Bu zikir Allah-u Teâlâ'nın Hass'ül-has kullarına âittir. Onlar Allah-u Teâlâ ile nefes alıp-verirler. Mukarrebûn diye tabir edilen zâtlar bunlardır, dünyada nâdir bulunurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Rabb'ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif bir sesle sabah-akşam zikret!" (A'râf: 205)
Bu zikir, murakabanın en sonuna varan hususi kullarına bir emridir. Bu emirden anlaşılıyor ki, bu apaçık bir gönül zikridir. Zikirlerin en üstünü de budur. Buna ledünî zikir de denir.
Daha evvel murakaba yapıyordu Resulullah Aleyhisselâm'la beraber, şimdi ise Hakk ile beraber. O yalnız ve yalnız Hakk iledir. Hakk ile nefes alır, Hakk ile meşgul olur.
Allah-u Teâlâ murad ettiği kulunu cezbe ile çeker ve huzuruna alır. Bu Hass'ül-has'a âit bir husustur.
Murakaba'nın en sonuna varanlar Râbıta yapmaz, Murakaba da yapmaz. Onlar Allah-u Teâlâ'nın varlığı içine sığınır, nefeslerini Allah-u Teâlâ ile alır.
Farz-ı muhal ki bir fıçının içine girdin, fıçının içinde nefes alıyorsun ve zikrediyorsun. Dar ve kapalı yerde. İşte onlar da Azamet-i ilâhî'nin varlığı içine girerler, nefeslerini alırken O'nun varlığı ile alırlar. Kendisi bile yok, ancak perdesi oradan alıyor. Nefeslerin en hayırlısı işte budur.
"İçinizde!... Görmüyor musunuz?" (Zâriyât: 21)
Âyet-i kerime'si burada tecelli eder.
O, Allah-u Teâlâ ile nefes alıyor. Sessiz, sedâsız, zikirsiz, murakabasız. Bu nefes Allah-u Teâlâ ile alındığı için zikrullahın en efdali olmaktadır ve gizli bir zikirdir. Onun Allah-u Teâlâ ile merbudiyeti vardır.
Fıçının içine girerken yine kalbî zikir vardır, nefes zikri değil. Allah-u Teâlâ ile hallendiği zaman nefes zikrine geçer.
Nefes ile zikir esnasında zikir yapılmıyor. Kalp zikir yapmıyor. O zaman alınan nefesler zikir yapıyor zaten. O her şeyden arınmış durumda, Allah-u Teâlâ ile nefes alıyor. Bu ise nefesle zikir oluyor. Çünkü O'nunla nefes alıyor.
"Cehrî zikir" tarikat ehli tarafından; "Hafî zikir" hakikat ehli tarafından; "Kalbî zikir" marifetullah ehli tarafından biliniyorsa da; bu beşinci kısım zikrullah Hass'ül-has kulların bilebileceği bir ilimdir.
Her şey duruyor, o Allah-u Teâlâ'ya, azametine sığınıyor ve O'nunla nefes alıyor. Onun zikri o oluyor.
Ve fakat bu nefes zikrine mazhar olanlar, kendisinin bir maskeden ibaret olduğunu bilen ve görenlerdir. Bu zikir yalnız onlara mahsustur, halk tarafından bilinen bir zikir değildir.
O Hakk'a varmış, kendisinin bir perdeden ibaret olduğunu görmüştür. Bütün iş ve icraatları Hakk iledir ve Hakk içindir. Bu zikir dahi iki türlüdür:
Kapalı bir yerde olduğu halde; Cehrî zikir de yapılabilir, Hafî zikir de yapılabilir.
Asıl sır şu Âyet-i kerime'de gizlidir:
"Biz insana şah damarından daha yakınız." (Kâff: 16)
O sana senden yakındır. O zaman sen bir fıçı mesabesindesin, bir perde mesabesindesin, bir kapak mesabesindesin. İçinde O var.
Bu nefes zikri bunu böyle bilip görenlere mahsustur. Allah-u Teâlâ ile nefes alıp veriyorsun. Bu ise sana senden yakın olanla nefes alıp vermen demektir.
Nefes zikri ile meşgul olan, O'nunla nefes aldığı için, hiçbir vasıta araya giremez. Dıştan hücüm etmeye çalışır, fakat içeriye girmesi mümkün olmaz. Rabıtaya da benzemez bu. Çünkü râbıtada melek de girebilir, şeytan da girebilir, karıştırır.
Bu zikir ise öyle değildir. Hass'ül-has olanın Allah-u Teâlâ ile irtibatı var, O'nunla nefes alıyor. Onun içindir ki dıştan hiçbir şey oraya müdahele edemez.
•
Nefes zikrinin hakikatına vâsıl olanlar, kendisinin bir kefen olduğunu kabul eder. Bir kefen ile içindeki kimse ne ise, Allah-u Teâlâ ile onun arası da odur.
Bu zikre oturan öyle oturur, kendisinin bir kefen olduğunu, bir elbise olduğunu bilir, içindeki ile nefes alır. O'nunla nefes aldığı zaman O'ndan hayat alır, içindeki ile zikreder. Bu zikir bâtının da bâtınıdır. "Hakk ile alınan nefes"in sırrı budur. O'nun Hakk ile irtibâtı var, kendisi yok Allah var.
Kendisinin kefen olduğunu bildiği zaman bu hâl tecelli eder. Allah-u Teâlâ ile irtibat kurar, O'nunla nefes alır.
•
Toplu yapılan cehrî zikirde kimisi zâhirde zikreder, zâhiri hareketler yapar. Kimisi bâtında zikreder, bâtınî zikir yapar.
Bâtınî zikir yapanın gayesi Hakk'tır, Hakk ile irtibat kurmaktır, uydum kalabalığa değildir. Zâhirî hareket yaparken aslını kaçırır, halka uyarsa Hakk ile irtibatı kaybeder.
Bu zikir ehline âittir, halk zâhirde zikirle meşgul olurken, o bâtın ile meşgul olur.
•
Bu zikr-i şerif'e "Nefes zikri" denir. A'râf sûre-i şerif'inin 205. Âyet-i kerime'sinde geçen "Hafif ses" nefestir. Zikrin en efdali budur. Buna mazhar olanlar da yok denecek kadar azdır. Allah-u Teâlâ'nın kendisi için yarattığı kullara mahsustur.
Bu hususta bir misal verelim:
Zâhirî ilimlerde kemale eren Abdülhâlik Gücdüvânî -kuddise sırruh- Hazretleri bâtın yoluna meyletmişti. Bir gün tefsir okurken adı geçen A'raf sûre-i şerif'inin 205. Âyet-i kerime'si karşısına çıktı. Hocası Allâme Sadreddin'e sordu:
"Bu gizliliğin hakikati ve gizli zikrin yolu nedir? Cehrî zikirde uzuvlar hareket eder, herkes duyar ve görür. Gizli zikirde ise dışarıdaki insanlar görmese bile, insanın içindeki şeytan görür.
Çünkü Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
'Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır.' buyurulmaktadır. Bu durumda ne yapmak lâzımdır."
Hocası hakkı sahibine teslim etti ve dedi ki:
"Bu sorunun cevabı ledün ilmi ile verilir. Bu da bizde yok. Çünkü o, Allah'ın veli kullarına has bir ilimdir. Şu kadar var ki Allah dilerse karşına bir veli kulunu çıkarır, o da sana gizli zikri öğretir."
Gücdüvânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu işaretten sonra Allah-u Teâlâ'nın, kendisine ilâhî sırları tâlim edecek bir zâtı bir gün karşısına çıkarmasını bekleyip durdu. Bir süre sonra karşısına Hızır Aleyhisselâm çıktı ve onu evlâtlığa kabul ederek gizli zikri tâlim buyurdu.
•
Bilinmeyen bir zikir olduğu için çeşitli yönlerden tarifleri yapılıyor.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için de mahlûkatı yarattım." (K.Hafâ)
İşte bu hazineyi içinde bulan kimse, başka bir şey istemez ve aramaz.
Bunu bulanlar, bu sırlara mazhar olanlar; onlar Fatiha-i şerif'in sırrına mazhardırlar, İhlâs-ı şerif'in de sırrına mazhardırlar. Onlar:
"Allah o Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyum'dur." (Bakara: 255 - Âl-i imrân: 2)
Âyet-i kerime'sinin sırrına mazhardırlar.
İşte bunun içindir ki Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer siz süfli arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah'ın üzerine düşerdi." (Tirmizî)
Ve bu suretle Allah-u Teâlâ onları bu sırlara mazhar eder. Onlardan başka hiç kimse bu sırları bilemez.
Meselâ bunun yanında daima deriz ki:
"Nefeslerin en hayırlısı Hazret-i Allah ile alınandır, mülâkatın en güzeli Hazret-i Allah ile yapılandır."
Bu mülâkat ilham vasıtası iledir, harfsiz ve hurufatsızdır. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Şûrâ sûre-i şerif'inin 51. Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın bir insanla konuşması mümkün değildir. Ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. O, yücedir, hikmet sahibidir." (Şûrâ: 51)
Vahiy malumdur, peygamberlere verilen ilâhî kelimelerdir. Muhtelif şekilleri vardır.
Perde arkasından ise; Allah-u Teâlâ dilediği kulunun kalbine, dilediği zaman perde arkasından nurunu akıtır, bütün hakikatleri bildirir. Dilediğine harfsiz hurufatsız ilham eder.
Perde arkasından Allah-u Teâlâ ile nasıl konuşulur? Bu hususta sizin anlayacağınız bir temsil arzedelim.
Bayezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Unuttuğunda cahil olacağı için, kitaplardan bazı şeyler ezberleyen kimselere âlim denmez. Hakiki âlim, öğrenmeden ve ezberlemeden, dilediği anda Hakk'tan ilim alabilen kimsedir."
Demek ki Hakk'tan ilim alınabiliyormuş. Bu ilim, o ilimdir.
Muhyiddin-i İbn'ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle buyururlar:
"O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm'a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır." (Fusûs'ül-Hikem)
Perde nedir? Sensin perde. Senin varlığın perdedir. O'nun için perde yok. O sana senden yakındır, perdenin arkasından konuşuyor.
Senden sana yakın olan sana duyuruyor, buyuruyor. Buyurduklarını sana duyuruyor. İşte perde arkasındaki zikrin sırrı. Sen bir perdesin, O dilediği şekilde mahlûku ile konuşur. Sen de perdesin, kâinat da perdedir.