Cihâna hükmeden en büyük Türk devleti olan Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihi hakkında kaynaklarımızda yer alan bilgiler; Âşık Paşa-zâde'nin, Orhan Gâzî'nin imamı İshak Fakih'in oğlu Yahşî Fakih'in "Menâkıb-nâme"sinden özetlediği bilgilere dayanır. Osman Gâzî'nin Selçuklu sultânından icâzete ihtiyaç duymaksızın, Karacahisar'da kendi adına hutbe okuttuğunu gösteren bu rivâyet, müellifin muhtemelen eski bir takvimden naklettiği üzre 699 (m. 1299) yılında meydana gelmiş ve bu târih bugüne kadar Osmanlı Devleti'nin resmî kuruluş târihi olarak kabul edilmiştir.(1)
Şu kadar var ki Prof. Dr. Halil İnalcık, Bizans târihçisi Pachymeres'in eserine dayanarak ortaya attığı yeni görüşleriyle; şimdiye kadar hakkında herhangi bir şüphe duyulmaksızın Devlet-i aliyye'nin resmî kuruluş yılı olarak kabul edilen bu târihin 27 Temmuz 1302 olarak değiştirilmesi gerektiğini iddiâ etmiştir.(2)
Osmanlı kaynaklarında Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile Konya'dan hükümdarlık alâmetlerinin gönderilişi hâdisesi çoğu kez peşpeşe gerçekleşmiş olarak gösterilir. Âşık Paşa-zâde Selçuklu Sultânı'nın Osman Gâzî'ye 687'de Karacahisar'ı fethetmesi üzerine, Ak-timur'la birlikte sancak, atlar ve birtakım savaş âletleri gönderdiğini söyler;(3) kimi kaynaklar ise bu alâmetlerin 1299'da, Osman Gâzî'nin Karacahisar'da adına hutbe okuttuğu târihte gönderildiğini ileri sürerler. Bunlardan Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ"sında bu iki olayı birbirine karıştırırken,(4) Kemâl Paşa-zâde keskin ferâsetiyle bunlardan ilkinin Osman Gâzî'nin uç beyliğine yükselişi, ikincisinin ise saltanatını îlân edişiyle ilgili olduğunu keşfeder ve ikisini birbirinden kesin bir çizgiyle ayırt eder.
Onun "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân"ın "I. Defter"indeki şu sözleri, bu iki olayı birbirinden tamâmen ayıracak niteliktedir:
"Mezkûr Sultân 'Alâ'ü'd-dîn Moğol elinde mağlûl olub, seyf-i hisâm-ı ahkâmı meflûl olub, Gazân yanında gull-i züll-ile mukayyed olıcak, 'akd-i 'ıkd-ı Âl-i Selçûk inhilâl bulub, a'mâl-i saltanat ve ahvâl-i memleket ihtilâl bulub, umûr-ı cumhûr i'tikâl bulıcak, 'Osmân Beg cihân-bânluk meydanında mutlaku'l-'inân oldı; Sultân-ı 'âlî-şân olub, 'unvânı 'Emîr' iken "Hân" oldı. …Hicretüñ altı-yüz toksan tokuzıncı yılında kürsî'-i emâretden 'arş-ı saltanata 'urûc eyleyüb ferş-i mülki döşendi; hümâ-yı himâyeti vilâyete sâye salub, hilâfet hil'atın eginine alub cihân-gîrlik kemer-i şimşîrin beline kuşandı."(5)
Günümüz târihçilerinin birçoğu, eldeki kaynak ve belge azlığının da etkisiyle, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile ilgili rivâyetleri ya toptan reddetmek, ya da siyâsî birtakım sebeplerle sonradan uydurulmuş asılsız birer yalan gibi göstermek yanılgısının içine düşmüşlerdir. Onlara göre; Osmanlı kaynaklarındaki 699 (1200-1300) târihi de, Osman Gâzî'nin Karacahisar'da adına hutbe okuttuğu rivâyeti de uydurma birer "masal"(!)dır, bu "masal"ı uyduranlar Osmanlı Devleti'nin hânedan iddiâlarını meşrû bir zemin üzerine oturtmaya çalışmışlardır!..
Halbuki, yakın zamâna kadar Adapazarı ilinin Akyazı ilçesine bağlı Şeyhli köyü muhtarlığında bulunan, ancak incelemek maksadıyla alan bâzı kimselerin iâde etmemesi sonucu şimdi kaybolan Orhan Gâzî'ye âit "Çalıca Köyü Vakfiyesi"ndeki(6) bâzı kayıtlar, Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihiyle ilgili tartışmalara ışık tutacak son derece mühim deliller içermektedir.
Pachymeres'in kayıtlarını esas alan Prof. Dr. Halil İnalcık, Bapheus Savaşı'nın 27 Temmuz 1302 târihinde meydana gelmiş olması ve bu savaştan sonra tüm gâzîlerin Osman Gâzî'nin bayrağının altında toplanmış olmalarına bakarak, Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihinin 27 Temmuz 1302 olarak değiştirilmesi gerektiğini öne sürer.(7) Oysa elimizdeki mevcut fotokopiye göre 1 Ramazan 700 (10 Mayıs 1301) târihinde düzenlenen "Çalıca Vakfiyesi"nin varlığı ve üzerindeki basit görünümlü tuğranın "Orhân Sultân" ibâresini taşıması, bu târihte bir devlet müessesesinin çoktan teşekkül etmiş olduğuna; dolayısıyla Osmanlı kaynaklarında verilen 699 (1300) târihinin iddiâ edildiği gibi "uydurma" olmayıp, Osmanlı Devleti'nin "gerçek kuruluş târihi"ni yansıttığına ciddî bir delil teşkil eder.
Dolayısıyla bu kayıtlara dayanarak; Osmanlı kaynaklarında verilen 687-88 (1287-1288) târihini "Osmanlı uç yönetiminin ortaya çıkış yılı"; Osman Gâzî'nin adına hutbe okuttuğu 699 (1299-1300) yılını ise "Osmanlı Devleti'nin kuruluş târihi" olarak kabul etmemiz gerekir.
Peki bu durumda 27 Temmuz 1301'de Yalova'da meydana gelen Bapheus Savaşı, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda gerçekten önemli bir rol oynamış mıdır; yoksa bu, "Çalıca Vakfiyesi"nin varlığı ile artık kesinlik kazanan 1300 yılındaki ilk kuruluşa resmiyet kazandıran bir "tamamlayıcı safha" mıdır? Şimdi bunun üzerinde duralım.
Osmanlı kaynakları arasında şimdiye dek izlerine yalnız Neşrî'de(8) ve anonim târihlerde(9) rastlanan "Bapheus Savaşı"; Osman Gâzî'nin İznik kuşatması sırasında Bizans ordusunu basarak büyük bir zafer kazandığı, Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna resmî bir statü kazandıran en önemli savaştır.
Yukarıda belirttiğimiz üzre, bu savaş hakkında en ayrıntılı rivâyet muâsır Bizans târihçisi Georgios Pachymeres'ten (1242-1310) gelmektedir. O dönemde uç bölgesinde meydana gelen olayları yakından tâkip eden Pachymeres; kroniğinde "Ataman" diye sözettiği Osman'ın, 27 Temmuz'da birkaç bini aşkın adamıyla İzmit yakınlarındaki "Bapheus" denilen bölgede ortaya çıktığını, Meander (Menderes) ırmağı civârındaki birçok Türkmen birliğinin kendisine katılması üzerine pusu kurup, imparator II. Andronikos'un gönderdiği L'on Mouzalôn komutasındaki Bizans ordusunu dağıttığını, bu zaferden sonra ün ve şöhretinin Paflagonya bölgesine kadar yayılarak bütün gâzîlerin onun sancağının altına koştuklarını belirtir.(10)
"Bapheus" denilen bölge, bugün Yalova'daki Hersek dili ile Koyunhisarı (şimdiki Çobankale) arasında kalan bölgedir. Bu yerlerin topografik/toponomik tespiti Prof. Dr. Halil İnalcık tarafından yapılmış ve târih kaynaklarında verilen bu bilgilerin doğruluğu kesin olarak saptanmıştır.
Pachymeres "Osman'ın bu zaferden sonra tanındığını" ve "uçtaki gâzîlerin onun bayrağı altına koşuştuklarını" açıkça bildirdiğine göre; Selçuklu Sultânı'nın icâzetine gerek duymaksızın adına hutbe okutan Osman Gâzî'nin kurduğu devletin bu savaştan sonra kabul gördüğü, yâni 1300 yılında temelleri atılan Osmanlı Devleti'nin 27 Temmuz 1302'de resmiyet ve kesinlik kazandığı söylenebilir.
Osman Gâzî'yi yakından tanıyan ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna bizzat şâhid olan Âşık Paşa (670-733 / 1271-1332), bu devirde yaşayan en büyük Bâbâî şeyhlerinden biri ve eserlerinin çokluğuyla dikkat çeken en büyük ve en meşhur Türk müellifidir. Türk dilinin kullanılmasına ve yaygınlaştırılmasına verdiği önemle tanınan Âşık Paşa'nın Kırşehir'deki türbesi, kuruluş devri Osmanlı mîmârîsinin çarpıcı bir örneğini teşkil eder.
Bugüne kadar farklı Osmanlı kaynaklarında "Âşık Paşa Târîhi"ne yapılan atıflar, Yahşi Fakih "Menâkıb"ından yaklaşık 70-80 sene önce yazılmış en eski Osmanlı târih kaynağının ortaya çıkmasını sağlayacak önemli birer ipucu teşkil ederken; son devir araştırmacılarının yanlış tespitleri yüzünden eski târihçilerin dikkatsizliği sonucu ortaya çıkmış hayâlî bir eser, ya da gerçekliği ve mâhiyeti belli olmayan meçhul bir kaynak gibi görülerek karanlığa itilmesine neden olmuştur.(11) Halbuki Âlî "Künhü'l-Ahbâr"ında onu gördüğünü ve okuduğunu açıkça belirtmiş;(12) Rûhî Çelebi de "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinin Berlin nüshasında Osmanlı hânedânının nesep silsilesini aktarırken "Âşık Paşa"nın bir rivâyetine yer vererek, bu rivâyeti onun "İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinden naklettiğini söylemiştir.(13)
Yaptığımız araştırmalar sırasında, Süleymâniye ve İzzet Koyunoğlu Kütüphâneleri'ndeki iki mecmuânın arasında yer alan bir kronoloji listesinin ortasında, "Târîh-i İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân" adını taşıyan küçük bir eserin gerçekten mevcut olduğunu gördük.(14) Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu efsânevî bir üslûpla anlatan bu eser, Osman Gâzî'nin "Hürmüz Ebû Bekir" adlı dedesinin Acem diyârından gelmesiyle başlar ve "'Osmân'ın Söğütcük'de defni" ile sona erer.
Rûhî Çelebi'nin Âşık Paşa'ya atfettiği yukarıdaki rivâyet bu eserden alınmıştır. Oruç Beg'in de geniş ölçüde yararlandığı bu kısa eser; isminden, üslûbundan ve kapsadığı zaman aralığından açıkça anlaşılacağı üzre, Âşık Paşa'nın yazdığı ilk ve en eski Osmanlı târihi olan "İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân"dır.
Osman Gâzî'yi yakından tanıyan Âşık Paşa'nın "Târîh-i İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinde göze çarpan en önemli kayıt; Osman Gâzî'nin babasının yerine geçtiğini belirttikten hemen sonra, kazandığı en büyük zafer olarak "Bapheus Savaşı"nı göstermesi ve bu zaferi işiten Selçuklu sultânı Alâeddîn'in ona cebe, cevşen, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ak alemi, tuğ, nakkâre, tabl ve alem gibi hükümdarlık alâmetlerini gönderdiğini bildirmesidir.
O, eserinde "Bapheus Savaşı"nı menkıbevî bir üslûpla; kısa, fakat vurgulu bir biçimde hikâye ederek şöyle der:
"Er-dugrul dünyâdan gitdi, yirine oğlı 'Osmân kaldı. Er-tuğr[ul]'uñ yârenleri ve yoldaşları katına geldiler, cem' olub gazâya giderlerdi. Ol vilâyeti şöyle itdi kim ve şol-kadar ad çıkardı-kim, ata süvâr olsa biñden ziyâde yigit bile süvâr olurdı, ava-koşa bile giderlerdi. Nâ-gâh bir tarafdan Rûm tâyifesinden Kostantîn tekîri oğlın bir nice biñ Rûm çerisiyle Sultân 'Alâ'ü'd-dîn üzerine gönderdi, ehl-i İslâm üzerine. Sultân 'Alâ'ü'd-dîn dâhı haber-dâr olub, andan Sultân 'Alâ'ü'd-dîn etrâf-ı 'âleme, hükm itdügi yirlere Sivâs kapusına dek çeri cem' itmege âdem gönderdi. Bunlar cem' itmekde iken, bu tarafdan 'Osmân biñ yigit ile kâfirüñ üzerine yüriyüb, 'askeri üç bölük idüb, bir gice şebhûn kıldı, Rûm çerisinüñ üzerine yürüdi. Üç tarafdan girdiler, kılıc koyub kâfiri subh olınca kırdılar, târ-mâr itdiler. Bunca mâl-u ganâyim alub girü döndiler, ol maluñ nısfın çıkarub Sultân 'Alâ'ü'd-dîn katına gönderdiler. Sultân 'Alâ'ü'd-dîn dâhı bu ganâyimi görüb ve bu şâdlığı işidüb şâz oldı; 'Osmân'uñ bahâdırlığına sevinüb, bunuñ gibi gazâ itdügini begenüb, ol-dem Sultân 'Alâ'ü'd-dîn buyurdı, hazînesinden cebe, cevşen, elli katar deve ve elli katar katır esbâbıyle gönderdi ve Mısır'dan gelmiş Hazret-i Risâlet'üñ -'aleyhi's-selâm- ak 'alemin bile çıkarub virdi ve vezîri ki, 'Abdü'l-'azîz idi, anuñ bir sâhib-cemâl kızı vardı, gâyetde hüsn içinde nazîri yoğ idi, ol kızı dahı tûğ ve nakkâre ve tabl-u 'alem-birle babası 'Abdü'l-'azîz 'Osmân'a getürdi."(15)
"Âşık Paşa Târîhi"nin Ayasofya ve Koyunoğlu nüshalarının edisyon kritiğine dayanan yukarıdaki metnin ilk kısmı Pachymeres'in, ikinci kısmı ise Osmanlı kaynaklarının kuruluş hakkında verdiği bilgileri güvenilir bir dille doğrulamakta; Bizans târihçisi Pachymeres'ten sonra ilk defâ muâsır bir Osmanlı kaynağı olarak kuruluşun bu zaferle resmiyet kazandığına ışık tutmaktadır.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin 699 (1299-1300) yılında kurulduğuna işâret eden kaynaklarımızdaki bilgiler, iddiâ edildiği gibi "uydurma birer masal" değil, aksine mevcut en eski Osmanlı resmî belgesi olan 700 (1301) târihli "Çalıca Vakfiyesi" ile tasdik gören esaslı ve güvenilir rivâyetlerdir. Bizans târihçisi Pachymeres'ten sonra, artık Osman Gâzî devrini görmüş olan Âşık Paşa'nın "târihçe"siyle de tasdik gören "Bapheus Savaşı"nın gerçekleştiği 27 Temmuz 1301 (20 Zilkade 700) târihi ise Osmanlı Devleti'nin "gerçek kuruluş târihi" olmayıp, 1 yıl önce zâten kurulmuş olan devletin Selçuklu yönetimi tarafından tanındığı ve "resmî devlet" statüsü kazandığı târihtir.
(1) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 104, H. N. Atsız neşri, bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(2) Halil İnalcık, "Osman Gazi's Siege of Nicea and the Battle of Bapheus." "The Ottoman Empire (1300-1389)" içinde, ed.: Elizabeth Zachariadou, 77-98. Rethymnon: Crete University Pres., 1993.
(3) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 98.
(4) Mehmed Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ", c. 1, s. 110. Unat-Köymen neşri, TTK, Ankara, 1949.
(5) Kemâl Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 23b.
(6) Bu vakfiyenin 1986 yılında orijinalinden çekilmiş bir fotokopisi arşiv uzmanı Murat Cebecioğlu'nda, ondaki fotokopiden çoğaltılmış diğer bir sûreti ise Prof. Dr. Feridun M. Emecen'dedir. Emecen bu vakfiyeyi kısaca değerlendirirken elindeki fotokopi sûretini de neşretmişti: krş. a. mlf., "Orhan Bey'in mülk-nâmesi / Belgeler", "İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası", s. 207, İstanbul, 2001.
(7) İnalcık, a.g.e., göst. yer, s. 77-98.
(8) Neşrî, "Güftâr ender Zikr-i İstiklâl-i 'Osmân Gâzî", a.g.e., c. 1, s. 104-110.
(9) F. Giese, "Die Altosmanischen Anonymen Chroniken", s. 7-9, Breslau, 1922.
(10) G. Pachymeres, "Relations Historiques", IV, s. 25, 358-368. A. Failler, Paris, 1999.
(11) Osmanlı kaynaklarında "Âşık Paşa Târîhi"ne yapılan bu atıflar ve onlar hakkında öne sürülen tutarsız iddiâlar "Osmanlı Târihlerine Yerleştirilmiş Eski Metinler (Interpolations): I - Âşık Paşa: Târîh-i İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân" adlı çalışmamızda geniş olarak ele alınacaktır.
(12) Gelibolu'lu Mustafa Âlî, "Künhü'l-Ahbâr", c. V, s. 40, bas.: İstanbul, 1277.
(13) Rûhî el-Edirnevî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", Berlin Staatsbibliothek, Tübingen MS Or. Quart, nr.. 821, vr. 12a.
(14) Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.. 2705, vr. 69a-71b; Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Ktp., nr.: 13821, vr. 2b-4a.
(15) Âşık Paşa, "Târîh-i İbtidâ'-i Âl-i 'Osmân", Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.. 2705, vr. 70a-70b; Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Ktp., nr.: 13821, vr. 3a-3b.