"İsrail'le kriz", "Suriye ile tarihi işbirliği", "Ermenistan'la protokol", "Kürt Açılımı", "Kuzey Irak", "İran", "Irak", "Filistin", "Lübnan", "Bosna", "Afganistan", "Kıbrıs", "Kafkasya"...
Türk dış politikası baş döndürücü bir süreçten geçiyor.
Dünya, tarihî bir dönemeçten geçerken Türkiye, önüne çıkan fırsatları kaçırmamaya, tarihi misyonunu canlandırmaya çalışıyor. Daha doğru ifadesi ile; Türkiye Hz. Allah'ın tayin ettiği kaderinde ilerliyor.
Dikkat ederseniz, Türkiye bugünkü itibarlı konumunu hesapta olmayan, hesaplı olmayan muhalefetlerine borçlu. Birincisi TBMM'nin Amerika'nın Irak'a saldırı için Türk topraklarını kullanması için hazırlanan tezkereyi reddettiği tarihi kararı, ikincisi İsrail'e olan muhalefeti ve sert çıkışı.
Bu tarihi dönemeçlerden önce Türkiye'nin yeryüzündeki imajı "Amerika'nın peyki, İsrail'in oyuncağı" diye özetlenebilecek kadar kötü bir durumdaydı.
Amerika ve İsrail de böyle düşünüyordu herhalde ki, öyle pervasız hareket ettiler ki bizi muhalefete mecbur bıraktılar. İyi de oldu.
Tarihi 1 Mart tezkeresi öncesinde yönetici elit Amerika'ya muhalefeti göze almış değildi. Ancak Amerika sanki Irak'ı değil de Türkiye'yi işgale gelmiş gibi öyle acayip isteklerle önümüze geldi ki kendi eliyle bizi muhalefete mecbur bıraktı.
Sonraki yıllarda Irak'ta yaşanan gelişmeler, Amerika'nın burnunun sürtülmesi vb. gelişmeler gözlemlendiğinde görülecektir ki Türkiye'nin bugünkü jeostratejik ve psikostratejik konumunu adeta Amerika kendisi hazırlamış oldu.
Benzer bir durum da İsrail ile yaşandı.
Ekim ayında İsrail'le yaşanan tatbikat krizi İsrail'in gerçek yüzünü göstermesi açısından önemli bir gelişmeydi.
"Anadolu Kartalı" ismiyle her yıl düzenlenen hava kuvvetleri tatbikatı; dünyada sayılı, yetkin bir eğitim merkezi olarak haklı bir üne kavuşmuş olan Konya'daki "Anadolu Kartalı Eğitim Merkezi Komutanlığı" bünyesinde icra ediliyor. Kuruluşundan bugüne eğitim ve tatbikatlara katılan ülkeler ise şunlar: Almanya, Amerika, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere, Fransa, Hollanda, İsrail, İtalya, Pakistan, Ürdün, NATO.
İsrail'in bu yılki tatbikattan çıkartılması üzerine Amerika da katılmayacağını bildirdi ve tatbikatın uluslararası bölümü iptal edildi.
İsrail bu duruma büyük tepki gösterdi. "Türkiye konuşur ama el altından bizi destekler" havası basmaya alışmış olan İsrail yaşadığı şokun tesiri ile çirkeflik derecesine varan açıklamalar yaptı.
Halbuki İsrail "Türkiye bizim payandamız" diyebilmek için Türkiye ile sorun olsa bile sorun yokmuş gibi hareket etmeyi tercih eden bir ülke idi. Ancak bu sefer sesini kısmakta zorlandı. İsrail'in bu durumu şu Âyet-i kerime'yi hatırlattı:
"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imrân: 118)
Türkiye'yi kazıklamayı meslek edinmiş bir ülkenin ortalığı ayağa kaldırması, ağzını dolduran türlü hakaret ve sövgülerin büyük kısmını yutmak zorunda kalması ibretamiz bir durumdu.
Bugüne nasıl gelindi?
Son Gazze saldırısından önce İsrail Türkiye'ye büyük bir kazık atmıştı. Gazze saldırısına başlarken Filistinlileri hazırlıksız yakalamak ve "Türkiye bizim oyuncağımız" dedirtmek için bir plan çevirdiler. Türkiye'nin arabulucuğu ile barış görüşmeleri yapılırken, İsrail başbakanı Türk başbakanı ile saatlerce görüştüğü bir ortamda Gazze'ye saldırı düzenlediler.
"Barış görüşmeleri"ne kendisini iyice kaptırmış olan, küffarın gerçekten barış istediğini zanneden Türkiye büyük bir şok yaşadı. "Van minut" çıkışının en büyük sebebi bu idi.
Bu son tatbikat krizinin öncesinde de İsrail'in Türkiye'yi çileden çıkartan, iğrendiren yalan-dolanları krizin zeminini hazırladı.
Bilindiği üzere Türkiye terörle mücadele kapsamında büyük önem verdiği insansız uçaklardan almaya karar vermiş ve bu konuda dünyanın en önde gelen teknolojisine sahip İsrail ile 10 uçaklık bir anlaşma yapmıştı. Ancak İsrail anlaşmanın hiçbir şartına riayet etmedi. Gönderdiği iki uçak sözleşme şartlarına uyumsuz çıktı. İsrail gerekli düzenlemeyi yapacağına söz verdi. Zamanında sözünü yerine getirmedi. İki-üç sefer İsrail'in istekleri doğrultusunda teslimat süresi ertelendi. Ancak yine de teslimat gerçekleşmedi. Türkiye uçakları iade etti. İsrail'i de tatbikattan çıkarttı. Tatbikat ertelendikten sonra İsrail tarafından gelen bazı eleştirilerde "Türk ordusu İslâmlaşıyor." gibi cümlelerin bulunması dikkat çekti.
Türkiye'nin İsrail'in düşmanı Suriye ile stratejik ortaklık derecesinde yakınlık kurması, bu yakınlığı askeri işbirliği ve tatbikat anlaşmaları ile taçlandırması, vizenin kaldırılması, İran'a saldırıya karşı çıkması İsrail ile arayı açan diğer gelişmeler. İsrail'in İran'a karşı Türkiye'den destek umduğu bir ortamda yaşanan bu gelişmeler İsrail'in İran'ı vurma planlarını epey sekteye uğrattı. İsrail "Türkiye ile ilişkiler kopmaz." mealinde zevahiri kurtarmaya çalışsa da rahatsızlığı görünenden çok daha fazla.
Amerika'nın ve yahudilerin stratejik hataları Türkiye'ye olan uzaklıklarını artırdığı kadar Türkiye'ye olan muhtaçlıklarını da artırdı. Daha doğrusu Türkiye'yi karşılarına alma lüksleri kalmadı.
Bu hatalar dizisinin üzerine, yaşanan küresel kriz tuz biber oldu. Küresel kriz bilimum "Batı"nın sesini kıstı. Küresel kriz, Amerika'nın, Avrupa'nın, "Küresel Tekeller"in ve İsrail'in soluğunu kesti, küresel muhalefetin dozunu yükseltti. Yeni düzen arayışları büyük bir ivme kazandı.
Bush yönetimi döneminde yahudi kökenli yöneticilerin ve siyaset teorisyenlerinin, katliamcı politikalar peşinde koşmaları ve dünyayı "kunta kinte" zihniyetiyle yönetme ihtirasları bu kitleye karşı bir tepki birikmesine sebep olmuştu. Küresel krizin arkasında da benzer bir ihtiras ve önüne gelen her şeyi yutmaya çalışan doyumsuz, dehşetengiz bir maymun iştahının olduğunun anlaşılması tepki katsayısını artırdı. Bu durum Amerika'nın yıkılma sürecini, Çin'in küresel ekonomik hakimiyet yönündeki ilerleyişini hızlandırdı.
Türkiye, krize ekonomik olarak Batı ile aynı kulvarda yakalandı. Yüksek borç, yüksek bütçe açığı vb. ortak sorunlarla krizi atlatmaya çalışıyoruz. Ancak Türkiye'nin Batı'dan farklı olarak ekonomik olarak olmasa da siyaseten tahteravallinin karşı kutbunda bulunması, son yıllarda yükselen yıldızı, İsrail ile olan didişmesi Amerika ve Avrupa aşağı inerken bizi aynı oranda yükselten unsurlar oldu.
Böyle bir konjenktürü yakalayan Türkiye tarih sahnesinde küresel bir aktör olarak yeniden boy göstermeye çalışıyor. Bunun için de kendisine ayak bağı olan sorunlarından kurtulmak istiyor.
Türkiye siyasetini inşa etmeye çalışanlar küresel aktör olabilmek için baş ağrılarından kurtulması gerektiğini düşünüyor. Bu bağlamda Türkiye Batı'nın ekip, yeşertip, büyüttüğü problemlerini Batı'yı ikna ederek çözmeye çalışıyor. Başka bir deyişle Türkiye Batı'nın onayı ile küresel bir aktör olmaya çalışıyor.
Esasında bu problemler "Batı" tarafından Türkiye'nin küresel aktör olmasını engellemek için çıkartılmış, başımıza sarılmış problemlerdir. Dolayısıyla eğer "Batı" Türkiye'nin bu problemlerini çözmesi için yardım etmeyi kabul etmişse veyahut en azından Türkiye'nin bu problemlerini çözmesine onay vermiş ise bu gerçekten "Batı"dan beklenmeyen bir gelişmedir. Veyahut Türkiye'nin büyük bir başarısıdır. Ya da konjenktürün "Batı"yı gerçekten çok sıkıştırdığının bir göstergesidir.
Bu soruların ve çelişkilerin dile geldiği noktada şu kaygı ister istemez önümüze çıkıyor: Batı yoksa bir havuç politikası mı uyguluyor. Bizi kendi istediği çizgiye çekmeye mi çalışıyor?
İşte bu yüzden Türkiye başını ağrıtan problemlerini çözmeye çalışırken, izlenen yöntemlerin doğruluğu noktasında da bir tereddüt ve tartışma yaşıyor. "Ermenistan ile yakınlaşma" ve "PKK'nın tasfiyesi" gayretleri bu bağlamda gündemi fazlasıyla meşgul ediyor.
"Şu bir gerçek: Batı dertsiz bir Türkiye istemiyor. "Türkiye hep sorunlu olsun, başı ağrısın özellikle komşularıyla dalaşsın, kendi bünyesinde yıpransın böylece güçlenmesin" ilkesini benimsiyor.
Yaklaşık iki aydan beri bir Demokrasi açılımı açıklaması var hükümetimizin. Gel gör ki bu açılımı İtalyanlar pek bilmiyor. Çünkü medya bu konu ile ilgili bir haber veya bir yorum yapmıyor. Oysa PKK'nın borazancıbaşılığına soyunan özellikle solcu basın yıllardır Kürtlere açılımı savunmuş hatta yol haritasını bile çizmişti. Şimdi ise tık yok. Ve Ermenistan ile Zürih'te imzalanan protokol. Ertesi günü İtalyan basınına bakıyorum. Sanki son an krizini Türkiye yaratmış gibi bir hava yansıtılıyor. Oysa sözde soykırım ile ilgili sürekli haber yapan basın bu gelişmeden de rahatsız gibi görünüyor. Protokol sonrası Ermenilerin yorumları sayfaları dolduruyor. "Sıra soykırımı tanımaya geldi.", "Tazminat gündemde", "Türkiye Osmanlıların suçunu kabul edecek" gibi Ermenilerin düşlerine çanak tutuyor. .... Bundan çıkarttığım iç ve dış sorunlarının üzerine cesaretle giden, çözmeye çalışan Türkiye'nin dertlerden kurtulmasının pek istenmemesi. Türkiye'nin bölgede söz sahibi olması sanırım Batı'nın bir takım planlarına ters düşüyor. Bunda da medya kullanılıyor." (Reha Erus, 12 Ekim 2009)
Binaenaleyh Türkiye "Barış diplomasisi" ile uluslararası ilişkilerde ön almaya çalışıyor, hatta biraz da kendisini kaptırıyor. Ancak İsrail meselesinde, Kıbrıs meselesinde olduğu gibi küffarın iç yüzünü pek hesaba katmıyor... Dikkatli olmak, adımlarımızı atarken küffarın içyüzünü hesaba katmak lâzım. İsrail'in atmaya çalıştığı kazıkları unutmamak lâzım.