Irak, Afganistan, Pakistan, İran, Sudan, Mısır, Arabistan, Türkiye.... PKK, Kuzey Irak, Kürt sorunu, sen-ben kavgası....
Küffarın İslâm ülkeleri hakkında bir planı var. Bu planın temel amacını her fırsatta duyurmaya çalışıyoruz. Plan şu:
İslâm dünyasında "Devlet" bırakmamak; tehlike arzeden veyahut ileride tehlike arzetmesi muhtemel bütün devletleri elden geldiğince parçalara ayırmak; mümkünse bütün İslâm dünyasını aşiret toplulukları düzeyine indirgemek.
Bu plan Afganistan ve Irak'ta başarıya ulaştı diyebiliriz. Şimdi hedefe Pakistan ve İran'ı koydular. Sonra Sudan var, Mısır ve Arabistan da var. Ve tabii Türkiye... Sırayla gitmeye çalışıyorlar. Hepsini birden yutamayacaklarını biliyorlar.
Bunu zihnimizde devamlı bulundurmamız lâzım. Bizi keriz yerine koymalarına fırsat vermememiz lâzım.
Halihazırda bir harp hali mevcut. Bir tür Haçlı Seferi. Büyük bir dış tehdit var. Elbirliği ile, azim bir gayret ile bu dış tehdide karşı durmak gerekiyor.
Ancak küffar psikolojik harpte çok başarılı, her ülkeyi kendi iç çekişmeleri ile meşgul ediyor; hem kendisine karşı durmasını engelliyor, hem de içten içe çökertmiş oluyor.
Bu genel resmi gözden kaçırırsak, biz de kısır çekişmelerin içinde boğuluruz. Nitekim Türk basınının büyük bir kısmı bu genel resme bakamadığı için, kısır tartışmaların içinde kayboluyor, bilmeden kendisi de bu çarkın bir parçası oluyor. Türk basınının diğer bir kısmı ise zaten Türkiye'ye karşı uygulanan bu psikolojik harbin uzantısı olarak kullanılıyor.
Bu vahim durumun en çarpıcı örneği şu anda Pakistan'da yaşanıyor. Pakistan üzerinde büyük bir dış tehdit var. Ancak Pakistan iç çekişmelerle, iktidar mücadeleleriyle meşgul.
Halbuki Amerika Pakistan'ı bombalayıp duruyor. Afganistan sınırındaki halkı terör destekçisi olmakla suçluyor. Pakistan ise topraklarındaki Amerikan operasyonlarını çaresiz bir şekilde seyrediyor.
Amerika uzun zamandır Pakistan'ın elindeki nükleer silahlara kafayı takmış durumda.
ABD Merkez Kuvvetleri (CENTCOM) Komutanı Petraus'un başdanışmanı David Kilcullen, geçtiğimiz günlerde Pakistan hakkında çok çarpıcı bir açıklamada bulundu. (Amerikan Merkez Komutanlığı'nın sorumluluk alanı Yakın doğu yani bütün İslâm dünyası olarak tanımlanmaktadır. Yani Irak, İran, Afganistan, Pakistan, bütün Ortadoğu ve Türkiye'nin bir kısmı bu komutanlığa bağlıdır.)
Washington Post gazetesine bir demeç veren Kilcullen "Terörle savaş konusunda Pakistan en önemli cephe" dedi. Pakistan'ın önemini kendince şu cümlelerle ortaya koydu: "Pakistan 173 milyonluk bir nüfusa, 100 adet nükleer silaha, El-Kaide'nin ana merkezine, Amerikan ordusundan daha büyük bir orduya ve ülkenin üçte ikisini kontrol edemeyen bir hükümete sahip."
Amerikalı ordu danışmanı Kilcullen Pakistan ordusunun, polisin ve istihbarat servisinin sivil hükümetin kararlarını ciddiye almadığını, bu güçlerin "devlet içinde haydut devlet" gibi hareket ettiğini iddia etti. "Pakistan devletinin önümüzdeki altı ay içinde yıkılabileceği bir noktaya doğru gidiyoruz, bu tehlike ekonomik krizle birlikte daha da artıyor", "Pakistan hükümetinin yıkılması ve nükleer silahların radikal güçlerin eline geçmesi ihtimali, dünyadaki diğer bütün krizleri cüceleştirebilir" diye konuştu.
Amerikalıların müslüman ülkelerin ordularına karşı alerjilerinin çoğaldığını görüyoruz.
Amerika'nın Pakistan'da bir karışıklık çıkması halinde nükleer silahların kontrolünü ele almak için askeri planlar yaptığını biliyoruz. Hatta bu silahları ele geçirmek için Pakistan'ı hususi karıştırıyor olma ihtimalini de biliyoruz.
Pakistan'da durum bu. Bu durumda bütün Pakistan halkının birlik ve beraberlik halinde bu dış tehdide karşı durması gerekmez mi?...
Bu nükleer silah mevzuuna İsrail çok kafayı takmış durumda. Zira küçük bir ülkeleri var. Tek bir bomba bile işlerini bitirebilir. Kimyasal ve biyolojik saldırılara karşı ciddi ve yeterli hazırlıkları var, ancak nükleer saldırı durumunda yapacakları pek bir şey yok. Birinci körfez savaşında İsrail topraklarına düşen onlarca Irak füzesi, bugün hâlâ İsrail topraklarına düşen Filistin'in derme-çatma füzeleri İsrail'in psikolojisini yerle bir etti. Bu korku içlerinde büyüttükleri faşist katliamcı duygularla birleşince artık gözleri hiçbir şey görmez oldu. Bütün dünyayı yakma pahasına kendilerini garantiye almak istiyorlar. Halbuki bütün düşmanlıkların sebebinin yine kendi faşist uygulamaları olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Ne ekersen onu biçersin! Başka bir ihtimali var mı?
Obama Türkiye'ye geliyor. Türkiye'ye gereken değeri veriyorlar. Aslında İslâm'dan, Osmanlı'dan geliyor bu değer. Amerika bu cepheyi ateşlendirmek istemiyor.
Onlar bu ülkenin değerine boyun büküyor. Oysa Türkiye'deki Amerikan muhibleri ise değeri Amerika'nın değer vermesinde arıyor. Amerikan başkanı göreve gelir gelmez Türkiye'ye geliyor diye sevindirik oluyorlar.
Bu gibi arızalı fikirler aşağılık kompleksinden, tarihine ve dinine yabancılıktan geliyor. Bu yabancılık yetmezmiş gibi bir de "Obama müslüman"cılar türedi. "Gölge CIA" namlı Friedman gibiler de "Siz yeni Osmanlısınız!" diye sırtımızı sıvazladı. Daha ne olsun(!).
Friedman "Önümüzdeki 100 Yıl" adı altında bir kehanet kitabı yazdı. Kitabında Türkiye'nin 100 yıl sonra dünyanın en büyük 4 gücünden biri olacağını iddia ediyor. Friedman, kitabında "Çin ve Rusya gibi ülkeler gerileyip yerini Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya gibi yeni dünya güçlerine bırakacak. Rusça veya Çince'yi bırakın, Türkçe, Japonca, Polonya ve Meksika dillerini öğrenmeye bakın" diyor. Friedman, ayrıca önümüzdeki yüzyılın sonlarına doğru çıkabilecek savaşın ABD ile Türkiye-Japonya ittifakı arasında olacağını öne sürüyor.
Bu kitabı ve görüşleri haber olduktan sonra basına konuşan Friedman "Kendinizin farkına varın, siz Osmanlısınız. İslâm dünyasının ve Ortadoğu'nun kontrolü sizin elinize geçecek. Avrupayı ne yapacaksınız, Avrupa zaten çöküyor." mealinde açıklamalarına devam etti.
Şimdi, ilerde Amerika ile savaşacak bir Türkiye hayal eden bir Amerikalı niye "Gücünüzün farkına varın, siz aslansınız, kaplansınız." diye açıklamalarda bulunur? Hiç düşündünüz mü?
Aslında Friedman bir taşla iki kuş vuruyor.
Birincisi; bu açıklamanın, kehanetin esas öznesi Türkiye değil Rusya'dır. Mesaj Rusya'yadır. "Rusça'yı bırakın!" diyerek verdiği mesaj kadar esas şifreyi "Polonya"yı geleceğin küresel gücü olarak tanımlamasında aramak lâzımdır. Friedman Rusya'ya "Parçalanacaksın, Doğu Avrupa'yı Polonya, Güney Rusya'yı Türkiye yutacak." mesajı veriyor. Belki de sinsi sinsi Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
Nitekim şu haber bu tezimizi pekiştiriyor:
"Türkiye ve Rusya düelloya hazırlanıyor!
Hazırladığı raporlarla ABD dış politikasına yön verdiği belirtilen Stratfor, yine Türkiye üzerine tartışmalı bir rapor yayınladı.
"Jeopolitik Haftalık: Türkiye ve Rusya Yükselişte" başlığıyla yayınlanan raporda şu anda özellikle ekonomik alanda büyük bir işbirliği içinde olan Avrasya'nın iki gücü Türkiye ve Rusya'nın şimdi olmasa bile yakın gelecekte sert bir mücadeleye girişecekleri öne sürülüyor.
... Raporda, şimdilik birlikte çalışmak zorunda olan iki ülkeden Rusya'nın Sovyetler Birliği ülkeleri üzerindeki gücünü tekrar kazanmaya çalışması, aynı şekilde Türkiye'nin de 90 yıl önceki Osmanlı toprakları üzerinden yeniden yükselmek istemesinin iki Avrasya gücünü geçmiş yüzyıllardaki gibi yeniden karşı karşıya getireceği öne sürülüyor.
... Sonuç olarak iki ülke ilişkilerinin geçici olarak en iyi düzeyinde bulunduğu, uzun vadeli hedefleri bulunan iki Avrasya gücünün, jeopolitik kanunların da dikte ettirmesiyle bugün olmasa da yarın muhakkak karşı karşıya gelecekleri öne sürülüyor."
Bu Stratfor denilen kuruluşun başkanı kim? George Friedman! Evet, şu yukarıda bahsettiğimiz, "Yeni Osmanlı'sınız!" gazını veren adamın ta kendisi!
Nitekim Rusya Friedman'ın kehanetlerindeki mesajı aldıktan sonra karşı bir kehanetle misillemede bulundu:
"Amerikan karşıtı görüşleriyle tanınan Rusya Federal Uzay Teşkilatı'nın eski sözcüsü ve eski KGB analisti olan Panarin, ABD Devlet Başkanı Barack Obama'nın bu sene sıkıyönetim ilan edeceği, ABD'nin 2011'den önce 6 parçaya bölüneceği, Rusya ve Çin'in de yeni bir dünya düzeni kuracağı öngörülerinde bulundu.
... Panarin, öğrenciler, profesörler ve diplomatlara hitaben yaptığı konuşmada, "ABD'nin 2010'a kadar çökmesi kuvvetle muhtemeldir" dedi.
... ABD'nin 6 özerk bölgeye ayrılacağı ve Alaska'nın da Rus kontrolüne geçeceği iddiasında bulunan Panarin, ABD'nin ahlaki açıdan da çöküş içinde olduğunu; ülkede eşcinsellerin sayısında büyük artış olması, hapishanelerde çok sayıda tutuklunun olması ve okullarda meydana gelen silahlı saldırıların hep bu ahlaki çöküşün göstergeleri olduğunu dile getirdi.
Panarin, "Geçtiğimiz günlerde oradaydım.Durum hiç de iyi değil. Meydana gelen, Amerikan rüyasının çöktüğüdür" dedi. ABD'nin çökmesini istemediğini de sözlerine ekleyen Panarin, Rusya ve Çin'in küresel ekonomik krizden kuvvetlenerek çıkacakları, iş birliği yapacakları ve hatta Amerikan dolarının yerine yeni bir para birimi bile oluşturabilecekleri tahminlerinde bulundu." (Timeturk)
Amerika her zaman sinsi hareket etmiştir. Kesinlikle güven olmaz.
"Friedman bir taşla iki kuş vuruyor." demiştik. Birincisi görüldüğü gibi Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
İkincisi; kültürel coğrafyası ile barışmaya başlayan Türkiye'nin artan itibarını tersine çevirmeye çalışıyor. Bugünkü, ülkeden ülkeye dostluk ve dayanışma temelli inşa edilen yapıyı çökertmek istiyor. Tevazu ve vakarla ilerleyen Türkiye'yi, kibre boğmak istiyorlar.
Dikkatli olmamız lâzım, kibirli yürüyüş Amerikan yürüyüşüdür.
Halkın hafızası ve rehberi olması gereken basın maalesef tam tersi bir işlev görüyor. Bir eğitim kurumu değil, bilakis bir "Geritim" kurumu işlevi yapıyor.
Belki bütün basın böyle değil ancak hemen bütün basında bir körlük olduğunu söyleyebiliriz.
Meselâ Filipinlerin Dışişleri Bakanı Türkiye'ye geldi. Bu ziyaret basının pek ilgisini çekmedi. Dışişleri Bakanları'nın basın toplantısında gazeteciler Filipinler ile ilgili hiçbir şey sormadılar. Bilmiyorlar ki sorsunlar. Burada yaşayan müslüman azınlıkla Filipin hükümeti arasında çekişmeler ve çatışmalar var. Taraflar arasında İslâm Konferansı Teşkilatı kanalıyla görüşmeler yapılıyor. Türkiye'nin destek verdiği bu girişimlerden Filipinler de memnun. Türk basınının haberi mi yok? İlgisi mi yok?
Bakan gelmeden 10 gün önce Hürriyet gazetesinde Filipinlerdeki taraflar arasında yürütülen barış görüşmeleri hakkında bir haber çıktı. Haberin spotunda ise "Osmanlı'nın torunları" başlığı altında Açe'deki müslümanlardan bahsedildi. Açe neresi, Filipinler neresi? Arada kaç bin km var biliyor musunuz? Demek ki bilmiyorsunuz. Ya da bu halkı enayi yerine koyuyorsunuz. "Ne yazsam okurlar" diye düşünüyorsunuz.
Küresel vizyonu olan bir ülke olmak istiyorsak, bu vizyonu halka maletmek lâzımdır. Amiri memuru bu vizyonu içselleştirmesi lâzımdır. Yoksa yapılan iyi işler geçici olur. Eğitim buna göre olması lâzım, hususiyetle medya buna göre olması lâzım.
Reuters haber ajansının 24 Mart tarihli haber analizinde söylediği gibi "Obama Türkiye'den yararlanmak istiyor."
Ortadoğu ve Afganistan'da bunalan Amerika Türkiye'yi kullanmak istiyor. Hem bir taraftan gaz veriyor, hem diğer taraftan sinsice bizi maşa olarak kullanmak istiyor.
Irak'tan çekilmeyi düşündükleri için ve Afganistan'da yardıma ihtiyaçları oldukları için Kuzey Irak'ı bize emanet etmeye çalışıyor. Bunun için PKK'yı gözden çıkartmak zorunda olduğunun farkında.
Tabii bize düşen durumdan elden geldiğince yararlanmaya çalışmak ancak kendimizi kullandırtmamaktır.
Zira PKK konusundaki en tehlikeli taviz teröristlerin siyaset yapmalarına izin verilmesidir. Bu tehlikenin boyutunun anlaşılabilmesi için daha önce şu teşbihte bulunmuştuk: PKK'ya siyaset izni verilmesi 90 yıl önceki Taşnak ve Hınçak örgütlerine siyaset izni verilmesi gibi bir şeydir. Çok tehlikelidir.
Binaenaleyh ortada bir Haçlı seferi var. Küffar gerek aşikâr gerek sinsi her türlü saldırısına devam ediyor. Türkiye bu saldırıdan beri değil.
Küffar düşmanlıktan hiçbir zaman geri kalmaz. Aleni düşmanlık yapamadığı zaman kinini kalbinde yaşatır. Allah-u Teâlâ böyle takdir etmiş. Dünya kurulalı beri iman-küfür mücadelesi devam ediyor.
Bu neye benzer? Bu ikilik insanın bizzat kendinde vardır. Nefis ve şeytan var. Ruh var. İç harbini kaybetmiş, küfrü tercih etmiş bir kimse İslâm'a ve imana düşmanlık etmekten kendisini alıkoyamaz.
Binaenaleyh küfür ehlinden dostluk beklemek hem boş bir iştir, hem de iman zaafiyetinin tezahürüdür.
Bir müslüman nasıl ki nefis ve şeytanın küfür ve isyanına muhalefet etmekle memur ise, aynı şekilde küffarın küfrüne muhalefet, iman ve İslâm'ı müdafaa ile de memurdur.
Bu İslâm'a göredir. Bu yüzden küffar ile dostluk toplantıları olsun, Avrupa Birliği hevesleri olsun nasıl ki ilahî hoşnutsuzluğu celbediyorsa, küffara karşı yapılan sertlik ve dik duruş da buna göre takdir görüyor.
Bizden de bu bekleniyor.