketle bağlantıları medyanın gündemindeydi. Yönetim bu iddialara karşı uzun süre direndi ancak iş mahkeme eşiğine taşındı ve Bush yönetiminin iktidardan düşmesi gündeme geldi.

Amerikan yönetimi çark edip kılıçlarını müslümanlar aleyhine sallamaya başlayınca ortalıkta Enron filan kalmadı.

Amerikan başkanları çoğu zaman şantajla hizaya getirilmiştir.

Meselâ; Watergate skandalı sebebi ile "Görevinden istifa eden ilk Amerikan başkanı" ünvanını kazanmak zorunda kalan Nixon'un "düşmanları"nın genellikle onun Vietnam politikasına karşı çıkan liberaller olduğu düşünülür. Oysa Nixon'un daha güçlü bir düşmanı vardı. Nixon da bunun farkındaydı. 1972 seçimlerinden kısa bir süre önce İşçi İstatistikleri Bürosu Nixon'ın oylarını azaltabilecek denli kötü rakamlar açıklamıştı. Bu rakamlar, basın tarafından ekonominin kötüye gittiğinin bir göstergesi olarak Nixon'a karşı kullanıldı. Bunun üzerine Nixon, danışmanlarından istatistikleri hazırlayanların kaç tanesinin Yahudi olduğunu bulmasını istemişti. (Richard Curtiss, "Richard Nixon Twice Had Mideast Peace in His Grasp", Washington Report on Middle East Affairs, June 1994)

Richard Curtiss yazısında şunu da söylüyordu: "Tüm İsrail yanlıları, eğer Nixon bir dönem daha görevde kalırsa, İsrail'i işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlayacağına emindiler."

Yine Bush'tan önceki Amerikan Başkanı olan Bill Clinton'un başına gelen Monica Lewinsky skandalını birçoğumuz hatırlayacaktır. Beyaz Saray stajyeri olan Monica Lewinsky'nin babası Rus göçmeni Musevilerden Dr. Bernard Lewinsky idi.

Tesadüfe bakın ki bu skandal Ortadoğu'da barış için iyice ağırlğını koyan Clinton'un önderliğindeki Netanyahu-Arafat görüşmesi arefesinde meydana gelmişti.

Ortadoğu'da "Barış"ı istemek İsrail'in düşmanı olmak için yeterli bir sebeptir.

Meşhur 1967 Savaşı'nda İsrail Genelkurmay Başkanı olan İzak Rabin 1994 yılında ikinci kez başbakanlık yaparken Oslo Anlaşmaları'ndaki çabalarından ötürü Şimon Perez ve Yaser Arafat ile birlikte Nobel Barış Ödülü'nü almıştı. 4 Kasım 1995 yılında Yigal Amir adında aşırı sağcı bir İsrail'li tarafından öldürüldü. Katil onu siyonizm davasına ihanet ettiği için öldürdüğünü söylemişti.

Dikkat çeken bir suikast de Amerika'nın 35. Başkanı olan Kennedy'nin öldürülmesi olayıdır. (22 Kasım 1963)

Kennedy Amerikan derin devletini ve İsrail'i rahatsız eden bir politika güdüyor, İsrail'in atom bombası programına şiddetle karşı çıkıyordu. Kennedy, Ben Gurion'a yazdığı sert bir uyarı mektubunda "İsrail'in nükleer programını durdurmaması durumunda Amerikan yönetiminin yaptırım uygulamaktan kaçınmayacağını" belirtmişti. Ben Gurion da Kennedy'ye ağır bir cevap göndermişti. İsrail başbakanı Ben Gurion sonunda, Nisan 1963'te, Kennedy'nin varlığının İsrail'i tehdit ettiğini öne sürerek istifa etti.

Kennedy'nin belki de bardağı taşıran gerçek hamlesi ise 4 Haziran 1963'te Amerikan Temsilciler Meclisi'ne danışarak çıkarttığı 11110 sayılı kanunla Amerikan Doları'nı basma yetkisini Rotschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank'ın elinden alarak Amerikan Merkez Bankası'na vermiş olmasıdır. (Kennedy'nin ölümünden sonra kardeşi Robert Kennedy başkan adayı oldu. O da silahlı suikastle öldürüldü.)

Kennedy halk tarafından çok seviliyordu. Seçimleri tekrar kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Üstelik şantaja boyun eğmeyen ve halkının, ülkesinin menfaatini ön planda tutan bir karaktere sahipti.

Kennedy'yi vurduğu iddiası ile gözaltına alınan Oswald suikasttan iki gün sonra, mahkeme çıkışında yüzlerce FBI ajanı ve polisin arasında Yahudi bir bar işletmecisi olan Jack Ruby tarafından öldürüldü. Ruby Oswald'ı öldürmesinin nedenini "Komünistlerden Amerika'nın aldığı intikam" olarak tanımladı. Ayrıca rivayetlere göre 57 görgü tanığı da çeşitli sebeplerle ölmüştü.

Amerikan kanunlarına göre Kennedy'nin yardımcısı Johnson hemen o gün yemin ederek başkan oldu. Tahmin edileceği üzere İsrail'e desteğini esirgemedi. (Johnson'u Türk kamuoyu Kıbrıs hadisesi sebebiyle Türkiye'ye gönderdiği mektubundan dolayı yakından tanır. Başbakan İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış bu mektup "Johnson Mektubu" namıyla Türk siyasi tarihinde bir kilometre taşı olarak yerini almıştır.)

 

Yahudi Cemaatinin Bu Gücü Nereden Geliyor?

Bilindiği üzere 300 milyonluk Amerika'da 6 milyonluk bir "Yahudi Cemaaati" yaşıyor. Peki nasıl oluyor da bu kadar az bir nüfusla koca ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebiliyorlar. Finans (para), medya onların kontrolünde. Bunu biliyoruz. Peki sadece bu mu?

Doğan Grubunun Zaman Gazetesinden transferi Eyüp Can (Hürriyet gazetesi haber koordinatörlüğü de yapan Can şu an Radikal Gazetesi genel yayın yönetmeni) Hürriyet'teki 11 Haziran 2010 tarihli yazısında önemli bir ayrıntıya temas ediyor:

"…Basit gibi görünen gerçekler yetiyor bana, ... o gerçekler bakalım size de yetecek mi...

… Mesele nicelik değil nitelik...

Ne demek istediğimi tek bir örnekle izah edeyim.

Amerika'da her öğrencinin hayalini üniversitelerin süper ligi olarak kabul edilen (Ivy League) şu sekiz okuldan birine girmek süsler... Harvard, Yale, Columbia, Cornell, Pennsylvania, Brown, Dartmouth, Princeton.

Akademik mükemmelliğin zirvesi olarak kabul edilen bu sekiz üniversite öğrencilerinin dini-etnik yapısına baktığınızda karşınıza çok çarpıcı bir tablo çıkar... Çünkü Ivy Lig okullarında dört öğrenciden biri Yahudi. Yani Yahudiler nüfusun %2'si ama en iyi okulların %23'ü Yahudi.

... Sık sık duyarız, "Amerika'da hukuk, tıp, finans ve medya Yahudilerin elinde." Abartı payını bir kenara bırakıyorum ama niye olmasın? Siz en iyi eğitimi veriyor olsanız en iyi pozisyonlarda sizin çocuklarınız olur... Yahudilerin kabahati çocuklarını bilinçli ve iyi eğitimli yetiştiriyor olmaları mı?

Elbette Yahudi Lobisinin gücü bununla sınırlı değil fakat en temel sebep bu...

İkinci temel sebep ise bu gücü inanılmaz iyi organize etmeleri... Bunu binlerce yıllık azınlık psikolojisiyle de izah edebilirsiniz, komplo teorileriyle de!"

Dikkat ederseniz Can burada "Hukuk" ve "Tıp" sektöründeki yahudi hakimiyetini "Finans" ve "Medya"nın önünde sayıyor. Ve nitelikli iyi eğitim almış yahudi nüfusun çokluğuna vurgu yapıyor.

(Burada uzun bir parantez açmak istiyoruz:

Eğitim mevzuu sömürgeci güçlerin de en çok önem verdikleri bir konudur. Zira hakimiyetlerinin en büyük dayanak noktası 300 yıldır kurdukları okulları ve uyguladıkları eğitim programlarıdır.

Sierra Leone'den Türkiye'ye üniversite okumaya gelen Musu Quendeh Conteh, Dünya Bülteni isimli internet sitesinde yayınlanan röportajında şunları anlatıyor:

"Sierra Leone Cumhuriyeti 1961'de bağımsızlığını ilan etmesine rağmen hala İngiltere tarafından yönetilen, böyle giderse sömürgeliği sanki sonsuza kadar sürecek, fakirlerin ve iç savaşlar yüzünden sakat kalmışların ülkesidir.

… Aileler çocuklarını okutmak istiyorlar. Ama bizim okuyacağımız Müslüman okulları yok. … Sierra Leone'nin nüfusunun %70'i Müslüman. …. Ülkemdeki köylerin çoğunda Amerika'nın ve İngiltere'nin yaptığı okullar var. Ve oldukça donanımlı, iyi bir eğitim veriyorlar. İngilizce eğitim alıyoruz. İngiliz tarihini, kültürünü, edebiyatını öğreniyoruz. Bu okullar ülkemizin şartlarına göre oldukça pahalı. … İngilizler ve Amerikalıların okullarında ücretsiz okumamızın tek şartı dinimizi değiştirmek yani hıristiyan olmak. …Ablam bu okullarda okuyabilmek için dinini değiştirip hıristiyan oldu ve çok rahat bir öğrenim hayatı yaşadı. Ona aylık burs bile verdiler. Önceleri kalbinde hâlâ İslâm'ı yaşadığını fakat sonraları duruma uyum sağladığını söyledi bir keresinde bana. Şimdi ablam evli ve bir çocuğu var. Çocuğunu iyi bir hıristiyan olarak yetiştiriyor ve o çocuk bir papaz kadar bilgili."

Türk basınında çıkan haberlere göre gelecek eğitim-öğretim yılında 40 bin yabancı öğretmenin İngilizce öğretmek için Türkiye'ye geleceği söyleniyor. Bu memlekette "Sömürgeci nedir?", "Misyoner nasıl ve niçin hareket eder?" hiç mi tarih bilinci yok, insanın havsalası almıyor!..)

Bütün dünyada eğitim sömürgeleri inşa etmeye çalışan İngiliz'in İsrail söz konusu olduğunda Amerika ülkesinin "kunta-kinte"leri durumuna düşmesi enteresan bir vakıadır.

Burada akla gelen ve sorulması gereken can alıcı soru şudur: Amerika'da eğitimde fırsat eşitliği var mıdır? Yani bu sonuç tamamen meşru yollarla mı temin edilmiştir. Bu %2'lik yahudi nüfus en iyi eğitimi alırken Amerikan halkı nasıl bir eğitim almaktadır? Parası olmayan halk iyi okullara gidebiliyor mu? Hayır! Bildiğimiz kadarı ile Amerikan orta eğitimi içler acısı durumdadır. Liseyi bitirdiği halde doğru dürüst bir dilekçe bile yazamayan büyük bir kitleden bahsediyoruz.

Peki ilkokula giden milyonlarca çocuğun psikiyatrik tedavilerde kullanılan uyuşturucu ilaçları kullanmak zorunda olduğunu biliyor musunuz?

Bugün Amerikan ilkokullarında "Dikkat eksikliği hastalığı" pençesindeki(!) çocuklar derse girmeden önce ilaç içme sırasına giriyorlar. Amerika'nın hemen her ilkokulunda her gün yaşanan sıradan bir hâdiseden bahsediyoruz.

Amerika'da her yıl bir milyonun üzerinde artan sayıda çocuk, Ritalin almaya başlıyor. Ritalin uyuşturucu piyasasında tanesi beş dolardan satılan sentetik bir kokain. Hiperaktivite tedavisi(!) için verilen Ritalin, Dexedrine, Adderall, Benzedrin gibi ilâçlar; afyon, morfin ve kokainin dahil olduğu "Schedule II" listesinde yer alıyor. Yüksek derecede bağımlılık yapan bu ilâçları kullanan çocukların daha sonra; eroin, kokain ve alkol bağımlılığı geliştirdikleri sıkça görülüyor. Bu dehşetin acı bir sonucu, eroin kokain bağımlısı milyonlarca genç.

"Polis zoruyla ilaç içirdiler

ABD'de, engelli çocuğunun kullanması gerektiği bildirilen ilaçları içirmeyi reddeden annenin kapısına özel tim dayandı. Özel timler 10 saat boyunca, kızını teslim etmeyi reddeden annenin evini kuşattı. ... Her şey Maryanne Godboldo'nun 13 yaşındaki engelli kızının, akranlarıyla birlikte normal bir okula gitmek istemesiyle başladı. Bacağında doğuştan bir engel bulunan buna rağmen günlük yaşamını sorunsuz biçimde sürdüren kızın bu isteğinin yerine getirilebilmesi için yerel sağlık yetkilileri, bağışıklık sistemini güçlendiren bazı ilaçları kullanmasını zorunlu kıldı. Ancak anne Maryanne Godboldo, verilen ilaçların kızının davranışlarını kötü etkilediğini ve durumunun daha da kötüleştiğini belirterek bir süre sonra ilaçları vermeyi kesti. Sağlık yetkilileri ise ilacın kullanımında ısrar ettiler. Godboldo, ilaç vermeyi tekrar reddedince sağlık kurumu, kızın devlet kurumlarına verilmesine yönelik bir karar çıkarttı. Maryanne Godboldo, kızını teslim etmeyeceğini bildirince de kapısına özel güvenlik güçleri dayandı." (Ntvmsnbc, 15 Nisan 2011)

İşte size "Özgür Amerika"!!!

Bu ilaçların bir yan etkisi de obeziteye sebep olmalarıdır. Zaten sebzeden daha ucuz olduğu için fastfood ile beslenen Amerikalı, bir darbe de buradan yiyor. (Haziran 2007'de Türkiye'ye gelen Çin Ticaret Bakanı Bo Xilai, ekonomi ile ilgili yaptığı konuşmalar esnasında ilginç bir tespitte bulunmuş, şöyle demişti: "Dünyada 32'nci büyük nüfusa sahipsiniz ve dünyada meyve-sebze tüketiminde 4'üncüsünüz. Meyve ve sebze yiyenler daha fazla vitamin alıyor, daha akıllı oluyor ve ticarette daha başarılı oluyor. Bazı ülkeler hamburger yiyor, şişmanlıyor. Sizi çok sağlıklı görüyorum.")

 

"Mesih" ve "Deccal":

Görüldüğü üzere Amerika Birleşik Devletleri üzerindeki yahudi etkisi inkâr edilemez bir vâkıa.

Burada şimdi iki soru sormamız lâzım:

Birincisi; yahudiler bu etkinliklerini çok çalışma ve meşru organizasyonlar ile mi elde ediyorlar, yoksa kendilerine engel gördükleri kişileri safdışı bırakmak için, gizli-aşikâr örgütlü bir yapılanma sayesinde hukuki, medyatik tehditler, karalama, iftira dahil her türlü gayr-i meşru ve gayr-i ahlâki yöntemi kullanmayı câiz mi kabul ediyorlar?

İkincisi; bu etkinliklerini; Amerikan çıkarları ve dünyanın huzur ve güvenliği için mi kullanıyorlar yoksa İsrail'in akıldan-izandan yoksun ihtirasları peşinde Amerika'yı ve bütün dünyayı sürüklemek için mi kullanmaya çalışıyorlar?

Yukarıda alıntıladığımız birkaç örnekte de görüleceği üzere bu iki soruya olumlu cevap vermek maalesef mümkün değil.

Bütün dünyanın ve dahi birçok yahudinin gördüğü bir gerçek var: İsrail'de militarist-faşist zihniyetli iktidarlar artık rutinleşti ve bu iktidarların "Barış karşıtı" politikaları bütün dünyayı bezdirdi. İsrail bu halde nereye kadar gitmeyi düşünüyor? Geleceğini nasıl görüyor? Bir gelecek görüyor mu? Yoksa bütün Arap'ları ve kendilerine karşı gelen bütün milletleri yok edip rahata ermeyi mi hayal ediyorlar? Yani bu politikalar nereye kadar gidecek?

İşte bir din dünya iktidarını ele geçirmeyi vazeden beşeri bir ideloji seviyesine indirgenirse, adına "Siyonizm" denilen böyle bir şey ortaya çıkıyor.

Aslında yahudiler de dünyanın sonunun (ahir zamanın) geldiğini biliyorlar. Ancak bilmeleri gereken bir şey daha var. Onlar bu dünyevî ihtirasları ve bozuk icraatları ile gerçek dinin temsilcisi "Mesih"i değil, dünyevî ihtirasın temsilcisi "Deccal"i bekliyorlar ve ona zemin hazırlıyorlar. ...

Mamafih; ABD'de "Faşizm", "Düşmanlık", "Terör propagandası" bombardımanından kendisini sıyırabilen Amerikalı elitler "Amerikan çıkarları"nın bu azınlık elinde tarumar edilmesini çaresizlik içinde seyrediyor.

Öyle görünüyor ki, bu ihtiras, bu pervasızlık, bu kural tanımazlık, bu savaş ve yıkım duygusu dünyanın başına daha çok şeyler açacak.


  Önceki Sonraki