Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-, Medine yahudilerinin ileri gelenlerinden ve meşhur âlimlerindendi. Adı Husayn iken, müslüman olunca Resulullah Aleyhisselâm adını Abdullah olarak değiştirmişti. Tevrat'ı ve tefsirini yahudi âlimlerinden olan babasından öğrenmişti. Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke'de peygamberliğini açıkladığını Akabe buluşmasında İslâmiyet'i kabul eden müslümanların anlattıklarından duymuş, Medine'ye geleceği günü gözleyip duruyordu. Geldiği gün halkın arasına karıştı. Vech-i mübareklerini görür görmez:
"Bu yüz yalan söylemez!" dedi.
Bir gün ziyaretine geldi ve:
"Yâ Muhammed! Sana üç soru soracağım ki, cevaplarını ancak peygamber bilebilir.
1. Kıyametin alâmetlerinden ilki nedir?
2. Cennetlikler cennete girdikleri zaman ilk önce hangi yemeği yiyecekler?
3. Çocuk niçin babasına benzer, niçin ana soyuna çeker?"
Resulullah Aleyhisselâm:
"Bu soruların cevabını önün sıra Cibril gelip bana haber vermişti." buyurdu.
Abdullah ise: "Bırak onu! O Cibril, melekler arasında yahudi düşmanıdır." dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz asıl cevaba geçerek şöyle buyurdu:
"Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya süren bir ateştir.
Cennetliklerin ilk yiyeceği yemek, balık ciğerinin sarkmış olan fazlasıdır.
Çocuğun ana ve baba soylarına benzemesine gelince, cimâ esnasında erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse çocuk babaya benzer, kadının suyu erkeğinkinin önüne geçerse çocuk anaya benzer."
Bunun üzerine Abdullah: "Kati surette şehâdet ederim ki ya Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin." diyerek şehâdet getirdi ve müslüman oldu.
Abdullah devamla: "Yâ Resulellah! Yahudiler yalancı ve iftiracıdırlar, müslüman olduğumu duyarlarsa bana çok çamur atarlar, önce onları çağır ve beni sor." dedi.
O sırada yahudilerden bazıları görüşmeye gelmişlerdi. Abdullah -radiyallahu anh- da evin bir tarafına gizlendi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Ey yahudi topluluğu! Siz Allah'tan korkunuz, eşi benzeri olmayan Allah'a yemin ederim ki, benim Allah tarafından hak peygamber olduğumu ve getirdiklerimin hak olduğunu muhakkak biliyorsunuz, müslüman olunuz!" buyurdu. (Buhârî)
Onlar üç kere: "Biz böyle bilmiyoruz!" diye itiraz ettiler.
Resulullah Aleyhisselâm onlara: "İbn-i Selâm nasıl bir adamdır?" diye sordu. "O bizim en yüksek bir âlimimizdir, bu derece yüksek bir âlimimizin de oğludur. O bizim en hayırlımız ve en hayırlımızın da oğludur."
Resulullah Aleyhisselâm: "O müslüman olursa ne dersiniz?" diye sordu. "Böyle şeyden onu Allah korusun!" dediler. Aynı soruyu iki defa daha sordu, yine aynı cevabı verdiler.
O esnada Abdullah -radiyallahu anh- gizlendiği yerden yahudilerin karşısına çıkarak şehâdet getirdi.
Bu defa da yahudiler: "O bizim en şerlimizdir, en şerlimizin de oğludur." diyerek karalamaya, iftira etmeye başladılar.
Resulullah Aleyhisselâm: "Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise lüzumsuzdur." buyurdu ve onları dışarı çıkardı.
Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- ile beraber bütün ev halkı ve bazı yahudiler de müslüman oldular.
Abdullah -radiyallahu anh-ın soyu Yusuf Aleyhisselâm'a kadar tespit edilmiş olması bakımından Yahudiler arasında değeri ve haysiyeti çok büyüktü. Bunun içindir ki yahudi âlimleri Abdullah'ın peşini bırakmıyorlardı. "Arap'da peygamberlik olmaz... Senin adamın hükümdardır!..." gibi sözlerle onu döndürmeye kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar.
Yahudi âlimlerinden bazıları: "Muhammed'e ancak bizim kötülerimiz ve şerlilerimiz iman etti. Eğer onlar bizim seçkinlerimizden olsalardı atalarının dinini bırakıp başka dine girmezlerdi." dediler. Sonra da o inanan kişileri "Kendi dininize ihanet ettiniz!" diyerek ayıpladılar.
Bunun üzerine Âyet-i kerime nâzil oldu. Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
"Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk da vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar." (Âl-i imrân: 113)
Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'dan ilk olarak şu sözü işittiğini söylemiştir:
"Ey insanlar! Selâmı, selâmlaşmayı yayınız, yemek yediriniz. Akrabaları ziyaret ediniz ve gözetiniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Selâmetle cennete girersiniz." (Ahmed bin Hanbel)
•
Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- buyururlar ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in zamanında bir rüyâ görmüştüm.
Geniş bir bahçede bulunuyordum. O bahçenin ortasında demir bir direk vardı. Bu direğin alt tarafı yerde, yukarısı gökte idi. Yukarısında da tutunacak bir kulp vardı. Bana: "Haydi bu direğe çık!" dendi. Fakat ben "Çıkamam!" dedim. Bunun üzerine yanıma bir hizmetçi getirdiler. O benim arkamdan elbisemi çıkardı. Daha sonra kolaylıkla direğe çıktım ve kulpa tutundum. Bana: "Halkayı iyi tut, bırakma!" diye tembih edildi. Kulpa tutunmuş bir halde iken uyandım ve bu rüyâmı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e arzettim.
Şöyle buyurdu:
'O yeşillik İslâm bahçesidir. Direk de İslâm esasıdır. O kulp ise kopma bilmeyen sağlam bir kulptur, Kur'an'dır, Din'dir.
Sen ölünceye kadar İslâm üzere yaşayacak ve müslüman olarak öleceksin.'" (Buhârî)
•
Buhârî ve Müslim'in Sa'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh-den rivayet ettiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-in cennetlik olduğunu haber vermiştir.
Bir gün bir kab yemek getirilmişti. Resulullah Aleyhisselâm ondan yedi, biraz arttı. "Şu vâdiden cennetlik bir kişi gelir, bu artanı da o yer." buyurdu. Orada bulunan Hazret-i Sa'd -radiyallahu anh-, abdest almak için kendisinden geride kalan kardeşi Umeyr -radiyallahu anh-in gelip onu yiyeceğini sanmış ve ummuştu. Fakat Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- gelmiş ve artan yemeği o yemişti. (Ahmed bin Hanbel)
Hazret-i Sa'd -radiyallahu anh-, Ahkâf sûre-i şerif'inin 10. Âyet-i kerime'sinin onun hakkında nâzil olduğunu, Âyet-i kerime'de geçen "Şâhid"in Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh- olduğunu söylemiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Resul'üm! De ki: Hiç düşündünüz mü? Eğer bu (Kur'an) Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz; İsrailoğulları'ndan bir şâhit de bunun benzerini (Tevrat'ta) görüp iman ettiği halde siz yine de büyüklük taslamışsanız zâlim olmaz mısınız?
Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhuna hidayet edip, doğru yola iletmez." (Ahkâf: 10)
Gerek Tevrat'ta gerekse İncil'de Kur'an-ı kerim'in doğruluğuna ve geleceğine dâir ifadeler yer almakta idi. Ehl-i kitap'tan olup da müslümanlığı seçenler, Kur'an-ı kerim âyetleri okundukça sevinirler, gönülleri inşirah bulurdu.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilene sevinirler. Fakat karşı gruplar içinde âyetlerin bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: 'Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na çağırıyorum ve dönüşüm de ancak O'nadır.'" (Ra'd: 36)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a Tevhid'in esasını ilân etmeyi emrederken, diğer taraftan da ehl-i kitap'tan olup da Allah'a şirk koşanları uyarmaktadır.