Nikâh ile sifâh (zina) arasını ayıran hususlardan birisi de mehirdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimse az veya çok bir mehir üzerine bir kadınla evlenir ve hakkını ödemek niyetinde olmayıp onu aldatırsa ve ödemeden ölürse, kıyamet günü zina yapmış olarak Allah'a mülâki olur." (Taberânî)
Câhiliye döneminde bile insanlar mehirsiz nikâhta bulunmazlardı. Mehiri, kadına ikramda bulunmanın ve onunla evlenmeye rağbeti bulunduğunun sembolü sayıyorlardı. Kadınlara mehirlerini vermemek veya noksan vermek gibi yollarla zulmeden kişiler de eksik değildi.
Mehirin ihtiva ettiği bir çok hikmetler ve maslahatlar vardır.
İslâm dini'nin önem verdiği ve özellikle üzerinde durduğu âile birliğinin oluşması ve kurulması için en önemli şartlardan biri de "Dini Nikâh"tır.
Günümüzde kendini âlim zanneden birçok kimseler, kasıtlı olarak veya cehaletlerinin bir göstergesi olarak "Dini Nikâh"ı ve dolayısıyla dini nikâhın şartı olan "Mehir"i ortadan kaldırmışlar, bunun yerine "resmi olarak kıyılan nikâhın, dini nikâh olarak da geçtiğini" söylemişler, bu konularda açıklamalar yapmışlardır.
İslâm dini'nin şart koştuğu dini nikâhı, "hıristiyanların yaptığı bir uygulama" olarak gösteren ve bu şekilde açıklamalar ile müslümanların gönüllerine fitne tohumları ekip, ortalığı bulandırmaya çalışanlar, dini nikâhı ortadan kaldırmakla mehirin de verilmemesini sağlamışlar ve bunlara inanıp bu şekilde tatbik eden kişilerin zinâ etmelerine sebep olup, zinâkâr bir toplum, nikâhsız bir aile ve bunun sonucunda da zinâ mahsulü olarak dünyaya gelip büyüyen bir nesil oluşmasını teşvik etmişlerdir.
Nikâhı, ibadet ve taatle mükellef olup yerine getiren her müslüman; nikâhı ve nikâhın şartlarını, elzemlerini, hudutlarını, sorumluluklarını ve özellikle nikâhın şartı olan mehir konusunu bildikten sonra, şahitler huzurunda İslâmî ölçüler doğrultusunda kıyabilir, mutlaka imam kıyacak diye bir kâide yoktur. Şartları belli olduğu için ona göre karşılıklı olarak akit yapılır ve ilân edilir.
Asıl olan "Nikâh"tır. Halkın arasında yerleşmiş olan "İmam Nikâhı" sözü yanlış olup, resmi nikâhla karıştırılmaması için de "Dini Nikâh" denilmiştir.
Resmi nikâh ile birlikte dini nikâhın da olması şarttır. Sadece resmi nikâh kıymak, dini nikâhın yerini doldurmaz. Çünkü dini nikâhın şartlarını oluşturan bazı sebepler vardır ki bu sebepler ortaya konulmadan yapıldığı zannedilen bir nikâh, nikâh yerine geçmez. Hatta, dini nikâh yapıldığını sanan birçok kişi dini nikâhın şartı olan mehiri konuşmadığı, anlaşma yapılmadığı için yine nikâhsız yaşamaktadırlar. Dini nikâh bu kadar önemli olduğu halde, bunu engellemek, fitneler çıkarmak, mânevi yaşayışa önem veren İslâm âleminin çekirdeğini ve temelini oluşturan âile müessesesinin zedelenmesine, yıkılmaya müsait olmasına, mânevi duygulardan yoksun yetiştirilmesine zemin hazırlamaktır.
Resmi nikâhın yeri ayrı, dini nikâhın yeri ayrıdır. Her ikisi de elzem, her ikisi de gereklidir. Birini yapmamak dünya hayatı için zorluk ise, diğerini de yapmamak ahiret hayatı için bir rüsvaylıktır.
İslâm hukuku kitaplarında "Nikâh ve Evlilik" ile "Talâk" konuları ayrı birer bölüm olarak ele alınmaktadır. Bu kadar elzem olan bu konuları hiçe saymak, "Yoktur!" demek, İslâm hukukunun bölümlerini ortadan kaldırmaktır.
"Nikâh ve Evlilik" dini bir konu olup kaynağı Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'ler olduğu için aynı zamanda ibadetler içinde de değerlendirilir. Bu kaynaklar evlilik müessesesinin hudutlarını belirleyip, bireylerin karşılıklı olarak sorumluluklarını ve mükellefiyetlerini oluşturur.
Bu konuda yapılan tartışmalara son noktayı koyup, "Dini Nikâh"ın ve "Mehir"in önemini, şartlarını, elzemliğini, mehirin konuşulmadığı veya verilmediği takdirde dini nikâhın geçersiz olduğu, tekrar edilip, usulüne ve şartlarına uygun bir şekilde kıyılmasının gerekliliği Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığı altında açıklanıp izâhları yapılmış ve ümmet-i Muhammed'in istifadesine sunulmuştur.
•
– Sadece "Resmi Nikâh"ın yapılması, "Dini Nikâh"ın da yerine geçer mi?
– Hayır geçmez!
Belediye nikâhı olarak anılan resmi nikâh Türk Medeni Kanunları'na göre yapılması zorunluluktur.
İslâm'ın meşru kıldığı "Dini Nikâh" ise Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları muhafaza etmek, ilâhi hükümlerden istifade etmek ve hayatını bu istikamette tanzim etmek içindir. Bu ilâhi bir hükümdür. Bu da inanıp iman edenlere göredir. İman etmeyenlere dini nikâh zaten şamil değildir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Bu hükümler Allah'ın hudutlarıdır. Kim Allah'ın hudutlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur." (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ kullarını dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşmaları için hudutlarla çevirmiştir. Bu hudutlar İslâm kanunlarıdır. Allah-u Teâlâ'nın kanun-u ilâhi'sidir.
Bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın hududunu muhafaza edenler...
İşte bu müminleri müjdele." (Tevbe: 112)
Bu hudutları muhafaza edenlere Allah-u Teâlâ'nın vaad-i Sübhani'si ve tebşirat-ı İlâhî'si vardır.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." buyuruyor. (En'âm: 153)
İslâm'ın şiarı olan nikâhta şahitlerin müslüman, akıllı, büluğa ermiş olması, iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği ile akdolunması, muvakkat ve gizli olmaması, mehrin ise nikâhtan önce veya kıyılırken, ya da belirli bir zamanda ödenmek şartıyla verilmesi gerekmektedir. Amma İslâm'dan habersiz olana biz ne diyelim?
Hülâsa;
Belediye nikâhı, İsviçre Medeni Kanunu mucibince kanuna konulmuş bir maddedir. Binaenaleyh bu nikâh kanuna göre mecburidir. Dini nikâh da ilâhi kanuna göre mecburidir.
İsteyen yalnız belediye nikahı ile iktifa eder, arzu eden de hem belediye nikâhı hem de dini nikâh yaptırır, buna da kimse karışamaz. Çünkü dini nikâh İslâm dininin esasındandır.
Bu hakikati bilmeyenlerin yanında İslâm dini âdet olmuş, Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emir ve yasakları bilinmediğinden ilâhi hükümler âdet mesabesinde anlaşılıyor.
•
"Kelime-i şehadet", "Namaz", "Zekât", "Oruç" ve "Hacc" İslâm'ın şartlarındandır. Şartlar yok olursa, dinin safiyeti bozulur. Değil İslâm'ın bozulması, zevaline bile engel olacak yegâne tedbir; İslâm'ın emrettiği şartlara uygun bir nikâhtır. Zira bu dine sahip çıkacak, gerektiği zaman fisebilillâh cihad edecek nesil, bu nikâh mahsulü olacaktır. Bu sebepledir ki nikâhın dinimizde çok büyük önemi vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"O'nun kudretine delâlet eden âyet ve alâmetlerden birisi de, kendileriyle kaynaşmanız için, kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır." (Rûm: 21)
Nikâh; şer'i usullerine ve şartlarına riayet ederek evlenmek demektir. Dinimiz nikâhı helâl, sifahı (zinâyı) şiddetle haram kılmıştır. Nikâhın gayesi sağlam bir aile hayatı kurmak ve temiz bir nesil yetiştirmektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde evliliği teşvik buyurmuşlardır:
"Evleniniz, çok olunuz. Zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla geçmiş ümmetler üzerine iftihar ederim." (Ebu Dâvud)
Nikâhın önemi o kadar büyüktür ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'dan zamanımıza kadar meşru kılınan ve fakat cennet-i âlâ'da da devam edecek olan ibadet nikâh ve imandır.
İmanları sebebiyle cennet-i âlâ'ya girenlerin artık mal mülk gibi metaları dünyada kalmıştır. Fakat sahih nikâhla evliliklerini sürdüren mümin ve mümine eşler orada da beraberdirler.
1. Allah-u Teâlâ evlenilmesi yasak olan kadınları Âyet-i kerime'lerinde şöyle beyan buyurmuştur:
"Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızdan olma himayenizdeki üvey kızlarınız sizlere haram kılındı. Eğer onlarla henüz gerdeğe girmemişseniz, kızlarını almanızda bir beis yoktur.
Kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikâhlamanızda keza haram edildi. Ancak cahiliyet devrinde geçen geçmiş affedilmiştir. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir." (Nisâ: 23)
2. Süt ile sabit olan mahremlik, nesep ile sabit olan mahremlik gibidir.
Hadis-i şerif'te:
"Neseple haram olanların hepsi emişmek suretiyle de haramdır." buyurulmuştur.
Bu durumda; süt anası, süt babası, süt dedesi, süt ninesi, süt kardeşi, süt kardeş evlâdı, süt halası, süt teyzesi ile ebedî evlenemez.
3. Evlenilecek kadının iddet içinde bulunmaması.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler." (Bakara: 228)
4. Evlenilecek kadın başka bir erkeğin nikahı altında olmaması.
Âyet-i kerime'de:
"Kadınlardan kocası olanlarla evlenmeniz de haram kılındı." buyuruluyor. (Nisâ: 24)
5. Evlenilecek kadının müşrik olmaması.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"İnanıncaya kadar, Allah'a eş koşan müşrik kadınlarla evlenmeyin." (Bakara: 221)
6. Üvey ana ile evlenmek haramdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur." (Nisâ: 22)
Dini nikâhın oluşması ve yapılması için bu hususlara dikkat edilmesi gerekir. Fakat resmi nikâhta süt kardeşleriyle ilgili olarak bir mevzu olmayıp, nikâhları yapılabilmektedir. Bu nedenle de dini nikâhın ayrıca bir önemi, bir hassasiyeti ve özelliği bulunmaktadır. Dinimizce kesin ve kat'i olarak haram kılınan livata için de günümüzde birçok ülkelerde resmi olarak nikâhlar kıyılmaktadır.
Akrabalık alâkası ile birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluğa âile denir.
İslâm dini bu küçük topluluğa büyük önem vermiş, insanların âile kurmaları muhtelif Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle teşvik edilmiştir.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"O'nun kudretine delâlet eden âyet ve alâmetlerden birisi de, kendileriyle kaynaşmanız için kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır." (Rûm: 21)
Çünkü âile hem kişinin huzur bulduğu bir yuva, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi günah sayılan çeşitli kötülüklerden alıkoyan bir vasıtadır.
"Şüphesiz ki bunda iyi düşünen bir topluluk için ibretler vardır." (Rûm: 21)
Sadece ferdin düşünmesi yeterli değil, toplulukların düşünmesi gereklidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Evlenmek benim sünnetimdir. Sünnetimle amel etmeyen kimse ümmet-i kâmilemden değildir.
Ve evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü) diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ediciyim." (İbn-i Mâce: 1846)
Neslin devamı, ahlâkın korunması, toplumun sağlam temel üzerinde tutulması, milletin bekâsı için evlenip âile yuvası kurmak müekked sünnetlerden birisidir.
Karı-koca âilenin, âile ise cemiyetin temelini teşkil eder. Bunun içindir ki dinimiz âileye ve âilenin çekirdeği mesabesinde olan erkek ve kadın haklarına çok önem vermiş ve bu hususta son derece kuvvetli kaideler koymuştur. Çünkü bir binanın sağlam olması, temelinin sağlam olmasına bağlıdır.
Evlilikle ilgili dini hükümler incelendiğinde görülecektir ki, gerek birleştikleri zaman gerek ayrılmak istedikleri zaman, her iki tarafın da menfaatleri gözetilmiştir.
Erkekle kadının birbirlerine yakınlık duymaları fıtrî ve ilâhî bir lütuftur. Karı-koca birbirlerinin tamamlayıcılarıdır.
Âyet-i kerime'de:
"Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz." buyuruluyor. (Bakara: 187)
Karı ile koca arasındaki yakınlık, elbiselerle beden arasındaki yakınlık gibidir. Birbirleri için karşılıklı birer sükunet ve huzur kaynağıdırlar.
Beşeriyet âleminin bir ahenk ve intizam dairesinde devam etmesi nikâha bağlıdır. İnsanlık silsilesinin kıyamete kadar muntazam bir surette devamı nikâh sayesinde kâbil olabilir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Dini ve ahlâkı sizi memnun eden birisi kız talep ederse onu evlendirin. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve geniş bir fesat çıkar." (Tirmizî: 1084)
İslâm dini âile yuvasını sağlam temellere oturtmak, faziletli nesiller yetişmesine zemin hazırlamak için meşru ölçüler içinde evlenmeyi hem emretmiş, hem bir takım müeyyidelerle onu câzip hale getirmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Aranızdaki bekârları ve kölelerinizden, câriyelerinizden sâlih olanları evlendirin." (Nûr: 32)
Âyet-i kerime'de geçen "Eyâmâ", erkek olsun kadın olsun, bâkire olsun dul olsun, eşi olmayan her kişi mânâsındadır.
"Eğer fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir." (Nûr: 32)
Bu evliliği haklarında geçim kolaylığına vesile kılmış olur.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz:
"Allah-u Teâlâ'nın nikâh hususundaki emrine itaat edin ki, size vaad olunan zenginliğe hemen ulaşasanız." buyurmuştur.
Kızın ana-babası, yoksul diye dindar bir eşi reddetmemeli, erkeğin ana-babası da evlenme zamanı gelen çocuklarının evlenmesini ertelememelidirler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kadınlarla evleniniz, zira onlar mal ve rızık ile gelirler." (Münavî)
Gelir düzeyi yeterli olmasa bile, kişi Allah-u Teâlâ'ya tam bir iman ve teslimiyetle evlenmelidir.
"Allah lütfu bol olandır, her şeyi bilendir." (Nûr: 32)
Dilediğine bolca rızık verir, kullarının ihtiyaçlarını, haklarında neyin hayırlı olduğunu hakkıyla bilir.
•
Allah-u Teâlâ evlenme imkânı bulamayan, teşebbüs ettiği halde nikâh için gerekli olan ihtiyaçları tedarik edemeyen ve yardım göremeyen kimseleri, onlara bu imkânı bahşedene kadar nefislerini haramdan korumaya dâvet etmekte ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Evlenemeyenler de, Allah lütfu ile kendilerini zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nûr: 33)
Bu gibi kimseler oruç, zikrullah, arzuyu harekete geçirecek her türlü husustan uzak kalmak gibi yolları izlemek suretiyle iffetli kalmaya gayret gösterirler.
İffetli yaşamaya çalışmalarının bir mükâfatı olarak bir gün olur nimete ve servete nail olabilirler.
•
Kur'an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre; bir müslümanın içinde bulunduğu şartlar hür bir hanımla evlenmeye yeterli değilse, hür olmayan câriye ile evlenmesine izin verilmiştir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Sizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, sahip olduğunuz iman etmiş câriyelerinizden alsın." (Nisâ: 25)
"Allah sizin imanınızı daha iyi bilir." (Nisâ: 25)
İnsanlar ise bunu hakkıyla bilemezler, ancak zâhirî haline bakarlar.
"Siz birbirinizdensiniz." (Nisâ: 25)
Müminlerin hür olanları ile olmayanları bir dinden, bir cinstensiniz.
İnsanlar arasındaki farklılıklar izâfîdir, bunun ötesinde bütün müslümanlar eşittir.
Bir müslümanı diğer müslümandan ayıran fark takvâ derecesidir.
"Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ile ve sahiplerinin izni ile onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin." (Nisâ: 25)
Bu durumları yaşamamaları maksadı ile onlarla evleniniz, mehirlerini de eksiksiz olarak ödeyiniz.
Kur'an-ı kerim'de ilâhî ahkâma âit pek çok ulvî Âyet-i kerime'ler mevcuttur.
Ezcümle şöyle buyurulmaktadır:
"Andolsun ki biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan misaller ve takvâya erenler için bir öğüt indirdik." (Nûr: 34)
İlâhi beyanlardan asıl istifade edecek olan kimseler, Allah-u Teâlâ'dan korkan takvâ sahipleridir. Her ne kadar herkes için öğüt ise de, bu öğütlerden onlar faydalanırlar.
Erkeğin kadından faydalanmasını helâl kılan evlilik sözleşmesine "Nikâh" adı verilmektedir. Şer'i usullerine ve şartlarına riayet ederek evlenmek demektir. Evlilik erkeğin kadından faydalanma mülkiyetini elde etmesi, kadının da erkekten faydalanmasını helâl kılması için Allah-u Teâlâ'nın koyduğu bir akit mânâsına da gelir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: "Beğendiğiniz kadınlardan (size helâl kılınanları) nikâhlayınız." (Nisâ: 3)
Bu Âyet-i kerime'de kastolunan mânâyı;
"Allah sizin için kendinizden eşler yarattı." (Nahl: 72)
Âyet-i kerime'si açıklamaktadır.
Evlilik; Kur'an-ı kerim, Sünnet-i seniyye ve İcmâ ile sabittir. Kur'an-ı kerim'de bizzat ele alınmış ve esasları belirtilmiştir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Alkame bin Kays -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hâdis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey gençler toplululuğu! İçinizden kim evlenmeye muktedirse evlensin. Çünkü evlenme gözü haramdan son derece saklayıcıdır. İffeti en iyi koruyan budur. Kim de evlenmeye gücü yetmezse oruca devam etsin. Zira oruç şehvet için kuvvetli bir kırıcıdır." (İbn-i Mâce: 1845)
Evlenmeye muktedir olmaktan maksat, evliliğin külfetleri ve yükümlülükleridir.
Nikâhın önemi o kadar büyüktür ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'dan zamanımıza kadar meşru kılınan ve fakat cennet-i âlâ'da da devam edecek olan ibadet, nikâh ve imandır. İmanları sebebiyle cenneti âlâ'ya girenlerin artık mal mülk gibi metâları dünyada kalmıştır. Fakat sahih nikâhla evliliklerini sürdüren mümin ve mümine eşler orada da beraberdirler.
Müminin hem kendisini hem de karısını harama düşmekten koruması, insan soyunun son bulmaktan, doğurmak ve çoğalmak yoluyla korunması, neslin bekâsı, nesebin muhafazası, cemiyetin temelini teşkil eden âilenin kurulması ve fertler arasında yardımlaşma ruhunun geliştirilmesidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetinin çoğalmasını istemiş, kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu ile iftihar edeceğini söylemiştir.
Nikâhın müddeti dâimidir. Yani kadınla erkek hayat boyu beraber olmak üzere nikâhlanırlar. Belli bir müddetle sınırlı olan nikâh meşru değildir. Boşanma dinimizde meşru ise de, ciddi ve meşru bir sebebe dayanmayan boşanma, Allah-u Teâlâ'nın sevmediği bir ameldir.
Nikâh başlı başına bir akittir. Bir cihetle ibadet, bir cihetle de muâmelâttır. Fakat ibadet tarafı fazladır.
Fukaha-i kiram, evliliğin yapılıp yapılmamasını insanların durum ve şartlarına göre düzenlemişlerdir.
Evlenmediği takdirde zinaya düşeceğine kesin kanaat getiren, kadının mehir ve nafakasını, evlilik masraflarını karşılamaya muktedir olan kimselere nikâh farzdır.
Bu şartlara hâiz olup evlenmediği takdirde zinaya düşeceği şüpheli olan kimselere vâciptir.
İtidal halinde evlenmek Sünnet-i müekkede'dir.
Evleneceği kadının haklarına, evlilik hukukuna riâyet edemeyip karısına zulüm edeceği muhakkak olanlara haramdır.
Evlilik hukukuna riâyet edemeyip karısına zulmedeceğinden korkanlara mekruhtur.
Bir mâni bulunmadığı takdirde evlenmek mubahtır.
"İcap" ve "Kabul" nikâhın rükünleridir. Çünkü akdi yapanlardan biri ötekine bunlarla bağlanır.
İster koca ister kadın olsun, akdi yapanlardan biri tarafından ilk söylenen "İcap"tır. "Kabul" ise, karşı taraftan ikinci olarak söylenen lâfızdır.
Nikâh denilen evlenme akdi (sözleşmesi) karı-koca olacak müslümanlar veya bunların "Veli"leri veya "Vekil"leri arasında iki müslüman erkeğin veya bir erkekle iki müslüman kadının şâhitlikleri ile gerçekleşir.
Çiftlerden biri tarafından "Teklif" ve diğeri tarafından "Kabul" olur.
Şöyle ki:
"Ben seni zevce edindim." diye yapılan teklife, karşı taraf da "Kabul ettim." der. Buna da şahitler şehadet ederler. Böylece "İcap" ve "Kabul" tamamlanıp akit yapılmış olur.
Ayrıca kadına "Mehir" adı ile emsaline kıyasla bir mal verilmesi veya anılması gerekir. Bu mehir her iki tarafın rızâsı ile daha önce de tayin edilebilir.
Bir kişinin evlenmesi hususunda diğer bir kişinin elinde olan yetkiye "Nikâh veliliği" adı verilir.
Bu durum, evlenmesi gereken kişinin yaşının küçük olması veya deli, bunak olması gibi, doğrudan evlenme ehliyetine sahip olunmadığı durumlarda geçerlidir. Bu kişinin evliliğinde söz sahibi olana "Veli" denir.
Velâyetin meşru kılınmasının sebebi, tasarrufu sınırlı ve deli olanların maslahatlarını kollamak, âcizlikleri ve zayıflıkları sebebiyle heder olmamaları için hak ve hukuklarını muhafaza etmektir.
Evlilik velâyetine sahip olanlar sırasıyla şunlardır:
a. Nesep yönünden asabe olanlar.
Oğul, oğlun oğlu, ve aşağıya doğru oğullar.
Baba, babanın babası ve yukarıya doğru babalar.
Öz erkek kardeş, baba bir erkek kardeş ve bunların aşağıya doğru erkek çocukları.
Öz amca, baba bir amca ve aşağıya doğru bunların oğulları.
b. Asabe olmayan akrabalar.
Bunlar şu tertibe göre yetkilidirler:
Anneler, kızlar, kızın kızları, oğulun oğlunun kızları, kızın kızının kızları, annenin annesi, öz kız kardeşler, baba bir kız kardeşler, ana bir erkek ve kız kardeşler, bunların çocukları, halalar, dayılar, amca kızları, hala kızları.
Veli olma hususunda buradaki sıranın en üstünden itibaren her bir önceki, bir sonrakinden daha yetkilidir.
Nikâhlarda vekâlet câizdir. Evlenecek kadının vekili, erkeğe "Vekili bulunduğum filâncayı sana vekil olarak nikâhladım." dese bu nikâh geçerli olur.
Vekil olan kimselerin nikâh akdini yapabilecek, yani âkil ve mümeyyiz birisi olması gerekir. Büluğa ermiş veya erkek olması şart değildir.
Vekâlette zaman şartı geçerlidir. Yani bir kimse meselâ; şu ayın şu gününde nikâha vekil olmak için görevlendirilse, o günün dışında vekilliği geçersizdir.
Bir kadın nikâhının akdinde vekil olması için birisine vekâlet verdikten sonra, gelip bizzat nikâh akdinde bulunsa, vekilin hükmü kalmaz.
Vekil, müvekkiline vekil kılındığı hususta muhalefet edemez. Eğer bir şahıs başkasına kendisini belirli bir kızı, belirli bir mehirle evlendirmesi için vekâlet verir, o da başka bir kız veya daha fazla mehirle onu evlendirse akit gerçekleşmez. Bu durumda akit, vekâlet verenin iznine bağlı olur.
Nikâh sözleşmesinin yapılabilmesi için akdi yapan erkek ve kadında, ayrıca icâp ve kabulde bazı şartlar aranır.
1. Akdi yapanların şartları:
a. Akdi yapanın kendisi için veya bir başkası için akdi yapabilme ehliyetine sahip olması gerekir. Bu da sadece temyiz özelliği ile olur.
b. Akdi yapanlardan her birinin, diğerinin sözünü işitmesi gerekir.
Kadında da iki şart aranır:
a. Dişiliği tam olan bir kadın olması.
b. Erkeğe kesin bir haramla yasaklanmış kadınlardan olmaması.
2. İcâp ve kabuldeki şartlar:
a. Akdi yapacak olanlar hazır bulunuyorlarsa, icâp ve kabulün aynı mecliste (toplulukta) gerçekleşmesi gerekir.
Şu kadar var ki akdi yapanlardan birinin bulunması halinde sözleşme yazı veya elçi yoluyla yapılırsa; evlilik akdinin meclisi, mektubun şahitler huzurunda okunması veya aracı olan elçinin haberinin, şahitler huzurunda işitildiği meclis kabul edilir. Bu durumda meclisin bütünlüğü sağlanmış olur. Mektubun okunması ve habercinin sözünün duyulması; mektubu yazanın konuşması, haberci gönderenin sözünün işitilmesi gibidir.
b. İcap ve kabulün birbirine uygun olması lâzımdır. Akdin yönelik olduğu kişi ve mehrin miktarı hakkında icâp ve kabulün bir olması ile uygunluk gerçekleşir.
Meselâ kızın babasının "Zeyneb'i seninle evlendirdim." demesi, adamın da "Emine ile evlenmeyi kabul ettim." demesi durumunda, nikâh akdi gerçekleşmez. Çünkü kabul, icâbın ilgili olduğu kişiden başka birine yöneltilmiştir.
Mehirin miktarı hususunda ihtilâf çıkarsa; meselâ babanın "Kızımı yüz gram altın karşılığında seninle evlendirdim." demesine karşılık, adamın da "Evlenmeyi seksen gram altın karşılığında kabul ettim." demesi durumunda da akit yapılmaz. Kocanın "Yüz elli gram altın karşılığında kabul ettim." demesi gibi bir yarar varsa akit sahihtir.
Evliliğin mehirsiz yapılması sahih değildir.
c. Akdi yapan öbür kişinin kabulünden önce, icâbı yönelten kişinin icâptan vazgeçmemesi şarttır. Eğer vazgeçerse icâp bâtıl olur. Çünkü icâp ve kabulün her ikisi de bir tek rükündür, yani her biri rüknün bir parçasıdır. Akit sadece biriyle gerçekleşmiş olmaz.
d. Nikâh akdinin anında yapılması şarttır. "Babam razı olursa seninle evlenirim." veya "Kardeşi geldiğinde kızımı seninle evlendiririm." gibi daha olmamış bir şarta dayalı olması ile akit gerçekleşmiş olmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ, hükmünü hemen ifade etsin diye nikâh akdini meşru kılmıştır.
Bir nikâhın sonuçlarını meydana getirebilmesi için "Sahih" olması gerekir. Bu ise İslâm'ın belirlediği sıhhat şartlarının bulunması ile gerçekleşir. Aksi halde, eksikliğin durumuna göre nikâh "Bâtıl" veya "Fâsit" olur.
Evliliğin geçerli olması için bulunması gereken sıhhat şartları şunlardır.
1. Evlenecek eşler arasında sürekli veya geçici bir evlenme engeli bulunmamalıdır.
Meselâ;
• Kesin boşanmadan dolayı iddet beklemekte olan kadını nikâhlamak.
• Boşanılan ve iddeti devam etmekte olan kadının kız kardeşi ile evlenmek.
• Birbirlerini haram kılan iki kadını bir nikâh altında bulundurmak. (Hala ile erkek kardeş kızını, teyze ile kız kardeş kızını birlikte nikahlamak gibi.)
• Kadın erkeğe ebedî olarak haram olmamak. (Kız, kız kardeş, hala ve teyze gibi.)
Evliliğin geçerli olmasının şartlarından olan bu durum tahakkuk etmezse, evlilik akdi kesinlikle bâtıl olup, bununla evliliğin sonuçlarından hiç biri gerçekleşmez.
2. İcâp ve kabul geçici değil ebedî olmalıdır. Bunun içindir ki mut'a ve geçici nikâhlar haramdır.
3. Şahitlik evliliğin sıhhatinin şartlarındandır. İki kişinin şahitliği olmaksızın evlilik sahih olmaz. Çünkü şahitlik kadının ve çocuğun haklarının korunmasını sağladığı gibi, babanın çocuğunu reddedip nesebinin kaybolmasını da önler. Evliliğe önem verildiğini gösterir. Şahitlik sebebiyle helâl ve haram birbirinden ayrılmış olur.
• Şahitlerin icâp ve kabul ânında hazır olmaları, nikâh akdini anlamaları, akdi yapanlardan icâp ve kabulü aynı anda işitmiş olmaları şarttır. Eğer şahitlik olmaksızın akit yapılırsa fâsit olur.
• Şahitler iki erkek olduğu gibi, bir erkek iki kadın da olabilir.
• Müslüman bir kadının nikâhında şahitlerin de müslüman olması şarttır. Fasık kimselerin şahitliği de kabul olunur.
• Şahitlerin şahitlik edebilme ehliyetine (akıl ve büluğ) sahip olması şarttır.
4. Akdi yapanların rızâsı olmadan evlilik sahih olmaz. Ölüm veya şiddetli dayak ile tehdit edilerek, erkek veya kadından birisi evlenmeye mecbur edilirse akit fâsit olur.
5. Evlilik mehirle olmalıdır, onsuz evlilik sahih olmaz.
Lâzım (bağlayıcı) ya da bütün rükünlerini ve şartlarını tam olarak bulunduran evliliğin bazı neticeleri vardır:
1. Ahkâmın izin verdiği şekilde eşlerin birbirinden faydalanmalarının helâl olması.
• Cinsi mukarenetin normal yoldan yapılması helâl olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde:
"Kadınlar sizin ekin tarlanızdır. O halde ekin tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın." buyuruyor. (Bakara: 223)
Şu kadar var ki hayız, nifas, ihram hâli ve kefaret vermeden önce zihar durumunda iken cinsi mukarenette bulunmak câiz değildir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Resul'üm! Sana kadınların âdet hâli hakkında soruyorlar. De ki: O bir eziyettir. Âdet halinde iken kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın." buyuruyor. (Bakara: 222)
Nifas da hayızın bir benzeridir.
• Kişinin, karısının başından ayağına kadar bakması ve dokunması helâldir. Çünkü cimânın helâl oluşu, bakma ve dokunmanın öncelikli olarak helâl olmasını gerektirir. Bu mehrin bedelidir, mehir de erkeğin üzerinedir.
2. Kayıt altına alma mülkiyeti.
Kocasının izni olmadan kadının evinden çıkması yasaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Evlerinizde oturun." buyuruyor. (Ahzâb: 33)
3. Kocanın karısına, miktarı tespit edilmiş bir mehir (Mehr-i müsemmâ) vermesi.
Bu evliliğin aslî hükmüdür. Onsuz evliliğin şer'an varlığı olmaz. Çünkü mehir faydalanma mülkiyetinin karşılığıdır.
4. Nafakanın vâcip olması.
Kadın kocasına haksız yere itaat etmediği sürece; yemek, giyinmek ve oturmak gibi nafakası kocasının üzerinedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Annelerin uygun biçimde yiyecek ve giyeceğini sağlamak çocuğun babasına aittir." (Bakara: 233)
5. Evlilik sebebiyle sıhrî akrabalığın meydana gelmesi.
Kadının usûl ve fürûu kocaya, kocanın usûl ve fürûunun da kadına haram olması demektir.
6. Çocukların nesebinin babaya ait olması.
7. Karı-koca arasında miras hakkının sabit olması.
8. Birden fazla eş bulunması halinde kadınlar arasında adaletli olmanın gerekliliği.
İslâm dini dörde kadar kadınla evlenmeye izin vermektedir. Şu kadar var ki bu bir emir değil ruhsattır. Bunu da adâlet yapabilme gücüne bağlamıştır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Şayet aralarında adâlet yapamayacağınızdan endişe ederseniz, o zaman bir tane almalısınız." (Nisâ: 3)
Adâletten maksat, sevgi hususunda eşitlik olmayıp, yiyecek, içecek, mesken ve beraber kalma süresinde eşitlik mânâsındaki adâlettir.
"Bu, adâletten sapmamanıza daha uygundur." (Nisâ: 3)
Haksızlık ve zulüm haramdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"İki hanımı olup da aralarında adâletli davranamayan kimse, kıyamet gününde bir tarafı düşük olarak gelir." (Ebu Dâvud: 2133-Tirmizî: 1141)
Cinsî mukarenette bulunmasa bile iki kadının erkekle bir yatakta olması yasaklanmıştır.
9. Kocanın kadını yatağa davet etmesi durumunda, kadının buna uyması vâciptir.
Mehir ve nafaka kadının hakkıdır. Kadının da kendini ona vermesi ve yokluğu sırasında iffetini koruması vazifesidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Kişi karısını yatağına davet ettiğinde kadın kaçarsa, kocası da ona gücenerek gecelerse, melekler sabaha kadar ona lânet ederler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1337)
Nasıl ki kadının erkeğe helâl oluşu dolayısıyle cinsî mukarenet erkeğin bir hakkı olarak kabul edilirse, aynı hak kadın için de bahis mevzuudur.
10. İtaat edilmesi gereken hususlarda kadın itaat etmezse, terbiye etme yetkisi kocaya aittir.
11. İyi muamelede bulunmak, eziyet etmemek, hakları yerine getirmek.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kadınlarınızla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, olabilir ki hoşunuza gitmeyen bir şeye Allah çok hayırlar koymuş olabilir." (Nisâ: 19)
Aynı şekilde kadının da güzellikle ve tatlı sözlerle kocasını memnun edecek güzel davanışlarda bulunması gerekir.
1. Akitten önce şehadetle ve Allah-u Teâlâ'yı hamd ile başlayan, Resulullah Aleyhisselâm'a salât ve selâm, maksadı belirten takvâ Âyet-i kerime'lerinden meydana gelen bir hutbe okunması.
2. Akitten sonra karı-kocaya mutlu yaşamaları için duâ edilmesi, izdivaçlarının tebrik edilmesi.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm evlenen bir kimseyi tebrik ettiğinde şöyle duâ ederdi:
"Allah eşini sana bereketli ve mübarek kılsın. Sizi hayırda birleştirsin." (Ebû Dâvud)
"Bereket" kelimesinin mânâsı çok geniştir.
Muhabbet, dirlik, düzenlik, uyum ve bağlılık gibi iyilikleri içine alır.
Âkıl bin Ebu Tâlip -radiyallahu anh- Basra'da Benî Cûşem kabilesinden bir kadınla evlenmişti. Halk onun için uyum ve oğlan çocuklar dileğinde bulundular.
Onlara:
"Böyle söylemeyin. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in dediği gibi şöyle söyleyin:
"Allah'ım! Onlara bereket ver ve senin bereketin onların üzerine olsun." (İbn-i Mâce: 1906)
3. Evliliğin ilân edilmesi, def çalınması.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhümâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bu evlenme işini halka duyurun ve bunun için def çalınız." (İbn-i Mâce: 1895)
Tâ ki bu nikâh halktan gizli kalmasın. Şu halde def çalmakla, toplanan halka mubah şiirleri yüksek sesle ve makamla okumakla, evlenme işinin duyurulması Sünnet-i seniyye'dir.
Muhammed bin Hâtıb -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"Helâl ve haram (birleşme) arasındaki fark, evlenmekte def çalmak ve duyurmaktır." (İbn-i Mâce: 1896)
Hadis-i şerif'te geçen "Savt" kelimesi ile, halkın evlenme işinden haberdâr olup kendi aralarında konuşması kastedilmiştir.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Âişe -radiyallahu anhâ-, yakını olan bir kızı Ensar'dan bir kimse ile evlendirdi. Gelin götürüldükten sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- geldi ve orada bulunanlara 'Genç kızı gönderdiniz mi?' diye sordu. Sahabiler 'Evet gönderdik.' dediler. 'Def çalıp nağme ile şiir söyleyecek bir kızcağızı gelinle beraber gönderdiniz mi?' buyurdu. Âişe -radiyallahu anhümâ- 'Hayır!' dedi.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- 'Şüphesiz ki Ensâr, içlerinde gazel âdeti bulunan bir kavimdir. Keşke onlara:
'Size geldik, size geldik... Artık Allah bize de size de uzun ömür versin.' diyecek bir kızcağızı gelinle beraber gönderseydiniz!' buyurdu." (İbn-i Mâce: 1900)
4. Akit sırasında mehrin tespit edilmesi ve söylenmesi. Mehrin birazını ertelemeden tamamını derhal vermek de tasvip edilen bir davranıştır.
5. Düğün yemeği verilmesi.
Düğünün dışında başka bir şey için de olsa, dâvet için yapılan yemeğe de "Velîme" denir, müstehaptır ve Sünnet-i seniyye'dir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh-in evlendiğini görünce:
"Bir koyunla da olsa düğün yemeği ver." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 958)
Mâlî durumu müsait olmayanlar için zorluk yoktur. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bazı hanımlarının velîmesini çok hafif tutmuştur.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh- der ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- zevcesi Safiyye -radiyallahu anhâ- için sevik (kavud) ve kuru hurma ile velîme ziyafeti verdi." (İbn-i mâce: 1909)
Düğün yemeği davetine icâbet etmek de Sünnet-i müekkede'dir.
Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Sizden birisi düğün yemeğine çağırılırsa oraya gitsin." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1815)
Oruçlu değilse yemek yer ve duâ eder. Oruçlu olmadığı halde yemek yemezse ve icâbet etmezse günaha girer ve dâvet sahibine eziyet etmiş olur. Diğer dâvetler böyle önemli değildir.
Dâvet yerinde içki, haram çalgılar, erkeklerle kadınların karışık bulunması... gibi dînen yasak olan bir durum bulunduğu bilinirse dâvete icâbet edilmez.
6. Erkeğin gerdeğe girdiği zaman duâ etmesi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz evlenen bir kimsenin şöyle duâ etmesini beyan buyurmuşlardır:
"Allah'ım! Senden bunun hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını diliyorum. Onun şerrinden ve şerli bir tabiat üzere olmasından sana sığınıyorum." (Ebû Dâvud: 2160)
Diğer bir ismi "Sadak" olan Mehir; nikâh kıyma neticesinde erkek tarafından kadına verilmesi lâzım olan para veya maldan ibarettir. Evlenecek her müslüman kadının şer'an hakkıdır.
Mehir, nikâhın sahih olmasının şartlarından birisidir. Mehir olmaksızın nikâh sahih olmaz.
Evlenen kadının mehir almasının meşru oluşu Kur'an-ı kerim, Sünnet-i seniyye ve İcmâ ile sâbittir.
Mehrin nikâh için şart olması, Allah-u Teâlâ'nın kelâmı olan Kur'an-ı kerim'de yer almış olmasından ve emr-i ilâhi olmasından ileri gelir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Nikâhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin." (Nisâ: 4)
Mutlaka uygun bir mehirle onlarla evleniniz, birbirinize bağlılığınızın ve muhabbetinizin nişânesi, Allah-u Teâlâ'dan bir hediye olmak üzere mehirlerini veriniz. Hem de cömertlik ve el açıklığı ile seve seve veriniz.
Buradaki emir vücûb içindir, mehrin vâcip olduğuna delâlet eder.
"Bununla beraber eğer mehirlerin bir kısmını kendiliklerinden gönül hoşnutluğu ile size bağışlarlarsa, onu âfiyetle yiyin." (Nisâ: 4)
Mehirin kadınların ellerine teslim edilmesi gerekir. Zira mehir kadının şahsi malıdır, onu dilediği gibi tasarruf eder, kimse karışamaz, kimse icbar edemez, kocası ondan faydalanamaz. Fakat kadın arzu ederse, mehirinin tamamını veya bir kısmını, kadını buna mecbur bırakması sebebiyle değil de gönül rızâsı ile kocasına hibe edebilir. Bu hibenin gönül hoşluğu ile olması şarttır. O da onu alır, temiz ve helâl olarak dilediği işinde tasarruf eder.
İslâm dini kadınlara karşı iyi davranılmasını, eşleri onlardan hoşlanmasalar bile, kendilerinde hayır bulunacağı ümidiyle geçimsizliklerine sabretmelerini ve büyük bir kötülük işlemedikçe onlara eziyet edilmemesini emretmiş, eğer mutlaka ayrılmak gerekirse, bununla ilgili olarak da Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmuştur:
"Eğer bir eşin yerine başka eş almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, o verdiğinizden hiçbir şey geri almayın." (Nisâ: 20)
En ufak bir şey almak apaçık bir günahtır, mâkul ve meşru olmayan bir şeydir. Hatta kendilerine henüz vermedikleri mehirden bir miktar mal varsa, borçlu olmaları sebebiyle onu da onlara vermeleri gerekir.
"İftira ederek ve günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?" (Nisâ: 20)
Birbirinizden ayrılıyorsunuz diye karınızdan nasıl olur da mal alırsınız? Hiç bu yapılır mı? Vicdanınız nasıl kabul eder?
"Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karışıp katıldınız, içli dışlı oldunuz!" (Nisâ: 21)
Bir yastığa beraberce baş koymuştunuz. Kalpleriniz birbirinize karşı sevgi duygularıyla dopdolu idi. Tek bir vücut gibi olmuştunuz. Aranızda karı-koca hukuku tahakkuk etmişti. Bununla mehirin vücubiyeti hak kazandı, karşılığı da alındı.
"Onlar sizden kuvvetli bir teminat da almışlardı." (Nisâ: 21)
Bu teminat Allah-u Teâlâ'nın emri ve Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'si üzere yapılan nikâh akdidir. Bir kadının kendisini kocasına teslim etmesini sağlayan nikâh bağının garantisidir. Bunun içindir ki eğer erkek kendi verdiği teminatı hiçe sayarsa, nikâh akdinin meydana geldiği zaman karısına verdiği mehirden istemeye hakkı olmaz. Birisine hediye olarak verilen bir şeyi geri istemek İslâm ahlâkına tamamen aykırıdır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz böyle bir davranışı, kustuğunu yalamaya benzetmiştir.
Allah-u Teâlâ'nın koyduğu sınırlara tecavüz edenler zâlimler, söz verdikten sonra anlaşmalarını bozanlar ise zarar edenlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hâdis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların ırzlarını Allah'ın kelimesi (nikâh akdi) ile kendinize helâl kıldınız." (İbn-i Mâce: 3074)
•
Evlenen ve fakat mehir tespit edilmeden, yahut tespit edilse bile nikâhtan sonra tabiî karı-koca münasebeti (zifaf) vuku bulmadan boşanan kadınların durumları açıklanmış ve Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmuştur:
"Kendilerine temas etmediğiniz veya kendilerine bir mehir takdir etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda size bir vebâl (günah) yoktur." (Bakara: 236)
Bu durum her zaman karşılaşılan bir hâdisedir. Bir erkek bir kadına talip olur, nikâh yapılır, fakat evliliğin gereği olan karı-koca arasında cinsî mukarenet meydana gelmez. Hal böyleyken erkek karısını boşar. Böyle bir durumda, eğer nikâh sırasında mehir tespit edilmemişse erkeğe düşen herhangi bir sorumluluk yoktur. Yani sonradan mehir tespit edip kadına vermesi şart değildir.
Böyle olmakla beraber Allah-u Teâla şu emri vermiştir:
"Şu kadar var ki, zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar, güzellikle onları faydalandırsın." (Bakara: 236)
Evlilik bağı böyle şartlar altında bile bozulduğunda, yine de kadına belirli bir zarar verilmiş olur. Bunun içindir ki kişinin imkânları dahilinde onları faydalandırmaları gerekir. Bu da en az baştan başa bir kat elbiseden ibarettir. Bu mal erkeğin zenginlik ve fakirliğine göre takdir edilir.
Mehir kararlaştırılmadığı halde zifafa girilmiş olsaydı mehr-i misil gerekecekti. Zifaftan önce boşanmış olunca bu mahrumiyete karşılık bir bağış olsun verilmesi gerekir.
Böylece verilen bu mal kalbin yarasına bir merhem gibi olur, boşanmadan ileri gelen nefreti bir derece telâfi eder.
"Bu, ihsan sahiplerinin üzerine bir borçtur." (Bakara: 236)
Müslümanlara borç demektir. Çünkü iyilik edenler yalnız onlardır.
Ensar'dan bir zat mehir takdir etmeksizin nikâhlanmış, sonra da henüz gerdeğe girmeden boşamıştı. Bunun üzerine bu Âyet-i kerime nâzil olmuş ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisine:
"Külâhını satarak bile olsa, o kadına bir bağış ver!" buyurmuştur.
Hazret-i Hasan -radiyallahu anh- boşadığı hanımlardan birine on bin dirhem gibi yüklü bir para vermiş, sonra da "Bu, ayrılan bir sevgilinin verdiği az bir maldır." diyerek haysiyeti kırılan kadının gönlünü almıştır.
•
Bundan sonra kendisiyle temas etmeksizin boşanan ve mehri de belirlenmiş olan kadının hükmü açıklanmak üzere Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Bir mehir tayin ettiğiniz takdirde, henüz temas etmeden onları boşarsanız o zaman tayin ettiğiniz mehirin yarısını verin." (Bakara: 237)
Bu Allah-u Teâlâ'nın koyduğu bir sınırdır ve bu çeşit boşamalarda bu vâcip olan emre uyulması gerekir.
Eğer karı-kocadan birisi cinsî mukarenetten önce ölür ve ölen de koca olursa, mehirin tamamı kadının hakkıdır. Şayet kadın ölürse mehirin tamamı mirasçılarınındır. Bu durumda eğer mehir belirtilmişse belirtilen miktar, şayet belirtilmemişse emsallerininin mehiri kadar mehir verirler.
"Ancak kadınlar vazgeçer yahut nikâh bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse başka." (Bakara: 237)
Kadının "O beni görmedi, kendisine hizmet etmedim, o halde kendisinden nasıl bir şey alırım?" demesi gibi. O zaman erkeğe lâzım gelen mehir, üzerinden kalkar. Erkek ise böyle bir durumda mehirin tamamını da ödeyebilir.
"Ey erkekler! Sizin bağışta bulunmanız takvâya daha yakındır." (Bakara: 237)
Allah-u Teâlâ, temas etmeksizin karısını boşayan erkeklere, tayin olunan mehirin yarısını boşadıkları kadınlara vermeyi vâcip kılmış olmakla beraber; kadınları bu mehiri almakta, erkekleri ise, mehirin yarısını değil tamamını vermekte serbest bırakmıştır. Kocanın, mehirin tamamını ödemek suretiyle bağışta bulunması onun için hayırlıdır. Kadının da tamamını bağışlayarak almaması kendisi için hayırlıdır.
Hangisinin bağışlaması diğerinin daha çok iyiliğine oluyorsa, buna göre hareket etmek takvâya daha uygundur.
"Aranızda fazileti unutmayın!" (Bakara: 237)
Beşerî münasebetlerin insanlar arasında uyumlu olabilmesi için, sevgi ve fedâkârlık şarttır. Eğer herkes kendi kanunî hakları üzerinde katı bir biçimde ayak diretirse kaynaşma olmaz.
Şüphesiz ki Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür." (Bakara: 237)
Kadın affederse bu fazileti o elde etmiş olur, erkek fazlasıyla tamamını verirse, iyilik ve üstünlüğünü ispat etmiş olur.
•
İslâm hukukunda karısını üçüncü defa boşayan erkeğin, onun başka bir adamla evlenmesine rızâ gösterse de göstermese de ona tekrar dönmesi mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ böyle bir boşanma gerçekleştikten sonra, erkeğin evlenirken karısına verdiği mehiri geri almasının, kendisine helâl olmadığını Âyet-i kerime'sinde beyan buyurmaktadır:
"Kadınlara (mehir olarak) verdiğinizden bir şeyi geri almanız size helâl olmaz." (Bakara: 229)
Bu helâl olmazsa, diğer mallarından hiç olmaz. Erkekler buna tenezzül etmemeli, kadınlara baskı yapıp verdiklerini geri almaya veya onlardan yararlanmaya kalkışmamalıdır. Böyle bir şey kesinlikle haramdır.
"Şayet erkek ve kadın Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarlarsa başka." (Bakara: 229)
Karı-koca, evlilik vazifesinden yerine getirmek zorunda oldukları Allah'ın hududunu uygulayamayacaklarını bilmeleri ve buna hanımın sebep teşkil ettiğinin belli olması halinde, Allah-u Teâlâ kadına kendisini bırakması (Hul') karşılığında mehrin bir kısmını kocasına fidye olarak vermesine, erkeğin de bunu almasına müsaade etmiştir.
•
Allah-u Teâlâ nikâhlanması haram olan kadınları Nisâ Sure-i şerif'inin 22. 23. ve 24. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurduktan sonra, helâl olan kadınların müstehak oldukları mehir ve ücretler hakkında ilâhî hükmü beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Bunlardan başkasını ise, iffetli yaşamak, zinâ etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı." (Nisâ: 24)
Burada mallardan söz edilmesi; mehirsiz nikâh olamayacağının delilidir. Mehir nikâhın gereklerindendir. Nikâh denildiği zaman, mutlaka mehirden uzak olmayacaktır.
"Nikâh ederek yararlandığınız kadınlara kararlaştırılmış mehirlerini verin." (Nisâ: 24)
Zira mehir nikâhlanmanın karşılığıdır. Zifaf ile mehirin tamamı kocanın boynunun borcu olur.
"Mehirin takdir edilmesinden sonra, aranızda gönül rızâsıyla (yeni bir miktar üzerinde) anlaşmanızda size bir günah yoktur." (Nisâ: 24)
Bu kendi rızânızla yapılan meşru bir muameledir.
Kadının mehirin bir kısmını almamasında, hepsini bağışlamasında veya erkeğin belirtilen miktardan fazlasını vermesinde herhangi bir mahzur yoktur.
"Şüphesiz ki Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisâ: 24)
İnsanların yaradılışlarına uygun olan, erkeği de kadını da mutlu kılan nikâh akdini meşru kılışı da bu ilminin ve hikmetinin bir tecellisidir.
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Mekkeli müşriklerle yaptığı Hudeybiye andlaşmasının maddeleri arasında; Mekkeliler'den müslüman olup da Medine'ye iltica eden çıkacak olursa, bunların Mekke'ye geri gönderilmesi de vardı. Bu maddeye göre mültecî müslüman erkekler iâde edilmiştir. Kadınlar buna dahil değildi. Aynı zamanda Kur'an-ı kerim de bu gibi müslüman kadınların, müşriklere iâdesini menetmiş bulunuyordu.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir.
Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar.
Onların bu kadınlara verdikleri mehirleri iâde edin." (Mümtehine: 10)
Hem eşini kaybedip, hem de maddi zarara uğramasın.
"Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur." (Mümtehine: 10)
Çünkü İslâm'a girmiş olmalarıyla kâfir kocalarından ayrılık ve haramlık meydana gelmiştir.
"Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın." (Mümtehine: 10)
Yani dâr-ı harpten hicret etmeyip küfür üzere kalan kadınlarla aranızda evlilik alâkası kalmasın.
Nitekim Ashâb-ı kiram arasında eşleri müşrik olanlar vardı, hemen boşadılar.
"Onlara verdiğiniz mehri isteyin. Kâfir erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler." (Mümtehine: 10)
Yani sizler şayet giderlerse, kâfirlere giden eski hanımlarınıza vaktiyle vermiş olduğunuz mehirlerinizi isteyiniz.
Kâfirler de İslâmiyet'i kabul edip hicret eden eski hanımlarına vermiş oldukları mehirleri müslümanlardan isteyebilirler.
"Allah'ın hükmü budur." (Mümtehine: 10)
O'na riâyet lâzımdır.
"Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10)
Kullarına uygun olanı çok iyi bilendir ve bu husustaki hükümlerini koymakta hakîm olandır.
•
Şayet müminler kâfir hanımlarından ayrılmaları durumunda verdiklerini geri alamazlarsa, bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Eğer eşlerinizden biri kâfirlere katılır ve onlar da mehirinizi geri vermezlerse, siz onlardan bir ganimet elde ettiğinizde, eşleri gitmiş olanlara mehirlerinin karşılığını verin. İnandığınız Allah'tan korkun!" (Mümtehine: 11)
Müminler "Allah'ın verdiği hükme râzıyız." dediler ve durumu müşriklere bildirdiler, fakat müşrikler bunu kabul etmediler.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e hitap ederek mehirlerini verdiği eşlerini kendisine helâl kıldığını bildirmektedir:
"Ey Peygamber! Şüphesiz ki biz mehirlerini verdiğin eşlerini sana helâl kıldık." (Ahzâb: 50)
Bu Âyet-i kerime'de Resulullah Aleyhisselâm'a lâyık ve faziletli olan hanımlar beyan buyurulmuştur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ezvâc-ı tâhirattan bütün hanımlarına nikâhta mehir verdiği kesindir. Ancak Ebu Süfyan -radiyallahu anh-in kızı Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'le evlenirken onun mehirini Habeş kralı Necâşî dört yüz dinar olarak karşılamıştır.
Ayrıca Safiye -radiyallahu anhâ- Validemiz'i Hayber esirleri arasından seçmiş, sonra onu âzâd edip kendisiyle evlenmiş ve bu âzâd etmeyi de mehir saymıştır.
"Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden, elinin altında bulunan câriyeleri (sana helâl kıldık)." (Ahzâb: 50)
Nitekim Safiye -radiyallahu anhâ- ve Cüveyriye -radiyallahu anhâ- Vâlidelerimiz böyle idi. Onlara sahip olmuş ve âzâd ederek onlarla evlenmişti.
"Seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını (sana helâl kıldık)." (Ahzâb: 50)
Burada kendisiyle birlikte Medine-i Münevvere'ye hicret etme şartı getirilmiştir.
"Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygamber'e hibe eden mümin kadını da (sana helâl kıldık)." (Ahzâb: 50)
Yâni "Ey Peygamber! Mümin bir hanım kendisini sana hibe edecek olursa, sen dilediğin takdirde onunla mehirsiz evlenebilirsin."
Kadının kendisini hibe etmesi, karşılığında mehir gibi bir karşılık istemeksizin evlenme teklifinde bulunmasıdır.
Kendilerini Resulullah Aleyhisselâm'a hibe eden kadınlar çoktur.
Nitekim Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
"Ben kendilerini Peygamber'e hibe eden kadınlara kızıyor ve 'Bir kadın kendini birine hibe eder mi?' diyordum. Nihayet bu âyet nâzil olunca 'Bakıyorum da Rabb'in senin arzuların doğrultusunda çabucak hüküm indiriyor.' dedim." (Buhârî)
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh- "Bir kadın Resulullah Aleyhisselâm'a gelip 'Yâ Resulellah! Senin bana ihtiyacın var mı?' demişti. dedi."
Kızı bunu duyunca "Ne kadar da az hayâsı varmış! Ne kötü bir iş! Ne kötü bir iş!" dedi.
Enes -radiyallahu anh- şu karşılığı verdi:
"Hayır! O senden daha hayırlı! Çünkü o Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e rağbet etmişti ve kendisini ona sunmuştu." (Buhârî)
Allah-u Teâlâ bu hususta kendisini serbest bıraktığı halde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisini hibe eden hiçbir kadını kabul etmemiştir. Bu onun hiçbir kadınla mehirsiz evlenmediği mânâsına gelir.
"Diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere" (Ahzâb: 50)
Çünkü mehirsiz evlenmek onlara helâl değildir. Kadının kendisini hibe etmesi de sahih olmaz. Aksine "Mehr-i misil" gerekir, mehir vermesi vâciptir.
"Biz hanımları ve ellerinin altında bulunan câriyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz." (Ahzâb: 50)
Yani nikâhlarının sıhhati için riâyet edilmesi gereken şartlar, diğer haklar ve hangi kadınlar ile evlenmelerinin mubah olup olmadığı Allah katında mâlumdur. Binaenaleyh bu husustaki ilâhî ahkâma riayet edilmesi müslümanlar için bir vecibedir.
"Sana bir zorluk olmasın diye böyle hükmettik." (Ahzâb: 50)
Bu hususta sana ruhsat verdik ve senin üzerine bunlardan hiçbir şeyi vâcip kılmadık ki, kalbin huzur içinde ilâhî vahyin ortaya çıktığı yer olsun. Risalet ve nübüvvet vazifeni güzelce ve sühuletle yerine getirmeye muvaffak olasın.
"Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Ahzâb: 50)
Onun içindir ki insanların menfaatine muvaffak olan ahkâmı beyan buyurmaktadır.
•
Müslümanların ehl-i kitaptan bir kadınla namus dairesinde evlenmesi helâl kılınmıştır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar, zinâ etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helâldir." (Mâide: 5)
Bu Âyet-i kerime mehir hakkının hem müslüman hanımın, hem de ehl-i kitaptan olan gayr-i müslim hanımın hakları olduğuna delâlet etmektedir. Mehir kadının hakkıdır, müslümanların bunu vermeleri gerekmektedir.
Mehir, Kur'an-ı kerim'in nüzulünden önce de diğer semâvî kitaplarda yer almıştır.
Zira Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren beni dünyaya getiren anne ve babama kadar sifahın değil nikâhın kurduğu evliliklerin mahsulüyüm. Bana cahiliyet sifahından hiçbir şey bulaşmamıştır." (Taberânî)
Nitekim nübüvvetle vazifelendirilmeden önce, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'le nikâh akdinde mehir olarak yirmi deve vermesi, nübüvvetten önce de mehirin meşru olduğuna delildir.
Kur'an-ı kerim'in nâzil olması ile birlikte yaptığı evliliklerde mehirin asgari ölçüsü dört yüz dirhem gümüş idi. Ancak bunun üstüne çıktığı gibi, başkalarının evliliklerinde bu ölçünün altına indiği veya nakit yerine herhangi bir nesneye bağladığı da olurdu.
•
Ebu Seleme bin Abdurrahman -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in hanımı Âişe -radiyallahu anhümâ-ya 'Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in mehiri ne kadardı?' diye sordum.
'Onun, hanımlarına verdiği mehiri on iki okiyye ve bir neşş idi. Neşş nedir bilir misin? O yarım okiyyedir. Bunların toplamı beş yüz dirhem eder. İşte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in hanımlarına verdiği mehir bundan ibaretti.' dedi." (Müslim: 1426)
•
Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre, kendisi önceleri Ubeydullah bin Cahş'ın nikâhında idi. Ubeydullah Habeşistan'da vefat etti. Necâşî -rahimehullah- onu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e nikâhladı. Resulullah Aleyhisselâm'a bedel, Ümmü Habibe'ye dört bin dirhem mehir verdi. Sonra onu Şürahbîl bin Hasene -radiyallahu anh- ile birlikte gönderdi ve (mehir miktarını) Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e mektupla bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aynen kabul etti. (Ebû Dâvud: 2107)
•
Enes -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Hayber savaşında esir düşen ve Benî Nadir yahudilerinin başkanı Huyey'in kızı Safiye -radiyallahu anhâ- Dıhye'nin payına düştü. Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek âzâdlık için para istedi. Resulullah Aleyhisselâm da verdiği miktarı mehir sayıp 'Benimle evlenir misin?' buyurunca kabul etti." (Buhârî, Nikâh 68 - Müslim: 1365)
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre; Mustalık oğulları kabilesinin kadınları esir düştüklerinde, başkanları Hâris'in kızı Cüveyriye de Sâbit bin Kays -radiyallahu anh-e düştü. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelerek "Sâbit beni on okiyye gümüş dirhem karşılığında satmak istiyor, bu parayı bana temin eder misin?" dedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de "Bunu mehir kabul edip evlenir misin?" teklifini yaptı ve kabul cevabını aldı. (Buhârî - Müslim)
•
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Âişe -radiyallahu anhâ-yı elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikâhladı." (İbn-i Mace: 1890)
•
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kızı Fâtıma -radıyallahu anhâ-yı Ali -radiyallahu anh-a nikahlarken, "Bir şey ver Fâtıma'ya!" buyurdu. "Bir şeyim yok!" demesi üzerine "Hutamî zırhın nerede?" diye sordu. Ali -radiyallahu anh- "Duruyor." deyince:
"Fâtıma'ya ver onu! " buyurdu." (Ebu Dâvud: 2125-1226)
Yani mehir bu kadar lüzumludur. O anda onun malı zırhı idi, onu dahi vermesini emir buyurmuştur.
•
Enes -radiyallahu anh- der ki:
"Ebu Talha, Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ- ile evlendi. Aralarındaki mehir müslüman olmaktı. Ümmü Süleym daha önce müslüman olmuştu. Ebu Talha onu isteyince "Ben müslüman oldum, sen de müslüman olursan, seninle evlenirim." dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu.
Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ-nın mehir olarak istediği şey, müslüman olması idi." (Nesâi. Nikâh 63)
•
Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- beni gördü. Üzerimde damatlık sevinci vardı. Bunun üzerine 'Ben Ensar'dan bir kadınla evlendim.' dedim. 'Ona ne kadar mehir verdin?' diye sordu. 'Bir nevat altın.' cevabını verdim.
'Öyle ise Allah sana mübarek eylesin. Bir koyunla bile olsa dâvet yap.' buyurdu." (Buhârî, Nikâh 7- Müslim: 1427)
•
Âmir bin Rebîa -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Fezâre oğulları kabilesinden bir erkek (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerine nikâh kıydı. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onun kıydığı nikâhını muteber saydı." (İbn-i Mâce: 1888)
•
Sehl bin Sa'd -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Bir kadın (evlenmek teklifi ile) Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e geldi. O ise 'Kim bu kadınla evlenmek ister?' diye sordu. Biraz sonra bir kimse 'Ben isterim.' dedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bunun üzerine 'Demirden bir yüzük bile olsa, kadına mehir olarak bir şey ver!' buyurdu. O kimsenin 'Demirden bir yüzüğüm bile yoktur.' demesi üzerine:
'Kur'an'dan bildiklerini öğretmen şartı mukabilinde seni onunla evlendirdim.' buyurdu." (İbn-i Mâce: 1889)
Bu Hadis-i şerif, nikâh için bir şeyin mehir olarak verilmesinin gerektiğine delâlet eder. Ulemâ da bir kadının mehirsiz olarak nikâh edilemeyeceği hususunda icmâ etmişlerdir.
•
Abdullah bin Mes'ud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre kendisine şöyle bir mesele sorulmuştu:
"Bir kadınla evlenen, cinsî mukarenette bulunmadan ve mehir de tayin etmeden ölen adamın durumu nedir?"
Şöyle cevap verdi:
"Kadına mehri (misil) hakkı var, kocasından miras hakkı var ve kadın üzerine iddet var."
Onun bu fetvâsından hemen sonra Mâkıl bin Sinan -radiyallahu anh- da şöyle demiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in Bervâ binti Vâşık -radiyallahu anhâ- hakkında aynen böyle hüküm verdiğine şahid oldum." (İbn-i Mâce: 1891)
"Abdullah bin Mes'ud'un fetvâsı, Resulullah Aleyhisselâm'ın hükmüne uygunluk arzettiği için, bu açıklama kendisini çok sevindirmiştir." (Ebu Dâvud)
Böyle bir durumda kadın mehr-i misil ne ise onu alır. Şayet ortaya mehir konup miktar belirtilseydi, yine tamamını alacaktı.
•
İbn-i Müseyyeb'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Hazreti Ömer -radiyallahu anh- 'Nikahta perdeler indirildi mi, mehir vâcip olur.' diye hükmetti." (Muvatta, Nikâh 12)
Erkekle kadın başbaşa kaldıkları zaman, evlilik akdi her yönüyle tamamlanmış sayılır ve kadın mehiri hak eder.
Evlilik bağı, sonucunda karı ve kocayı bağlayıcı, karşılıklı hakların meydana geldiği bir akittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bu kâideyi şöyle belirlemiştir:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (Bakara: 228)
Bu haklar muhtelif Âyet-i kerime'lerde açıklanmıştır:
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları bir derece daha fazladır (Daha üstündürler)." (Bakara: 228)
Evlenme gayesinde erkekler, kadınlara ortak olmakla birlikte, erkeklerin kadınlar üzerinde üstünlüğü vardır. Âilenin yükünü erkekler çekerler. Onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler.
Bu üstünlük sorumluluk üstünlüğüdür, yoksa şereflendirme üstünlüğü değildir. Çünkü gerçek üstünlük takvâdadır.
Karı-koca arasındaki bu hukuka:
"Nikâhınıza aldığınız kadınların mehirlerini bir hak olarak seve seve verin." (Nisâ: 4)
Âyet-i Kerime'si mucibince mehir de girmektedir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Şartlar içinde en çok yerine getirilmesi gereken şart, kadınların ırzlarını helâllığa aldığınız mehirdir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1161)
Nikah şartları, başka şartlardan daha çok yerine getirilmesi gereken, öncelikle riayet edilmesi lüzumlu olan bir şarttır. Bu şartların zedelenmemesine çok dikkat edilmelidir.
•
Nikâh ile sifâh (zina) arasını ayıran hususlardan birisi de mehirdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimse az veya çok bir mehir üzerine bir kadınla evlenir ve hakkını ödemek niyetinde olmayıp onu aldatırsa ve ödemeden ölürse, kıyamet günü zina yapmış olarak Allah'a mülâki olur." (Taberânî )
Câhiliye döneminde bile insanlar mehirsiz nikâhta bulunmazlardı. Mehiri, kadına ikramda bulunmanın ve onunla evlenmeye rağbeti bulunduğunun sembolü sayıyorlardı. Kadınlara mehirlerini vermemek veya noksan vermek gibi yollarla zulmeden kişiler de eksik değildi.
Mehirin ihtiva ettiği bir çok hikmetler ve maslahatlar vardır.
Şöyle ki:
Nikâhtan beklenen fayda ve menfaatın tam olabilmesi için, iki taraftan her birinin kendisini, devamlı olacak bir yardımlaşma hayatı içinde hazırlaması gerekir. Bu ise, kadın açısından yetkisini kocanın eline vermesiyle olur. Evlilik hayatını sürdürme hususunda kocanın yetkisinin de alınması câiz olmaz. Aksi takdirde "Boşama" kapısı kapatılmış ve koca, kadının elinde esir olmuş gibi olur. Oysa ki tabii yapısı ve sorumluluğu gereği olarak erkeklerin kadınlar üzerinde hâkim durumda olmaları gerekir.
Evliliği sürdürme veya sona erdirme yetkisinin, her ikisinin elinden alınıp hâkimlerin eline verilmesi de câiz olmaz. Çünkü meselenin onlara aktarılmasında büyük güçlükler olur. Onlar, kocanın çok iyi bildiği kendisine âit durumları bilemezler.
Diğer taraftan, kadının kadınlığından istifâde karşılığında bir mal harcamadıkça, nikâha karşı bir ilgi olduğu anlaşılmaz. Çünkü insanlar mallarını her şeyden fazla esirgerler. Bu durumda nikâha, maldan daha çok önem verildiğinin gösterilmesi gerekir.
Kadına karşı gösterilen ihtimam, yakınlarının gözlerini aydın eder ve bu durumda ciğerpareleri yavrularına sahip olması, kendilerine ağır gelmez. Nikâh ile sifâh arasındaki fark da ancak bununla olur.
•
İslâm hukukuna göre evlenme akdi, mehir borcunu doğuran bir akittir. Gerektiği zaman kadın için bir teminat meydana getirmek ve kadının kendisini rağbet edilen bir varlık olduğuna işaret olmak üzere meşru kılınmıştır. Allah-u Teâlâ bunu evliliğin önemini anlatmak, kadının değerini yüceltmek, evlilik bağının devamını sağlamak için emir buyurmuştur.
Bir kadının peşin verilmesi gereken mehir parasını almadıkça kendisini kocasından sakınma hakkı vardır. Ayrıca kocasının sefere çıkarma arzusunu da reddedebilir.
Karı-kocadan her ikisi ölürlerse, kadının vârisleri tayin edilmiş fakat ödenmemiş olan mehir miktarını veya emsal mehiri kocanın malından alırlar. Çünkü bu bir borçtur, ölüm borcu düşürmez.
Görülüyor ki mehir Hakkullah'tır, yani Allah-u Teâlâ'nın hakkıdır. Kişi dâvâsından vazgeçse bile, amme dâvâsı olduğu zaman bu dâvânın düşmeyeceği gibi, mehirin de asla düşmeyeceği açıktır.
Mehirin bir üst sınırının olmadığı üzerine ittifak edilmiştir. Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Eğer bir eşin yerine başka eş almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, o verdiğinizden hiçbir şey geri almayın." buyurmaktadır. (Nisâ: 20)
Asr-ı saâdet'te mehir olarak hurma bahçesinin verildiği bile olmuştur. Evlenecek şahsın gücüne ve durumuna göre değişiyordu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- mehirin dört yüz dirhemden fazla olmasını yasaklamış ve bu hususta müslümanlara hutbe vererek şöyle demişti:
"Kadınlara mehir vermekte aşırılığa kaçmayın. Eğer bunu yapmak dünyada bir iyilik veya ahirette bir takvâ olsaydı, hepinizden önce bunu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yapardı. Ne hanımlarından herhangi birine ne de kızlarına on iki okiyyeden fazla mehir takdir etmemiştir. Kim ki dört yüz dirhemden fazla verirse, fazlasını Beytülmâl için alırım."
Minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın "Bu sınırlamayı yapmaya hakkın yok ya Ömer!" dedi. "Niyeymiş?" diye sorduğunda "Çünkü Allah-u Teâlâ 'Evvelkilere yüklerle mehir vermiş olsanız bile o verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın.'buyuruyor" dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
"Bir kadın isabet etti ve bir erkek yanıldı. Allah'ım beni affet! Bütün insanlar Ömer'den daha iyi biliyor." dedi.
Sonra minbere çıkarak şöyle ilân etti:
"Ey insanlar! Kadınların mehirlerini dört yüz dirhemden fazla vermenizi yasaklamıştım. İsteyen malından dilediği kadar versin." (Mecmau'z-zevâid)
Ancak mehirlerin hafif tutulması, aşırılığa kaçılmaması Sünnet-i seniyye'dir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Mehrinin azlığı ve nikâh hazırlıklarının kolaylaştırılması kadınların uğur ve bereketine delâlet eder." (Ahmed bin Hanbel)
Hanefîlere göre, mehirin en azı on dirhem (28.05 gr.) gümüştür. Bu hususta "On dirhemden az mehir yoktur." meâlindeki Hadis-i şerif'i delil getirmişlerdir. (Beyhakî)
Mehirde karşılıklı rızâ ve mutabakat esastır.
Hadis-i şerif'lerde ve Ashab-ı kiram'ın tatbikatında görüldüğü üzere; Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve ashabı, mehir hususunda mümkün oldukça erkeğin maddi imkânına göre davranmışlardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, uygulamasında mehirin esirgenecek bir mal olmasını, içinde yaşandığı toplumun durumunu dikkate alarak, ödenmesi zor olmayacak bir meblâğ olarak belirlenmesini esas almıştır. Onun verdiği miktar, kendi dönemindeki insanların âdetlerine göre normal sayılacak bir meblağdır. Mühim olan, kadına değer vermektir.
Mehirin vâcip olması için, nikâhın sahih olması gerekir.
Mehir hileden uzak olmalıdır. Kayıp olan bir şeyi mehir olarak belirlemek câiz değildir.
Mehir teslim edilebilen, bilinen, değeri belirlenmiş olan her türlü mal olduğu gibi, Kur'an-ı kerim'i ve dinin hükümlerini öğretme işinin de mehir sayılması câizdir.
Mehirin, değeri olmayan bir mal olması sahih değildir.
Bir erkeğin belirli bir müddet için aynî eşyaların menfaat karşılığında bir kadınla evlenmesi sahihtir. Meselâ evinde oturmak, arazisini ekmek böyledir. Çünkü bu menfaatler mal yerine geçer.
Kişinin mülkiyetinde bulunan bir şeyi mehir olarak vermesi, onu mülkiyetinden çıkarır.
"İsimlendirilmiş, belirlenmiş" mânâlarına gelen "Mehr-i müsemmâ", iki tarafın akit sırasında üzerinde açıkça anlaştıkları mehirdir.
Nikâh akdi sırasında mehir miktarının tespit edilmesi Sünnet-i seniyye'dir. Böylece mehir hususunda ileride çıkacak herhangi bir ihtilâf önlenmiş olur, hem de kadının menfaati daha iyi korunmuş olur. Çünkü nikâhtan sonra ve gerdekten önce boşanma olursa, nikâh akdinde anılan mehirin yarısı kadının hakkı olarak ödenir.
Mehir borcunun geciktirilmeden ödenmesi müstehaptır.
"Benzer miktar mehir" demek olan "Mehr-i misil" kadının baba tarafından (kız kardeşleri, halaları, öz kız kardeşlerinin kızları, amca kızları), bunlardan birisi olmadığı takdirde, beldesi halkı tarafından akit tarihinde yaş, güzellik, bekâret gibi vasıflarında yaşıtı ve emsali kadınların mehiri göz önüne alınarak tespit edilen mehirdir. Bu mehir asıldır, akit ile vâcip olan da budur.
Kadının malının fazlalığı, aklı, dini, güzelliği ve gençliği mehirini artırır. Kendi ailesinden olan kadınların mehr-i misil'inin kendisine vâcip olması için, iki kadın arasındaki benzerliğin bu hususiyetine göre olması gerekir.
Çünkü bir şeyin değeri, emsali ve benzeri bulunduğu şeylerin dikkate alınması yoluyla belirlenir.
Mehir nikâh esnasında peşin verilebileceği gibi, önceden borçlanılıp taksitle de verilebilir. Veya bir kısmı önce verilir, bir kısmı borç olarak tespit edilir ve sonradan ödenir. Peşin verilmesi şart koşulan mehire Mehr-i Muaccel denir. Nikâhtan önce veya nikâh kıyılırken verilir.
Sonradan verilmesi şart koşulan mehirdir. Mehrin miktarı ve cinsi belirtilerek senet yapılır ve kadına verilir. Müeccel mehrin de en kısa zamanda ödenmesi gerekir. Bir mehirin bir kısmı müeccel olabileceği gibi, tamamı da müeccel olabilir.
Mehir için muayyen bir şart koşulmamışsa, boşanma ve ölüm halinde muaccel olur.
Bu esnada boşanma olursa, boşanma sırasında erkeğin borcunu ödemesi gerekir. Ölmüş ise geride bıraktığı terike, vârisler arasında taksim edilmeden önce mehir ödenir, geri kalan taksim edilir.
Mehir borcunu ödemek niyetinde olmayan bir kimse, ömrünü zinâ ile geçirdiği için büyük günahla gitmiş olur.
Nitekim bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Bir kimse az veya çok bir mehir üzerinde bir kadınla evlenir ve hakkını ödemek niyetinde olmayıp onu aldatırsa ve ödemeden ölürse, kıyamet günü zinâ yapmış olarak Allah'a mülâki olur." (Taberânî)
Ödemek niyetinde olsa bile işi hafif tuttuğu için aynı durum olur.
Bir de şu var ki, kadın bu hakkını amma sevabından, amma günahını onun üzerine yüklemek suretiyle, ahirette kocasından muhakkak alır.
Görüldüğü üzere mehir son derece ciddî ve mühim bir hükümdür.
Bu büyük vebâlden kurtulmak için, evlenecek olanların mehir hususuna çok dikkat etmeleri, evli olanların da; eğer nikâh akdinde hanımlarına mehir vermemişlerse hemen vermeleri ve yeniden nikâh kıydırmaları lâzımdır. Zararın neresinden dönülürse kârdır.
Şiğar, değiş-tokuş yapmak suretiyle mehirsiz evlenmek demektir.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şiğar yolu ile nikâhı yasaklamıştır.
Şiğar; aralarında mehir olmamak üzere bir kimsenin kızını başkasına, o da kızını kendisine vermek şartıyla nikâh etmesidir." (Müslim: 1415)
İslâmiyet'ten önce akrabalar arasında bu yolla kızlarını, kız kardeşlerini ve diğer yakın kadınları değiş-tokuş etmeleri yaygın bir âdet idi. Mehir de alınmazdı. Verilen kadın alınan kadının mehri sayılırdı. Böylece mehirsiz evlenmek cereyan ederdi.
İslâmiyet bu kötü âdeti kaldırmıştır. Çünkü mehir evlenen kadının öz hakkıdır. Ne babasının ne de başkasının hakkı değildir. Bu hak çiğnenmiş oluyordu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"İslâm'da şiğar yoktur." buyurmuşlardır. (Müslim: 1415)
Bu Hadis-i şerif şiğar yoluyla yapılan nikâhın haram kılındığına delâlet eder.
Evlilik akdinin başlangıcında mehirle ilgili üç hak vardır: Allah-u Teâlâ'nın hakkı, kadının hakkı, velilerin hakkı.
Allah-u Teâlâ'nın hakkı:Akdin bir neticesi olarak mehirin vâcip olmasıdır. Akit mehirsiz olmaz.
Kadının hakkı:Mehir eline geçmekle, mehir üzerine olan mülkiyeti tamamlanır. Eğer babası onu emsalinden az bir mehirle evlendirirse, kız da reşit ise bu evliliğe itiraz hakkı vardır.
Velilerin hakkı:Eğer büluğa ermiş bâkire bir kız, kendisini emsalinden daha az bir mehirle evlendirirse, asabe yani babadan akraba olan velinin bu akde itiraz edip feshini istemeye hakkı vardır. Çünkü veliler emsalinden az olan mehirle ayıplanırlar. Kadının kendi hakkını düşürmeye râzı olması, velinin hakkını düşürmez. Koca emsali ile mehiri tamamlarsa, akid bağlayıcı olur ve feshetme hakkı düşer.
Mehir kadının öz hakkıdır. Bir nikâh mehr-i muaccel yani hemen alınan mehir üzerine kıyılmışsa, kadın mehirin tamamını alıncaya kadar kendini kocasından men edebilir. Kocasının evine önceden gitmiş olsa bile durum aynıdır. Çünkü mehir, nikâhla elde edilebilen bütün yararlanma çeşitlerinin karşılığıdır. Mehr-i muacceli tamamen alırsa, men etme hakkı düşer.
Mehr-i müeccelde yani ertelenmiş olan mehirde ise bu hakka sahip değildir.
1. Cinsî mukârenet ile kadının mehirinin tamamındaki hakkı kesinlik kazanır.
Nikâh akdinden sonra sahih halvetle bir arada kalırlar, orada erkeğin karısından cinsî yönden istifadesine hiçbir engel bulunmazsa, mukârenet olsun veya olmasın kadın yine de mehirin tamamını almaya hak kazanır. Bu durumda koca, karısını boşamış olsa da kadın kararlaştırılan mehrin tamamını alır.
2. Nikâh akdi yapıldıktan sonra, cinsî mukârenette bulunmadan ve sahih halvetle bir arada kalmadan karı ve kocadan birisi ölse, kadın akitte kararlaştırılan mehirin tamamını almayı hak kazanır. Çünkü mehir akit ile kocanın boynuna borç olur, akit ölümle feshedilmez. Zifafın olmaması hükmü etkilemez.
Ölen erkek ise, terike vârisler arasında taksim edilmeden önce kadın mehirini terikeden alır. Çünkü borçlara mirasta öncelik tanınır.
Ölen kadın ise, kadının vârisleri kocadan mehiri alırlar.
Eğer eşlerden biri yabancı birisi tarafından veya diğer eş tarafından öldürülürse ya da intihar ederse, bu da ölüm durumu gibidir. Bu durumda da mehir kesinleşir. Çünkü nikâh gayesine ulaşmıştır.
Nikâh akdi yapıldıktan sonra, gerdeğe girmeden ve mukarenette bulunmadan erkek kadını boşarsa, kadına akit esnasında belirlenen "Mehr-i müsemmâ"nın yarısını öder.
Mehr-i müsemmâ belirtilmemişse, kadının yararlanma hakkı (Mut'a) vardır. Bu da o beldedeki örfe göredir. Kocanın zenginlik ve fakirliği de göz önüne alınır. Mut'anın miktarı hususunda "Emsal mehrin yarısından fazla ve beş dirhem (14.3 gram) gümüşten az almaz." denilmiştir.
Kocanın üzerinden mehirin tamamının düşeceği durumlar:
1. Kadınla halvet ve zifaftan önce, kadından ileri gelen bir engelden dolayı, boşama olmaksızın ayrılma olursa, yani nikâh feshedilirse mehirin tamamı düşer. Mukarenetten önce evliliğin feshini doğuran bütün hallerde mehirin tamamı düşer. Çünkü boşanmasız ayrılma, nikâh akdini feshetmek demektir.
Meselâ kadın İslâm'dan dönerse veya kadında bulunan cinnet ve bunaklık gibi hastalıklardan kurtulunca velisi tarafından yapılan nikâhı feshederse kadın mehir alamaz.
2. Koca, mehiri karşılığında kadını boşamayı kabul ederse mehirin tamamı düşer. Eğer mehir alınmamışsa kocanın üzerinden düşer, alınmış ise kadın onu kocaya iâde eder. Koca böylece nikâh akdi sebebiyle kadın için üzerine vâcip olan mehir ve nafaka gibi bütün haklardan kurtulur.
3. Gerdeğe girmeden ve zifaftan önce kocadan ileri gelen bir engelden dolayı nikâhın feshi gerekiyorsa, kadın hiç mehir alamaz.
4. Mukarenet olsun veya olmasın kadın mehiri kocasına hibe ederse mehir düşer.
Mehiri tazmin etme yükümlülüğü, yok olması halinde kimin elindeyse onun üzerindedir. Alınmadan önce yok olursa onu koca tazmin eder. Alındıktan sonra yok olur veya kadın onu yok ederse kendisi üstlenir.
Mehir semâvî bir âfet sebebiyle kocanın elinde yok olursa, koca aynısını veya değeri miktarını üzerine alır.
Mehir kocanın elindeyken kadının sebep olduğu bir fiil ile veya alındıktan sonra semâvî âfetle yok olursa, kadın mehiri almış sayılır.
Bir kadın, kocasının ölümünden sonra istediği yerde yaşama ve iddetini doldurduktan sonra istediği kimse ile evlenme hakkına sahiptir.
"Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir hayâsızlık yapmadıkça, onlara (mehir olarak) verdiğinizin bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayın." (Nisâ: 19)
Hiçbir surette hanımlara baskı yapılıp mallarına el konulmasına izin verilmemiştir. Ancak hayâsızlık yapmaları halinde, ayrılmaya kendileri sebep oldukları için, boşamaya karşılık mal isteğinde mazeretli olabilirler.