Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Eğitim - Dar'ül-aceze - Ömer Öngüt
Dar'ül-aceze
Eğitim
Canan Büşra Kara
1 Ocak 2011

 

Dar'ül-aceze

"Benim gibi koşamıyorlardı."
"Yavaş yürüyorlardı."
"Kardeşim gibi önlük takıyordu."
"Hediyeye çok teşekkür etti."
"Yüzleri ve elleri çok buruşmuştu."
"Kalkmak için yardım istiyordu."
"Bizi çok sevdiler."

 

"Dar'ül-aceze ne demek?" diye sordu bütün öğrenciler.

Öğretmenleri buruk bir sesle:

"Âcizlerin kapısı, sevgili çocuklar acizlerin kapısı." dedi.

Meraklı çocukların soruları bitmemişti: "Peki, aciz ne demek öğretmenim?"

"Âciz, demek: Eli ermez, gücü yetmez, becerilerden yoksun, kendi ihtiyaçlarını yapamayan kişilere denir."

Heyecanlı bir ses tonu ile Ömer: "Aaa, kardeşim gibi. Annem de hep kardeşim için, 'O yürümekten, yemek yemekten, konuşmaktan âciz!' der."

Öğretmeni gülerek "Evet, bebekler de âciz insanlardır. Ama ziyaret edeceğimiz insanlar daha farklı insanlar. Onlar bebeklerden de, sizlerden de, bizlerden de çok daha büyük, yaşlı insanlar. İşte kapısı göründü geldik. Herkes ikişer sıra ile öndeki arkadaşını ve sınıf öğretmenini takip etsin."dedi. Bütün öğrenciler söylenenleri yaptılar ve Darülacezenin Osmanlı tuğralı, ihtişamlı kapısından güvenlik görevlilerinin eşliğinde içeri alındılar. Kapıda bir görevli tarafından karşılandılar. Aynı zamanda öğretmenlerin bütün fotoğraf makineleri de toplandı. Bu duruma üzülen öğretmen "Çocuklar, gördüğünüz gibi fotoğraf makinelerimiz toplandı. Şimdi fotoğraf makinesi sizler olacaksınız." dedi. Meraklı Yusuf gülerek "Biz nasıl fotoğraf makinesi olacağız öğretmenim?" dedi "Nasıl mı? Söyleyeyim. Burada gördüklerinizi hafızanıza kaydederek. Eve dönerken sizlere neler gördüğünüzü soracağım. Bakalım kimin fotoğraf makinesinden çok fotoğraf çıkacak. Kimin fotoğraf makinesi çok kaliteliymiş hep beraber göreceğiz." dedi.

En küçükleri olan Reyyan gözlerini gayr-i ihtiyari kocaman açarak önündeki arkadaşını takip etmeye başladı.

Darülacezenin içerisi devasa büyük bir alandı. Küçük misafirler görevli tarafından gezdirilmeye başladılar. Gördükleri büyükannelerin, büyükbabaların ellerini öptüler. Yanlarında getirdikleri hediyeleri verdiler. Onlara formalite icabı isimlerini sordular ve "Nasılsınız?" dediler. Oysaki cevaplarda çok büyük bir hasret ve özlem vardı. Sanki onlara uzun zamandan beri hiç kimse ismini sormamış ve nasılsınız dememişti. Kurumuş toprağı andıran yüzlerine bir tebessüm ve gözlerine bir ışık yerleşerek, "Benim adım…" diye başlayıp kimi "İbrahim, Yakup, Mahmut, Hüseyin." dedi, kimi de "Ayşe, Fatma, Nuriye, Hayriye" dedi. "Kaç çocuğunuz var?" sorusu karşısında kimi "Öldü" dedi, bazıları "1, 2, 4" dedi. Kimi de iç çekerek "O konuları hiç açmayın" dedi.

Kısa ve anlamlı ziyaret sona erdiğinde öğretmenleri çocuklara: "Evet konuşan fotoğraf makineleri, sıra ile söyleyin bakayım neler gördünüz?" diye sordu. Sözle ifade edilen fotoğraflar sırası ile şöyleydi:

"Benim gibi koşamıyorlardı."

"Bardaktaki suyu eli ile içemediği için pipetle içiyordu."

"Yavaş yürüyorlardı."

"Kardeşim gibi salyası akıyor diye önlük takıyordu."

"Hediyeye çok teşekkür etti."

"Yüzleri ve elleri çok buruşmuştu."

"Kalkmak için yardım istiyordu."

"Mavi önlüklü bakıcıları vardı."

"Bizi çok sevdiler." …

Öğretmen büyük bir mutlulukla "Aferin çocuklar!" dedi "İşte görüyorsunuz bebek olarak dünyaya gelen insan büyüyor önce çocuk, daha sonra genç ve yetişkin ve en sonunda da yaşlanıp ihtiyar oluyor. Yaşlanınca da hayatın başındaki bir bebek gibi âciz kalıyor. Peki, sizler siz âcizken sizin bütün ihtiyaçlarınızı sevgi ve şefkatle yerine getiren anne ve babalarınıza onlar âciz kaldıklarında onlara sevgi ve şefkatle bakacağınıza söz veriyor musunuz?"

Yüksek bir sesle hep bir ağızdan bağırdılar:

"Sööööööz!"

Sadece hayatın başında ve sonunda değil, Eli ayağı tutarken de "âciz" olduğunu unutmayanlardan olmak ümidi ile...

 


  Önceki Sonraki