Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (4) - Hüsamettin Erentuğ Hocamız'ın Bağlılığı (2) - Ömer Öngüt
Hüsamettin Erentuğ Hocamız'ın Bağlılığı (2)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (4)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Şubat 2011

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (4)

 

Hüsamettin Erentuğ Hocamız'ın Bağlılığı (2)

Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretlerimiz'in ihvanı Hüsamettin Efendi'nin bazı hatıralarını geçen ayki sayımızda yazmış ve siz değerli okuyucularımızla paylaşmıştık. Bu ay da birkaç hatıraları arz edilecektir:

Hüsamettin Efendi yıllar önce bir gün şöyle bir mânâ görürler.

Büyük bir Kur'an-ı kerim'i koltuğunun altına almış, fakat öyle büyük ki neredeyse ucu yere değecek kadar büyükmüş.

Bu rüyâyı Efendi Hazretlerimiz'e arz ettiklerinde:

"Elhamdülillah! Hüsamettin Efendi siz Kur'an-ı kerim'in tamamına iman ediyorsunuz." buyurmuşlar.

Bu esnada Hüsamettin Efendi'nin içinden şöyle geçmiş; "Kur'an-ı kerim'in tamamına iman etmeyen de mi var?"

Daha sonraki yıllarda Efendi Hazretlerimiz, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığı altında tüm delilleriyle ispatlayarak, dinde ve vatanda bölücülük yapanları ifşa ettiklerinde, bu konuyu daha iyi anlamışlar ve "Cahillik işte, icraatlarını şimdi görüyoruz, oysa ki Efendi Hazretlerimiz bugünü tâ o zamandan bize haber vermişlerdi" demişlerdi.

Yola ilk intisap ettikleri yıllarda bir rüyâ görürler:

Üzerinde bembeyaz bir ceket varmış ve ceketin her yeri rütbelerle doluymuş. Kolları, omuzu, göğsü.

Bu rüyâyı bir ziyaretlerinde Efendi Hazretlerimiz'e arz ederler, mübarekler şöyle buyururlar:

"Hüsamettin Efendi, bu çok erken oldu. Bu kadar erken beklemiyorduk."

Bu mevzuyu, Hüsamettin Efendi'nin vefatından sonra, beraberce Efendi Hazretlerimiz'i ziyarete gittikleri kardeşimiz nakletmişlerdir. Hüsamettin Efendi hayatlarında iken bu konudan hiç bahsetmemişler, en yakınlarına dahi söylememişlerdir.

Tüm güzelliklerin, tüm verilenlerin hep Efendi Hazretlerimiz'in hürmetine, onların tasarruflarıyla olduğunu her zaman söylemişlerdir.

1995 yılının Ocak ayında Adapazarı'ndaki Vakıf merkezinin ikinci mescidinin hat yazıları yazılacaktı. Havalar çok soğuk gittiği için başlanamamıştı. Bir gün Efendi Hazretlerimiz; "Hüsamettin Efendi! Önümüzdeki hafta havalar çok güzel olacak, o hafta bitirirsiniz inşallah!" buyurarak hat çalışmalarının başlamasını istemişlerdi.

Hüsamettin Efendi de yanında bulunan bazı kardeşlerimize; "Canımsın! Efendi Hazretlerimiz diyorsa, Allah'ın izniyle o hafta havalar çok güzel olur, şüpheniz olmasın" demişlerdi.

Mescid'in hatları yazılmaya başlanmış, havalar yazı aratmayacak şekilde güzel gitmiş, bir hafta boyunca çalışmalar devam etmiş ve hafta sonunda tüm çalışmalar bitmişti. Çalışmanın bittiğinin ertesi günü kış yüzünü göstererek kar yağışı başlamıştı.

Hat çalışmasının bir hafta süreceğini ve havaların güzel olacağını günler öncesinden müjdeleyen Efendi Hazretlerimiz'in bir kerametleri daha zuhur etmişti.

Hüsamettin Efendi Almanya'da bulunduğu yıllarda kendisinden Yunus Emre Camii'nin iç hat yazılarının ve tezhibinin yapılmasını rica edenleri kıramamış ve açılışına kısa zaman kalmasına rağmen kabul etmişlerdi.

Fakat bu çalışmalar sırasında birçok sıkıntılara maruz kalırlar. Kendi ifadeleriyle; "Kubbenin içinden seslerin geldiğini, metal bir zemin üzerinde koşan birileri gibi seslerin çoğaldığını" söylerler ve mânevi bir sıkıntı halinde çalışmaya gayret gösterselerde huzursuz olurlar.

Caminin tamamlanması için sayılı günler kalmıştır, üstelik bir de üzerine rahatsızlıkları eklenince ayakta duracak takati kalmamıştır.

On yedi metre yüksekliğinde bir iskele üzerinde kubbenin hatlarını yazacaktır. Tabi bu yüksekliğe devamlı çıkıp inmek pek mümkün olmadığı için namaz orada kılınacak, yemek orada yenecektir.

Vücut zaten rahatsızlaşmış ve baş dönmeleri ortaya çıkmış, bu kadar yükseklikte çalışmak giderek daha da zor hale gelmiştir.

Bir yandan rahatsızlıklar baş gösterdiği için iş yavaşlamış, bir yandan da sanki yapılmasını istemedikleri için rahatsız edip kaçırmaya çalışıyorlarmışcasına yapılan gürültüler artarak devam etmekteydi. Fakat iş başa kaldığı için yapılması gerekiyordu.

Kendi ifadeleriyle; "Büyük ihtimal cinlerin sesleri" dediği bu gürültüler huzur kaçırmaya devam ediyordu.

Bu arada zaman iyice daralmaya başlamıştı ve caminin açılış tarihi her geçen gün yaklaşıyordu.

Bu rahatsızlıklar devam ederken; Hazret-i Allah'a sığınarak, Efendi Hazretlerimiz'e râbıta yaparak, himmet ve tasarruflarını niyaz ederler.

Bu hâlden sonra öyle bir durum tezahür eder ki, kendileri dahi hayrete düşerler.

"El benim elim amma yazan ben değilim, boyayan benim elim amma boyayan ben değilim!" ifadesiyle, işleri üzerlerine aldıklarını söylemişler ve bitmeyecek sanılan çalışma, caminin açılışına bir hafta kala bitmiştir.

Çalışmanın bitmeyeceğini zanneden ve açılışa yetişemeyeceği için üzülen herkes büyük bir şaşkınlık içerisindedir. Hüsamettin Efendi bu şaşkınlığı görünce etrafına; "Yazıyı biz yazdık gibi gözüktük amma inanın yetiştiren biz değiliz" demişler ve bir kez daha yaşadıkları bu himmet ve tasarrufları müşahade ederek şükür etmişlerdir.

1990 yılında bir gün, bir kardeşimizin emanet arabasıyla ailecek seyahat ederler. Arabayı oğlu kullanmaktadır. Urla Seferihisar mevkiinde ilerlerken karşı taraftan gelen bir araba birden önlerine doğru gelir. Bunun üzerine arabaya çarpmamak için direksiyonu çevirirler ve yol kenarında bulunan elektrik direğine çarparlar. Bu çarpma esnasında herkeste bir yaralanma olmuş, Hüsamettin Efendi'nin de başı yarılmıştır.

Hastaneye kaldırıldığında 14 cm.'lik bir yarılma olduğu tespit edilir ve hayati tehlike söz konusu olup ciddi travmalar oluşabileceği söylenir.

Efendi Hazretlerimiz hanelerinde sohbet ederlerken birden bire; "Hüsamettin Efendi şu an bıçağın sırtında amma biz gitsin istemedik" buyururlar.

Bu beyandan sonra o sohbette bulunan kardeşlerimiz Hüsamettin Efendi'nin kaza geçirdiğini duyarlar ve söylenen sözün hikmetini anlarlar.

Aradan geçen zaman zarfında hayati tehlike atlatılır ve zamanla da iyileşme husule gelir ve hiçbir şey kalmayarak eski hallerine gelirler.

Hüsamettin Efendi'nin oğlu şöyle anlatmaktadır:

"O kaza anında, üzerimize doğru gelen arabaya çarpmamak için biz kendimizi kenara attık ve direğe çarptık. Düz devam etsek ve kafa kafaya çarpışma olsa idi onlardan da yaralananlar hatta vefat edenler olabilirdi.

Biz hem onlara bir şey olmasın, hem de kendimizi kurtaralım istedik ve böyle oldu.

Babam o esnada bir ses, bir nidâ işitmişler: 'Siz yerdekilere acıdınız, gök ehli de size!'"

İlk oğlu Mehmet'i çok seven Hüsamettin Efendi, sevdiği yakınlarına lâtifeler yaparak, "Kızınız için kimseye söz vermeyin, oğluma alacağım" diye söylerlermiş.

Babasına çok benzeyen Mehmet bir gün çok rahatsızlanır. Hacettepe Hastanesi'ne götürülen Mehmet'e doktorlar müdahale ederler ve 42 dereceyi bulan ateşini düşürmek için büyük bir gayret göstererek, ellerinden geleni yapmaya çalışırlar.

Bu esnada Hüsamettin Efendi şöyle bir ses duymaktadır: "Alalım mı, kalsın mı?"

Bu soruya bir anda "Alın!" diye cevap verirler ve kendi ifadeleriyle; "Vallahi kalbimden kopan şeyi kulağımla duydum" demişlerdir.

Bu hâlden kısa bir süre sonra hemşire hanım gelerek, Mehmet'in vefat ettiğini söylerler.

Hüsamettin Efendi son zamanlarında kalp ameliyatı olmak için bir Cuma günü hastaneye yatmışlardı. Ameliyat olduktan sonra 60 gün kadar yoğun bakımda kaldılar. Bu esnada bazı mânevi haller, mânevi güzellikler tezahür etmişti.

Koma halinde bulunan Hüsamettin Efendi, hiçbir şekilde hiçbir şeye tepki vermeden yatıyorlar. Bir ara doktorların müsaadesiyle oğlu yanına girer ve kulağına "Babacığım! Efendi Hazretlerimiz sizi sevdiklerini ve sizin için duâ ettiklerini söylemişler" deyince o ana kadar başında devamlı bekleyen yoğun bakım personeli ile birlikte Hüsamettin Efendi'nin ağır ağır göz kapaklarını kaldırdıklarını ve iki gözünden yaş boşaldığını ve tekrar kapandığını söyleyerek bu olaya şahit olmuşlardır.

Koma halindeyken ağzında hortum takılı olduğu halde devamlı dudakları kıpırdamaktadır. Yanında bulunan kızı eğilip dikkatlice dinlediğinde "Allah!" dediğini duyar. Hatta bu halini bir gün doktor görür ve şöyle anlatır:

"Muayene için yanına girdiğimizde, yanına varıp eğildim ve Allah lâfzını sürekli tekrar ettiğini duydum. Bunu duyunca hemşirelere;

'Benim duyduğumu siz de duyuyor musunuz?' diye sordum. Onlar da;

'Neyi hocam?' dediler.

'Yahu bu hasta Allah diyor, bu hasta komada değil mi?' dedim.

'Evet hocam amma bu hasta geldiğinden beri Allah diyor', cevabını aldım.

Mesai bitiminde doktor abimizle beraber yürüyorduk. Yahu abi benim bir hastam var ve durumu bu. Doktor abimizde;

'Ayakta dolaşıp yiyip içen ancak Rabb'ini tanımayana değil, komada dediğin ve Allah'tan gafil olmayan senin bu hastana ben insan derim!' dedi."

Bu doktor, Hüsamettin Efendi'nin vefatından bir gün sonra Hüsamettin Efendi'nin oğlunu arayarak şöyle demişlerdir:

"Babanız beni deldi geçti. Unuttuğum şeyleri bana yeniden hatırlattı. O günden bu yana sürekli tesbihatla meşgulüm. 99'u babanızın 1'i benim olsun."

Hüsamettin Efendi'nin vefatından sonraki günlerde Efendi Hazretlerimiz yanında bulunan bir kardeşimize şöyle buyurmuşlardır:

"Baktık bu zâtın seveni çok, sen de sever miydin Hüsamettin Efendi'yi?"

"Evet, Efendim!"

"Efendim unutulmaz bir kardeşti, yeri doldurulmaz bir kardeşti."

Efendi Hazretlerimiz bir beyanlarında da şöyle buyurmuşlardır:

"Bu kardeşin cenazesinde Ankara, Ankara civarı, Adapazarı, Adapazarı civarı olduğu gibi herkes akın edip gelmişti. Yani anlaşılıyor ki herkes bu zâtı seviyormuş.

Hazret-i Allah mağfiret etsin, cümlemizi af ve mağfiretine ilhak etsin.

Bazı hocalar sertti, tersti. Hüsamettin Bey yumuşaktı. Diğerleri sertti. Onun yumuşak halini bilen ona hayran kalır, ters halini, sert halini düşünen ondan ürkerdi."

Efendi Hazretlerimiz bir gün Hüsamettin Efendi'nin kabrini ziyarete giderler. Kabrin başında uzun uzun okurlar.

Sonra; "Ayağa kalktı, sevinçten çırpındı, yüz yüze geldi, sanki kucakladı, sonra yattı" buyururlar.

Ankara'dan ziyarete gelen bazı kardeşlerimize Hüsamettin Efendi'den bahsederler ve şöyle buyururlar:

"Biz Hüsamettin Efendi'ye Şeyh Hüsamettin Efendi diyoruz."

Allah rahmet eylesin.


  Önceki Sonraki