Konuya geçen aydan kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Allah-u Teâlâ bu kesin hükmün tezahürünü müslümanlara göstermek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"İşte böylece sizi, bütün insanlara karşı şâhitler olmanız için tam ortada vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhit olsun." (Bakara: 143)
Allah-u Teâlâ en faziletli kıbleyi en faziletli ümmet için seçip ayırdı. Nitekim peygamberlerin en efdalini de bu ümmete seçmiş, dinin en efdalini onlara tahsis etmiş, onları yeryüzünün en hayırlı yerinde iskân ettirmiştir. Onların cennetteki konaklarını en hayırlı konaklar kılmıştır.
Allah-u Teâlâ her peygamberi kendi ümmetine şâhit tutmuş, ümmet-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ise bütün insanlar üzerine şâhit kılınmıştır. Onlar insanlara şehâdet ederken, kendilerine de şehâdet eden bir Resulullah Aleyhisselâm vardır.
Vasat ümmet; orta yolu takip eden, ifrat ve tefrite düşmeyen, her şeyde ölçülü ve mutedil olan, dünya ahiret dengesini kurabilen, hak ve adaletten ayrılmayan, hakka hak, bâtıla bâtıl diyen fertlerden müteşekkil bir dinin mensuplarıdır.
Allah-u Teâlâ kıblenin değiştirilmesindeki asıl sebebi Âyet-i kerime'sinde şu şekilde açıklamıştır:
"Biz senin arzulayıp da üstünde durduğun Kâbe'yi; Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye kıble yaptık." (Bakara: 143)
Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ olacak olan her şeyi olmadan önce biliyordu. Meydana gelmesinden önce de her hadise O'na malumdur. Fakat mükâfat ve mücâzat vermek için imtihan sahası olan dünyaya gönderir. Kullarını bildiği şeylerden değil, bilfiil işledikleri şeylerden dolayı hesaba çeker.
Kıblenin değiştirilmesi hususundaki emrin Allah-u Teâlâ'dan geldiğini ve Resulullah Aleyhisselâm tarafından tebliğ edildiğini göz önüne getiren ve kalpleri imanla dolu olan kimseler hemen tasdik ettiler. "Allah bizi nereye yöneltirse oraya yöneliriz." dediler ve bu zorlu imtihanı başarı ile geçtiler. Bu iş kendilerine ağır gelerek İslâm'dan çıkanlar da oldu.
"Doğrusu bu, Allah'ın hidayet edip yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir." (Bakara: 143)
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'yı yeniden kıble yapmakla, hem Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin duâsına icabet etmiş, hem de ona gerçekten tâbi olanlarla tâbi olduklarını söyleyip de kıblenin değişmesi üzerine ökçeleri üstünde dönüş yapıp yüz çevirenleri ayırmış ve hallerini müslümanlara teşhir etmiştir.
Bu gibi kimseler: "Vefat eden arkadaşlarımızın kıldıkları namazlar ne olacak?" gibi ipe sapa gelmez sözlerle müslümanların arasına şüphe ve nifak sokmaya çalıştılar.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruldu:
"Allah sizin imanınızı aslâ zâyi edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara şefkatlidir ve merhamet edendir." (Bakara: 143)
Allah-u Teâlâ'nın gerçek müminlerin imanlarını, kıble değişmeden önce kılmış oldukları namazlarını zâyi etmemesi, ecir ve mükâfatlarını vermesi, şefkat ve merhametinin çokluğundandır.
•
Allah-u Teâlâ ehl-i kitabın, İslâm'ı kabul etmelerinden ümit kestirecek dereceye varan inat ve kibirlerinden bahsederek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler." (Bakara: 145)
Sen kıble hususunda tartışanları, bu değişmenin hikmeti hakkında ikna edemezsin. Çünkü onlar hiçbir sebebi dinlemeye niyetli değildirler. Onlar delille ispatla kani olmazlar. Menfaatlerine ters düştüğü için bile bile İslâm'ı istememektedirler.
"Sen de onların kıblesine dönecek değilsin." (Bakara: 145)
Çünkü sen, hak olan ve onların dahi itibar ettikleri İbrahim'in kıblesine tâbisin. Onların kıblesine tâbi olmak aslâ senin şanından değildir.
Bu buyrukla onların umutları tamamen kesilmiş oluyor.
Nitekim:
"Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler." (Bakara: 145)
Yahudiler hıristiyanların kıblesine dönmedikleri gibi, hıristiyanlar da yahudilerin kıblesine dönmezler. Her iki grup da İsrailoğulları'ndan olmasına rağmen, aralarında şiddetli ihtilâf ve düşmanlık vardır. Birbirleriyle uyum sağlamaları ihtimali de mevcut değildir.
Bu durum böyle olunca Resulullah Aleyhisselâm elbette onların arzularına uyacak değildi:
"Sana gelen ilimden sonra eğer sen onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun." (Bakara: 145)
Bu ilâhî hitap zâhirde Resulullah Aleyhisselâm'a olmakla birlikte onun ümmetinedir. Bir müslüman ilm-i İlâhî'yi bırakıp da her an değişen hevâ ve heveslere tâbi olamaz.