Öte yandan malı ile mağrur olup cimrilik eden, biriktirmiş ve yığmış olduğu servetine aldanan, Rabb'inden müstağni olup hidayetinden uzaklaşan, dinini yalanlayan kimselere gelince, Allah-u Teâlâ onlar hakkında mütebâki Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Fakat kim de cimrilik edip inâyet-i ilâhîden kendisini müstağni görürse..." (Leyl: 8)
Malı üzerinde cimrilik ederse, iyilik yollarında sarfetmezse, verilmesi gereken lüzumlu yere vermezse, bir tek nefes alırken bile Rabb'ine muhtaç olduğu halde O'na ihtiyaç hissetmezse, O'na isyan etmekten sakınmazsa...
"O en güzel kelimeyi tekzip eder, yalanlarsa..." (Leyl: 9)
Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini inkâr ederse, iyiden ve iyilikten yana ne varsa arkaya atarsa, şeytanın ve nefsinin kulu olursa...
"Biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, (hayra karşı bir isteksizlik veririz)." (Leyl: 10)
Allah-u Teâlâ ona kötülük yolunu kolaylaştırır, onu her türlü kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adım onu Allah yolundan uzaklaştırır. O artık sapıklık yolunda ilerler durur. Geleceğini hiç hesaba katmaz, ahiret nimetlerine ihtiyaç duymaz olur. Alçaldıkça alçalır, battıkça batar, düştükçe düşer, tâ ki hayvanlar seviyesine kadar iner, hatta daha da aşağılara yuvarlanır.
"Çukura yuvarlandığı zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." (Leyl: 11)
Dünyada cimrilik ederek malını hayır yollarında sarfetmeyip vârislerine terkeden kimsenin malı, cehenneme yuvarlandığı zaman kendisine hiç fayda vermez, çekeceği azaptan onu aslâ kurtaramaz.
Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.
•
Kullarının hep iyiliğini isteyen Allah-u Teâlâ, hiç kimseye cebren aslâ kötülük yaptırmaz. Herkese arzusu verilmiş ve herkes onları yapmaya koyulmuşlardır. Binâenaleyh bir kulun: "Salâhımı isterse salâh olurum, etmezse olmam!" diyerek kaçamak yollar aramaya, yaptığı-yapacağı bütün kötü işlere bunu perde yapmaya hakkı yoktur. Kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Şeytan işini kadere havale etti kâfir oldu, Âdem Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'ya sığındı, O da onu affetti.
Kula düşen şudur: Allah-u Teâlâ'ya muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek. O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere -radiyallahu anhüm- Hazeratı cennetle müjdelenmelerine rağmen ibadetten bir an bile geri kalmadılar.
Allah-u Teâlâ mahlûkatın en ekmeli ve eşrefi olan insanı, en güzel iş ve hareket yapma istidâdı üzerinde halketmiştir. Böyle iken Hakk ve hakikati bırakıp gayrıya çalışması bâtıl değil midir?
Buhârî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif'te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı.
Sonra buyurdu ki:
"Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya saîd olacağı tespit olunmuştur."
Bunun üzerine Ashâb-ı kiram'dan bir zât sordu:
"Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibadeti bırakıp Allah-u Teâlâ'nın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer."
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:
"Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar." buyurdu ve Leyl sûre-i şerif'inin ilgili Âyet-i kerîme'lerini okudu.
Allah-u Teâlâ insanları yaratmış ve onlara iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, Hakk'ı bâtıldan ayırabilecek fıtri bir kabiliyet ve istidat vermiş ve onlara peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla hayır ve şer yolunu bildirmiştir.
"Doğru yola iletmek sadece bizim işimizdir." (Leyl: 12)
Bunun içindir ki insanların kendilerine bir lütuf olarak gösterilmiş olan hiyadet yolunu takip ederek ebedî hayatlarını kazanmak için çalışmaları gerekir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yolun doğrusunu göstermek Allaha âittir. Yolun eğri olanı da vardır." (Nahl: 9)
Allah-u Teâlâ insanı yaratmış, ona cüz'i bir irade vererek bu imtihan sahnesine koymuştur. Kendisine varan yolu da peygamberler göndererek, kitaplar salarak, zihinlerine doğruyu ve eğriyi ilham ederek göstermiştir. O'nun hidayeti olmayınca insanlar kendiliğinden doğru yolu bulamazlar.
"Şüphesiz son da ilk de (ahiret de dünya da) bizimdir." (Leyl: 13)
Dünya da ahiret de Allah'a âittir. Her ikisi de O'nun mülküdür, O'nun kudret ve tasarrufu altındadır. Ne ahirette ne de dünyada O'nun hüküm ve iradesinin dışında geçerli olacak bir başvuru yeri yoktur.
Asıl hidayet O'nun hidayetidir, O nasıl dilerse öyle olur.
"Ben, sizi alevler saçan bir ateşe karşı uyardım." (Leyl: 14)
Hidayet yoluna gitmekle ele geçecek fayda ve kâr, dalâlet yoluna gitmekle karşılaşılacak zarar kulların kendilerine âittir.
"O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren bedbaht kimse girer." (Leyl: 15-16)
Küfür ve isyanda ileri gidip tevbe etmeyerek ölen bedbahtlar, alev saçan o ateşte yanarlar. Hiçbir kâfir istisnâ tutulmaz.
"Temizlenip arınmak üzere malını hayra veren kimse ise ondan uzak tutulur." (Leyl: 17-18)
Allah-u Teâlâ'yı yalanlayıp inkâr eden, İslâm'ı kabullenmeyen, bir an olsun Hakk'a yönelmeyen kimselerin yanında; takvâda ileri bir merhaleye varan, küfür ve şirkten sakınıp, onları hatırına bile getirmeyen, nefsini arıtmak için malını hayır yollarında harcayan itaatkâr müminler ise bu ateşten uzak kalacaklardır. Allah-u Teâlâ dünyada ve ahirette bunlara, râzı ve hoşnut olacakları kadar lütufta bulunacaktır.
Onlar mallarını Rabb'lerine taat uğrunda infak ederler, verdikleri ile hem kendilerini, hem mallarını temizlemek için gönüllü olarak verirler. Yalnız ve yalnız Hakk'ın rızâsını gözetirler.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ziyâdesiyle cömert idi. Mal varlığının hemen hepsini Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın yolunda harcamaktan çekinmedi. Bu sebeple hakkında bu Âyet-i kerime'ler nâzil oldu
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Ebu Bekir'in bağışladığı mal kadar, başka bir mal bana yaramamıştır."
Bu sözleri duyan Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, gözleri yaşararak şöyle dedi:
"Ey Allah'ın elçisi! Malımı ve canımı uğrunda fedâ edecek senden daha iyisi mi var!"
Müslüman olduğu gün Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in kırk bin dinar parası vardı. Bu servetin hepsini Resulullah Alayhisselâm'ın üstlendiği İslâm dâvâsı uğruna harcadı. Hicret ettiği gün elinde beş bin dinardan başka para kalmamıştı.
"Onda hiç kimseye verilecek bir minnet borcu yoktur." (Leyl: 19)
Yaptığı her bir iyiliği, herhangi bir kimseden bir karşılık görmek için yapmaz.
"(Verdiğini) yüce Rabb'inin hoşnutluğunu kazanmak için verir." (Leyl: 20)
Onun bir tek düşüncesi vardır:
"Acaba Rabb'im benden râzı olur mu? Günahlarımı bağışlar da, beni cenenneminden kurtarır mı, cemâl-i bâkemâli ile müşerref eyler mi?"
"Yakında kendisi de (Allah'ın vereceği nimetle) hoşnut olacaktır." (Leyl: 21)
Hiç kimseye borçlu ve minnetli değildir ki, verirken ona karşılık olarak versin.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in fakir, miskin, köle ve câriyeleri azat etmek için mal sarfettiğini gören babası Ebu Kühafe: "Oğlum!" dedi, "Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer genç ve sağlam olanlar için aynı malı sarfetmiş olsan, onlar senin için bir güç olur."
Hazret-i Ebu Bekr -radiyallahu anh- ise:
"Babacığım! Ben Allah'ın hoşnutluğunu bekliyorum." cevabını verdi.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah'ın hoşnut olması ise hepsinden büyüktür." (Tevbe: 72)