Aslen Bandırma'lı olan ve Osmanlı Celvetî şeyhlerinin en meşhurları arasında yer alan Bandırmalı-zâde Hâşim Mustafa el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri, bir müddet Üsküdar Tavâşî Hasan Ağa Câmii'nde irşadla meşgul olduktan sonra, Celvetî silsilesi meşâyıhından olan babası Nizâmeddîn Efendi'nin vefâtı üzerine post-nişîn olmuş ve Tasavvuf'ta melâmîlik yolunu tutmuştur.
Tasavvufî mâhiyette manzum ve mensur eserler kaleme alan Hazret, pederi ve mürşidi Nizâmeddîn Celvetî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Üsküdar'da bulunan ve daha çok "Bandırmalı Tekkesi" adıyla anılan asitânesinde irşad faaliyetlerini ömrü boyunca aralıksız olarak sürdürdükten sonra, 1783 (H. 1197) senesinde ebedî âleme göçerek buradaki türbeye defnedildi.
İlâhî ilham ve vâridâta mazhar olmuş büyük Celvetî şeyhlerinden biri olarak tanınan Üsküdârî Mustafa Efendi, gönlüne gelen mânevî hâlleri "Vâridât-ı Mensûre", ya da diğer adıyla "Envârü'l-Melâmiyyûm" ismini verdiği eserinde toplamış, Cifr ilmi hakkında "Ankâ-yı Maşrık" adında bir risâle yazmış ve "Kadem-i Hatm-i Velâyet" adlı risâlesinde de "Hâtemü'l-velâye" mevzusu ile ilgili gizli noktalara parmak basmıştır.
Mensur olarak te'lif ettiği bu üç eseri dışında, ayrıca tasavvufî şiirlerini ihtivâ eden bir de "Dîvân"ı vardır.
On sekizinci asırda yaşamış Osmanlı mutasavvıflarının önde gelenlerinden olan Bandırmalı-zâde Hâşim Mustafa el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hâtemü'l-evliyâ"nın ilmi ve alâmet-leri hakkında "Vâridât-ı Mensûre"de ve "Kadem-i Hatm-i Velâyet Risâlesi"nde yer alan ifşaatları üzerinde daha önce durulmuştu.
Seyyid Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu iki eseri dışında, cifr ilmine göre Kur'an-ı kerim'deki bazı Âyet-i kerime'lerin te'villerine tahsis ettiği "'Ankâ-yı Maşrık" adlı muhtasar eserinde de, "Hâtemü'l-velâye" mertebesinin ulviyetini, yüceliğini ve Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın vasıf ve alâmetlerini ortaya koyan mühim ifşaatlarına rastlanmaktadır.
Bandırmalı-zâde Mustafa Hâşim Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri "'Ankâ-yı Maşrık" adlı eserinde Rûm sûre-i şerîf'inin ilk üç Âyet-i kerime'sindeki ve Kur'an-ı kerim'in diğer sûrelerinin başındaki "Hurûf-ı mukâta'a"nın, Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm'a ve kâmil vârisi Hâtemü'l-evliyâ'ya ma'lûm kılındığını beyan ederek, bu esrâr-ı İlâhî'nin sırlarına âit mânâları kabul edenlerin yakînî iman ile müşerref olduklarını; onu tam anlamıyla idrâk edemeyen bâzı sapık fırkaların ise, yanlış te'villerle gerçek Tevhîd yolundan saptıklarını haber vermiştir:
"Rûm sûresi'nin başından 'seyağlebûne: gâlip gelecekler'e varıncaya kadarki Rabbânî Âyet'ler (Rûm: 1-3), Sübhânî sırlar ve Kur'ânî harfler ve diğer Kur'an sûrelerinin başlarında olan hurûf-ı mukâta'alar, malûm vakte dek meydana gelecek kâinât hâdiselerinin zuhûrunu ve İlâhî hükümlerin esrârını ayân ve beyân eylerler. Nübüvvet hânedânının Seyyid'lerinin 'Hatm-i nübüvvet' nûrunun ve Hâtem-i velâyet sırrının vârisinin malûmlarıdır ki, işte bu Âyet-i kerime'ye yakîn bir îmân ile îmân edenler, zikrolunan Kur'ân manâlarının sırlarını şüphesiz kabul ederler.
Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
'Yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap'ta yazılmıştır.' (En'âm: 59)
Şimdi bu Lâhûtî esrâr ilmini ve Nübüvvet hânedânı ilmini çok kimseler anladım ve idrâk eyledim zannıyle yalnız naklî ve aklî ilimlere istinâd edip ve çok kimseler dahi bir mikdâr anlayıp, yalnız tam bir idrâke kuvvetleri olmadığından Ümmet-i merhûmeyi parçalayıp bölerek; kimi hulûl (birleşme) ve kimisi vücûd yoluna, kimisi dehrîliğe ve kimisi hurûfîliğe tutunup nice nice bâtıl fırkaların îcâd ve izhârına sebep oldular. Lâkin Tevhîd ehli katında Hakk olan yol zâhir ve âşikârdır, bizim bu yolumuz Kitap ve Sünnet ile kayıtlıdır.
Nitekim Muhbir-i Sâdık -sallallahu aleyhi ve sellem-:
'(Yeryüzünde) Allah diyen kimse bulundukça kıyamet kopmaz!' buyurmuştur. (Buhârî)" ("Ankâ-yı Maşrık", Ankara Adnan Ötüken İl Halk Ktp. nr.: 311, vr. 2b-3a)
Seyyid Hâşim Baba -kuddise sırruh- Hazretleri "'Ankâ-yı Maşrık"ın bir başka noktasında "Tâ-hâ" ve "Yâsin" Sûre-i şerîf'lerinin fazîletinden sözederken her iki sûredeki bazı harflerin Cifrî mânâlarına göndermelerde bulunmuş ve bu arada "Hâtemü'l-velâye"nin zuhûruna işaret eden harflerin manası üzerinde de durmuştur.
Hazret, zâhirî ilimle çözülmesi mümkün olmayan bu gizli esrârı beşeriyete şöyle duyurmuştur:
"Tâ-hâ ve Yâsin Kur'ânü'l-Azîm'in kalbidir. 'Mîm'in öne geçişine nisbetle, şerlilerle ilgili haberler ağır basar. Bu devirlerde birtakım perdeler devreye girer ki, şimdi bile o kabul görmekte ve o sevilmektedir. Nifak, vifak ve dalâlet ehline gösterilen sevginin çokluğu nedeniyle o sevilmektedir. Sînü'l-mîm ve onun ordusu Mîm'e tâbîdir ve bu keremli sırrın Cim'ine muhâliftir. Hatmü'l-velâye'nin karar bulması ve sülûk etmesiyle mülk sâhiplerinin 'ahdi tâzelenir ve Kur'ân harflerinin tertibine göre insânî 'Hatmu'l-velâye' harflerinin devirlerini başlatır. Bu sırr-ı şerîf ve emr-i latîfi ancak kendini bilmiş olan kimseler bilebilir. Öncekilerin ve zamanımıza kadar gelen sonraki mukallidlerin ise çoğu ayırt edemez ve göremezler." ("Ankâ-yı Maşrık", Ankara Adnan Ötüken İl Halk Ktp. nr.: 311, vr. 4a)
Üsküdârî Mustafa Hâşim Baba -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-yı Maşrık" adlı eserinde peygamberlerin ve velîlerin İlâhî ve kevnî sırları vahiy ve ilham sayesinde öğrendiklerine işaret etmiş; "İlmullâh" ve "İlm-i Resulullâh"ın ise ancak "Hatm-i velâyet"e mazhar olan seçkin kullara tahsis edildiğini haber vermiştir:
"Hadis-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:
'Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.' (Keşfü'l-Hafâ)
Bir Hadis-i şerif'te ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
'Âlimler peygamberlerin vârisleridir.' buyurmuşlardır. (Buhârî)
Şimdi Hazret-i Âdem'den bu vakte gelinceye dek bütün Enbiyâ-i izâm Hazerâtı vahiy ve mucizeler, Evliyâ-yı kirâm Hazerâtı da ilhâm ve herâmet ile zâhirî ve bâtınî ahkâmdan ve kâinâtla ilgili hadiselerden haber verdikleri Ehl-i sünnet'in yanında ve Kur'ân ehli katında sâbit ve geçerlidir."
"Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Murtazâ -radiyallahu anh- için Nübüvvet nûru ve Velâyet sırrı ile, bazı İlâhî sırlara vâkıf olmak zor değildir.
Şimdi, daha önce ve hâlâ vasfettiğimiz 'İlmullâh' ve 'İlm-i Resulullâh' umum insanların kitaplar okuma ile, talîm ve muallim ile tahsîl eyledikleri ilim değildir. Yaygın olan resmî ilim ve fen ve nücûm ashâbına, bu ilim müyesser olmaz. Meğer ki onlar Nübüvvet hânedânından, Hatm-i velâyet'e vâris olanlardan elde etmiş olalar!.." ("Ankâ-yı Maşrık", Ankara Adnan Ötüken İl Halk Ktp. nr.: 311, vr. 9a)