Osmanlı rivâyetlerini "yalan" ve Osmanlı râvîlerini peşînen "yalancı" gösterme hastalığına tutulan bâzı müzmin tahrifçiler, kendileri için en uygun saldırı malzemesini, sistemli bir târih yazıcılığına dayanmayan ve bu yüzden Osmanlı târihinin en karmaşık dönemi olarak kalan Ertuğrul Gâzî ve öncesinde aramışlar; kendilerini hapsettikleri dar çerçevenin dışına çıkamadıkları için de aradıklarını burada fazlasıyla bulduklarını sanmışlardır. Öyle ki; bu rivâyetlerin içinden çıkmakta zorlanan Aldo Gallotta, Osmanlılar'ın kökenini sorgulama çabasıyla kaleme aldığı bir makâlesinde, Osmanlı kaynaklarında Ertuğrul Gâzî'nin Rumlar'a ve Tatarlar'a karşı kazandığı söylenen zaferlerin tarihî bir kökeni bulunmadığını iddiâ etmiş;(1) Ertuğrul Gâzî ve Osman Gâzî ile ilgili rivâyetlere küstahça ve alaycı bir tavırla yaklaşan Lindner ise, bu dönemi "Osmanlı tarihöncesi" diye nitelendirmekten, hattâ bunu kitabına ad olarak vermekten çekinmemiştir.(2)
Lindner, Gallotta ve yaklaşık bir asırdır tahriflerini "târih" adı altında yutturmaya kalkışan tüm tahrifçilerin iddiâları, "Kaynak ve Belgeler Işığında Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu" adlı çalışmamızda devrin kaynakları, belgeleri ve topografik, toponomik, epigrafik ve nümizmatik kanıtlar ışığında kökünden çürütülmekle birlikte; biz burada yalnız Ertuğrul Gâzî'nin İznik Laskaridleri ve Tatarlar'la mücâdelelerinin bir özetini sunup, bu sürecin bilinmeyen en son ve en önemli safhası olan "Boğa-öyüğü zaferi" üzerinde durarak; şimdiye kadar târih kitaplarına hiç geçmemiş ve günümüz araştırmacıları tarafından işitilmemiş bu önemli savunma savaşını günyüzüne çıkarmakla kalmayıp, Gallotta'nın ve Lindner'in cehâletini de bir anlamda teşhir etmiş olacağız.
Eski Osmanlı kaynaklarında, Ertuğrul Gâzî'nin Gündüz Alp, Gök Alp ve dört yüz Oğuz eriyle Sultanönü ucuna gelerek "Rum keferesi" ile savaşan Sultan Alâeddîn'e yardım ettiği, kâfirlerin elinden Söğüt, Karacahisar ve Güzelcehisar gibi kaleleri fethettiği, Selçuklu Sultânı'nın da buna karşılık fethettikleri alanı onlara iktâ' olarak verdiğini gösteren rivâyetler belirgin bir biçimde ön plâna çıkar. Başta Orhan Gâzî'nin saltanatının ilk yıllarında yazılan "'Osmân Târîhi" olmak üzre,(3) en eski Osmanlı yazılı geleneğinden; Ahmedî, Şükrullah Çelebi, Enverî, Karamânî Mehmed Paşa, Âşık Paşa-zâde, Rûhî ve Neşrî gibi müverrihlerin yine XIV. yüzyıl başlarında yazılmış ortak bir kaynaktan derledikleri özgün rivâyetlere kadar(4) geniş bir kaynak silsilesiyle birbirine bağlanan bu metinlerin ayrıntılı tenkidi, topografik ve toponomik açıdan doğruluk ve anlatılan olaylarla birebir uygunluk arzeder.
Cahen'in ve Langdon'un ortaya koydukları ciddî delillere rağmen,(5) şimdiye kadar Osmanlı rivâyetlerinde, özellikle Sultan Alâeddîn'in Laskardiler'e karşı yürüttüğü belirtilen mücâdelelerin ve Tatar akınlarına yapılan göndermelerin yeri ve zamânı tam olarak saptanamamıştır. Cahen, çağdaş Eyyûbî târihçisi İbn-i Nazîf el-Hamevî'nin kroniğinden, Langdon ise Bizans kaynaklarından bu olayların târihî dayanaklarını net bir biçimde ortaya çıkardıkları hâlde, bunları Osmanlı rivâyetleriyle kıyas ve tenkide tâbî tutmadıkları için, kayıtlarda zikredilen fetihler hâlâ belirsiz birer vak'a olarak kalmıştır.
Osmanlılar'ın çağdaş kaynaklardan bugüne dek kimliği tespit edilemeyen gerçek atalarının, Orta Asya'dan Mahan'a, Mahan'dan Ahlat'a, Ahlat'tan Bithynia'ya göç ve yerleşimleriyle doğrudan alâkalı olan bu savaşların, kaynak ve belgelere, topografik ve toponomik verilere dayalı kanıtları, başlangıç ve bitiş safhaları, ayrıntılı bir kronoloji ile birlikte ilk kez, hazırlıkları devâm etmekte olan "Kaynak ve Belgeler Işığında Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu" adlı çalışmamızda ele alınmıştır. Henüz tamamlanmamış olan bu çalışma ilerlemeye devâm ederken, Prof. Dr. Halil İnalcık'ın "Ertuğrul Gâzî'nin Gerçek Hikâyesi" adı altında bir makâle neşrederek(6) bu kanıtlardan bâzılarını gündeme getirmesi ve bâzen belirsiz veyâ hatâlı bir biçimde de olsa, ilk defâ bu delilleri Osmanlı rivâyetleriyle karşılaştıran bir sentez ortaya koyması oldukça memnuniyet vericidir. İnalcık'ın tezindeki eksiklik ve belirsizliklerin çoğu, birkaç kroniğin dışına çıkamamasından ve yeni bulunan bâzı kaynaklardan habersiz olmasından kaynaklanmıştır.
İşte İnalcık'ın makâlesinde yer almayan, burada târihî ve topografik delillerini sunacağımız "Boğa-öyüğü zaferi" de; Sultan Alâeddîn'in Laskaridler'le dokuz yıllık mücâdelesini nihâyete erdirmesine neden olan 1231 Moğol akınının sonucunu belirleyen en önemli vak'adır.
Batı Karadeniz, Ege ve Bithynia'daki Türkmen akınlarını önlemek ve İstanbul'un Latinler tarafından işgâli üzerine, İznik çevresine sıkışan devletini bu coğrafyaya doğru genişletmek isteyen John Doukas Vatatzes, Suriye'li târihçi İbn-i Nazif'in kayıt- larından ve Bizans kroniklerindeki atıflardan açıkça anlaşıldığına göre; Selçuklu Sultânı I. Alâeddîn Keykûbâd'la 1222-1231 yılları arasında, dokuz yıl boyunca aralıksız sürecek bölgesel sınır savaşlarını başlatmıştı.
Cengiz Hân'ın 617'de (m. 1220) Cebe Noyan ve Sebütey Bagatur kumandasındaki ordusunu İran'a gönderip onlara burayı yakıp yıkmalarını emrettiği sırada, Ertuğrul Gâzî'nin dedesi "Kayı" ya da "Kayık" (İbn-i Bîbî'de: "Kayır") Hân, berâberindeki çeşitli boylara mensup elli bin kişilik konar-göçer Oğuz aşiretiyle birlikte, Isfahan yakınlarındaki Mâhân ovasından göçerek Eyyûbîler'in hâkimiyeti altındaki Ahlat'a yerleşmişti. Bayâtî'nin "Oğuz-nâme" kaynaklı rivâyetine göre,(7) burada emirlik kabul etmeyip Melik Eşref'in hizmetinde siyâsî ve askerî başarılar kazanan Kayı Alp'in Eyyûbîler'le yakın ilişkisi, Celâleddîn Harzemşah'ın 1229'da Ahlat'ı işgâline kadar devâm edecekti.
Moğol akınları İran'ı kuşatmadan kısa bir süre önce Selçuklu tahtına oturan Alâeddîn Keykubâd da, sultan olur olmaz Eyyûbî hükümdârı el-Melikü'l-Âdil'in kızıyla evlenmiş ve bu devletle siyâsî ve askerî yönden sıkı bir ilişki içine girmişti.(8) Bu târihlerde bir Eyyûbî şehri olan Ahlat'a yerleşen Kayı Alp'le, iki oğlu Gündüz Alp, Gök Alp ve torunu Ertuğrul'un, Sultân Alâeddîn'le ilgi ve irtibâtı bu târihlerde başlamış gözük- mektedir. Sultan Alâeddîn'in Bithynia'daki fetihlerini kaydedenin, el-Melikü'l-Âdil ve el-Melikü'l-Eşref'in sarayında kâtiplik ve vezirlik yapmış bir Eyyûbî târihçisi olması da bu noktada anlam ve önem kazanır. Alâeddîn Keykubâd'ın, çağın diğer kaynaklarında atlanan Bithynia seferini ayrıntılı bir biçimde tâkip eden ve eserine titizlikle kaydeden İbn-i Nazîf'in bu savaşlara duyduğu yakın ilginin de, Kayı Alp efrâdının -kuşkusuz sarayın bilgisi dâhilinde- Selçuklu Sultânı'na yardıma gitmesinden kaynaklandığı ve müellifin eserindeki bilgileri bu sırada, olayların görgü şâhidlerinden sıcağı sıcağına aktardığı anlaşılmaktadır.
Genç Sultan Alâeddîn, Cengiz'in İran'ı tehdit eden ilk saldırısını işitince büyük bir telâşa kapılmış ve olası bir sınır saldırısı ihtimâlini gözününde bulundurarak Konya surlarını ve Sivas kalesini hemen onartmıştı (618/1220-21).(9) Bu onun, Tatar akınlarına karşı aldığı ilk ve en önemli tedbir olmuştur. Onun Vatatzes'le savaş için Bithynia ucuna yerleşmesi ve Ertuğrul Gâzî'nin Gündüz Alp ve Gök Alp'le birlikte ona yardıma gelmesi de bu târihten bir yıl sonra, 619 (1222) yılı başlarında gerçekleşecektir. Bu seferlerin bir parçası olarak, aynı yıl içinde Emîr Hüsâmeddîn Çoban'ı gemilerle, Kefe yakınlarındaki Suğdak'ı fethe gönderen Sultan Alâeddîn, bu sırada Cebe ve Sebütey'in de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan üzerinden buraya doğru yöneldiklerini haber almış (1222-1223) ve paniğe kapılarak tekrar Konya'ya dönmek zorunda kalmıştı. İbnü'l-Esîr bu ikinci akın sırasında Tatarlar'ın, Karadeniz sâhilini yağmalayarak Bulgaristan kıyılarına kadar ilerlediklerini kaydeder;(10) Osmanlı rivâyetleri de tam bu sırada bâzı Tatar gemilerinin Ereğli (Herakleia) sâhiline doğru sokularak denizden taarruza yeltendiklerine işâret eder. "'Osmân Târîhi" ve Enverî'nin kaynağı olan Semerkandî rivâyetine göre,(11) taarruz sırasında Gündüz, Ertuğrul ve Gök Alp Bartın-Ereğli kıyı havzasındadır; Ereğli sâhiline çıkmaya çalışan Tatar birlikleri burada Ertuğrul'un ve yakınlarının şiddetli müdâhalesiyle karşılaşır. Tatarlar'ı denize dökerek büyük bir başarı kazanan Kayı (Kayır) Han efrâdı, bundan sonra kuzeydoğu sâhili yönünde kıyı boyunca ilerlemiş ve Bartın'a (Parthenia) 17 km. uzaklıkta eski bir Ceneviz kalesi olan Güzelcehisar'ı fethetmişlerdir.(12)
Bayburt'lu 'Osmân'ın kullandığı çok eski bir rivâyete göre, Bithynia'da Vatatzes'le çarpışırken bir taraftan da Tatar akınlarını sürekli kontrol altında tutan Sultan Alâeddîn, 622 (m. 1225)'te Kayı Alp oğullarına fethettikleri bölgeyi iktâ' olarak vermiş ve Ertuğrul'u ordusunun başına kumandan olarak tâyin etmişti.(13) İbn-i Nazîf'in açıkça işâret ettiği üzre;(14) bu tâyini, Ertuğrul'un Söğüt ve Karacahisar gibi büyük Rum kalelerini fethi ve Ermeni Derbendi'ni aşarak İnegöl'ü sıkı bir yağmadan geçirişi tâkip edecektir. Özgün kaynağın Şükrullah ve Karamânî versiyonunda belirtildiğine göre, Ertuğrul Gâzî burada "iki yıl, üç ay, dört gün" gazâ faaliyetlerine devâm ettikten sonra,(15) Emir Çoban'ın Suğdak'tan dönüşünü müteâkip bölgeden ayrılacak ve yeni gazâ girişimleri için Amasya-Sivas-Kayseri havzasına doğru yol alacaktır. Bu târih, İbn-i Nazîf'in ifâdesiyle: "sekiz gün kuşatmadan sonra Laskaris'in (El'Aşkarî) büyük bir kalesinin ele geçirildiği, ancak daha sonra yine elden çıktığı" 625 (m. 1228) yılına rastlar.(16) XIV. asrın sonlarında Karacahisar ve Bilecik tekfurlarını "Selçuklu sultânının haraçgüzârı" olarak gösteren Osmanlı rivâyetlerine bakılırsa,(17) bu büyük kale; Semerkandî rivâyetinde ilk kez Ertuğrul tarafından fethedildiği belirtilen "Bilecik" kalesi olmalıdır.
İbn-i Nazîf'in bundan sonraki kayıtlarından, bir yıl sonra (626/1229) Ankara-Eskişehir bölgesinde çatışmaların kızıştığı, bu sırada muhtemelen Karacahisar'ın da elden çıktığı ve Sultan Alâeddîn'in bu yüzden Ankara emîri Seyfeddîn Kızıl Beg'i cezâlandırıp zindana attırdığı anlaşılmaktadır.(18)
Sultan Alâeddîn'in elden çıkan kaleleri almak üzre Vatatzes'le yapacağı mücâdeleler, Sivas yakınlarında bir Tatar saldırısının görüleceği 629 (m. 1231) yılına kadar canlılığını koruyacak, uçlardaki Türkmen tazyikinden yorulup köşeye sıkışan Vatatzes, Almanlar'dan (Agarenes) yardım isteyerek bu bölgesel mücâdeleyi bir haçlı seferine dönüştürmeye çalışacak; fakat umduğu yardım ve desteği bulamayacaktır.(19)
[Devamı]
Alâeddîn Keykubad'ın 10 yıl önce bulunan,
Laskaridler'le mücâdele ettiği döneme âit mührü üzerindeki orijinal resmi.
2,5 cm., 4 mm., 15.8 gr. Antalya Müzesi, Env. nr.: B-112.
Ertuğrul Gâzî 619 (1222-23)'te Moğollar'ı Karadeniz Ereğli'sinde denize döktükten sonra fethettiği Bartın yakınlarındaki Güzelcehisar kalıntıları.
(1) Aldo Gallotta, "'Oğuz Efsanesi' ve Osmanlı Devleti'nin Kökenleri: Bir İnceleme", Osmanlı Beyliği / The Ottoman Emirate (1300-1389) içinde, s. 49-51, bas.: İstanbul, 1997.
(2) Rudi Paul Lindner, "Explorations the Ottoman Prehistory", Ann Arbor, University of Michigan Press, 2007; Ayda Arel Türkçe trc. (İstanbul/2008)'de özellikle bk. s. 68-92.
(3) Mûsâ bin 'Alî & Firdevsî-i Rûmî, "Muhtasar 'Osmân (Otmân) Târîhi". Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlatan mevcut en eski iki orijinal kaynaktan biri olan bu eser üzerinde çalışmalarımız devâm etmektedir.
(4) Bu konuda ayrıntılı bilgi "Kaynak ve Belgeler Işığında Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu" adlı kitapta verilecektir.
(5) Krş. C. Cahen, "Question D'Histoire de La Province de Kastamonu au XIIIe Siecle", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III (1971), s. 146-151; J. S. Langdon, "Byzantium's Last Imperial Offensive in Asia Minor", New Rochelle, 1992.
(6) H. İnalcık, "Son Araştırmalarla Ertuğrul Gâzî'nin Gerçek Hikâyesi", NTV Tarih Dergisi, Nisan/2010, s. 51-58.
(7) Hasan bin Mahmûd el-Bayâtî, "Câm-ı Cem-Âyîn", Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 203, vr. 18b-19b.
(8) Krş. Faruk Sümer, "Keykubâd I", DİA, XXV, 358.
(9) İbn-i Bîbî, "el-Evâmirü'l-'Alâ'iyye fî'l-Umûri'l-'Alâ'iyye", Tıpkıbasım, s. 252-256, haz.: S. Adnan Erzi, TTK, Ankara, 1956.
(10) lbnü'1-Esîr, "el-Kâmil fî't-Târîh", XII, 253-254.
(11) Mûsâ bin 'Alî & Firdevsî-i Rûmî, "Muhtasar 'Osmân (Otmân) Târîhi"; Enverî, "Düstûr-nâme'-i Enverî", s. 79-80, haz.: M. Halil Yınanç, İstanbul, 1928.
(12) Bu bilgi yalnız "'Osmân Târîhi"nin mensur versiyonunda yer alır, manzum metinde bu kısım atlanmıştır.
(13) Bayburt'lu Osmân, "Tevârîò-i Cedîd-i Mir'ât-ı Cihân", Süleymâniye Ktp. Mikrofilm Arş., nr.: 478 / Fotokopi Arş., nr.: 88, vr. 246-247.
(14) İbn-i Nazîf el-Hamevî, "et-Târîhu'l-Mansûrî", St. Petersburg Asya Müzesi, nr.: 521, vr. 151a-151b; Ebû 'Iyd Dûdû thk. nşr., "et-Târîhu'l-Mansûrî", s. 113. bas.: Dımaşk, Matba'atu Mecma'i'l-Lugâti'l-'Arabiyye, 1981.
(15) Krş. Şükrullâh Çelebi, "Behcetü't-Tevârîh", H. N. Atsız nşr. s. 52; Nişancı Mehmed Paşa, "Tevârîhu's-Selâtîni'l-'Osmâniyye", s. 344, trc.: İ. Hakkı Konyalı (Osmanlı Târihleri-I içinde), İstanbul, 1949.
(16) İbn-i Nazîf el-Hamevî, a.g.e., vr. 168b; Ebû 'Iyd Dûdû nşr., s. 155-156.
(17) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 193, H. N. Atsız neşri, bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949; Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ", c. 1, s. 64, 68, Unat-Köymen Neşri, Ankara, 1949.
(18) İbn-i Nazîf el-Hamevî, a.g.e., vr. 180b; Ebû 'Iyd Dûdû nşr., s. 174.
(19) J. Langdon, "Byzantium's Last Imperial Offensive in Asia Minor", s. 7-8.