Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TARİHTEN SAYFALAR - Tahrifçilerin Dillerine Dolamadıkları Bir Tek "Ebû Eyyûb el-Ensârî" ve "Akşemseddin" Hazretleri Kalmıştı! (2) - Ömer Öngüt
Tahrifçilerin Dillerine Dolamadıkları Bir Tek "Ebû Eyyûb el-Ensârî" ve "Akşemseddin" Hazretleri Kalmıştı! (2)
TARİHTEN SAYFALAR
Hakan Yılmaz
1 Aralık 2010

 

Tahrifçilerin Dillerine Dolamadıkları Bir Tek
"Ebû Eyyûb el-Ensârî" ve "Akşemseddîn" Hazretleri Kalmıştı!.. (2)

 

Dergimizin geçen ayki sayısında, târihî gerçekleri saptırmaya çalışan "tahrifçi"ler zincirinin son halkası olan Soner Yalçın'ın, "Eyüp Sultan'daki mezar kimin" başlıklı yazısında Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri'nin türbe-i şerîfi, Akşemseddîn Hazretleri'nin kaybolan mezar yerini tespiti ve Emevîler döneminde Bizans'a akınlar düzenleyen Battal Gâzî'nin târihî kişiliği ile ilgili asılsız iddiâlarının bir kısmını cevaplandırmaya çalışmıştık.

Şimdi ise, hiçbir târihî delile dayanmaksızın abuk-sabuk iddiâlar ortaya atan ve lâfla bu târihî gerçekleri ortadan kaldırmaya çalışan Yalçın'ın tüm çarpık iddiâlarını kökünden çürütecek sağlam ve esaslı deliller ortaya koyacağız.

 

Yalçın'ın Asılsız İddiâlarını
Kökünden Çürüten Târihî Kanıtlar:

Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri'nin İslâm ordusuyla İstanbul'a gelip burada şehid olacağı ve surların dibine defnolunacağı, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in önceden bildirdiği gayb haberlerindendir. Nitekim bir İslâm kaynağında yazdığına göre; Hazret-i Ebû Eyyûb son nefesini vermeden önce, Resulullah -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem-den: "Kostantîniyye sûrunun dibine sâlih bir kimse defnolunacaktır." sözünü işittiğini söylemiş ve: "Umarım ki o kişi ben olurum!" diyerek, kendisini surların dibine defnetmelerini vasiyet emişti.(1)

Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri'nin kabrinin uzun yıllar burada kalmış olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim olaya ışık tutan bir başka rivâyete göre; Yezid Ebû Eyyûb'un tabutunu askerlerin ortasına alıp çarpışa çarpışa ilerlerken Bizans kumandanı bu garip durumu görüp: "Bu da nedir?" diye sormuş, Yezid ise: "Bu bizim Peygamber'imizin sahâbesidir. Bize senin beldende gömülmesini vasiyet etti, biz de onun bu isteğini yerine getireceğiz!" demişti. Bizans kumandanı: "Sen ne akılsız adamsın! Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz!" demeye kalkışınca, Yezid: "Eğer onun kabrini açtığınızı veya cesedine bir şey yaptığınızı duyacak olursam; ben de bütün Suriye'de öldürmedik hıristiyan, yıkmadık kilise bırakırsam, bu ölüye ikrâmıma sebep olan Zât-ı Peygamber'i -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem- inkâr etmiş olayım!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Bizans'lı komutan işin ciddiyetini anladı; "Ben onun kabrini elimden geldiğince koruyacağıma dâir Mesîh adına söz veriyorum!" dedi ve vaadini yerine getirdi. Surların dışına defnedilen Hazret-i Ebû Eyyûb'un kabri, zamanla hıristiyan Rumlar'ın bile saygı duyduğu bir mekân ve kuraklık zamanlarında yağmur duâsında bulunmak üzre akın ettikleri bir makam hâlini almış, burada uzun yıllar en küçük bir zarar dahî görmeden kalmıştı.(2)

Bu bilginin doğruluğunu, İstanbul'un fethinden üç yüz yıl önce yazılmış eski bir kaynağa dayanarak ispatlamak mümkündür. Ünlü Arap seyyahı Ali bin Ebû Bekir el- Herevî'nin (ö. 1215) "Kitâbu'l-İşârât ilâ Ma'rifetü'z-Ziyârât" adlı eserindeki(3) önemli bir kaydı, büyük fetihten önce, XII. yüzyılın sonlarına kadar Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiyallâhu anh- Hazretleri'nin İstanbul'da, Bizans surları dışında gerçekten bir kabrinin mevcut olduğuna ve bu ziyâretgâhın o asırda tüm müslümanlar ve hıristiyanlar tarafından tanındığına kesin bir kanıt teşkil eder.

Herevî, 1173 mîlâdî yılında -Anadolu ve Bizans coğrafyası da dâhil olmak üzre-, dünyânın birçok bölgelerine giderek buralarda edindiği keşif ve izlenimlerini kaydettiği seyahat-nâmesinde, İstanbul'da görüp ziyâret ettiği yerler arasında Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin kabrini de sayar. O, İslâm kaynaklarındaki bilgileri ve tüm Osmanlı rivâyetlerini açıkça doğrulayan bu kaydında:

"Resûlu'llâh -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem-in sahâbesi Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri Kostantaniyye şehrinin sûr tarafındaydı." diyerek;(4) onun kabrinin, dışarıdan gelen yabancı bir seyyahın rahatlıkla bulup ziyâret edebileceği meşhur bir makam olarak, fetihten ve Akşemseddîn Hazretleri'nin keşfinden üç asır önce de bilindiğine ışık tutar.

XII. yüzyılın üçüncü çeyreğine âit olan bu orijinal kayıt, Soner Yalçın ve hemcinslerinin; Eyyub Sultân Hazretleri'nin İstanbul kuşatmasına katılmadığı, kabr-i şerîf'in ona âit olmadığı, Akşemseddîn tarafından askerin psikolojisini düzeltmek için kurgulandığı yönündeki tüm safsatalarını kökünden çürütmektedir.

1204'te İstanbul'u işgâl eden Latinler, bu bölgedeki hıristiyan mezarlarını yıktıkları sırada, büyük bir ihtimâlle Ebû Eyyûb el-Ensârî -radiya'llâhu anh-in kabri de yerle bir olmuş ve Fâtih zamânına, yâni XV. yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık tamâmen kaybolup unutulmuştur.

Târihle ilgili hiçbir konuda bilimsel tenkide kalkışacak durumda olmadıkları hâlde, sırf içerdiği dînî ve tasavvufî öğeleri içlerine sindiremedikleri için, kapasitelerine bakmadan bu rivâyetleri alaya almaya kalkışan, kuru lâfla bu târihî gerçekleri yok etmeye çalışan Yalçın ve benzerleri, uydurdukları safsataları ağızlarına tıkayan bu apaçık delilleri neye dayanarak, hangi cesâretle inkâra kalkışmışlardır?

Bir görgü şâhidi olan Herevî'nin bu şehâdeti varken bu gibi tahrifçilerin sözlerine itibâr edilemeyeceği ortadadır!..


Ali bin Ebû Bekir el-Herevî'nin "Kitâbu'l-İşârât ilâ Ma'rifetü'z-Ziyârât" adlı eserinde, 1173 yılında İstanbul'a geldiği sırada Ebu Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin kabrini ziyâret ettiğini belirttiği varaklar. Edirne Selimiye Kütüphanesi, Yzm. nr.: 542, vr. 22b-23a.

 

Battal Gâzî Efsânevî Bir Kişilik Midir?

Hazır eli değmişken, Battal Gâzî'ye de "izi kalsın" mantığıyla çamur atmayı ihmâl etmeyen Soner Yalçın, -ne büyük tesâdüftür ki- tıpkı Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri gibi Bizans üzerine akınlar düzenleyen bu ünlü İslâm komutanını da "tarihsel gerçeklerle bağdaşmayan diğer bir kişilik" olarak yansıtmaya çalışmış; hiçbir gerekçeye dayanmadan onun da "yaşam hikâyesinin gerçekle bir ilişkisi bulunmadığını" iddiâ etmeye kalkışmıştır.(5)

Başta Taberî olmak üzre, İslâm kaynaklarının büyük çoğunluğunun ittifakla belirttiğine göre; Battal Gâzî VIII. yüzyılda Emevîler döneminde yaşamış ve ünlü İslâm komutanı Mesleme bin Abdülmelik'in muhâfız kumandanı olarak Bizans akınlarına katılmıştı.(6) Varlığını ve icraatlarını eski İslâm kaynaklarından açıkça tespit ettiğimiz Battal Gâzî'nin biyografisi ve Bizans'a yönelik zaferleri çok eski asırlardan beri menâkıb-nâmelere konu olmuştur. İslâm kaynaklarında yer alan rivâyetlere "efsâne" damgası vurup kaçma klasiğini tekrarlayan ve tahrifçilerin tipik sözlerini ağzına sakız yapan Yalçın da, kör kuyuya taş atarak, sadece "rivâyet olduğu" gerekçesiyle bu bilgileri toptan imhâ etme hevesine kapılmıştır. Hâlbuki Bizans'lı müverrih Theophanes'in ve Süryânî yazar Tell Mehreli Denys'in eserlerindeki açık ifâdeleri, bu bilgilerin târihî arka plânını ve zannedildiği gibi efsâneden ibâret olmadığını açıkça ortaya koyar.(7) Onun gerçekten Bizans'a akınlar düzenlediği ve "Menâkıb-nâme"lerde işâret edildiği üzre, bugün Eskişehir'e bağlı Seyitgazi sınırları içindeki târihî Akronion kenti yakınlarında gazâ ederken, 1231 ilâ 1241 yılları arasında şehid düştüğü de yine aynı târihçiler tarafından doğrulanır.(8)

Battal Gâzî'nin târihî kimliğinin gerçekliği açık toponomik kanıtlarla da desteklenebilir. Nitekim ünlü Arap coğrafyacı Ebû'l-Fidâ, Güneybatı Anadolu bölgesinin XIII. yüzyıl başlarındaki durumunu tasvir eden İbn-i Sa'îd'in (ö. 1274) bir izlenimine dayanarak, bölgede bulunan bir akarsuyun (Dalaman çayı) o zamanlar "Battal nehri" adını taşıdığına ve bu adın Bizans'a akınlar düzenleyen Battal'dan kaldığına ilişkin önemli ayrıntılar sunar:

"Orada 'Battal nehri' demekle ma'rûf, büyük, derin bir nehir akar. Onun (Battal'ın) Benî Ümmiyye (Emevî) Devleti zamânında Rûm'a çok gazâlar ettiği söylenir. ...Müslümanlarla hıristiyanlar arasındaki sınır işte odur."(9)

Bu nehrin XIII. yüzyıl başlarında müslüman Türkler'le Bizanslılar arasında sınır olması, menâkıb kitaplarında belirtildiği gibi buranın gerçekten de bir gazâ üssü olduğuna ışık tutar. Bu apaçık târihî delilleri inkâra kalkışanların ellerinde acabâ sözlerini doğrulayacak ne gibi bir kanıtları var?

Sözlerimize son verirken, bu târihî gerçekleri göremeyecek kadar câhil olmasına rağmen; sormasını bilmeyen, bilmediği için de soramayan Soner Yalçın'a, Sa'dî'nin, üzerine tam tamına oturan şu nüktesini aynen iâde etmek isteriz:

"Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi; bilmez ki sorsun, bilse sorardı..."

 

(1) İbn-i Abdürrebîh, "el-'Ikdü'l-Ferîd", II, 213.

(2) İbn-i İshâk'tan naklen: İbn Hişâm, "es-Sîre", III, 354-355.

(3) Eserin, burada kullandığımız Edirne Selimiye Ktp. nüshası unvan yaprağında yazılı olan diğer adı "Kitâbu 'Acâyibü'l-Büldân"dır. Krş. Selimiye Ktp. nr.: 542, vr. 1a.

(4) Ali bin Ebû Bekir el-Herevî, "Kitâbu'l-İşârât ilâ Ma'rifetü'z-Ziyârât", Edirne Selimiye Ktp. nr.: 542, vr. 22b, st. 18-20.

(5) Soner Yalçın, a.g.m., göst. yer.

(6) Taberî, "Târîh-i Taberî", de Gorje nşr., II, 1559-1561, 1716; İbnü'l-Esîr, "el-Kâmil fît-Târîh", V, 129, 132-134, 186-187.

(7-8) Theophanes ve Denys'in bu kayıtları için, bk. E. N. Brooks, "The Sources of the Theophanes and The Syriac Chronicles", BZ, XV, (1906), s. 578 vd.

(9) Ebû'l-Fidâ, "Takvîmü'l-Büldân", C. Scheier neşri, s. 11. Dresden, 1846.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR