Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
İBTİLÂ VE İMTİHAN - Peygamberlerin İmtihanı (4) - Ömer Öngüt
Peygamberlerin İmtihanı (4)
İBTİLÂ VE İMTİHAN
Dizi Yazı - İbtila ve İmtihan
1 Mayıs 2010

 

İbtilâ ve İmtihan -5-

PEYGAMBERLERİN İMTİHANI (4)

 

Tahammül ve Ümit Numunesi Yakub Aleyhisselâm:

Yakub Aleyhisselâm'ın kıssası, sevgili oğlu Yusuf Aleyhisselâm'ın kıssası ile bir ipek yumağı gibi iç içe dolanmış bulunmakta, bu ibretli kıssa Kur'an-ı kerim'in başlı başına bir Sûre-i şerif'inde anlatılmaktadır.

Yakub Aleyhisselâm evlât ihaneti ve evlât acısı ile imtihan edildi. Yıllarca yavrusunun hasretiyle yandı, acısını içinde sakladı, kimseye derdim şudur demedi. Şikayetini sadece Sahib-i Hakiki'ye arzetti, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmedi.

"Artık bana güzelce sabır gerekir. Söylediklerinize karşı da yardımına sığınılacak ancak Allah'tır." (Yusuf: 18)

Buyurarak tahammül ve ümit numunesi oldu.

Sahib-i Hakiki'ye öyle bir sığınışla sığınmıştı ki, gelecek nesillere bir "Sabr-ı cemil" numunesi oldu. Böyle bir sabır, ibtilâya düşenlere; bütün felâket ve meşakkatleri sükunetle, yüce ruhlu insanlara yakışır bir biçimde göğüsleme gücü verir.

Allah-u Teâlâ'ya itimadı ve tevekkülü emsalsizdi. Yalnız O'na güvenmiş, yalnız O'ndan yardım dilemişti. Bunu herkese tavsiye ediyordu:

"Ben ancak O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de O'na tevekkül etsinler." (Yusuf: 67)

Bir diğer oğlu Bünyamin'in de Mısır'da kalması üzerine dertli babanın küllenmiş olan üzüntüsü tekrar tazelendi.

Buyurdu ki:

"Artık bana sükunet ve ümit içinde sabır gerekir." (Yusuf: 83)

Yusuf'la Bünyamin'i ve Mısır'da kalan diğer oğlunu Allah-u Teâlâ'nın kendisine iâde edeceğinden emin bir halde sözlerine devam etti:

"Umulur ki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur." (Yusuf: 83)

Daha sonra onlardan yüz çevirdi. Sanki Yusuf'u çağırır gibi bir iştiyakla:

"Ey Yusuf'un üstüne titreyen üzüntüm!" (Yusuf: 84)

Diye inledi ve ağlamaya başladı. Üzüntüsü bir kor olmuş, yüreğini dağlıyordu. Günlerce aylarca gözyaşı döktü. Nihayet gözleri görmez oldu.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Üzüntüsünden gözlerine ak düştü, artık acısını içinde saklıyordu." (Yusuf: 84)

Onun bu içli halini görüp de sırrına eremeyen oğulları ve başkaları:

"Vallahi sen Yusuf'u ana ana kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut öleceksin!" diyorlardı. (Yusuf: 85)

O ise böyle söyleyenlere şöyle cevap veriyordu:

"Ben üzüntümü ve tasamı yalnız Allah'a açarım." (Yusuf: 86)

Bu sözler Mevlâ ile dostluk kurmuş bir gönülden gelmektedir. Halini yalnız O'na arzediyor, yalnız O'na boyun büküyor, yalnız O'ndan yardım diliyor.

Her ne kadar zaman zaman üzüntüsünü dile getirmişse de Allah-u Teâlâ'ya olan güveni ve itimadı hiçbir zaman sarsılmamış, sabrı da elden bırakmamıştır.

Kervan Mısır'dan ayrılıp Kenan'a doğru yönelir yönelmez, gizli bir hisle Yusuf Aleyhisselâm'la buluşmanın yakın olduğunu hissetmeye başladı. Yüzü gülmeyen gözleri görmeyen yaşlı babanın yüzü gülümsüyor, Mısır'a doğru yönelerek havayı kokluyor, derin derin nefes alıyor ve şöyle diyordu:

"İnanın ki ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum." (Yusuf: 94)

Bunun hakikat olduğuna kesin olarak inandığı için tereddütsüz herkese söylüyordu.

Âyet-i kerime'de koku, rüzgâr mânâsına gelen "Riyh" kelimesi ile ifade edilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ o güzel kokuyu sekiz günlük yoldan, rüzgâr hızından daha hızlı bir süratle Yakub Aleyhisselâm'ın vicdanına ulaştırdı. Şüphesiz ki bu da ilâhi kudretin bir tezahürü, bir cilve-i Rabbânî'dir.

Gömleği taşıyan oğul çıkageldi ve emaneti babasına takdim etti. Yakub Aleyhisselâm gömleği eline aldı, yüzüne gözüne sürdü, izn-i ilâhi ile gözleri görmeye başladı.

Yakub Aleyhisselâm Yusuf'una kavuşma hasreti ve aceleciliği ile oğullarına hemen hicret hazırlıklarına girişmelerini emir buyurdu. Sonuncularına varıncaya kadar bütün âile fertleri Kenan diyarından Mısır'a doğru yola koyuldular.

Kafilenin gelmekte olduğu haberi ulaşınca, kral dahil devletin ileri gelenleri ve bütün halk şehrin dışına karşılamaya çıktılar. Mısır halkı Yusuf Aleyhisselâm'ı sevip saydıkları için, onlar da bu buluşma gününde hazır olmak, bu heyecanlı sahneyi seyretmek istiyorlardı.

Baba-oğul iki peygamber yılların ayrılığından sonra karşı karşıya geldiler.

Yakub Aleyhisselâm:"Selâm olsun sana ey hüzün ve tasaları gideren!" diyerek selâm verdi. Uzun yılların ibtilaları, imtihanları, dert ve mihnetleri geride kaldı. Sevgi, heyecan ve gözyaşları ile birbirine sarıldılar, doya doya kucaklaştılar. Hasret ve ayrılık acısının yerini visal sevinci almıştı.

"Yusuf'um kaybettim Kenan ilinde,
Yusuf'um bulunur Kenan bulunmaz."

Allah-u Teâlâ bu kıssayı, kıssaların en güzeli mânâsına gelen:"Ahsenü'l kasas" olarak vasıflandırmıştır.

Gerçekten de bu kıssa ibret alınacak, insanın din ve dünyasına menfaat verecek, her sınıftan insana ışık tutacak pek çok hikmetler ve inceliklerle doludur. Her safhasında tebşirler, gelecek asırlarda sıkıntılı günler yaşayan müminlere eninde sonunda kurtuluşa ereceklerine dair müjdeler vardır.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de:

"Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında soranlar için ibretler vardır." buyuruluyor. (Yusuf: 7)

Bu mübarek kıssa üzerinde dikkatlice düşünenler bir çok hakikatlere erişmiş olurlar.

Şöyle ki:

Bütün peygamberler ağır hücumlara, azgınlık ve taşkınlıklara hedef olmuşlardır. Fakat sıkıntı ve çilenin zirveye ulaştığı, çekilmez bir dereceye vardığı, en büyük tehlike ile yüz yüze gelindiği, âdeta bütün ümitlerin kesildiği bir anda Allah-u Teâlâ'nın benzeri olmayan nusret ve yardımı kesin bir şekilde tecelli etmiştir.

İnanmak, zorluklar karşısında insanı sabırla takviye eder. Korku ve sıkıntılar karşısında mukavemet gücü verir.

Allah-u Teâlâ bir kulunu yükseltmek istediğinde, önüne çıkan engelleri bir bir kaldırarak sebepler halkeder.

İbtilâlı günlerde fânilerden değil, bâkî olan Allah'tan yardım dilemek lâzımdır.

Bir ibtilâ ile karşılaşıldığında Allah-u Teâlâ'ya sığınmak, O'na güvenmek ve sabır dilemek gerekir.

Elde edilen bütün muvaffakiyetlerin, erişilen her nimetin şükrünü eda etmeyi ihmal etmemeli, nimet arttıkça şükrü de artırmalı, O'nun sonsuz lütuf ve ikramları karşısında acziyetini daima ortaya koymalıdır.


  Önceki Sonraki