NATO'nun füze kalkanı planı Lizbon'daki devlet başkanları zirvesinde kabul edildi.
Yahudi asıllı Fransa cumhurbaşkanı "Biz kediye kedi deriz, hedef İran" dedi.
Başbakanımız Fransa Cumhurbaşkanı'na fırça çekti, "Biz de kediye kedi deriz" diye cevap verdi. Lübnan'da İsrail'i kastederek "Katile katil deriz" diye konuştu.
İran Savunma Bakanı "NATO'nun Irak ve Afganistan'daki saldırılarının asıl amacı İslâm'ın yayılmasını ve İslâm Devrimi'nin etkisini önlemektir" diye konuştu.
Çin ve Amerika'nın başı çektiği kur ve ekonomi savaşları şiddetini artırdı. Rusya ve Çin karşılıklı ticarette dolar yerine kendi para birimlerini kullanmak için anlaştı.
Kuzey Kore Güney Kore'yi top ateşine tuttu. Ölenler oldu. Dünyanın keyfine diken battı. Amerikan Başkanı gecenin dördünde yatağından kalktı.
Türkiye kurban ve et fiyatlarını ucuzlatmak için hayvan ithaline başladı.
Bu haberlerin hepsinin ortak bir yönü ve irdelenmesi gereken arka planları var. Ancak Türk basını o kadar sığ o kadar bilgisiz, o kadar bilgi vermekten aciz ki; bilgilendirme ve uyandırma görevi görmesi gereken basın, âdeta bilgisiz bırakma ve uyutma görevi icra ediyor.
Türkiye'nin güvenlik açıklarını ve ihtiyaçlarını ortaya seren bütün haberler maalesef her haberde olduğu gibi magazin haberi gibi takdim ediliyor:
"Obama Gül'ün omzuna dokundu", "Gül işaret parmağını kaldırarak konuştu", "Berlusconi Sarkozy'i acayip kucakladı", "Yaşasın Batı ile anlaştık, gerilim olmadı"... "Anguslar şöyle kaçtı, şöyle hopladı, böyle zıpladı."...
Oysa çok ciddi analizlerle ele alınması gereken mühim gelişmeler yaşanıyor.
NATO'nun yeni görev tanımı yapılıyor. Bu tanımlama en çok Türkiye'yi ilgilendiriyor. AB NATO imkânlarını Türkiye'yi pas geçerek kullanmak istiyor. Amerika'nın Çin ile yaşadığı ekonomik didişme gittikçe kızışıyor. İsrail, İran, Çin bağlamında Türkiye'nin Batı blokuna bağlılığı NATO aracılığı ile pekiştirilmeye çalışılıyor. Ortalığın kızıştığı, herkesin en kötü ihtimali düşünerek hazırlık yapmaya çalıştığı bir ortamda Türkiye hayvancılıkta dışa bağımlılık doğurabilecek bir adım atarak tarımsal ürünlerden sonra hayvan da ithal etmeye başlıyor.
Bütün bu gelişmelerin arka planları, stratejik boyutları tartışılmadan, konuşulmadan; kuru gürültü, magazin haberciliği zihniyeti arasında kaybolup gidiyor.
Bir defa Türkiye NATO kararlarının adeta öznesi haline gelmiştir. Zira küresel rekabette Türkiye'nin alacağı konum kilit öneme sahiptir.
Bu yüzden Amerika Türkiye'yi başıboş bırakmak istemiyor, Avrupa'yı da yanına alarak Türkiye'yi Batı savunma blokunun parçası olarak tutmaya çalışıyor.
Şu makale konuyu anlamak açısından önemli:
"Füze kalkanının bilinmeyen yönü
NATO'nun füze kalkanı projesi çok konuşuldu. Ancak bugüne kadar konuşulmayan, Türkiye'nin NATO dışında oluşturacağı, kendi ulusal füze sistemi.
Türkiye'nin, halen ihale aşamasında olan ulusal füze sisteminin maliyeti yaklaşık 4 milyar dolar olacak.
Ulusal füze sistemi için şimdiye kadar, ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya'dan firmalar teklif verdi. ABD firmaları Patriot, Rusya S-400, Çin FD2000 ve Fransa-İtalya ortaklığı ise Eurosam Samp-T modelleriyle ihaleye katıldılar. Türk hükümetinin hangi füzenin kullanılacağına ise Aralık ayında karar vermesi bekleniyor.
Ancak daha Türkiye, kendi ulusal füze sistemine ilişkin nihai kararı veremeden, Lizbon'daki NATO zirvesinde, NATO'nun kuracağı füze sistemine onay verdi.
NATO'nun füze savunma sistemine dahil olması, Türkiye'nin kendi ulusal sisteminin "kenara atılması" anlamına gelmiyor. Ancak NATO kararı, Türkiye'nin ulusal füze sistemi ihalesini etkileyecek.
Nasıl mı?
NATO'nun Lizbon zirvesinde sadece füze kalkanı kurulması kararı alınmadı. Aynı zamanda İttifak üyesi ülkelerin kendi ulusal füze savunma sistemlerini NATO'nun kuracağı sisteme entegre etmesine de karar verildi. Bu kararın anlamı şu;
Türkiye, Aralık ayında vereceği kendi ulusal füze kalkanı kararında, Lizbon zirvesinde alınan bu kararı da göz önüne alacak. Ve ancak "NATO sistemine entegre edebileceği" füzeleri satın alabilecek.
Daha açıkçası; NATO üyesi olmayan Çin ya da Rusya'nın ürettiği füzeleri, NATO sistemine dahil etmek zor, hatta imkânsız. Ancak ABD ya da Avrupa Birliği'nden alınacak füzeler, NATO sistemine de kolayca dahil edilebilecek.
Sonuç olarak;
Türkiye'nin 4 milyar dolarlık ulusal füze savunma ihalesinde, Çin ve Rusya firmalarının rekabet gücü iyiden iyiye azaldı. ABD ve AB firmalarının ise şansı çok arttı…" (Zeynep Gürcanlı, Hürriyet, 24 Kasım 2010)
Tabi burada ihaleyi kimin alacağından ziyade Türkiye'nin savunma tasarımındaki bağımsızlığını engelleme gayretlerinin varlığını görmek gerekiyor. Yâni "Koskoca NATO Türkiye'yi bağlamak için toplandı, karar aldı" demiş olsak pek de yanlış olmaz.
Buradan çıkartılması gereken mühim bir sonuç da şu: Kendi milli savunmamızı kendi imkânlarımızla yapmak için daha büyük bir gayret göstermemiz gerekiyor. Kısa ve orta menzilli füze savunma sistemini kendi imkânlarımızla yapmaya karar verdik, kendi milli gemimizi yapıyoruz. O halde artık stratejik mühimmatları ve füze savunma sistemlerini de kendimiz pekâla yapabiliriz. Yapmak için gayret etmeliyiz.
NATO tartışmaları arasında bunların gündeme gelmesi gerekirken, "Türkiye'nin istediği oldu mu olmadı mı?" diye kısır bir magazin tartışması arasında gündem boğuluyor.
Hemen her konuda benzer durumlarla karşılaşıyoruz. En mühim en ciddi memleket meseleleri gündem dışı kalıyor. Bunda ülkemiz üzerinde icra edilmek istenen psikolojik harp tertiplerinin etkisi olduğu gibi, kalitesiz ve naehil kimselerin medya sektörünü işgal etmesinin ve halk olarak bizim bu kalitesiz medya düzenine razı olmamızın büyük rolü var.
Dikkat ederseniz dünya gündeminde "Savaş"ın veyahut daha çok kullanılan tabiri ile "Savunma"nın konuşulmadığı bir gün geçmiyor. Amerika gibi ülkeler daima kendilerini en kötü senaryoya göre hazırlamaya çalışıyorlar. Her türlü harp teknolojisini geliştirmek için adeta kendileriyle yarışıyor, küresel ittifaklar kurmaya, Türkiye gibi ülkeleri kendi güdümlerinde tutmaya gayret ediyorlar.
En kötü senaryo için yapılan hazırlıklar bunlardan ibaret değil. Gıda üretimi ve güvenliği bu ülkeler tarafından her zaman ulusal güvenlik kapsamında ele alınıyor. Avrupa tarımsal üretime yıllık 50 milyar Euro destek aktarıyor.
Şunu katiyetle bilmek lâzım: Tarımsal üretimin milli imkânlarla yapılması silah sanayinin millileşmesinden daha az önemli değildir. Zira bir harp zamanında başkasının silahı ile ne kadar harp yapabilirseniz, böyle bir zamanda başkasının ekmeği ile o kadar karnınızı doyurabilirsiniz. Üstelik gıda hiçbir şekilde alternatifi olmayan en temel ihtiyaç maddesidir. Bu konu bu kadar önemlidir. Zira küresel tehditlerin çokça konuşulduğu şu günümüz dünyasında en az askerî güvenlik, enerji güvenliği kadar önemlidir gıda güvenliği. Gıda güvenliğini de sağlıklı gıda arzı ve gıda üretimi olmak üzere iki boyutu ile düşünmek gerekir.
Bizde ise durum şu:
Türkiye gibi bir tarım ve hayvancılık ülkesinde, bu münbit memlekette; tarım ve hayvancılığı geliştirmekten sorumlu bakanlık fiyatları ucuzlatmak için et ve hayvan ithaline destek veriyor. Hâl böyle iken, yüzkarası bu durum, bu acizlik bizim müthiş medyamızda bir maharet gibi yankı buldu.
Halkı bilgilendirme ve yönetme makamındaki kimselerin ne durumda olduğunu görmek gerçekten büyük bir üzüntü sebebi oluyor. Ancak bu mevzu da gündem değirmeninin çarkında magazinleştirilerek kayboldu gitti.
Yakın zamana kadar Anadolu'da köy ve kasabalarda hemen her evde en az bir-iki hayvan beslenirdi. İnsanlar kendi peynirini, kendi tereyağını kendisi üretirdi. Oysa şimdi köy yerlerinde bile insanlar bu gibi ihtiyaçlarını para ile temin ediyorlar. Alarm zillerinin çalması gereken bir durum.
Tüketici olarak ete fazlaca para ödemek zorunda kalıyoruz. Ancak bu durum memleketimizde hayvancılığın gelişmesi için bir fırsat olarak görülmeliydi. Oysa bizim tarım bakanlığımız et fiyatlarını ucuzlatmanın derdine düşmüş, günü kurtarmakla meşgul.
Kendi silahımızı kendimiz üretmek için büyük gayretler gösteriyoruz. Bunun en bariz sonuçlarından birisini MİLGEM projesi ile yakın zamanda elde ettik. Kendi savaş gemimizi kendimiz ürettik.
Fakat aynı hassasiyeti tarımsal üretime gelince göstermiyoruz maalesef. Her gün gittikçe dışa bağımlı hale geliyoruz. Artık et ihtiyacımızı da dışarıdan temin eder hale geldik.
Memleketimizde yıllar yılı tarım ve hayvancılık sektöründeki istihdam oranının yüksekliği sanki bir utanç vesilesiymiş gibi görüldü. Sanayileşme yolunda ilerlerken, tarımsal üretimin de aynı şekilde ilerlemesi için gerekli gayret gösterilmedi. Her işimizde olduğu gibi bu alanda da ismi unutulmuş gizli memleket kahramanlarının gayretleri ile bazı gelişmeler temin edilebildi. Ancak son yıllarda hızlı bir tükeniş yaşanıyor, acil ve ciddi önlemler alınması gerekiyor.
Füzemizi de kendimiz yapalım, tarımsal üretimimizi de kendimiz yapalım. Tarımsal üretimi milli mesele haline getirelim. Her şeyden önce en yetkin, ehil kişilere sorumluluk verelim.