Türkistan'lı mutasavvıfların en meşhurları arasında yer alan ve Doğu Türkistan'da bir süre devlet hükümdarlığı da yapmış olan Yâkub Hân Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Fusûsu'l-Hikem" deki gizli mânâları açıklamak üzere kaleme aldığı "Tavzîhu'l-Beyân" adlı eserindeki beyan ve ifşaatlarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yâkub Hân Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-velâye olan zâtın eriştiği tüm İlâhî lütuflara, Resulullah Aleyhisselâm'ın sırrına tâbiiyyetinin kemâliyle eriştiğini haber vermektedir:
"Şimdi sen, velîlerden olmaları bakımından peygamberlerin hepsinin ve aynı zamanda velîlerin cümlesinin, Hakk'ı ancak Hâtemü'r-rusül'ün velâyetine mazhar olan Hâtemü'l-evliyâ'nın kandilinden gördüklerine dâir, benim kendisine işâret ettiğim şeyi anlayabildiysen; senin için artık yararlı bir bilgi husûle gelmiş demektir.
Hâtemü'l-velâye, bizim Allah'ın tevfîkinden sonra tanıdığımız, yüksek mertebelerden ve âlî makamlardan erişilebilen herhangi bir şeye, ancak onun -sallallahu aleyhi ve sellem- sırrına tâbîliğin kemâli ile eriştiren şey olduğu için; o, Resul Aleyhissalâtü Vesselâm'a tâbiiyyetin faydalarıyla ilgili bir bilgidir.
'Bu Allah'ın fazl-u ikrâmıdır, kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sâhibidir.' (Cum'a: 4)
Allah'ım! Bizi de lütfunla ona -sallallahu aleyhi ve sellem- tâbî olanlardan kıl!" ("Tavzîhu'l-Beyân", s. 68-69, bas.: Delhi, 1315)
Seyyid Yâkub Han Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri "Tavzîhu'l-Beyân" isimli eserinde Hâtemü'l-velâye mişkâtının, Hâtemü'r-rusül'ün mişkâtının aslından başka bir şey olmadığını ifâde ederek; ona ve tüm peygamberlere kaynak olan bu velâyetin, tasavvufta "Taayyün-i evvel" denilen "İlk zuhûr eden şey" olduğunu haber vermiştir:
"Şahsî unsûrî velâyeti yönünden Hâtemü'r-rusül'ün, onun mutlak veyâ has velâyetinin hakîkatine mazhar olması yönünden Hâtemü'l-velâye'ye olan nisbeti, nebîlerin ve resullerin kendisine olan nisbetine denktir. Yâni onlar velâyetlerini nasıl ki Hâtemü'l-velâye mişkâtından almışlarsa; Hâtemü'r-rusül de aynı şekilde, sana târif ettiğim gibi; kendisini şümullü olan hakikatine nisbetle öne geçiren, kendi mişkâtının aslı olan onun mişkâtından alır. Çünkü o, onun bâtınıdır. Kendisine istimdâd edilen hakîkatlerden bir hakîkat değil, hepsi için istimdâd edicidir. Bu ise 'Taayyün-i evvel'; yâni 'İlk açığa çıkan şey'dir. Hazîneci hazîneye tâyin edildiği gibi, bu mertebeye tâyin edildiği için; bu mişkât Hâtemü'l-velâye'ye nisbet edilir. Lâkin Sultan, tâyin ettiği bir hazîneciye bağladığı hazînesinden almak istediği bir şeyi almayı dileyince, hazînecinin Sultan'dan üstün olması gerekmez."("Tavzîhu'l-Beyân", s. 69, bas.: Delhi, 1315)
Seyyid Yâkub Hân -kuddise sırruh- Hazretleri mühim bir noktaya parmak basarak, Muhammed Aleyhisselâm'ın istimdâdını Seyyid'liği ile gerçekleştirdiğini; bu mânâyı idrâk edenlerin, Hâtemü'l-evliyâ'nın hakîkati yönünden ileri oluşunu anlamakta da güçlük çekmeyeceklerini ifâde etmiştir:
"Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- bu has makamda Seyyid'liği ile istimdâd etmiştir. Mertebeleri; yâni velâyet, nübüvvet ve risâlet mertebelerini ve onun erbâbının makamlarını, isimlerin mertebelerini ve ona mazhar olanların yerlerini bilen bir kimseye, Hâtemü'l-velî'nin hakîkati bakımından öne geçmesine binâ edilen buna benzer sözlerin kabûlü zor gelmez."("Tavzîhu'l-Beyân", s. 71, bas.: Delhi, 1315)
"Tavzîhu'l-Beyân" adlı eserinde yer alan son ifşaatında ise Hazret, Hâtemü'l-evliyâ'nın zıtlıklarla vasıflanmasını; onun hem âlim, hem de câhil olması örneğiyle izâh ederek şöyle buyurmaktadır:
"Hâtemü'l-evliyâ bu şekilde; bütün ruhların kendi rûhundan istimdâd ettiği bir madde olduğunu, unsûrî cesedinin terkîb edildiği zamanda, tabiî hayâlî perdesi ve unsûrî terkîbiyle kendiliğinden akıl etmiş değildi.
O hakîkat ve rütbesi yönünden, bunların hepsiyle kendisine işâret edilen bu Hatmü'l-velî'liğe dönüştüğü zamîrinin aynı ile âlimdir.
Zât mânâsıyla vâroluşu da bununla gerçekleşmiştir.
Hatm'e dönüşüp de vâsıl olamadığı, kendisini hem âlim, hem de câhilliğe ulaştıran unsûrî terkîbi yönünden ise câhildir. Şu hâle göre Hatm, zıtlıklarla vasıflanmayı kabûl de eder."("Tavzîhu'l-Beyân", s. 74, bas.: Delhi, 1315)
Seyyid Yâkub Hân Kâşgârî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Tavzîhu'l-Beyân" adlı "Fusûs" şerhindeki "Hâtemü'l-velâye" ile ilgili beyan ve ifşaatları burada son bulmaktadır.