Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki bir tokat mesabesinde sert cevabı dünya gündemini belirledi. Türkiye'den İsrail zulmüne kuvvetli bir karşılık duyan İslâm ülkelerinin halklarında büyük bir heyecan doğurdu.
Siyonist yahudiler bir oyun tertiplemek istediler. Ancak oyunları ters tepti.
İsrail ve Amerika başta bütün küffar yıllardır Türkiye'yi bir taraftan kendi payandası gibi göstermek istiyor, diğer taraftan Türkiye'ye biçtikleri bu kılıfı İslâm ülkelerinin bir araya gelmesinin önünü kesmekte kullanıyorlar.
"Yerkürenin çıbanbaşı" sıfatını ziyadesiyle hak eden İsrail'in Türkiye'ye biçmeye çalıştığı "Kılıf"ı, siyonist yahudilerin durumunu ve niyetini bilmemiz lâzım.
Dikkat ederseniz dünya gündeminin seyri adeta İsrail'in ve yahudilerin icraatları üzerinde dönüyor.
Türkiye'nin, İslâm dünyasının, dünya insanlarının huzursuzluğu; küresel medya tekelleri ve yıllar yılı bilinçli bir şekilde pompalanan ahlâksızlık; insanların ekonomik ihtiyaçları ve küresel ekonomik kriz; uluslararası anlaşmazlıklar, savaşlar ve zulümler; entrikalar, terör, Amerika, nükleer tehlike, nükleer terör.... diye uzayan bir liste var. Bu listede dünyaya musallat olmuş ve her biri birbirinden bağımsız gibi görünen şerlerin bir kısmı bulunuyor.
Aslında bunların hepsinin bir ortak noktası var: Hangi şer kazanının kapağını kaldırsanız altında siyonist yahudilerin izini bulursunuz.
Bu tesbitin doğruluğunu artık cümle alem kabul ediyor. Kabul etmek istemeyenler Davos'ta Başbakan Erdoğan'ın sert tavrının bütün dünyadaki yankılarına bakmalıdır. Zira ortada bir zulüm var, zulmünü adalet gibi göstermek isteyen bir zalim var, bu zalimin şerrinden çekindiği için sesini çıkartamayan koskoca bir dünya var.
Binaenaleyh İsrail'e; Amerika'yı ve İsrail'i yöneten siyonist yahudilere; bunların yapmak istediklerine dikkat etmemiz gerekiyor. Uyanık olmamız lâzım.
İsrail öteden beri Türkiye'yi dünyaya "İsrail payandası" gibi göstermeye çalışmaktadır.
İsrail başbakanı son acımasız Gazze operasyonundan önce Türkiye'ye gelip saatlerce barış konuştuktan sonra ülkesine gidip Filistin topraklarına saldırmıştır. Bu alçaklık, bu ikiyüzlülük İsrail'in ilk vukuatı değil! Her zaman yaptığı şey.
Bu hususta daha önce dergimizde yayınlanmış olan Temmuz 2004 tarihli "İsrail, Türkiye'yi Kendi Yanında Göstermek İçin Yırtınıyor!" başlıklı makaledeki şu satırları izninizle tekrar arzetmek istiyoruz:
"İsrail ve ABD'nin Kuzey Irak-PKK-Kürt politikası sebebiyle özellikle 1990 yılından sonra Türk-İsrail, Türk-ABD ilişkileri büyük güven bunalımlarına, krizlerine sahne oldu. Türkiye'nin haklı tepkileri çok zaman farklı sahalarda asimetrik saldırılarla cevap buldu. Bütün bu alt yapıya rağmen özellikle İsrail, Türkiye ile ilişkilerinin çok derin ve köklü olduğu, Türkiye'nin tepkilerinin göstermelik tepkiler olduğu izlenimi vermeye çalıştı ve çalışıyor. En son Türkiye'nin adayı İslâm Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği'ne seçildiği günlerde, bir İsrail gazetesi "Bir savaş durumunda mühimmat depolarımızı karşılıklı kullanma anlaşması yapmak için Türkiye ile görüşme yapıyoruz." diye haber geçti. Ortada bir anlaşma yok, fol yok, yumurta yok. ... görüntü dizayn etmek için yapılmış planlı bir girişim. İsrail kendisi ikili oynadığı halde, 'Türkiye ikili oynuyor, aslında bize karşı değil.' görüntüsü vermek için hep aynı oyunu oynuyor.
Yine '25 Mayıs'ta Meclis Irak'taki işkenceler ve İsrail'in Filistin'de yaptığı katliamları görüşmek üzere toplanacak' haberlerinin yanına hemen bir dost-müttefik (!) İsrail haberi eklendi. İsrail'in Zorlu holding'e verdiği 800 milyon dolarlık enerji ihalesinin imza töreni tesadüfe bakın ki meclis görüşmesinin yapılacağı güne denk gelmişti. ...
Türkiye İsrail büyükelçisini istişare için Türkiye'ye çağırdı. Başbakan Erdoğan İsrail hükümetine çok ağır eleştiriler yöneltti. Savunma ihaleleri iptal edildi. Bütün bu ağır gelişmelere rağmen İsrail alttan almaya devam ediyor ve hâlâ 'Türkiye görüntüye oynuyor, ikili oynuyor' görüntüsü vermeye gayret ediyor.
Daha önce de buna benzer şeyler yaşandı. Yılan hikâyesine dönen Manavgat suyu meselesi bu gaye için birkaç defa kullanıldı. Yaşanan gerilimler su yüzüne çıktığı, basına yansıdığı günlerde hemen paralel haberler beraberinde geliyor: 'Türkiye ile ilişkilerimiz iyi, Manavgat suyu satışında anlaşmaya vardık!'
2000 yılında İsrail'in barış görüşmelerini sabote edip süreci çıkmaza soktuğu günlerde Cumhurbaşkanı Sezer'in İstanbul'daki İSEDAK toplantısında İsrail'i kınaması Reuters haber ajansına 'Türkiye İsrail'i ilk defa kınadı' diye yansımış, Türkiye bir dizi insiyatif almaya, Kudüs'ün statüsü hakkında kararlı adımlar atmaya başlamıştı. İsrail'le 1 milyar dolarlık bir askeri anlaşma iptal edildi. İsrail Genel Kurmay Başkanının Türkiye'yi ziyaret isteği iki sefer geri çevrildi. Amerika'nın ısrarlarına rağmen BM'de İsrail'i kınayan tasarıya Türkiye evet oyu verdi. MGK kararları doğrultusunda icra edilen bu politikalar o günlerde Ertuğrul Özkök ve Sedat Sertoğlu gibi yazarların sütunlarında ilginç karşılıklar bulmuştu. (Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Hakikat, Aralık 2000, sh: 42) Nihayetinde -2000 Kasım krizimizi yaşamamızın yanında- yine "İlişkiler iyi" propagandası devreye girdi. ...
Bütün bu gayretler neticesinde gerek iç gerek dış kamuoyunda Türkiye'nin İsrail zulümlerine karşı takındığı tavırlar hep geçici ve kamuoyuna dönük eleştiriler olarak algılandı. ...
İsrail'in Görüntüye ihtiyacı Var da,
Türkiye'nin Yok mu?
Görüldüğü gibi İsrail özellikle Türkiye'yi kendi yanında gibi göstermek için büyük bir gayret sarfetmektedir. ... Dünyanın en güçlü ülkesi ABD ile Ortadoğu'nun en modern ordusuna sahip, nükleer güç İsrail Türkiye'yi böyle göstermek için adeta yırtınırken Türkiye'nin görüntüye, olumlu algıya (imaja) hiç mi ihtiyacı yok? ..."
2000, 2004, 2009... Gördüğünüz gibi aynı oyun, aynı sinsi tavır hâlâ devam ediyor. İsrail ne zaman bir zulüm yapacaksa öncesinde bir Türkiye tiyatrosu oynuyor.
Sömürgeci emperyalist ülkeler kendi "İmaj"larını bütün dünyaya cilalayarak takdim ederken, aynı zamanda rakip olarak gördükleri ülkelerin "İmaj"ları ve o ülke halklarının "Algı"ları üzerinde de büyük bir psikolojik harp yürütüyorlar.
Meselâ; "Sosyal devlet" noktasında gelişmiş ülkeler içerisinde hemen hemen en geride olan devlet Amerika'dır. Ve bu konuda hemen bütün Batı devletlerini fersah fersah geçmiş bir "Japonya" örneği mevcuttur. Hal böyleyken şöyle bir zihninize dönün, bir düşünün; kafanıza yerleştirilen Japon imajı ile Amerikalı ve Avrupalı imajını karşılaştırın.
Başka bir örnek verelim: "Halep neresi?" diye sorulsa hâlâ bir çoğumuz aval aval bakacaktır. Bugün Suriye sınırlarındaki Halep, 80 yıl önce Adana, Antep, Urfa kadar meşhur bir Anadolu şehri idi. Türkiye üzerindeki "İmaj" çalışması o kadar dehşetli icra edilmiştir ki daha dün nüfus cüzdanı ile dolaştığımız yerlerin insanları sanki uzaylı yaratık gibi algılanmaya başlanmıştır. Çok şükür son senelerde az-çok aklımız başımıza geldi de "Dünyada Avrupa'dan başka yerler de var!" demeye başladık.
Türkiye'de, Türk insanı üzerinde dünya ve ülkeler hakkındaki "algı" böyle acımasızca yönlendirilmeye çalışıldığı gibi, dünyada ve hususiyetle İslâm dünyasında "Türkiye" ve "Türk" algısı da aynı şekilde acımasızca yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bize biçilen imaj "ABD ve İsrail payandası Türkiye" imajıdır. İsrail ve Amerika yıllar yılı bu imaj üzerine yatırım yapmışlardır.
TBMM'nin 2003 yılında Amerikan geçisini reddettiği meşhur 1 Mart teskeresi, bu imaja kuvvetli bir darbe vurmuştu. Başbakan'ın son Davos çıkışı da bu imaja öldürücü bir darbe vurdu.
Allah-u Teâlâ bize kâfirleri tanıtırken şöyle buyuruyor:
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi Türkiye'deki İsrail muhiblerinin kıytırık kıytırık köşelerine taşıdığı cümleleri uluslararası bir toplantıda açıkça dile getirdi. PKK ile Filistin direnişini aynı kefeye koydu. Türkiye'nin uzun yıllar önce Ermenilere dünyanın en büyük katliamlarından birini yaptığını öne sürdü, aynı politikanın bugün de Kürtler üzerinde sürdürüldüğünü iddia etti.
İsrailli general bu konuşmasını ABD, Almanya, İsveç, Brezilya başta çeşitli ülkelerden askerlerin katıldığı "Askeri Psikoloji" konulu uluslararası bir toplantıda yaptı. "Erdoğan aynaya baksın!" dedi. Türkiye'nin Kıbrıs'ın Kuzeyi'ni on yıllardır işgal ettiğini iddia etti.
Bu general müsveddesine Türk Genelkurmayı'ndan okkalı bir cevap geldi.
Genelkurmay açıklamasında şöyle dedi:
"... söz konusu kişiye atfedilen sözlerin gerçekleri saptıran, maksadını aşan, talihsiz, hiçbir şekilde kabul edilemez, bulunduğu görevin yetki ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan ve en önemlisi de iki ülke arasındaki millî menfaatlere zarar verebilecek boyutta ifadeler olduğu değerlendirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ile olan ilişkilerine önem verdiğini düşündüğümüz İsrail Genelkurmay Başkanlığının, konuya açıklık getirmesini beklediğimizi, kamuoyuna saygıyla duyururuz."
Tabii her zamanki gibi İsrail geri adım attı, "Generalin şahsi görüşüdür." dedi, "Bizi bağlamaz." dedi. Bizzat İsrail Genel Kurmay Başkanı Türkiye'den, Türk Genel Kurmayı'ndan özür diledi.
İsrail bizden çekiniyor.
General açısından psikolojik bir durum söz konusu. Başkalarını da kendisi gibi zannediyor.
Şöyle ki:
İsrail devletinin temelinde terör örgütleri vardır. Mossad bu örgütlerin devamı gibidir. İsrail'in 60-70 yıllık tarihindeki bu terör geçmişi genetik yapısına işlemiştir. Hemen bütün siyasetçiler bu kökten, Mossad'dan yetişmişlerdir.
Her devletin tarihten gelen bir genetik yapısı vardır. Batı ülkelerinde bugünkü devletler aristokrasi, burjuvazi ve kilise arasındaki kavgalarla-uzlaşmalarla bugünkü halini almıştır. Batı'da devlet; para ve zenginlik peşinde kural tanımadan sömürmek için dünyayı istilâ eden güruhların devletidir. Bu tarihi altyapı bu devletlerin genetik yapısına işlemiştir. Kapitalizm denilen "'Para putu'na tapıcılık düzeni"nin bu ülkelerden çıkmasının sebebi budur.
Buna benzer hemen her ülkenin kendine has genetik bir devlet geçmişi vardır. Türkiye'nin devlet genleri "millet-ordu" kelimelerinde izahını bulur.
Türklerde devlet geleneği binlerce yıldır kesintiye uğramadan devam etmektedir. Son birkaç yüzyıldır yabancı sızmalar sebebiyle genetik bozukluklar tezahür etmekle birlikte genel olarak bu geleneksel yapı muhafaza edilmiştir.
İsrail'in kuruluşuna ve kısa geçmişine bakarsanız durum tamamen farklıdır. Filistin'i yurt olarak ele geçirmek isteyen yahudi silahlı terör örgütleri İsrail'in kuruluşu ilan edilmeden önce birçok terör eylemi gerçekleştirmiştir. Filistinliler bu terörler yüzünden köylerini yurtlarını terketmek zorunda kalmıştır. Bu örgütlerin başındaki kişiler devlet başkanı, başbakan sıfatıyla uzun yıllar İsrail siyasetine yön vermişlerdir. Yeni nesil siyasetçiler de genel olarak Mossad kökenlidir. Uzun sözün kısası İsrail devletinin genetik yapısında bu terör altyapısı vardır. Zihniyet budur. Kılıf değişmiştir. Kurban zâlim olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Zarf değişmiş, mazruf aynı kalmıştır.
Binaenaleyh İsrail ile Türkiye'yi aynı kefeye koymak büyük bir aymazlık, büyük bir şaşkınlıktır.
Kürtleri Filistinlilerle aynı kefeye koymak da büyük bir psikolojik harp taktiğidir. Bir defa İsrail denilen ülke Filistin denilen ülkenin gelip tepesine konmuş, orada yaşayan halkı toplama kamplarında yaşamaya mahkûm etmiştir. Orada insanlar 60 yıldır toplama kamplarında yaşıyor. Yakın zamanda dünyanın hiçbir yerinde böyle bir zulüm görülmemiştir.
İsrail'in böyle bir paralellik kurmaya çalıştığı günlerde DTP'lilerin izinsiz mitinglerle ortalığı karıştırmaya çalışmaları zihinlerdeki İsrail-PKK-DTP bağlantısına bir karine değil midir?
İsrail, işgallerinde olsun, ambargolarında olsun bütün Filistinlileri cezalandırmaktadır. Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan Filistinliler israil vatandaşı değildir. Buradaki insanlar uluslararası hukukta bir hak kabul edilen işgale karşı direniş mücadelesi vermektedir.
İsrail işgalinden arta kalan avuç içi kadar toprak parçalarında Filistin diye bir ülke ilan edildi. Bu topraklar da İsrail işgal ve tasallutu altında, İsrail tankları istediği zaman girip çıkıyor. İsrail burada seçimlere bile müdahale ediyor. Meselâ bugün "terör örgütü" diye Filistinlilere zülmün bahanesi olarak kullandığı Hamas'ın seçimlere girmesine müsaade eden İsrail'in kendisi idi.
Bütün bu aşikâr duruma rağmen Türkiye'de bile İsrail generali gibi konuşup yazan basın mensuplarının olması nasıl büyük bir psikolojik harp bombardımanı altında olduğumuzu göstermektedir.
Ermeni meselesine gelince;
Bir defa Türkler bin yıldır bu toprakların sahibi. Bin yıldır bu topraklarda huzurla yaşayan Ermenilerin ve diğer hıristiyanların kabahati önce kendilerinde araması gerekir.
Birinci Dünya Harbi'nde yaşanan sürgün ve acıların sebebi ihanettir. Müsebbibi ise ihanet edenlerdir. Sürgün cezası eski çağlardan beri uygulanan bir ceza hukuku yaptırımıdır. Bunu da en iyi yahudiler bilir. Yahudiler Arabistan'dan Resulullah Aleyhisselâm zamanında ihanetleri sebebiyle sürüldüler. Bu yüzden Araplara ayrı bir kinleri vardır. Bizim hukukumuzda da "Sürgün cezası" yakın tarihe kadar ceza hukukumuzda mevcudiyetini muhafaza etmiştir. (Sürgün cezası 13/07/1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.)
Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Ermeni ihaneti esnasında uygulanan sürgün bu anlamda bir "Sürgün cezası" bile değildir. Zira Ermeniler ülke dışına sürülmemiştir. Üstelik bu geçici bir sürgün olarak düşünülmüştür. Ancak savaşın sonunda yaşanan değişimler bugünkü durumu ortaya çıkarmıştır.
Daha önce de söylendiği gibi küffar bizim en çok eğitimimizle ilgilidir. Yahudileri en çok rahatsız eden şey Milli Eğitim Bakanlığı'nın okullara, ölen Filistinliler için saygı duruşu talimatı vermesi ve okullarda Filistinliler'e yardım için para toplanmasıydı. Ermeniler de "Sarı Gelin" isimli belgeselin okullarda gösterilecek olmasından rahatsız oldular.
Halbuki küffar devletleri sırasıyla yavaş yavaş kendi okullarında "Ermeni soykırımı" adı altında konuyu okul müfredatlarına dahil ediyor.
Küffarın en çok korktuğu şey bu milletin çocuklarına tarihi gerçeklerin öğretilmesidir. Zira bizden çekiniyorlar. "Türk milletinin çocukları Türklere yapılan soykırımları, küffarın gerçek yüzünü öğrenirse ilerde kendilerinden bunun hesabını sorabilir." diye çekiniyorlar.
Küffara vurulacak en büyük darbelerden bir tanesi şudur: Soykırım ve insanlık suçlarını araştırmak üzere üniversiteler bünyesinde enstitüler kurulmalıdır. Bu araştırma enstitülerinin tesbit edeceği hakikatlerin okul müfredatlarına alınacağı ilan edilmelidir.
Bu ilanın yapıldığı gün Ermeni dayatmalarının rafa kalkma ihtimali çok büyüktür.
İsrail'in Gazze vahşeti olsun, Türkiye'nin İsrail'e tepkisi olsun, arka planda bir İran mevzuu var.
İsrail bir türlü İran'a saldırmak için ortam oluşturamadı. Ancak buna çoktan karar verdiler. Ne yapıp edecekler bu kararlarını uygulatacaklar.
Amerika'yı İran'a saldırtmak için uygun ortamı bir türlü oluşturamayan Yahudilerin en sona sakladıkları bir silahları var: Nükleer terör. Bu dehşet senaryosunun alt yapısı hazırlandı bile. Sayıları yüzleri bulan nükleer silahların teröristlerin eline geçtiğine dair haberler çoktan yayıldı bile.
ABD eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney, görevini 20 Ocak'ta devrettikten sonra ilk defa -Davos olayından beş gün sonra- konuştu ve adeta felaket tellallığı yaptı: "Önümüzdeki birkaç yıl içinde teröristlerce bir nükleer ve biyolojik saldırı yapma ihtimali oldukça yüksek. Korkum o ki Obama yönetimi, böylesi bir girişimin başarıya ulaşma şansını artıracak." dedi. Cheney, 8 yıllık icaraatlarını, katliam ve işkencelerini savundu, "İnsanların bize saygı duyduğu kadar sevmesi gerekmez." dedi, "Ülkenin güvenliğini korumak, sıkı, kirli, kırıcı ve nahoş bir iştir." diye konuştu.
"Tuhaf şeyler oluyor! ABD içinde İsrailliler gözaltına alınıyor! ... Gözlemciler, operasyonun ABD kentlerine yapılması beklenen nükleer saldırıyla bağlantısı olduğunu, ... bu kişilerin İsrail istihbaratına mensup olduğunu, ... belirtiyor. 11 Eylül'den hemen sonra gözaltına alınan İsrailli öğrenciler örneğini veriyorlar. ... 'El Kaide'nin mini nükleer silahlarla ABD kentlerini vuracağı'na ilişkin uyarılara ısrarla devam ediliyor."(İbrahim Karagül, 16 Aralık 2005)
Nükleer bomba bir patladı mı artık nerede duracağını tahmin etmek zor. Korkumuz o ki; böyle bir terörü yapacaklar, sonra aynen Irak işgalinde olduğu gibi "Bunu İran yaptı!" diyecekler.
Osmanlı devri subaylarından ve İstiklâl Harbi gazilerinden olan Cevat Rıfat Atilhan "Türk Oğlu Düşmanını Tanı" isimli eserinde şu bilgileri veriyor:
"Cheskel Klötzel 1912 tarihinde neşretmiş olduğu Das Grosse Hassen isimli mecmuanın 2. sayısında şunu diyor: 'Yahudi düşmanlığı dolayısiyle, Yahudiler tarafından bütün insanlara yöneltilmiş büyük bir nefret ve istikrah mevcuttur; biz Yahudiler, bizden olmayan her insanın kalbinin bir köşesinde Yahudi düşmanlığı mevcut olduğunu bildiğimiz için, her Yahudi en derin haklarla Yahudi olmayanların düşmanıdır.'"
Binaenaleyh bu siyonist yahudiler bütün dünyayı yakmak için fırsat kollamaktadır.
Bu kin ve nefret odaklarına karşı uyanık olmamız lâzım. Türkiye'yi sıkıştırmak isteyecekler. Ancak bu sefer gerçek anlamda karşı karşıya geldiğimizde, -Kuzey ırak gibi bir coğrafya üzerinde de olsa- artık büyük savaşın başladığını söyleyebiliriz.