Müminleri kâfirlerle savaşmaya teşvik eden bir diğer Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Yeminlerini bozan, Peygamber'i sürgüne göndermeye kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız?" (Tevbe: 13)
Allah-u Teâlâ onları azaba uğratmayacaktı, yurtları huzur ve selâmet yurdu olacaktı. Lâkin onlar kendileri için ve bütün âlemler için rahmet olan bir peygamberi bile aralarında tutmak istemediler. Onu yerinden yurdundan etmekten çekinmediler. Resulullah Aleyhisselâm'ı ve ona inananları öldürmeye kalktılar. Müslümanlarla aralarında harp halini ortaya çıkaran önce onlar oldular.
Savaşı başlatan daha zâlimdir. O halde onlarla savaşmaktan sizi alıkoyan nedir?
"Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer siz inanıyorsanız, bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'tır." (Tevbe: 13)
İman yalnızca Allah'tan korkmayı gerektirir. Gerçek müminler bütün hadiselerin ancak O'nun dilemesi ve kudretiyle meydana geleceğine inanırlar. Allah-u Teâlâ izin vermezse onlar hiç kimseye ne zarar verebilirler ne de fayda sağlayabilirler. Fakat Allah-u Teâlâ'nın bu beyanlarına muhalefet edip onlarla savaşmaktan kaçınıldığı takdirde başa gelecek ilâhi gazap ve azaptan kimse kurtaramaz.
Allah-u Teâlâ müminleri savaşa teşvik ettikten sonra, onlara açıkça savaş emrini vererek şöyle buyurur:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin." (Tevbe: 14)
Azaba uğratsın, savaşın acılarını tattırsın, öldürsün, esarete düşürsün, mallarını ellerinden gidersin.
"Onları rezil etsin, sizi onlara galip kılsın ve müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin." (Tevbe: 14-15)
Çünkü o müminler kâfirlerden çok eziyetler görmüşlerdi. Bu mucize gerçekleşmiş, Allah-u Teâlâ'nın müminlere bu fırsatı vermesi ve hakkın yerini bulması ile aşırı derecede sevinmişlerdir.
"Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah en iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe: 15)
Burada bazı müşriklerin tevbe edip İslâm'a girdiği haber verilmektedir.
•
Müşrik olan Mekke halkı, Hicret'ten sonra içlerinde bulunan müminlere zulüm ve eziyetlerini artırdıkça artırıyorlardı.
Allah-u Teâlâ bu hususta Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Size ne oluyor ki Allah yolunda savaşmıyorsunuz? Halbuki zayıf (güçsüz) erkekler, kadınlar ve çocuklar: 'Ey Rabb'imiz! Bizi, halkı zâlim olan şu şehirden çıkar, bize kendi katından bir veli ver, bize kendi katından bir yardımcı ver.' diyorlar." (Nisâ: 75)
Allah-u Teâlâ zulme uğrayan mazlumların duâlarını kabul buyurmuş, bunların bir kısmı az sonra Medine-i münevvere'ye hicret edebilmiş, daha sonra da İslâm ordusu Mekke-i mükerreme'yi fethederek zulme uğrayanları zâlimlerin pençesinden kurtarmışlardır.
Savaş için hazırlıklı olmak da ilâhî bir emirdir. Müslümanların savaş için kuvvetli olmalarına sebep olabilecek her neye güçleri yetiyorsa onu hazırlamaları gerekmektedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın." (Enfâl: 60)
Bu bir ölçüdür. Her çağın özelliğine göre silâh yapmak ve kullanmak emr-i ilâhî'dir. İmkân elverdiği miktarda hazırlık yapmak cihad farizası gibi bir farizadır.
"Bununla hem Allah'ın düşmanlarını, hem sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırırsınız." (Enfâl: 60)
Bu hazırlıklar karşısında düşmanlar cephe almaya cesaret edemezler, kalplerine korku ve dehşet salınır.
Devamlı hazırlık yapmak hiç şüphesiz ki maddî imkânları gerektirir. Bunun içindir ki cihada dâvet ile Allah yolunda infaka dâvet eşit tutulmuştur:
"Allah yolunda her ne harcarsanız, size eksiksiz ödenir ve siz aslâ haksızlığa uğratılmazsınız." (Enfâl: 60)
Allah-u Teâlâ cihadın ve infakın her türlü maksat ve menfaatlerden tamamen uzak olarak sadece Allah yolunda yapılmasını şart koşmaktadır.
Allah-u Teâlâ'nın diğer bir emri de şöyledir:
"Allah yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide: 35)
Açık ve gizli düşmanlarınızla Kelimetullah'ın yücelmesi için mücâdele edin ki, O'nun ilâhî tecellîlerine kavuşasınız.
Düşmanı korkutmak için savaş âletlerini hazırlamayı emreden Allah-u Teâlâ, barış imkânı bulunduğu takdirde izzet ve şerefi korumak şartıyla barış yapmayı emretmektedir:
"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O çok iyi işiten ve bilendir." (Enfâl: 61)
Onların gizli niyetlerini işitip bilecek olan O olduğu gibi, onların cezalarını verecek olan da yine O'dur.
Kureyşliler Mekke'de söndüremedikleri İlâhî nûr'u, akıllarınca Medine'de söndürme çabası içine girmişlerdi. Medine'nin yahudi ve münâfıklarını, hatta Medine civarındaki kabileleri devamlı tahrik etmeye çalışıyorlardı. Medine'ye baskın yapabilmek için her türlü hazırlıkları tamamlamışlardı.
Resulullah Aleyhisselâm bütün bu olanları yakından takip ediyor, uykusuz geçirdiği geceler bile oluyordu. Hatta bir defasında:
"Bu gece birkaç kuvvetli adam nöbet tutsa!" buyurdu.
Sa'd bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh- silâhlarını alarak ilk gece nöbetini tuttu.
Bu arada düşman hazırlıkları hakkında bilgi edinmek için etrafa "Seriyye" adıyla keşif kolları çıkardı.
Kendisi de hem Mekke ile Medine arasında bulunan çeşitli kabilelerle görüşüp anlaşmalar yapmak, hem de Kureyşliler'in plânlandığı yağmaları önlemek için bizzat "Gazâ birliği" adı verilen askeri yürüyüş hareketlerine katıldı.
İlk olarak Muhâcirler'den altmış kişilik bir kuvvetle, yerine Ensâr'dan, Sa'd bin Ubâde -radiyallahu anh-ı vekil bırakarak Medine'den yola çıktı.
Medine hududunun son köyü olan ve annesinin kabrinin bulunduğu Ebvâ'ya kadar gidildi.
Peygamber sancağını Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- taşıyordu. Resulullah Aleyhisselâm bu seferinde Kureyş müşrikleriyle karşılaşmak ve onlara gözdağı vermek istiyordu, fakat müşriklerle karşılaşılmadı.
Damra oğulları ile yazılı anlaşma yapıldı.
Buna göre Resulullah Aleyhisselâm onlarla çarpışmayacağı gibi, onlar da müslümanlarla çarpışmayacaklar, müslümanlara karşı yığınak yapmayacaklar, herhangi bir düşmana da yardım etmeyeceklerdi.
Bu ilk gazâ on beş gün sürdü, tekrar Medine'ye döndüler.
Resulullah Aleyhisselâm'ın beraberliğinde aynı yıl içinde Uşeyre, Buvat gibi yerlere gidip gelinmiş, fakat düşmanla karşılaşılmamıştı.