Türkiye'nin uluslararası arenada etkinliğinin ve itibarının arttığı bir dönem yaşıyoruz.
Rusya ile yapılan enerji anlaşmaları bu yöndeki gelişmelerin son halkası oldu. Bilindiği üzere geçtiğimiz ay Putin Türkiye'ye geldi ve Rusya ile Türkiye arasında enerji ağırlıklı 20 civarında anlaşma ve protokol imzalandı.
Rusya Türkiye'den bazı tavizler aldı, karşılığında da kendisi bazı tavizler verdi. Hepsinden önemlisi Rusya Türkiye'nin "Enerji koridoru" pozisyonunu onaylamış ve pekiştirmiş oldu.
Rusya'nın Türkiye'den bazı tavizler alsa da Türkiye'nin konumunu güçlendirecek bir anlaşmaya imza atması dikkat çekti.
Halbuki yıllar yılı Amerikalı olsun Avrupalı olsun Türkiye'ye gelip giden nice başkanlar, başbakanlar oldu. Hiçbirisi Türkiye'nin konumunu güçlendirecek, Türkiye'yi kalkındıracak bir tavize asla yanaşmadılar. Yıllar yılı Batı'nın savunma yükünü çektiğimiz soğuk savaş döneminde dahi durum böyleydi.
Yeni Amerikan başkanı da ilk ziyaretini Türkiye'ye yaptı. Ortada laftan başka ne kaldı?
Rusya'nın bu noktaya gelmesinde Türkiye'ye olan muhtaçlığından veyahut Amerika ile küresel rekabetinde Türkiye'yi kazanmak istiyor olmasından bahsedilebilir. Ancak bundan daha önemlisi Türkiye'nin Rusya nezdinde kazandığı itibar ve güvenilirliktir. Ortadoğu'nun, İslâm ülkelerinin, Afrika'nın nezdinde de böyle bir durum yaşanıyor. Türkiye'nin itibarı, imajı, güvenilirliği artıyor.
"Bu durumun, Türkiye'nin yükselişinin en önemli sebebi nedir?" sorusuna verilecek cevap önemli. Çünkü bu cevap uluslararası ortamı ve Türkiye'nin izlemesi gereken yolu izah ediyor.
Bu sorunun cevabı şudur:
"Türkiye'nin Amerika ve İsrail güdümünde bir ülke olmadığına dair kanaatin yerleşmeye başlaması ve Türkiye'nin bu yönde elde ettiği yeni imajı"
Nitekim Rus-Türk ilişkilerini yakından takip eden siyaset analizcileri Rusya'nın Türkiye'ye yakınlık duymasında iki kilometre taşı olduğunu söylüyorlar:
Birincisi, Irak işgalinde TBMM'nin Amerikan askerlerinin Türkiye'ye yerleşmesine ve Türkiye topraklarından geçmesine izin vermemesi; ikincisi, Rusya'nın Gürcistan'a müdahalesinde Türkiye'nin bölgesel ülkeleri ön plana çıkartan siyaseti ve Montrö sözleşmesi'ni uygulamaktaki titizliği sebebiyle Amerika'nın Karadeniz'e yerleşme niyetlerine set çekmesi.
Amerika yıllardır Karadeniz'e yerleşmek için çaba sarfediyor. Ancak her seferinde Türkiye'den olumsuz cevap alıyor. Amerika'nın NATO'yu kullanarak Karadeniz'e yerleşme niyeti de Türk devletinin kararlı duruşu sebebiyle yıllardır akamete uğruyor. Amerika, Bulgaristan, Romanya, Gürcistan gibi ülkelerle kurduğu ittifaklarla bu sette gedikler açmış olsa da Karadeniz'e çok uzun kıyısı bulunan ve boğazların üzerinde oturan Türkiye'yi ikna edemedikçe yapabileceği fazla bir şey yok. Son Gürcistan savaşı da bunun en büyük göstergesi oldu.
Binaenaleyh, Türkiye Amerika ve İsrail'den uzaklaştığı nispette dünya milletleri nezdindeki itibarı, saygınlığı artıyor, imajı kuvvetleniyor.
Türkiye'nin Ortadoğu ve İslâm dünyasındaki itibarı ve konumu da bu sayede arttı. "Van minut" çıkışının büyük etkisi oldu.
Aynı şekilde Afrika ülkeleri de Türkiye'ye bir yakınlık gösteriyor. Türkiye ile Afrika ülkeleri arasında İstanbul'da yapılan zirveye Afrika ülkelerinin tamamına yakını katılmıştı. Halbuki Afrika ülkeleri bir ülke ile tüm Afrika'nın görüşmesinin Afrika'nın imajına zarar verdiğini söyleyerek böyle toplantılar yapmama kararı almışlardı. Ancak davet eden Türkiye olunca büyük bir katılımla icabet ettiler.
Bu yeni durumun temelinde şüphesiz Ahmed Davudoğlu'nun teorik çerçevesini ördüğü dış politik açılımın büyük katkısı var. Ancak unutulmamalıdır ki, Türkiye'nin yeni imajının en büyük kaynağı "Amerikan ve İsrail güdümünden çıkmış Türkiye" imajıdır.
Türkiye aslında 10 yıldan uzun bir süredir, Amerika ve İsrail'e yeri geldiği zaman tavır koymaya başlamıştı. Bu süreç PKK terörü ile ortaya çıkan ve gözlerimizi açan "Dost bildiklerimizin gerçek dost olmadıklarının" ortaya çıkması ile başladı. Ancak bu durum Türkiye'nin imajına yukarıda bahsi geçen 1 Mart tezkeresinin reddi gibi bazı olayların da yardımı ile son senelerde yansımaya başladı.
Binaenaleyh şöyle bir siyaset teorisi bile yapılabilir:
"Amerikan güdümünden çıktıkça problemler azalıyor, Amerikan güdümünde hareket edildikçe problemler çoğalıyor."
Bu durumun olumlu anlamda temsilcisi Türkiye olduğu gibi olumsuz anlamda da bir temsilcisi var: Pakistan.
Pakistan'ı görüyorsunuz; Müşerref Amerikancı olmadığı halde Afganistan savaşında Amerikan baskılarına boyun eğdi. Sonuçta Pakistan içindeki iç dengeler bozuldu, hükümet aleyhinde fitne, fesat ve terör aldı başını yürüdü. Amerika ise "Terör Pakistan'ın içinde" demeye, Pakistan topraklarını fütursuzca bombalamaya başladı. İç terör ile Amerikan müdahaleleri Pakistan devletini kemiren ve birbirinden beslenen iki fesat haline geldi.
Türkiye'ye yıllardır Amerikalı başkanlar, Amerikalı yetkililer, Avrupalı başbakanlar, Avrupalı yetkililer gelip gidiyor. Hep bir şeyler almak için geliyorlar, sömürgecilik damarlarına işlemiş. Üstelik "Türk düşmanlığı" gizli bir ideoloji gibi hâlâ damarlarında dolaşıyor. Avrupa Birliği sürecinde yaşananlar bunun en büyük kanıtıdır. Biz ise yıllar yılı "Bunlar bizim müttefikimiz bizi de düşünürler" diye saf saf ağzımızı açıp bekledik. Ancak gizliden gizliye altımızı oymaktan çekinmediler. Teröre ve bölücülüğe destek verdiler.
Binaenaleyh Amerikan aklıyla kuyuya inilmez. Amerika ve Avrupa'nın demokrasisi kendisinedir. Diğer ülkelere demokrasi adıyla pazarlamaya çalıştıkları en büyük şey sömürge düzenini yayma niyetidir.
Son günlerde yaşanan "Açılım" tartışmalarında da bu tespitlerimizin izlerini görebilirsiniz.
Boş konuşan, Amerikan ağzıyla konuşan gazetecilerin, "Kanaat önderi" yaftalı adamların ortalıkta arz-ı endam ettikleri bir devirdeyiz. Ele geçen fırsatın bu gibi kimseler ve şuursuz Türk medyası yüzünden heba olma tehlikesi var.
Bir defa "Açılım" denilen şeyin adını koymak lâzım. Bahsettiğimiz şey "PKK'nın tasfiyesi"dir, silah bırakmasıdır. Bu temin edilemedikten sonra kopartılan gürültünün kime yarayacağını kestirmek çok zordur.
Medyanın ağzına mikrofon tuttuğu "Akıl hocaları" "Açılım yapın ki PKK tasfiye olsun, terör bitsin." diye akıl veriyorlar. Bunlara göre, PKK da "Bunlar açıldı, bana gerek kalmadı!" diyecek. Bunu mu bekliyoruz? Bunu beklediğimiz için mi Türk basını "Apo açıklama yaptı, yapıyor, yapacak?" diye günlerce neşriyat yaptı? Sonra ne oldu? Apo denilen adam kodesinden havalara girdi, Türk ordusuna meydan okudu, "Ordu kendisine çok güvenmesin." dedi. Ardından Kandil'deki kan baronları bizi silahla tehdit etti.
Sosyolojik tahlil yok. İdeolojik tahlil yok. Laf çok.
PKK ve yandaşları her türlü anti demokratik yöntemle, kanla silahla halkı sindiriyor. İstemedikleri partiye oy verenleri tehdit ediyor, dışlıyor. Sonra bu akıl hocaları da çıkıyor, "Yerel özerkliği arttıralım" diye akıl veriyor. Böyle bir terör ve fitne olmamış olsaydı, bu sözün anlamı olurdu. Ancak şu ortamda hiçbir anlamı yok. PKK yandaşları "Ayrılık istemiyoruz." diyor, ancak Türk ve Kürt ayrışmasını körükleyecek her türlü söylem ve eylemi yapıyor. Adı konulmamış bir bölücülük almış başını gidiyor.
PKK kendisine halk hareketi süsü vermeye çalışıyor, biz de kendi elimizle bu sıfatı terör örgütüne teslim ediyoruz. Şehit anaları ile devlete silah çeken teröristin ailesini aynı kefeye koyuyoruz. "Savaşın tarafları" teranesini yıllardır dillendiren terör yandaşları ile aynı safa geçmiş oluyoruz. Bir teröristin annesi ölen yavrusu için üzülebilir ancak biz tutup ona şehit annesi muamelesi yapabilir miyiz? Veyahut şehit annesinin ulvî konumunu yere indirebilir miyiz? Buna hakkımız var mı?
Aklı başında her Kürt kardeşimizin teslim edeceği bir hakikat var: Şu gelinen noktada bizzat PKK'nın kendi varlığı, Kürtlerin rahatının, bölgenin kalkınmasının önündeki en büyük engeldir. Şu içinde bulunduğumuz ortamda PKK'nın varlığı ortadan kalkmış olsa çok büyük bir rahatlama, Doğu ve Güneydoğu'da ekonomik bir hareketlenme yaşanır. Kardeşleğimizi kemiren zehirli fitne kısa zamanda tasfiye olur.
Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen PKK bu hakikati göremiyor mu? Görmesi çok zor! Çünkü PKK bir halk isyanı değil, terör hareketidir. Terör hareketinin en büyük özelliği "Kin ve nefret" temelli bir ideoloji, öğreti üzerine bina edilmiş olmasıdır. Bütün terör örgütlerinde bu temel mevcuttur. Yıllar yılı kinle gıdalanmış, terör makinesi haline getirilmiş insanların bu fitneden dönmesi çok zordur.
Bu gibi fitnelerin üzerine ezerek gidemediğiniz takdirde bir sonuç alamazsınız. Ezildiğini, yenildiğini, bir sonuç alamayacağını görecek ki, o noktada tasfiye olmayı kabul etsin.
İşte böyle bir fırsat yakalandığı bir anda, devlet bazı adımlar atarak bu işi sonlandırmaya çalıştığı bir noktada medya bilerek-bilmeyerek PKK'ya güç veriyor, işi akamete uğratıyor. Amerikadan aldığı akılları çok büyük maharet yapıyormuş gibi pompalayıp duran medyanın "Akıl hocaları" ortalığı berbat ediyor, milletin kafasını karıştırıyor.
Sonuçta gelinen nokta; Apo meydan savaşı kazanmış kumandan edasına bürünüyor, PKK savaş kazanmış halk hareketi havası basmaya çalışıyor.
Bu işin sonu inşaallah hayra tebdil olur.