Hakikat ehli "Fenâfirrasûl"e varmış, kalbi "Mutmainne" olmuş kimselerdir.
Bir taraftan murakaba yaparlar, diğer taraftan Allah-u Teâlâ'yı tesbih ederler. İster zikr-i cehrî olsun, ister zikr-i hafî olsun.
Mürid "Seyr minallah"da yola çıkar, altı mektepten birincisi burada tamamlanır. Sonra "Seyr ilâllah", "Seyr fillâh", "Seyr billâh", "Seyr anillâh" gibi Hakk'a tekarrubiyet seyirleri başlar.
Nefis kalpten, ruhtan, sırdan, hafâ ve ahfâdan çıkarıldığı gibi, murakabalar da tıpkı böyledir, sırayla gider. Murakabalardan geçtikçe iman tekâmül eder, erişemediği yerlere eriştirilir. İç âleme o nispette nüfuz eder.
Artık "Fenâfişşeyh" tahsili bitmiş, bizzat Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in taht-ı terbiyesine mânen alınmış olur. Burada müride Kelime-i tevhid verilir.
Hakikat ehline "Hafî zikir" verilir. Bu zikire "Bâtınî zikir" de denir. Hafî zikir "Kalbî zikir"e geçişi sağlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Zikrin ekmeli hafi (gizli) ve rızkın efdali ise yetecek kadar olandır." (Münavî)
Burada zikr-i hafîden maksad, zikr-i kalbidir. Zîra "İki kişinin dışına taşan her gizli şey yayılır." sözü gereğince, dil ile yapılan bir zikir hiç olmazsa insanın sağ ve solunda bulunan meleklerle, beraberinde bulunan şeytan tarafından işitileceğinden zikr-i hafî değildir.
Kalp dile uyup, zikrullah dilden kalbe inerse kalbin zikri olur, el kârda gönül yarda olur.
Zikrullah Allah sevgisini tahrik ederek sonsuz bir şevk verir, zikrullahla kalpler arınır ve sükûn bulur:
"Onlar o kimselerdir ki iman etmişlerdir ve kalpleri zikrullahla mutmain olmuş, sükûn bulmuştur." (Ra'd: 28)
İtminan, yerleşip sabitleşme demektir. Hiçbir şek ve şüphe bulunmayacak şekilde Allah-u Teâlâ'ya yakînen inanma şekline ermektir. Her türlü korku ve hüzünden sarsılmayacak şekilde emniyet elde etmektir.
Bu kalp huzuru ancak ve ancak zikrullahla husule gelir.
"Çok iyi bilin ki kalpler ancak zikrullahla itminana kavuşur, huzur bulur." (Ra'd: 28)
Çünkü akıl kuvveti her neyi tasavvur edip düşünse, onun üstünde başka bir şeyin tasavvuruna intikal eder. Sebep ve neticeler silsilesinde her şeyden daha üstün olanına geçer. Bu ilerleme ile bütün ihtiyaçların kesilip sona erdiği öyle bir an gelir ki, Hakk'ta karar kılar. O noktada ihtiyaç durduğu için akıl da durur ve O'nunla yatışır. Azamet-i ilâhî karşısında her şeyin O'nun ve O'ndan olduğunu bildiği zaman, artık O'ndan başkasına geçmesi imkânsızdır. O'nun fevkinde bir şey talebine imkân olmadığından, kalpler zikrullahla mutmain olur, sükûna erer.
Bu gibi kimseler taraf-ı ilâhî'den şu hitapla taltif edilirler:
"Ey mutmain olan nefis! Sen O'ndan râzı, O senden râzı olarak dön Rabb'ine! Gir salih kullarımın içine, gir cennetime!" (Fecr: 27-30)
Bu hitap ona hem vefat ânında hem de kıyamet gününde söylenir.
Marifetullah ehli, yarattığı her şeyde Allah-u Teâlâ'yı, eserini, âsârını tefekkür ederler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için elbette deliller vardır." (Âl-i imrân: 190)
Ki bu deliller bütün kâinatın O'na mahsus olduğuna ve O'nun kudretinin kemâline, büyüklük ve azametine delâlet ederler.
Allah-u Teâlâ mütebâki Âyet-i kerime'lerinde tefekkür edenleri övmüştür:
"Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler." (Âl-i imrân: 191)
Onlar "Ulül-elbâb"a varan ve bu Âyet-i kerime'nin sırrına mazhar olanlardır. Bu tefekkür, bu öz akıl sahiplerine mahsustur ve bu tefekkürü ancak onlar yaparlar.
•
Hafî zikir, kalbî zikrin köprüsüdür.
Hafî zikre kalp alıştığı zaman, kendiliğinden zikir yapacak hale gelir.
Bu ise marifetullah ehli içinde nadiren bulunan has kullara âittir.
Bu anlatılan "Kalbî zikir" ayrı bir zikirdir; "Yapılan" değil, "Akıtılan" bir zikirdir. Allah-u Teâlâ o has kulun kalbine zikri akıttığı zaman, kalp devrini alarak açılır. Suyun aktığı gibi, kalp kendiliğinden zikredecek hale gelir. Zorlamaya gerek kalmaz. Yürürken, uyurken, ölürken hep zikreder. Cehrî zikirden hafî zikre geçmenin sırrı budur.
Hafî zikirde sen zikir yapıyorsun. Senin zikrin su katmaktadır, pompayı çekmektedir.
Fakat kalbi zikirde Allah-u Teâlâ suyu akıtır, artık o suya su katmaya, pompayı çekmeye lüzum kalmaz. O akıntıyı verdiği için kalp kendiliğinden zikreder. Uyusa da, yürüse de, dursa da zikreder. Kişiye bağlı değil o hâl, Hakk'a bağlı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
O uyusa da uyumasa da kalp uyumuyor, hep zikrullah ile meşgul oluyor.
Hiç şüphesiz ki Resulullah Aleyhisselâm'daki hâl tamamen ayrıdır. Allah-u Teâlâ onu nurundan yarattığı için lâtif ve nurânîdir. Uyurken de görür. Ona verilen hiç kimseye verilmemiştir. Başkalarına benzeri verilmiştir.
•
Ashâb-ı kiram'dan Abdullah bin Hâris -radiyallahu anh-, melekler hakkındaki:
"Hiç ara vermeksizin, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler." (Enbiyâ: 20)
Âyet-i kerime'sini duyduğu zaman:
"Yâ Resulellah! Nasıl hiç zikirden ayrılmazlar, bir takım vazifeleri yapmaları onları meşgul etmez mi?" demiş.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Sen kimlerdensin?" diye sormuş. 'Abdülmuttalip oğullarındanım." deyince onu kendisine doğru çekmiş ve şöyle buyurmuş:
"Ey amcaoğlu! Allah insanlara nefesi nasıl vermiştir? Yersin içersin, gelirsin gidersin, amma nefes alırsın değil mi? Allah meleklere tesbihi de böylece vermiştir." (Hülâsâtül-Ahbar)