Türkiye İran'ın yeni bir Irak olmaması için büyük çaba harcıyor. Amerika'yı karşısına almadan İran'ı makul bir yere çekmeye çalışıyor. İran ise ideolojik bağnazlığının da tesiri ile her fırsatta neredeyse bütün dünyaya meydan okuyor.
İran'ı vurmak veya vurdurmak için fırsat kollayan bir İsrail'in olduğu dünyada Türkiye diplomatik bir mücadele yürütüyor. Havadaki savaş bulutlarını dağıtmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz ay İran ile Türkiye ve Brezilya arasında imzalanan Uranyum Takası Anlaşması İran'a ve dolayısı ile Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerine -ve tabi tüm dünyaya- nefes aldırmayı amaçlıyordu. Ancak aynı zamanda savaş lordlarını da kızdırdı. Zira Türkiye İran üzerindeki kara bulutların iyice yoğunlaştığı bir dönemde hızlı ve beklenmedik bir sonuç aldı.
Türkiye önemli bir gelişmenin aktörü oldu.
Nitekim dünya basınında konuyla ilgili çok çeşitli yorumlar çıktı. Rus basınında "Türkiye ve Brezilya'nın onuru masada" şeklinde yorum yapılırken, Guardian "Türkiye, Ortadoğu'da başlıca bir diplomatik güç olarak yükseliyor.", Financial Times "Clinton'un İran-Türkiye-Brezilya anlaşmasına yönelik eleştirileri, dünya sahnesinde var olan ve yükselen güçler arasındaki gerilimin bir işareti idi." diye yazdı. Kimi analist "Türkiye'nin Tahran'la sağladığı nükleer anlaşmadaki öne çıkan rolü yükselen bir diplomatik güç olduğunun son işareti. Ancak dış politikada istenilen hedeflere ulaşmak için yeterli kapasitesi bulunmuyor."diye Türkiye'yi küçümserken, kimisi "Türkiye'nin sınırlarının ötesine baktığını ve küreselleşen dünya için yeni ve gerçekçi bir bakış açısına sahip olduğunu" söyledi.
İran'ı ikna ettik diye sevinirken Amerika'nın neredeyse bize sövmediği kaldı. Anlaşmanın hemen ertesinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın, BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi arasında İran'a yönelik yeni tur yaptırımlar üzerinde anlaşıldığını açıklaması soğuk duş etkisi yaptı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu "BM üyesi 3 ülkenin attığı imzalar şaka değil." diye tepki gösterdi. Brezilya'lı yetkililer de ABD ve müttefiklerinin Tahran anlaşmasını görmezlikten gelmelerinden rahatsız olduklarını açıkladı.
Washington Post, Obama'nın anlaşmanın ülkesinin politikasıyla uyuşmadığını Erdoğan'a anlatmak için telefonda 1 saatten fazla zaman harcadığını yazdı
Gazete anlaşmanın Amerikanın BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a yönelik yeni yaptırımlar uygulanmasıyla ilgili konsensüs arayışlarını tehdit ettiğini ve Amerikalı yetkilileri adamakıllı irite ettiğini yazdı. Gazete ABD Dışişleri Bakanı'nın anlaşmanın hemen ardından yaptırım açıklaması yapmasını da şöyle yorumladı: "Clinton'ın hemen yaptığı açıklama, geniş şekilde ABD'nin Türkiye'ye yönelik kızgınlığının işareti ve Türkiye'nin diplomatik çabalarının yüzüne inen bir tokat olarak algılandı."
Düşünce kuruluşu Carnegie Endowment'ta Türk uzmanı sıfatı ile çalışan ve ismi bize yabancı olmayan Henri Barkey de, "Türkler için bu bir Pirus Zaferi (büyük kayıplarla kazanılmış bir zafer) olabilir. ABD'yi küçümseyerek Üçüncü Dünya'da harika bir görüntü veriyorlar. Ancak ABD ile ilişkiyi gerçekten berbat ediyorlar" dedi.
Türkiye bilmeden de olsa tekere çomak soktu!
Öyle anlaşılıyor ki Amerika bu sürecin anlaşmayla neticelenmesini beklemiyordu. Belki de İran'ın uzlaşmaz tavrına çok güvendiler. Zira Amerika Türkiye'yi İran'la görüşmelerinde el altından teşvik ediyordu:
"... Bence asıl fiyasko, son dakikaya kadar Türkiye'nin sırtını sıvazlayan, 'Deneyin, arkanızdayız' diyen, bununla da yetinmeyip bunları bir mektuba döken ABD hükümetinin Ankara'yla ilişkileri yönetememesidir.
... Gerçek şu ki, Türkiye yeni değil, 8 aydır İran ve Batı arasında arabuluculuğa soyunmuş durumda ve bunu yaparken de her adımda Washington'un desteğiyle ve Batı dünyası adına hareket etti. Son ana, hatta gerçekten Tahran'daki anlaşmaya saatler kala bile Ankara'nın bütün adımları ABD ile dirsek teması içinde atıldı. İster Almanya'da ister Balkanlar'da olsun, son aylarda katıldığım bütün uluslararası zirvelerde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu önce Amerikalılar, sonra İranlılar, sonra tekrar ve tekrar Amerikalılarla bir araya gelerek nükleer takas konusunda 'mekik diplomasisi' yapıyordu. Nükleer takas bu işe çözüm değilse, bir günde 3 defa Davutoğlu'yla bir araya gelen Amerikalı yetkililerin aklı neredeydi?
... İş bununla da kalmıyor. Washington'daki Erdoğan-Obama görüşmesinden sonra ABD Başkanı Barack Obama, Erdoğan'a kapı gibi bir 'mektup' yolluyor. Diplomaside bir işin kâğıda dökülmesi, pozisyonunuzun netleşmesi ve haliyle bağlayıcı hale gelmesi demek.
... Obama yönetimi bu işi yönetemedi. Ne Ak Parti'nin İran romantizmini dizginleyebildiler ne de Türkiye'nin kurduğu oyundan kaçabildiler. Sonra ne oldu? Sonra bir anda uyanan Pamuk Prenses edasıyla Güvenlik Konseyi'nde 7 cüceleri arıyorlar. Sakil bir iş.
... Bir metin olmasa, bütün bunları bu kadar ağır yazmazdım. Ancak yazılı bir mektup yollayıp sonra hiç yapmamış gibi tavanlara bakıp ıslık çalmak, 'amatör' bir durum." (Aslı Aydıntaşbaş, 20 Mayıs 2010, Milliyet)
Bu satırların yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın "Tekrar söylüyorum. Ben başından beri İran'ın 'kurtarılmasından' yana değilim. ... Bana kalsa bırakın Ahmedinecad'la el sıkışmayı, kaldırımın aynı tarafından bile yürümem." diyen, İsrail muhibbi bir yazar olduğunu belirtelim.
İran ile yapılan görüşmelerin beklenmedik bir anlaşmayla neticelenmesi maskeleri düşürdü.
Amerika'yı zaten biliyorduk. Fakat Çin ve Rusya'nın Amerikan taraftarı duruşu daha çok dikkat çekti.
Nitekim İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad "Hassas bir dönemde komşumuz Rusya'nın bize karşı olan bir yaklaşıma destek vermesini anlayamıyoruz. İran halkı için bu kabul edilemez. Onların daha dikkatli bir şekilde kararlarını gözden geçireceklerini umuyorum." diye konuştu. "Onlar bizimle mi, yoksa başka bir şey mi var?" sorusunu yöneltti.
Rusya ve Çin gibi İran'ı desteklemesi beklenen ülkelerin sessizliği ve hatta bu anlaşmanın mürekkebi kurumadan BM'de İran'a yaptırım öngören bir karar tasarısında Amerika'ya destek vermelerini nasıl yorumlamalıyız?
Öyle anlaşılıyor ki Amerika Rusya ve Çin'e İran'a saldırması halinde ekonomik çıkarlarını koruyacağına ve elde ettiği ganimetten nemalandıracağına dair söz ve garanti verdi.
Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayınlanan Daru'l Haliç gazetesi yazarlarından Saad Mehio 20 Nisan tarihli yazısında Lübnan'da düzenlenen "Uluslararası Bakış Açısıyla Ortadoğu" başlıklı konferansta Rusya ve Çin'den gelen temsilcilerin Amerika'ya adeta bağlılık bildiren açıklamalarını hayretle kaleme almıştı.
Yazar "Amerika'yı işittik ve ona itaat ettik" başlıklı yazısında şunları aktarıyordu:
"Konferansa katılan en ünlü isimler Moskova'daki Uluslararası Barış için Carnegie Kurumu Bürosu Müdürü Dr. Dmitry Trenin ve Çin'in dış siyasetindeki en tanınmış uzmanlarından biri sayılan Dr. Menksin Bay idi.
Trenin, sayıları yüzü bulan konuklar karşısında oldukça açıktı. Zira herkesin önünde, Rusya'nın Orta Doğu'daki eski nüfuzundan bir kısmını geri döndürmek istediğini ancak bunda amacının kesinlikle Amerika ile yarışmak olmadığını, gayesinin sadece saygınlık elde etmek olduğunu açıkladı. Rus yetkili harfiyen şöyle dedi: "Orta Doğu'da Rusya- Amerika yarışı, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle bitmiştir. Şu anda Moskova ve Washington arasında jeo-stratejik ya da ideolojik herhangi bir rekabet bulunmamaktadır. Aksine karşılıklı çıkarlar söz konusudur. Her ne kadar bazı zamanlarda Rusya Amerika'ya karşı koyuyor gibi görünse de gerçekte bu, Amerika liderliği sancağı altında çalışan, dünyadaki önemli 6 büyük devletten biri olarak karşı tarafın kendisini kabule ikna içindir."
Çinli Dr. Menksin ise Rus Trenin'den daha da açık sözlüydü. Dr. Menksin konuşması esnasında Amerika'nın velayetini kabul ettiklerini gösteren şu ifadeleri kullandı: "Biz, Ortadoğu'da Amerika'nın liderliğini kabul ediyoruz. Kendisiyle rekabet etmek de bu bölgede herhangi siyasi bir rol oynamak da istemiyoruz. Tüm istediğimiz petrole dayalı ve ekonomik hedeflerle Suudi Arabistan ve diğer ülkelerle ilişki kurmaktır. Pekin'in Washington ile çıkarları, Tahran'la olandan çok daha büyüktür. İkinci olarak iki taraf arasında seçim yapmak zorunda kalırsak ilk tarafı seçmekte kesinlikle hiç tereddüt etmeyeceğiz."
Yazar Rus Trenin'in de İran'la ilgili şu sözlerine yer verdi: "Tüm ülkeler İran'ın nükleer ve bölgesel siyaseti karşısında durmaya başladı. Bu nedenle bu ülkenin acilen Amerika ile bir antlaşma yaparak doğru yönde hareket etmesi gerekir. Bu antlaşma için en uygun zaman da bu tür bir antlaşmaya hazır olan Amerikan başkanı Obama'nın zamanıdır. Tahran'ın böyle bir antlaşmaya yanaşmaması ise Saddam Hüseyin dönemindeki Irak'ın durumundan çok daha riskli bir sonuçla karşılaşmasına yol açacaktır."
BAE'li yazar bu ilginç konferanstaki hislerini şöyle dile getiriyor: "Konferansa katılanlar Çin ve Rusya gibi iki büyük devletin, sadece küçük devletlerin kendisine tabi olduğu Amerika'ya bu kadar bağlı olmasına inanamadı. Ancak bu gerçek 2020 yılına kadar böyle devam edecek gibi görünüyor. Ayrıca sadece Ortadoğu'da değil dünyanın her yerinde!"
Muhtemel İran Savaşı'na dair ortaya atılmış bir harita.
Kırmızı uçakla gösterilen Amerikan üslerinin dağılımına bakıldığında küffarın planı rahat anlaşılıyor.
Yahudi İran'ı kafaya takmış durumda. Türkiye ise önlerinde adeta bir engel durumuna geldi... Şüphesiz ülkemizde de bir dönüşüm planlıyorlar. Türkiye'yi küresel bir oyuncu olarak görmek istemiyorlar.
Herkesin bir planı var.
Hazret-i Allah'ın planı yanında ne hükmü var?