Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Fethu'r-Rabbânî" isimli eserinin "Beşinci Meclis"inde; Hâtemü'l-evliyâ'nın mânevî yönüne, yapacağı mücâdelenin mâhiyetine ve askerleri olan bayraklıların zuhûruna işâret eden ifâdelere rastlanmaktadır.
Hazret, "Hâtemü'l-velâye" mertebesine eren zâtın mânevî durumuna, ilim ve icraatlarına dikkati çekerek ifşaatta bulunmuştur. Bu ifşaatları ve açıklaması şöyledir:
"Şifâ bu yolda olur."
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Kur'an'dan öyle şeyler indiriyoruz ki, mü'minler için şifâ ve rahmettir." buyuruyor. (İsrâ: 82)
Hem Âyet-i kerime'sinde şifâ olduğu gibi, murâd ettiği kulun mânevî hastalıklarına da şifâ kaynağıdır. Bu kalp hastalıkları "Ahlâk-ı zemîme" adı verilen kötü huylardır. O bu hastalıkların gidericisidir. Şifâ bu yolda olur, marazlı kalplere şifâ verilir.
"Yakınlık buradan başlar."
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Ey imân edenler! Allah'tan korkun ve O'na yaklaşmaya vesîle arayın!" buyuruyor. (Mâide: 35)
Hakk'a yaklaşmak için en birinci vesile Kur'ân-ı kerim'den, Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra evliyâullahtır. Kişi Hakk'a yakın olana yaklaştıkça Hakk'a yaklaşmış olur.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde:
"Sâdıklarla beraber olunuz!" buyuruyor. (Tevbe: 119)
"Sâdık"; kendisinin hükümsüz olduğunu bilir. O, Hakk'a dayanmıştır. Kişi O'nunla olursa, onun dayandığı yerden o da alır.
"Mülk burada."
Allah-u Teâlâ onu kendi mülküne koymuş…
"Ün, saltanat bu ufukta. Beylik yine bu yolda. Köşkünü buraya kuranın, zerresi kocaman dağ olur."
Münbit bir arâziye bir şey ekilirse verimi çok olur. Allah-u Teâlâ o arâzîyi münbit kılmış. Onun için oraya ekim yapanın nasîbi çok verilir.
Bir temsil verelim:
Ashâb-ı kirâm -radiyallahu anhüm- Hazerâtı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ef'âl ve ahvâlini gördüler; bir kere sohbetinde bulunmakla çok büyük derecelere nâil oldular.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Sahâbemi bana terk ediniz! Nefsim kudret elinde olan Cenâb-ı Allah'a yemin ederim ki, fakir ve düşkünlere Uhud dağı ağırlığında altın infak etseniz, onların amellerinin sevâbı gibi sevâba nâil olamazsınız!" (Buhârî)
Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kirâm'dan Abdullah bin Mes'ud -radiyallahu anh-e bir ağaca çıkıp kendisine oradan bir şey getirmesini emreder. Ağaca çıkınca bacaklarının inceliğine oradakiler gülerler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Siz onun bacaklarının inceliğine mi gülüyorsunuz? Hayatım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, kıyâmet günü mîzânda onlar Uhud dağından daha ağır olacaklardır." buyurur.
Allah-u Teâlâ onu o kadar büyütmüş ki, kimse o büyüklüğü görmüyordu.
Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri gizli bir noktaya parmak basmış.
Allah-u Teâlâ kimi o münbit arâziye ekerse, o fânî olduğu için ve onu Hakk ileriye sürdüğü için, köşkünü Hakk'a kurmuş oluyor. O fânî olduğuna göre, onun gönlünde Bâkî olan Allah-u Teâlâ var. O bir maskedir, bir perdedir, hükümsüzdür. O arâziye köşkünü kuruyor amma, gerçek mânâda Hakk'ta kurmuş oluyor.
Ben bir zerreyim, köşkünü kuran O'nda kuruyor, halk ise beni görüyor. Mülk O'nun, hüküm O'nun.,. Hükümdar O, başka hükümdar yok. O var ediyor, O yok ediyor; Vücud O, mevcud O…
Feyiz ve bereket, lütuf ve ihsan hep burada tecellî ediyor. Onlar da o tecelliyâtın mirasçılarıdır, Resulullah Aleyhisselâm'ın mirasçılarıdır yani…
Nitekim bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Her asırda benim ümmetimden sâbikûn (önde gelenler) vardır ki, bunlara 'Bûdelâ' ve 'Sıddîkûn' ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki inâyet ve merhamet-i İlâhî o kadar boldur ki, sizler dahi o sâyede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Hakîm et-Tirmizî, "Nevâdirü'l-Usûl")
Bu Hadis-i şerif'in mânâsı; "Biz onlara veriyoruz, beşeriyet onlardan istifâde ediyor!" demektir. O zamanda Ashâb-ı kirâm, bu zamanda da onun vârisi olan evliyâullah…
"Damlası ummâna döner."
Bereketli arâzi olduğu için, bu su ilâhi lütuftan geliyor. Toprağı da nûrdur, feyz-i İlâhi karıştıkça böyle oluyor.
"Yıldızı ay kadar parlar."
Allah-u Teâlâ öyle murâd etmiş, küçüğü büyük yapmış. Fakat Hakk onları perdelediği için halk onları göremez!
"Ay'ı yılı aşar, azı çok, yokluğu varlık olur."
Farz-ı muhâl ki, bazı kimseler çok çalışır, az kazanır; bazısı da az çalışır çok kazanır. O bunlara çok vermiş, hep murâd-ı İlâhi…
"Bitmişini sonsuzluklar kucaklar."
"Rahmeten li'l-'âlemîn"den husûle gelen âlemler onunla iftihâr eder.
"Hareketi, sanki kâinâtı yerinden oynatıyor sanılır."
Allah-u Teâlâ Habîb-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i "Rahmeten li'l-'âlemîn" kılmış. Bunun içindir ki âlemler ondan haberdârdır ve onunla sevinirler.
Meselâ sizin anlayacağınız şekilde söyleyeyim: Bir anne, düşme korkusundan küçük çocuğunun üzerine ne kadar titrerse, Allah-u Teâlâ'nın sevgilisi için de kâinât öyle nazar eder, onun her hareketini kucaklamak ister, onu tanır ve onunla sevinir.
Bütün bunlar hep murâd-ı İlâhi'dir, mahlûk yine mahlûktur, perde yine perdedir, maske yine maskedir. O içinde olduğu için bu durumlar husûle geliyor. O bile az, çünkü içinde O var. Yaratan O, yaşatan O, hep O… İçinde O olduğu için bütün bu âlemler ondan memnun.
Allah-u Teâlâ nasıl tecellî ederse hep öyle olur; âlem de ona nazar eder, her şey ona nazar eder. Çünkü onda tecellî ediyor…