Sâlik'in, mürşidine tam mânâ ile sarılması, emrinden ayrılmaması, onunla yaptığı ahd ve misakı daima düşünüp, ne ki zuhur ederse şeyhine haber vermesi gerekir.
Hangi noktaya erişirse erişsin, o makamlara ve zuhuratlara şeyhinin himmeti ve kendi gayretiyle vâsıl olduğunu düşünmesi, başka kimseyle ünsiyet edip istifâde beklememesi gerekir.
Bir müridin iki mürşide nisbeti varsa o mürid iflâh olmaz.
"Bir yerde olan her yerdedir, her yerde olan ise hiçbir yerde değildir." sözü meşhurdur.
Zira bir hasta hususi bir profesörde tedavi görürken ona kanaat etmeyip bir de asistana gider, ondan da bir ilâç alırsa, iki ilâç alan hasta iyileşeceği yerde daha da kötüleşir, şifa bulacağı yerde maraz kazanır.
Bir sâlik muvaffak olabilmek için, şeyhi mükemmel ise bağlandığı yerde sabır ve sebat etmesi icabeder. Onun terakkisi üstadının muhabbetine bağlıdır. Çok çok muhabbet eder ve râbıta yaparsa, yapa yapa şeyhi bir gün onu mükâşefe makamına erdirir. Bütün bunlar lütuf ve ihsan-ı ilâhiyedir.
Şeyhe sevgi, Resulullah Aleyhisselâm'a sevgi demektir. Çünkü onun vücudu yoktur. Onun vücudu Resulullah Aleyhisselâm'da ifna olmuştur.
Yegâne sevginin Resulullah Aleyhisselâm'da olması icabeder. Ona yakın olan sevgi ise Allah-u Teâlâ'ya olan sevgidir.
Mürid ile mürşidin sohbeti bu yolun sünnet-i müekkedesidir. Tasavvuf yolunda terakki ettiren, sâlike merhaleler aştıran en mühim âmil mürşidin sohbetidir. Zira Ashâb-ı Kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sohbetinde yetişmişlerdir. Sohbetten aldıkları feyz ve bereket sebebiyle onlara "Sahabi" denilmiştir. Zira onlar, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın daha ilk sohbetinde çok büyük kemâlâta kavuştular, nihayette erişilecek mertebelere yükseldiler.
Bu faziletin sebebi şüphesiz ki kitap ve kitap mütâlâa etmek değildir. Çünkü ekserisi ümmî idiler. Bu üstünlüğün sebebi bilgi ve malumatın çokluğu da değildi. Böyle olsaydı kendilerinden sonra gelip dinin bütün ahkâm ve meselelerini tafsilâtıyla bilen alimlerin onlardan üstün olması gerekirdi. Şu halde onların fazilet ve üstünlüğünün sebebi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile sohbet etme bahtiyarlığına ermiş olmalarıdır.
Ashâb-ı kiram'ı Medine-i Münevvere'de yetiştiren medrese, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Mescid-i nebevî'si idi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir taraftan İslâmiyet'i yaymaya ve güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan da müslümanlara dinlerini en ince noktasına varıncaya kadar öğretiyor, maddî-manevî her türlü müşküllerini hallediyordu.
Son derece fasih söz söyler, gayet sade, açık ve külfetsiz konuşur, mühim bir söz söylediği zaman, iyice anlaşılsın diye onu üç kere tekrar ederdi. İstenirse kelimeler birer birer sayılabilirdi.
Bütün Ashâb-ı kiram, ondaki bu fesâhat ve belâğatın hayranı idiler. Sanki başlarında kuşlar varmışçasına huzur ve huşu içinde dinlerlerdi.
Bu sohbetlerden kadınlar da faydalanırdı.
Bunun içindir ki, müridin mürşid ile sohbeti, Ashâb-ı kiram'ın Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile sohbetine nispet olunmuştur.
Vekillerinin sohbet şerefine nâil olabilmek de büyük bir lütf-u ihsandır. Onların sohbetleri yakınlık makamından doğar. Sohbet ve nazarları kalp hastalıklarına şifâdır.
Yolumuzun büyüğü Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Yolumuz sohbet yoludur." buyururlar.
Mürşid ile sohbet, birçok ilâhi tecellilerin doğmasına sebep olur. Mürşidin kalbi ile müridin kalbi arasında vasıta yoktur. Hakk'a yaklaşmak, merhalelerden geçmek, kalbin itminan bulması, gizli şeylerin öğrenilmesi ancak muhabbet ve sohbet ile mümkündür.
Muhabbet ve sohbet ile kazanılan feyz ve bereketin birçok şeyle elde edilemeyeceği erbabınca malumdur.
Hakk'ta fâni olan mürşidin sohbeti, Allah-u Teâlâ'nın kudretinden doğar, âli makamlardan süzülerek gelir.
Gerek sohbetleri gerek nazarları mürid için feyz kaynağı olduğu gibi, kalbinin cilâsına da vesiledir.
Bir nazarı bakırı altına çevirir. Necmeddin Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri'ne bir gün öyle bir hâl oldu ki, o hâl ile bir köpeğe nazar etti. O nazarın bereketi ile köpekte bir fevkalâdelik husule geldi. Görenler dehşet ve hayret içinde kaldılar.
Âriflerin nazarları feyz getirdiği gibi, kendi yüzlerine dahi feyz nazarı verir. Çünkü Allah-u Teâlâ âriflerden beşeri hicâbı kaldırıp, zât ve sıfatının esrarını onların yüzünde beyan ve izhar etmiştir. Bundan maksat halka hidayet edebilmeleridir. Zira Allah-u Teâlâ ârifler vasıtasıyla kullarına hidayet eder.
Bir müridin sohbet âdâbına riâyet etmesi gerekir ki sohbetten istifade edebilsin, yoksa edemez.
Kalbini masivâdan hâli tutmalı, mürşidin huzuruna girmeye izin istemeli, edeb ve erkânı bırakmamalı, hâlis bir niyetle hürmetle huzura girmeli, mürşidinin elini öpmeli, otur derse oturmalı, tevâzu göstermeli, izni olmadıkça konuşmamalı, yüzüne sebepsiz yere bakmamalı, sözlerini can kulağı ile dinlemeli ve hıfzetmeye çalışmalı, huzurunda fazla oturmamalı, âdâba uygun bir şekilde huzurdan çıkmalıdır.