Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Büyük Ortadoğu Yangını - Ömer Öngüt
Büyük Ortadoğu Yangını
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Mart 2011

 

Büyük Ortadoğu Yangını

Ortadoğu'daki yangın beklenmedik şekilde çok hızlı yayıldı, bütün bölgeyi etkisi altına aldı. İsyan ateşini harp ateşi takip edebilir. Her an her şey olacakmış gibi hazırlıklı olmak lâzım.

 

Ortadoğu'da despot yönetimler bütün dünyanın gözleri önünde canlı yayınlarda bir bir devriliyor.

Tunus'tan başlayan halk hareketlerinin bu kadar kısa zamanda bu kadar geniş bir coğrafyayı etkisi altına almasını doğrusu kimse beklemiyordu. Öyle anlaşılıyor ki fitili ateşleyenler de bu kadarını öngermediler.

Bazıları kontrollü bir yangın çıkartmak istemiş olabilir. Ancak insanoğlu kendi ateşini kendisi yakıyor. Hakikatinde ise hüküm Allah'ındır. İlahi kudret ne kadar dilerse o kadar yanacak. Ne kadar dilerse o kadar yayılacak.

Takdir-i ilâhi o ki; artık gidişat tehlikeli, her geçen gün bir öncekini aratıyor.

 

Ortadoğu Nüfuz Mücadeleleri:

Bilindiği üzere Ortadoğu stratejik konumu ve doğal kaynakları sebebiyle emperyalist ülkelerin nüfuz altına almak istedikleri en önemli bölge olmuştur.

İhtirasları uğruna bütün insanî değerleri çiğnemekten çekinmeyen bu küresel sömürgecilerin Ortadoğu ilgisi bölgeye huzursuzluk ve zulümden başka bir miras bırakmadı. Kendi nüfuzlarını sağlamak uğruna despot krallara ve hanedanlara destek verdiler.

Ancak zaman ilerledi, devir değişti; halka rağmen bu despotları taşımak iyice zorlaştı. Hüsnü Mübarek gibi bazı hasta ve ihtiyarların eceli yaklaştı.

Hal böyle iken bölgedeki hiçbir iktidar değişimini şansa bırakmak istemeyen bir Amerika'nın, bir İsrail'in ve dahi pastadan pay almaya çalışan İngiltere gibi Batı ülkeleri'nin olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

İşte bu küresel güçler arasındaki çıkar ve fikir çatışmasının da bu karışıklıklarda etkisi olduğu görülüyor. Peki nedir bu çıkar farkılıları ve çatışmaları?

 

İsrail'in Öncelikleri:

1. İsrail kendi bölge güvenliği açısından öteden beri öncelikle İran, Suriye, Türkiye, Mısır; bu dört ülkeye dikkat etmiştir. İsrail İran ve Suriye'yi düşman kampta görüyor. Türkiye'yi de çizginin düşman tarafında görmeye başladı. Böyle bir ortamda Mısır'ı da kaybetmek İsrail için kabul edilemez bir durumdur.

2. İsrail açısından bu dört ülke başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerindeki her türlü sağlam yapı; ismi "devlet" olmuş, "ordu" olmuş, "Devrim Muhafızları" olmuş; "dindar" olmuş, "laik" olmuş İsrail açısından bir risk unsurudur. İsrail mümkünse bölgeyi aşiret yönetimlerinden oluşan büyük bir Irak olarak görmek ister. Mısır ordusu teknolojik olarak çok iyi durumda olmasa da halka dayanan, bölge ülkelerine kıyasla nisbeten güçlü bir yapıya sahiptir.

3. İsrail kitle imha silahlarından büyük ürküntü duymaktadır. "İsrail yok olacak" diye uluorta aleni deklarelerde bulunan ve "Uranyum zenginleştirme hevesi"ni milli dava haline getiren İran, İsrail'in öncelikli hedefidir. İsrail İran konusunda takıntılı bir ruh haline sahiptir. İran'a vurmak istediği bir ortamda ikinci bir cephe ile karşılaşmak istemez.

 

Batı ülkelerinin Öncelikleri:

1. Emperyal sömürgeci ülkelerin birinci önceliği ekonomik çıkarları ve buna bağlı olarak petrol arzının güvenliğidir. Zira petrol arzının sekteye uğraması kadar petrol fiyatlarının da dengesiz bir şekilde yükselmesi ekonomilere direkt olumsuz etki etmektedir.

2. Bu ülkeler nihayetinde 19 ve 20. yüzyılda parselledikleri ülkelerdeki çıkarlarının devamını bekler ve küresel ekonomiyi etkileyecek derecede büyük maceraların yaşanmasını istemezler.

 

Türkiye'nin Öncelikleri:

Bölgesel ve hatta küresel bir aktör olarak sahaya girmeye çalışan Türkiye ise önceliğini barış ve huzur olarak ortaya koyuyor, zâlimliği devlet politikası haline getiren İsrail gibi ülkelerin karşısına dikilmekten çekinmiyor. Bu politika Türkiye'ye emperyalist yamyamların cirit attığı bir dünyada büyük prestij kazandırıyor.

 

Çatışan Öncelikler:

Görüleceği üzere İsrail'in öncelikleri ile Batı ülkelerinin öncelikleri ve tâbi Türkiye'nin öncelikleri arasında büyük farklar vardır.

Batı ile İsrail politikaları arasındaki çatışma ve fikir ayrılığı ABD'de bir iç çekişme olarak tezahür ediyor. Savaş ve kaos isteyen siyonist tabaka ile küresel düzeni bozmak istemeyen beyaz adam arasındaki çekişme Obama yönetimini büyük zaafa düşürüyor.

 

Mısır'ın Önemi:

"Mısır İsrail güvenlik siyasetinin en önemli ülkesidir." diyebiliriz. Gazze'ye sınır komşusu olması, Süveyş Kanalı gibi çok önemli bir su geçidinin sahibi olması ve hemen İsrail'in dibinde büyük bir nüfusa ve kalabalık bir orduya sahip olması; Mısır'ın İsrail açısından önemini gösteriyor. İsrailli üst düzey bir yetkilinin dediği gibi "ABD için Mısır, Ortadoğu politikasının temel taşlarından biriyse, İsrail için bölgesel politikanın taşıyıcı sütunudur"

Mısır'da karışıklıklar başladığı günlerde İsrail'in eski Kahire büyükelçilerinden Eli Şaked, Yedioth Ahronot'a yazdığı makalede, "Mısır'da İsrail'le barışın sürdürülmesini isteyenler sadece Mübarek'in yakın çevresindekiler. Eğer yeni devlet başkanı bu ekibin içinden çıkmazsa başımız büyük dertte" demişti. Yine İsrail eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Giora Eiland, "Son 30 yılda, Lübnan Savaşı ya da intifada benzeri askeri bir çatışma yaşadığımızda Mısır'ın müdahale etmeyeceğine dair güven duyuyorduk" diye konuşmuştu.

Amerika ve İsrail Mısır'daki "İhvan" hareketinin iktidarı ele geçirmesinden de endişe duyuyorlar. Tasavvufu inkârı sebebiyle "hareket" halk arasında sanıldığı kadar geniş bir tabana sahip değil. Ancak tahsilli zümre arasında yaygın ve İsrail açısından potansiyel bir tehdit.

Bütün bunlar düşünüldüğünde İsrail'in Mübarek sonrası için kendince bir şeyler yapmak istediğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Olaylar çıkmadan önce medya oğul Cemal Mübarek'in iktidar için hazırlandığını söylüyordu. Tunus gibi Mısır'da da ailesi için milyar dolarlar biriktiren (!) bir "first leydi" karakteri ile karşılaştık. "Ana despotiçe"lerin iktidar için oğullarını hazırlamak istediğini tahmin etmek zor değil. Dikkat ederseniz karışıklıklar başladığında Hüsnü Mübarek istihbarat şefi Ömer Süleyman'ı devlet başkanı yardımcısı olarak atadı ya da atamak zorunda kaldı. Zira Ömer Süleyman İsrail'in favorisi idi. İsrail bu atama ile erken bir sevinç bile yaşamıştı. Aslında Amerika (İsrail) yaklaşık 5 yıldır Mübarek sonrası için Ömer Süleyman'ı hazırlamaya çalışıyordu. Ancak Mübarek belki de eşinin tesiri ile bir türlü Ömer Süleyman'ın önünü açmadı.

Peki niye Cemal Mübarek'i istemediler?

"Ayaklanma sonrasında İngiltere'ye gittiği söylenen first lady Suzanne Mübarek'in kökleri Mısır kadar İngiltere'ye de dayanıyor. Suzanne'ın ... annesi ise İngiliz bir hemşireydi. Suzanne Mübarek iki yıl önce verdiği bir röportajda İngiltere'deki köklerinden kopmadığını 'her iki kültürde de kendimi son derece rahat hissediyorum. Galler'de halen kuzenlerim yaşıyor.' sözleriyle ifade etmişti. ... first lady, aynı zamanda Mısır Rotary Kulübü'nün onursal başkanı.

... Çalışma hayatına Bank of America'nın Mısır ofisinde başlayan Cemal Mübarek, daha sonra aynı bankanın Londra ofisinde çalışmak üzere İngiltere'ye gitti. Bankadaki görevinden ayrıldıktan sonra İngiltere'deki bazı finans kurumlarında çalışan Cemal Mübarek ... İngiltere'ye ve İngiliz politikacılarına olan hayranlığını sık sık dile getiriyor. Daha önce verdiği mülakatlarda Winston Churchill ve Margaret Thatcher'ı politik idolleri olarak tanımlamıştı." (Ntvmsnbc, 31 Ocak 2011)

Görüldüğü üzere İngilizler eski sömürgelerinde yeniden nüfuz sahibi olmak üzereydi. Ancak ortaya çıkan karışıklıklar Mübarek hanedanını yerlebir ettiği gibi iktidar İsrail'in favorisi Ömer Süleyman'a da kalmadı. Ordu yönetime el koydu, en kısa zamanda seçim yapılacağını açıkladı. Süveyş Kanalından geçmek isteyen İran Savaş gemileri Ordu yönetimindeki Mısır'dan onay almakta zorlanmadı. Ortalık henüz tam durulmadan İngiliz Başbakanı David Cameron'un 21 Şubat'ta Mısır'ı ziyaret etmesi dikkat çekici oldu.

 

İngiliz-Amerikan Çekişmesi:

Nasır 1956 yılında Süveyş Kanalı'nı millileştirince Mısır'ın eski sahibi İngiltere, Fransa ve İsrail'le beraber Mısır'a savaş açıp kanalı işgal etmişti. Amerika, İngiltere ve Fransa'ya karşı Komünist Rusya'ya destek verince tıpış tıpış çekilmek zorunda kaldılar. Nasır Arapların kahramanı oldu. Soğuk Savaş'ın başladığı yıllarda cereyan eden bu olay göstermektedir ki, en yakın müttefikler bile çıkar çatışmasına düştüğünde müttefiklik filan hikâye haline geliyor.

 

Libya&Petrol:

Tunus ve Mısır'da işsizlik ve fakirliğin halk hareketlerinin yayılmasını kolaylaştırdığı düşünülüyordu. Ancak Libya, Bahreyn gibi petrol zengini ülkelerde de halk hareketlerinin yönetimleri sallayacak boyutlara ulaşması, Kaddafi'nin acziyeti kafaları karıştırdı, endişeleri arttırdı.

AB Dışişleri Bakanları, gelişmeleri tartışmak üzere toplandı. Çek bakan toplantıya girerken basına yaptığı açıklamada, "Eğer Kaddafi devrilirse dünyada daha büyük felaketler olur" dedi. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton da "Libya'da yaşananlardan gerçekten endişeliyim" diye konuştu. Finlandiya Dışişleri Bakanı ise Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da yaşananlar hakkında kimsenin tam bilgi sahibi olmadığını belirterek "Şu anda tek yapabileceğimiz şiddete başvurulmaması çağrısı" dedi.

Daily Telegraph gazetesine göre Amerika ile İngiltere Libya yüzünden tartışmaya başladı. Gazete "Amerika Birleşik Devletleri Libya 'yanlışı' yüzünden İngiltere'yi eleştiriyor" başlığı altında Amerika'nın İngiltere'nin eski başbakan Tony Blair'in Libya'yı ziyaret etmesini ve 2007'den itibaren Libya'yla yeni ticari anlaşmalar imzalamasını gündeme getirdiğini yazdı.

Görüldüğü üzere ateş petrol sahibi ülkelere sıçrayınca Batı'nın etekleri tutuştu. Dikkat ederseniz Mısır, Tunus gibi ülkelerde devrilen iktidarlara şiddet kullanmama baskısı yapan ülkeler, Kaddafi'nin oğlu halkı kan nehirleri, iç savaş ve şiddetli ordu müdahalesi ile tehdit ettiği günlerde pek sesini çıkartmadı. Ne zaman ki Kaddafi'nin gidici olduğu anlaşıldı, delilikleri taşınamaz boyutlara çıktı, karışıklık ve hengâmenin uzamasına sebep oldu, askerî müdahale seçeneğinden bahsetmeye başladılar. "El-Kaide", "kimyasal silah" haberleri ile de zemin hazırlamaya başladılar.

Dile getirilmeyen esas büyük endişe ise Suudi Arabistan'da da benzer olayların patlak vermesidir.

Zira petrol arzının sekteye uğraması ve fiyatların yükselmesi ekonomileri direkt etkileyen bir faktör. İran devrimi sırasında bu sıkıntıyı yaşayan Batı'lı ülkeler -özellikle AB- ekonomik sıkıntılar yaşadığı şu günlerde kesinlikle bir petrol krizi görmek istemiyor.

 

Yangını Kim Çıkarttı?

Arap sokakları karışmadan önceki aylarda Amerika'nın kurduğu taşeron televizyon kanallarında olsun, Amerika'lı yöneticilerin Arabistan gibi ülkeler nezdinde yaptıkları açıklamalarda olsun, bu despot yönetimlere karşı son zamanlarda artan eleştiriler vardı. İsrail'li yöneticiler internete methiyeler düzüyordu.

Yeni bir arayış başlamıştı.

Tunus'daki ilk hareketin çıkmasında Wikileaks'in yayınladığı belgelerin büyük etkisi olmuştu. Halk yoksulluk içinde, işsizlik ve açlıkla boğuşurken Cumhurbaşkanının ailesinin ve eşinin ultra lüks hayatları ve milyarlarca dolarlık serveti fâş ediliverdi.

Evet, kontrollü bir yangın çıkartmak için birileri düğmeye bastı ancak yangın çok hızlı yayıldı ve çok büyüdü.

Mısır'daki iktidar değişimini şansa bırakmak istemeyenler, Mısır'da umdukları gibi bir değişime muvaffak olamadıkları gibi çorap söküğü gibi gelişen olaylar karşısında şaşkınlığa düştüler.

BBC Muhabiri Paul Reynolds 31 Ocak tarihli "ABD Mısırdaki devrimi yönetebilecek mi?" başlıklı haberini "ABD'de de işte bu yüzden, bu devrimi yönetebileceğini düşünüyor." diye bitiriyordu.

Bir şeyler planladılar ancak işler çığırından çıktı. İsrail Genelkurmay Başkanı, İsrail istihbaratının Mısır'daki olayları tahmin edemediği eleştirilerine "Hiçbir istihbarat analizcisinin elinde geleceği görebileceği bir kristal küre yok. Bunu bana da sordular. Mısır Genelkurmay Başkanı da olacakları bilmiyordu dedim" diye cevap verecekti.

 

İsrail Etkisi:

Dikkat ederseniz Ortadoğu'da hemen her gelişme bir şekilde İsrail'in menfi pozisyonuna dayanıyor.

Ortadoğu'daki iktidarların halk nezdindeki meşruiyetini kaybetmesinin en büyük sebebi İsrail politikalarıdır. Mısır gibi ülkelerde yer yerinden oynarken Suriye'deki sükunet bunun bir delili kabul edilmelidir. Ortadoğu'da sokaklarda kan akarken 14 Şubat'ta Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Şam'ın en büyük camisi olan Emevi Camisi'nde gerçekleştirilen Mevlit Kandili programına katıldı. Esad'ı yaklaşık 50 bin kişi cami çıkışında "Canımız, kanımız sana feda olsun ey Esad", "Sen bizim liderimizsin" tezahüratlarıyla karşıladı. Esad arabasından inerek halkın arasına karıştı.

Başbakan Erdoğan'ın şahsında Türkiye'ye son birkaç yılda hızla yükselen teveccühün temelinde de bir şekilde İsrail var. İsrail'in zulmünü suratına vuran tavır var.

İsrail bütün bölgeyi ve dolayısı ile bütün dünyayı ızdıraba düçar eden bir zehirdir. İsrail bütün dünyada olduğu gibi -epeyce fazlası ile- bölgede "Zulmün", "Adaletsizliğin", "Vahşetin" mücessem bir temsilcisidir. Amerika da sadık bir İsrail destekçisi olarak bu sıfatların ortağıdır.

Türkiye Gazze'deki insanlık dıramına karşı sesini en üst perdeden yükseltirken Hüsnü Mübarek'in Hamas düşmanlığını İsrail'in en büyük destekçisi noktasına taşımasının Mısır halkının nezdinde ne kadar büyük bir tepkiye sebep olduğunu tahmin etmek zor değil.

Kendilerini yıkılmaz zanneden despotlar halkını hiçe sayarak fütursuzca hareket ediyorlardı. Ancak bir anda burunları yerlere süründü.

 

Türkiye Tarihi Hatalarını Hızlı Telafi Etti:

Türkiye 2. Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan Sovyet baskısı üzerine Batı'ya yaklaşmaya, NATO'ya üye olmak için Batı'nın gözüne girmeye çalıştı. 1949 yılında İsrail'i ilk tanıyan müslüman devlet oldu. Kore'ye asker gönderdi. Böylece başlayan Amerikancı yıllarda çok büyük dış politika hataları yaptı. "Batıcılık" devlet ideolojisi oldu.

Cezayir'in 250 bin kişinin şehadeti ile neticelenen 8 yıllık bağımsızlık savaşında Fransa'nın tarafını tuttuk. Halbuki Cezayir Oruç Reis'ten, 1515 yılından beri sadece bir Arap ülkesi değil aynı zamanda bir Türk yurdu idi. Özal döneminde Cezayir'den özür dileyerek bu ayıbımızı itiraf ettik. Türkiye, Mısır'ın meşhur lideri Nasır zamanında da Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesi üzerine yine bölgeyi işgal eden İngiliz ve Fransızların yanında yer aldı.

Böyle böyle Türkiye bütün kredisini tüketti. Basit, Amerikan peyki bir ülke pozisyonuna düştü. Kıbrıs harbinde, PKK harbinde yalnız kaldık.

Nasır 1967 yılında Mısır'ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'e yönetimi ele aldıkları günlerdeki duygularını anlatarak şöyle serzenişte bulunmuştu:

"O gece Kral Faruk'u yatına bindirip İskenderiye'den yolcu ettikten sonra, içimizde sonsuz bir heyecan, gidip dertleşecek birisini aradık. İlk aklımıza gelen Türkiye Büyükelçisi oldu. ... Ancak o bizi kabul etmedi. İki yıl bana ve arkadaşlarımıza surat astı. ...Nihayet bir akşam operada perde arasında yanına yaklaştım. Elimi omzuna koyarak hatırını sordum. Yabancıların yanında beni küçük düşürdü." (Silahsız Savaş, Onur Öymen, sh. 128)

Emperyalizme başkaldırarak bağımsızlığını kazanan ilk ülke olan Türkiye 3. Dünya ülkelerinin kahramanı idi. Ancak Türkiye bu itibarını kendi elleriyle yıktı.

İçeride ise "Araplar bizi sevmez." propagandası yapıldı, hala yapılıyor.

Türkiye uzun yılların bu kötü hatıralarını 1 Mart Tezkeresi ve Davos fırçası ile başlayan süreçte büyük ölçüde temizledi. Yeni bir dönem başladı. Dış konjenktür Türkiye lehine işliyor. Ancak içeride yaşanan kamplaşma havası tehlike arzediyor.

 

Beklenmedik Olaylar:

Görüldüğü gibi bir anda bütün Ortadoğu karıştı.

Yahudi harp çıkartmak için fırsat kolluyor. Türkiye'yi ekarte edebilmek için; Yunanistan'ı pohpohluyor, PKK'yı gıdıklıyor.

Ortalık şimdilik sakin. Ama İsrâ suresi 58. Âyet-i kerime'sini hep hatırda tutmak lâzım. Tedbirli olmak lâzım.


  Önceki Sonraki