Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Efkâra Bakarken Kendimizi Unutmayalım! - Ömer Öngüt
Efkâra Bakarken Kendimizi Unutmayalım!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Ekim 2009

 

Efkâra Bakarken Kendimizi Unutmayalım!

İnsanın fıtratında dünyevî iktidar sahiplerine karşı bir zaaf var. Bu zaaf kişiyi bazen dünyevî şahsiyetlere karşı manevî bağlılık noktasına sürüklüyor, bazen de tam tersi, aşırı bir düşmanlık noktasına sürüklüyor.
Her iki durum da kişiyi Hakk'tan uzaklaştırıyor.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla (önderleriyle) beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)

 

Türkiye ve dünya gündemi birçok olayla dolu. Mühim değişimler, önemli gelişmeler yaşanıyor. Diğer yandan yahudi yeni bir ateş çıkartmak için fırsat kolluyor, kazan içten içe kaynıyor. Gündem bu kadar yoğun olunca tartışmalar da haliyle ona göre yoğun oluyor. Meşguliyeti de ona göre oluyor.

Ancak, bu meşguliyet bireysel alanımızda mühim bir tehlikeyi barındırıyor. Daha doğru bir ifade ile; efkâr ile, dünya olayları ile aşırı meşguliyet manevîyatımıza zarar veriyor.

Bu yazımızda bu yoğun gündem tartışmalarından sıyrılarak bu mühim tehlikeye işaret etmek istiyoruz. Böylece aynı zamanda dünya siyaseti ile ilgimizin çerçevesini izah ederek, "Üslûbumuz nasıl olmalı?" sorusuna cevap vermiş olmayı ümit ediyoruz.

Bu tehlikenin iki boyutu var: Birincisi kendimizi unutacak derecede bu tartışmaların içinde boğulma tehlikesi, ikincisi iç siyasî çekişmelerin içinde "Tarafgirlik batağı"na batma tehlikesi.

İçimizin dışımızın haberle dolduğu bir zamanda -11 Eylül hadisesinin yaşandığı günlerde- şu hatırlatmada bulunmuştuk:

"ABD'de yaşanan hadisenin perde arkasından, ABD'nin ne yapmaya çalıştığından ve dünyayı, İslâm ülkelerini ve Türkiye'yi bekleyen tehlikelerden bahsetmeden önce, ince fakat önemli bir ayrıntıya değinmek istiyoruz. Şöyle ki; bu medya bombardımanı sebebiyle zihnimiz ve kalbimiz farkında olmadığımız bir tehlike ile karşı karşıya.

Bu sözlerimiz içine dönmeye, Hazret-i Allah'a yaklaşmaya çalışan müslümanlar içindir.

Hazret-i Allah ile olup, O'nun ile söyleyen bir zat seneler öncesinden bugünkü halimize şöyle hitap ediyor:

"Efkâra bakarsak kendimizi unuturuz. Kendimize bakarsak efkârı görmeyiz."

Hazret-i Allah'a yaklaşmaya yol arayan insanlar gönüllerini Hazret-i Allah'a hasretmeye gayret etmelidir. Bize düşen Fail-i mutlak'ın fiillerini seyretmektir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi esbab-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)

Müslüman kalbini, gönlünü Hazret-i Allah'a arzetmekle vazifelidir. Zira Hazret-i Allah kalbimizi kendisi için yaratmıştır." (Hakikat Aylık İslâm Dergisi, Ekim 2001, sh: 36)

Bazen bu dünya meselelerine o kadar çok dalıyoruz ki, kendimizi unutuyoruz.

Televizyonlara çıkan bilgisiz bilmişlerin, kifayetsiz muhterislerin, sırtını dış düşmana dayamış vatanperver(!)lerin laf bombardımanı arasında boğulmayalım. Zira bir müslüman kendisini Hazret-i Allah'tan uzaklaştıran her şeyden elinden geldiği kadar kaçınmakla mükelleftir.

Hele bir de siyaset hastalığı var ki, bazı insanları adeta tepeden tırnağa esir ediyor, kalbini başka bir şeye yer bırakmayacak derecede işgal ediyor. Bu işgaliyetin üstüne bir de insanı "Tarafgirlik batağı"na batırıyor.

Nihayetinde Allah ve Resul'ünden, hak ve hakikatten, doğruluk ve dürüstlükten yana olması gereken birçok müslüman "Tarafgirlik batağı"na battığı için, hırsızın, yalancının, zâlimin, dış güçlerin taraftarı, müdafii oluveriyor. Bu "tarafgirlik batağı" birliğimizi, beraberliğimizi bozuyor, huzurumuzu dinamitliyor. Bu sebeple Allah ehli zâtlar "Fırkacılık"tan daima uzak durmuşlar ve talebelerini de uzak tutmaya çalışmışlardır.

İnsanın fıtratında dünyevî iktidar sahiplerine karşı bir zaaf var. Bu zaaf kişiyi bazen dünyevî şahsiyetlere karşı manevî bağlılık noktasına sürüklüyor, bazen de tam tersi, aşırı bir düşmanlık noktasına sürüklüyor. Her iki durum da kişiyi Hakk'tan uzaklaştırıyor.

Binaenaleyh, dünyevî iktidar sahipleri hakkında "olumsuzlama", "yerme" maksadıyla da olsa din ve iman noktasında faydası olmayan konuşmalarda bulunmak da aynı kapıya çıkar. Bu sefer ters tarafından kalbi meşgul ettiği için yine aynı zararı yapar.

Nitekim Hadis-i Kudsî'de Hazret-i Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.

Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, beddua etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum." (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Hadis-i Kudsî'de haber verilen bu husus önemli bir mihenk noktasıdır.

Dikkat ederseniz siyaset öyle bir hastalıktır ki, daha önce bu hastalığa tutulmuş, ancak Hazret-i Allah'ın kurtardığı, çekip aldığı bazı kimselerin -bu ilgileri, bu zaafları sebebiyle- bu sefer bu ters tarafından aynı hastalığa düçar olduklarını görürsünüz. Sohbetleri din sohbeti olmaktan çıkmış, Hadis-i Kudsî'de Allah-u Teâlâ'nın "Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, beddua etmekle meşgul olmayınız."emr-i şerif'ine muhalif hareket etmeye başlamıştır.

Bu ince çizgiyi muhafaza etmek çok önemlidir. Zira bu noktadan kayma tehlikesi bulunuyor.

Hadis-i kudsî'deki "Nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz" emr-i şerif'i yine kişinin hakikat ve dalâlet arasındaki çizgiyi muhafaza edebilmesi için çok büyük öneme hâizdir. Zira kalp zikrullahla meşgul olursa şeytan nüfuz edemez.

"Sövüp saymakla, beddua ile" meşguliyet kişiyi çok aşırı noktalara dahi sürükleyebilir. Bu meşguliyeti ifrat derecesine vardıran birçokları dalâlete sapmışlardır. Şiiliğin çıkışında böyle bir temel vardır.

Aşırı gruplara bakarsanız; kin ve nefretle, sövüp saymakla idare edildiklerini, yönlendirildiklerini görürsünüz. Dikkat ederseniz bütün terör örgütlerinin inanç temelinde kin ve nefret vardır. Dinsiz örgütlerde dahi kin ve nefret sabah akşam tapılan bir put mesabesindedir. Düşman bellenen grup veya devlet insan unsurundan soyutlanmış, kötülüğün simgesi bir "inanç düsturu" haline dönüşmüşlerdir. Meselâ bu şekilde Ermeni halkı "Türk düşmanlığı putu" ile neredeyse tamamen terörize edilmiştir. Benzer bir fitne PKK üzerinden aynı şekilde icra edilmek istenmektedir. Müslüman kisvesi altındaki terör örgütlerinde de benzer bir "Putlaştırma" ideolojisi görürsünüz. Zikrullah ile, ibadet ile, takva ile hiçbir alakası kalmayan, nefsiyle cihadı kaybetmiş kimselerin müslümanları öldürmeyi meşru görmeleri bu yüzdendir. İlim ve feraset kalmadığı için; İsâm düşmanları tarafından İslâm adına yönlendirilenleri çoktur.

İnsanların ve devletlerin mücadele etmek zorunda oldukları düşmanları elbette vardır. Ancak düşmanlığın bir ideoloji, bir din, bir put haline dönüştürülmesi tamiri mümkün olmayan tahribatlara sebep olur.

Binaenaleyh efkâr ile ilgiyi bu ince ayrıma, kalbi Allah ile meşguliyetten alıkoymamasına dikkat ederek kurmalıdır. "Üslûp" çok önemlidir.

Bu ilginin çerçevesini şöyle çizebiliriz:

Birincisi, "Vatan sevgisi imandandır." Hadis-i şerif'i mucibince bir müslüman vatanını sever. "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez!"

İkincisi; Türkiye'nin inkişafı, İslâm milletinin inkişafıdır, Türkiye'nin selâmeti, İslâm milletinin selametidir.

Zira küffar İslâm ülkelerine saldırmak için tahmin edemediğiniz bir iştiyak duyuyor. Ancak karşısında en büyük güç olarak Türkiye'yi görüyor. Biz kendimizin farkında değiliz. Ancak dışarıdan bakış bizim bakışımızdan çok farklıdır. Nitekim de öyledir. Bugüne kadar İran'a, Suriye'ye saldırmamış olmalarının en büyük sebeplerinden birisi Türkiye'nin duruşudur, güçlü bir devletinin, güçlü bir ordusunun olmasındandır.

11 Eylül hadisesi olduğu zaman küffar bütün küfrünü meydana çıkartmış, İslâm dinine ve müslümanlara kin kusup duruyordu. Türkiye'nin o devirdeki sol iktidarı döneminde bu ülke çıktı ve "Terör ile İslâm'ın bir arada zikredilmesini, İslâm'ın terörle özdeşleştirilmesini kabul etmiyoruz." dedi. Küffar bundan sonra kendisine çeki düzen vermeye, üslubunu değiştirmeye çalıştı. Binaenaleyh o iktidar döneminde bile Türkiye İslâm milletinin müdafii oldu.

Bu yüzden küffar bizi birbirimize düşürmek için çok uğraştı, uğraşıyor. Bizi zayıflatmaya, her türlü ikiliği, her türlü fitneyi yeşertmeye çalışıyor. Büyük bir psikolojik harp yürütüyor.

İşte, Türkiye'nin selâmeti, muhafazası hem bu milletin bir ferdi olarak hem de İslâm milletinin bir ferdi olarak hepimizin vazifesidir. Bu ülkeyi yıkmaya çalışmak hiçbir müslümanın yapacağı şey değildir. Bunu yapmaya çalışanlar küffara hizmet ettiğini bilmelidir. Zira dikkat ederseniz, bütün müslümanların gözü bu ülkede! Çünkü atalarımız Allah için, adaletle hareket ediyordu. Sefere çıkarken vatanı Allah'a emanet ediyorlardı. Allah-u Teâlâ'nın o emaneti kabulü hürmetine bu memleket bunca badireleri atlatıyor, içerden dışardan her türlü taarruza rağmen bayrağı dalgalanıyor.

Üçüncü olarak; bu devirdeki mücadele "İman kurtarma mücadelesi"dir. Birisi çıkar, onu yapar, bunu yapar. Ancak İslâm adına İslâm'da olmayan bir icraat yaptığı zaman imanlar tehlikeye girer. Meselâ; bir masonun, bir kâfirin küffarı ve küfrünü hoş görmesi müslümanların imanına zarar vermez. Çünkü müslüman onun İslâm adına hareket etmediğini bilir. Ancak İslâm adına küfür hoş görülürse, bu takdirde müslüman "İslâm'da bu varmış!" dediği için imanı tehkileye düşer. Binaenaleyh iman kurtarma noktasında, İslâm dini'nin hükümlerini hatırlatma noktasında yapılan yayınlar bu sebepledir.

Bunun yanında küfür ehline, gadabullahı ve lânetullahı celbetmiş küffara, yahudiye karşı gösterilen sert tavır da takdir görüyor. Çünkü Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde bunlara karşı sert davranmayı emir buyuruyor:

"Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür." (Tevbe: 73)

Küfrü hoş görmek men edilmiş bir hareket olduğu gibi, küfür ehline sert davranmak da İslâm ahlâkının icabıdır. Öz niyeti ise Hazret-i Allah bilir.

Müslümana yakışan şudur: Vakarla Allah ve Resul'ünden taraf olmaktır.

Nice hükümdarlar, padişahlar, kumandanlar ibresini Allah dostlarına bakarak ayarlamaya çalışmışken gerçek bir Allah dostunu bulmuş bir müslümanın; iyi ile kötü icraatları karışık kimselerin peşinden yuvarlanması, iyileri bile manevî kılavuza muhtaç iken, manevî kılavuzunu bulmuş kimselerin dünyevî şahsiyetlere bağlanması ne kadar acı ve abes bir durumdur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla (önderleriyle) beraber çağıracağız." (İsrâ: 71)


  Önceki Sonraki