Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (56) - Dâvûd bin Mahmûd Kayserî -kuddise sırruh- (1) - Ömer Öngüt
Dâvûd bin Mahmûd Kayserî -kuddise sırruh- (1)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (56)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Mayıs 2010

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (56)

Dâvûd bin Mahmûd Kayserî -kuddise sırruh- (1)

 

Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde yaşamış Türk mutasavvıfları arasında yer alan, Orhan Gâzî döneminde İznik'te kurulan Süleyman Paşa Medresesi'nin ilk müderrisi olan Dâvûd bin Mahmûd el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri (ö. 751/1350), "Fusûsu'l-Hikem" kitabı üzerine yazdığı "el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Me'ânî Fusûsu'l-Hikem" adlı şerhinde "Hâtemü'l-Velâye" mevzusu hakkında birbirinden ilginç ifşaat ve açıklamalara yer vermiştir.

 

Mâneviyât Semâsını Aydınlatan İki Güneş:

Dâvûd bin Mahmûd el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Me'ânî Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde mükemmel bir temsil getirerek, peygamberleri ve velîleri ışığını güneşten alan ve henüz güneş yokken ortaya çıkan ay ve yıldızlara; Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'yı ise, ay ve yıldızlar kaybolduktan sonra, kendi nûruyla bütün âlemleri aydınlatan güneşe benzetmiştir:

"Hâtemü'r-rusül'ün her ne kadar varlık tıyneti gecikmiş ise de, o hakîkatıyla ruhlar âleminde mevcûddu. O, mevcûdiyetinden ve bir risâletle ümmetine gönderilmeden önce zâten peygamberdi. Çünkü ezelî ve ebedî kutupların hepsinin kutbu odur. Varlıktan maksat Peygamber Aleyhisselâm olduğu için, diğer peygamberlerin nübüvveti ise kendileri adına, ancak gönderildikleri an gerçekleşmiştir.

Şu hâle göre o, âlemin özlerini ve aynı şekilde, istidâdları yönünden peygamberlerin özlerini de kendinde toplayan, şümullü bir mertebeyi kendisine hâsıl kılan bir farklılıkla, ilim husûsunda çok önceden vâredilmişti. Onlar ise, tıpkı güneş ışığının doğmasıyla gizlenen yıldızların ışıkları gibi, hakîkat-ı Muhammediyye nûrları ile zuhûr ederek değil, kendi varlıklarında nübüvvetin zuhûrunu talep etmişler; cismî tabiat makâmında ve unsurî gecelerin karanlığında tahakkuk ettikleri zaman da, ay ve yıldızların karanlık gecede açığa çıkması gibi, kendilerine has nûrları ile açığa çıkmışlardı.

İşte Hâtemü'l-evliyâ ortaya konulduğu zaman, onun velîlere nisbeti de böyle olur." ("el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Me'ânî Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 1242, vr. 30a)

Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın, ay ve yıldızlar kaybolduktan sonra, kendi nûruyla bütün âlemleri aydınlatan güneşe benzemelerinin sebebi; Allah-u Teâlâ zamanla bir çok peygamberler gönderdi, bunların hepsi ay gibidir, yıldız gibidir. Bu peygamberlerle beraber zaman zaman velîleri de gönderdi. Fakat her şeyin bir sonu vardı, onların da bir sonu geldi, güzel bir iz bırakarak kayboldular. Vakitleri geldi ve göçtüler, kendileri kayboldu, nûrları kaldı. Zîrâ vazîfeleri bitmişti. Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın zuhûru ile güneş doğdu ve bütün âlemleri aydınlattı.

İkinci bir husus; Resulullah Aleyhisselâm zuhûr etmeden önce hakîkatıyla ruhlar âleminde mevcut olduğu gibi, Hâtemü'l-evliyâ da mevcuttu. Bâtında vardı, zâhirde değildi. Zâhirde de geldikten sonra hakîkat meydana çıktı.

İşte Hâtemü'l-evliyâ ile diğer veliler arasındaki durum da böyledir. O yaratılışta velî idi, onlar o hâle geldikten sonra velî oldular. Bu da öyle, o da öyle!..

 

Hâtemü'l-Enbiyâ'nın Hakîkatinin Vârisi:

Dâvûd el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hâtemü'l-evliyâ" hakkındaki bu sırları işitip de şaşkınlığa düşen bir kimseye; "Hâtemü'l-evliyâ" ile diğer peygamberler arasında gerçekleşen bu hafsalaya sığmaz işleri ve ortaya konulan anlaşılması güç sözleri çözmesini sağlayacak bir ipucu vererek, onun Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'ın "Ayn"ının ve hakîkatinin vârisi olduğunu haber vermektedir:

"Şâyet sen, velîlerden olan peygamberlerin ve velîlerin hepsinin, Hakk'ı ancak Hâtemü'l-evliyâ mişkâtından görebildiklerine dâir benim kendisine işâret ettiğim şeyi; veya, Hâtem'lerin önce bir ahkâm ve şerîatla tebeyyün ettiği gibi, sonra da ilâhî birtakım sırların tebeyyünü ile zuhûr eden Hâtemü'r-rusül'ün ayn'ı olduğuna dâir işâret ettiğim şeyi anlar ve kabul edersen; senin için artık âhirette fayda sağlayacak bir ilim husûle gelmiş demektir." ("el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Me'ânî Fusûsu'l-Hikem", Süleymâniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr.: 1242, vr. 29b-30a)

Şu hususu açık olarak arz edelim ki; Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın nûru olduğu için, içinde O olduğu için, O'ndan konuştuğu için onu anlamak, idrâk etmek mümkün değildir, o esrârın da esrârıdır. Siz onun yalnız zâhirini görüyorsunuz, içine nüfûz etmeniz imkânsızdır. Çünkü Allah-u Teâlâ kendisiyle mülâkî olmak için onu o hâle koymuştur, o hâlde yetiştirmiştir. O doğrudan doğruya bir "Nûr"dur; "Asluhû Nûr, cismuhû Âdem"dir.

Resulullah Aleyhisselâm hakkındaki esrârı kimse bilmediği gibi, Evliyâullâh Hazerâtı Hâtemü'l-evliyâ'ya bahşedilen esrârın çözülmesinin de mümkün olmadığını beyan ediyorlar;

"Ona Allah-u Teâlâ'nın ne yerleştirdiğini, nasıl tecellî ettiğini bilmiyoruz!" diyorlar.

Resulullah Aleyhisselâm'ın tecelliyâtına hiç kimse vâkıf olamadığı gibi, Hâtemü'l-evliyâ'nın tecelliyâtına da kimse vâkıf olamaz. Zira onun destekleyicisi bizzat Allah-u Teâlâ'dır.

Hâtemü'l-evliyâ'nın "İlâhî birtakım sırların tebeyyünü ile zuhûr eden Hâtemü'r-rusül'ün Ayn'ı olduğu" mevzusuna gelince; burada akis var, bu aksin mânâsı şudur:

Allah-u Teâlâ bu kandilin içine bir Nûr yerleştirmiş, kimi ki o Nûr'a yaklaştırdıysa kendi hâl ve ahvâli üzerinde o "Nûr"dan renk gelir, o renkten nasîbini alır, ilmini elde eder, icraatını yapar.

Yâni herkes kendi hâlâtına göre renk alır, kendi hâl ve icraatına göre renk tecellî eder, akis yapar, o akisten nasibini alır. Onun aslı ise "Nûr"dur, Allah-u Teâlâ'nın "Nûr"udur.

Mevzunun özü Allah… Hep Allah!..

O nûru O koyacak, herkesin hâlâtına o "Nûr"un tecelliyâtı olacak, herkese bir renk verecek, herkes o renkten anlayacak. Birinin rengi birine benzemez. Herkes kendi rengine göre hâl ve ahvâlini takınır, ilmini-irfânını bilir ve o şekilde yürür, biri diğerine benzemez. Hâlbuki aslında o bir "Nûr"dur, tecelliyât ise ayrıdır. Nûr da O'nun "Nûr"udur!..

Dâvûd bin Mahmûd Kayserî Kabr-i Şerifi


  Önceki Sonraki