Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (110) - Bandırmalı-zâde Hâşim Mustafa el-Üsküdârî -kuddise sırruh- (5) - Ömer Öngüt
Bandırmalı-zâde Hâşim Mustafa el-Üsküdârî -kuddise sırruh- (5)
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (110)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Mayıs 2009

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI’NIN
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (110)

Bandırmalı-zâde Hâşim Mustafa el-Üsküdârî -kuddise sırruh- (5)

 

"Hâtemü'l-velâye" hakkında ortaya koyduğu gizli sırlar ve eşsiz beyanlarla dikkati çeken son devir Osmanlı Celvetî şeyhlerinin önde gelenlerinden Bandırmalı-zâde es-Seyyid Mustafa Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Vâridât-ı Mansûre" adlı kitabına dercettiği muhteşem ifşaatlarına kaldığımız yerden devâm ediyoruz.

 

Hâtemü'l-Enbiyâ'ya Müşriklerin, Hâtemü'l-Evliyâ'ya Münâfıkların Hakâret Etmeye Kalkışmaları:

Bandırmalı-zâde Seyyid Mustafa Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri "Vâridât-ı Mensûre" adlı eserinde; Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhisselâm'ın hakîkatini göremedikleri için onu inkâr edip zulüm ve hakâret etmeye kalkışan müşrikler gibi; Hâtemü'l-evliyâ olan zâta da zamânındaki münâfıkların kınama, ayıplama, zulüm ve hakârete kalkışacaklarını haber vermiştir:

"Ma'lûm ola ki, ufukların zuhûrlarında melâmîlerin zuhûrunu zuhûr ettirmede melâmîlerin nisbet sebebi, 'âlem halkının ezelî birtakım farklılıklar üzre zuhûrlarının yerleşmeleri ve melâmet etmeleridir. Nitekim Fahr-i Enbiyâ ve Sened-i Evliyâ -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem- Hazretleri'ni inkâr edenler, Benî Ümmiyye (Emeviyye) neslinden şekâvete ilk mazhar olanlar şöyle melâmet ederlerdi ki: 'Bizim gibi yeme-içme, nikâh ve cimâ' edip ve gösterişli elbise ile sokaklarda gezip alış-veriş edersin ve mal ve mücevher ve çocuklar ve atlar ve cimâ' ve evlâd-ü 'ıyâl ve halktan zekât ve sadakalar alıp ve toplayıp kendi ashâb ve akrabâna verirsin ki: 'Bana Nâmûs-ı Ekber Cibrîl-i Emîn geldi, emr ve nehy için Kur'ân'a rivâyet getirdi. Hâtemü'l-enbiyâ ve Tevrât ve Zebûr ve İncîl'in haber verdiği dînin hidâyetçisi ve ümmetin emîni benim!' dedi ve: 'Yedi kat gökleri ve Arş'ı ve Kürsî'yi geçip yükseldim ve Allâh'ı gördüm!' dersin, ayakların bir karış yukarı kaldırıp; yer, hava, suda yürürsün!' dediler. 'Türlü da'vâlar edersin, hiç senin gibi peygamber mi olur? Peygamber olanlar Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i 'Îsâ gibi olur ki, dünyayı tamâmen terk edip, mala-mülke değil, bir habbeye mâlik olmazlar ve cümle elbiseleri koyun derisi olup ve bir hücreye sâhip olmayıp, her ümmetin hânesinde misâfir olup ölmeyecek kadar yer ve içerler!' deyip melâmet ederlerdi.

İki diyârın hakîkatlerinin kaynağı, her iki 'âlemin Sultân'ı Cenâb-ı Resûlu'llâh -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem- Hazretleri'nin:

'Sen olmasaydın, sen olmasaydın…' (Aclûnî, "Keşfü'l-Hafâ") şehâdeti ve:

'Allah-u Teâlâ benim nûrumu kendi Nûr'undan yarattı.'

Müjdesiyle unsûrî zuhurlarının tam zuhûrunu bilemeyip, nefsânî kıyâsları ve fâsid fikirleri üzre iftirâda kâhin, mecnûn ve istidrâc gibi türlü türlü zulüm ve hakâret ve kınama ve melâmet etmeye cür'et ve cesâret ederlerdi, zamânımızda Allah ehline ettikleri gibi. Lâkin Rabbânî te'yîd ve Rahmânî kudret zâhir olup:

'Onlar Allah'ın nûrunu ağzılarıyla söndürmek isterler. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.' (Sâff: 8)

Mefhûmu üzre, her biri Ehadiyyet ve Muhammedî mu'cizelerle mahcup ve şaşkın olup, İlâhî 'inâyete ve ezelî sa'âdete yâr olanlar tasdîk ve ikrâra gelip kurtuluşu buldular ve ilk şekâvetleri üzre kalanların kimi dünyada berbâd ve harâb ve kimi azâba giriftâr oldular.

İmdi, önce Cenâb-ı Resûlu'llâh -salla'llâhu 'aleyhi ve sellem- Hazretleri'nin Hatm-i nübüvvet mişkâtlarından feyz alarak ve zâhiren ve sır cihetinden nesl-i pâklerinden zuhûr edip, zâhiren ve bâtınen ilim ve irfânlarına vâris olup 'Hâtemü'l-evliyâ' olanlara -rahimehullâh-:

'Allah da onlarla alay eder, azgınlıklarında onlara mühlet verir ve bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.' (Bakara: 15)

Kavl-i şerîf'i üzre fitne ve tuğyâna mazhar olan münâfıklar, açıkladığımız yön üzre kınama, ayıplama, zulüm ve hakâret etmeye kalkışırlar."

"'Belâların en şiddetlisi peygamberlere, sonra velîlere, sonra onlara en çok benzeyen kimselere gelir.'

Sâdık haberi bu ma'nâya delâlet ve şehâdet eder. Dolayısıyla Ahmed-i Muhtâr Hazretleri'nin sırrına vâris olan büyük evliyânın zevk-i vicdânları ve 'ilm-ü 'irfânları da en büyük, en ulu ve en kâmil olup, meşiyyet (dileme) üzre sirâyet ettirilir ve dağıtılır. Ve bu sırdandır ki, her ne zaman bir kâmil ve mükemmel zât-ı şerîf bu 'âleme zuhûr etse, sa'âdet ehli olanlar ikrâr edip, hizmet ve muhabbetde cân ve başın fedâ ederler; şekâvet ehli olanlar ise inkâr edip, beşeriyyet nazarıyla: 'Bizim gibi yer-içer, böyle evliyâ mı olur? Mülhid, zındık ve istidrâc zannı ile Kelâmu'llâh üzre oturur, gezer ve Şerî'at-ı mutahhara'yı inkâr eder!' diye türlü türlü apaçık yalanlar ve büyük iftirâlar ile geldikleri insanlar arasında meşhûrdur." ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 156a-157a)

 

"Hâtemü'l-Enbiyâ"nın Âlemleri, "Hâtemü'l-Evliyâ"nın Ruh ve Cesedleri Kuşatmasının Sırrı:

Hazret "Vâridât-ı Mensûre"de yer alan bir başka ifşaatında, Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'ın nübüvvetini ve mûcizelerini inkâr edenlerin, onun bütün cesedlerin rûhu olduğunu ve kalbiyle bütün âlemleri kuşattığını bilmekten âciz olduklarına işâret ederek; onun nübüvvet sırrına ve velâyet nûruna vâris olan Hâtemü'l-evliyâ'nın da vücûdu ile bütün ruhları ve cesedleri kuşattığını, dilediği zaman ve mekânda, istediği herhangi bir sûret ve cesedle ortaya çıkmanın onun için zor olmadığını beyan buyurmuştur:

"İmdi, ey îmân ve ikrâr da'vâsı eyleyen! Sakın ki, hakîkat sınırının ucunda, melâmîliğin güzelliğini muhâfazada 'âlemin mürşidi Hâtemü'l-enbiyâ'nın 'amellerini ve fiillerini görmeye ve bilmeye tâlip olma, onların ahvâli 'akla sığmaz! Zîrâ yeryüzündeki kâfirler sa'âdet sâhibi olanların ahvâlini teftiş etmeleriyle Mîrâc, ayın yarılması, taş ve ağaçların, dânelerin konuşması gibi mu'cizelere sebep oldular da; noksan irâdeleriyle, nefis ve akıllarıyla kıyâsa kalkışıp kâfir oldular. Bilmediler ki Hâtemü'l-Enbiyâ Efendimiz'in mübârek cesedleri diğer cesedlerin rûhudur ve onun pâk kalbi yerin derinliklerinden en üst noktaya kadar her yeri kuşatmıştır. Kalbiyle tasavvur ve tecellî etmede cümle cesedlerde zâhir ve belirgin olur; bir anda hem yeryüzünde, hem yıldızlarda seyreder ve her bir cesed ve eşyânın unsûrî gölge ve ruhları Mübârek Seyyid'in cesedinden takviye görür. Onların cümlesinde tasarruf etmek, kendi kuvvetlerinde tasarruf etmektir. 'Rûhu'llâh'ın (Allâh'ın rûhu'nun) sırrı budur ki, nitekim Âyet-i kerîme'de: 'De ki: 'Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor.' (Kehf: 110)

Kavl-i şerîfi, beşeriyyet Unsûr-ı pâki, cesedlerin cümlesinin misli olup hepsinin kaynağı olduğunu: 'Ancak bana vahyolunuyor' sırrı ile beyân eder. Bu alabildiğine derin denizi ve ince sırrı iyi anla!..

Tıpkı bunun gibi, o pâk beşeriyyet sulbünden meşiyyet (dileme) üzre zuhûr ve Hatm-i nübüvvet, koruyucu bir ana rahminden tulû' edip (doğup):

'Birbiriyle kavuşmak üzre iki denizi salıverdi.' (Rahmân: 19)

Sırrıyla velâyet sulbünden ve nübüvvet sırrının rahminden, zâhiri nübüvvet ve bâtını velâyet olmak üzre:

'Aralarında berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar.' (Rahmân: 19)

Sâdık hükmünce nesilden nesile ve asırdan asıra ile'l-ebed nübüvvet ve velâyet sırlarına vâris olan, melâmîler sultânı 'Hâtemü'l-evliyâ' olanların beşriyetlerinin tecdîdi ve zuhûru;

'Sonra onlara en çok benzeyen kimseler...' hükmünün delâletiyledir, sayısız zevk ve 'irfânları nihâyetsiz ve artıktır.

Aynı şekilde, nübüvvet sırları ve velâyet nûrlarına mazhar ve dört mertebeye vâris olma sırrıyla zuhûr eden melâmîler sultânı Hâtem-i evliyâ Hazretleri'nin mübârek 'unsûrları, cümle cesedleri ve kuvvetleri, cümle rûhları kuşatmıştır ve her biri bir anda hem serâyı hem süreyyâyı seyreder ve dilediği sûret ve cesedlerle istediği zamanda ve mekânda tayy-ı amel (uçarak amel) eder. Bir anda hem doğuda, hem batıda, hem Mekke'de ve hem cesedlerin rûhu olan pâk cesedinin olduğu yerde görünür; belki her anda ve her zamanda, her mekânda bir sûret ile hazır olur ve zuhûr eder." ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 157b-158a)


  Önceki Sonraki