Altı asırlık târihi boyunca büyük bâdireler atlatan, zaman zaman yıkımın eşiğine kadar geldiği hâlde İlâhî yardımın tecellîsiyle yeniden toparlanan Osmanlı Devleti'nin, Timur istilâsından sonra atlattığı en büyük tehlike, hiç şüphesiz ki Sultan II. Murad'ın saltanatının son yıllarında cereyân eden "Varna Savaşı" dır.
Mevcut Osmanlı kaynaklarına göre; Türk ordusunun hezîmete uğramasına ramak kala, Macar kralının Sultan Murad'ın üzerine atını sürmesi, Allah-u Teâlâ'nın lütuf ve desteğiyle "Koca Hızır" adlı bir yeniçerinin kralı attan düşürerek başını kesmesi ve bunu gören haçlı ordusunun bir anda dağılıp imhâ edilmesiyle sonuçlanan bu savaşın kazanılmasında, "Koca Hızır" kadar "Bahâdır" ve "Timurtaş" adlı iki Osmanlı yiğidinin de önemli rol oynadıkları, şimdiye kadar kayıp sanılan ya da üzerinde durulmayan bâzı kaynaklardan açıkça anlaşılır.
12 Haziran-14 Temmuz 1444 târihleri arasında imzâlanan "Edirne-Segedin Antlaşması"na göre; Osmanlı Devleti ile Macar kralının başını çektiği haçlı devletleri on yıl boyunca savaşmayacak ve her iki taraf da hiçbir şekilde Tuna sınırını aşmayacaktı. Ancak antlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra Macar kralı Ladislas, beklenmedik bir anda kalleşçe Osmanlı topraklarına saldırdı ve uç bölgelerindeki İslâm beldelerini basarak on binlerce müslümanı hunharca katletmeye kalkıştı. O sırada tahtı oğlu Şehzâde Mehmed'e bırakıp Bursa'ya çekilmiş olan Sultan Murâd, bu çirkin saldırıyı haber alınca hemen Edirne'ye döndü ve askerleriyle birlikte derhâl Varna sahrâsına yürüdü.
28 Receb 848 (10 Kasım 1444) Salı günü, kendisinden daha kalabalık haçlı ordusuyla şiddetli bir mücâdeleye girişen Osmanlı ordusu, sağ kanadın başında bulunan Anadolu beylerbeyi Güyegü Karaca'nın şehâdetiyle derinden sarsılmış; kısa bir süre sonra Rumeli kanadının da bozulmasıyla Türk askerleri savaş meydanından uzaklaşıp sarp yamaçlara doğru kaçmaya başlamıştı. Etrâfında bulunan az sayıdaki kapıkulu askeriyle savaş meydanında yapayalnız kalan Sultan Murâd, bu manzara karşısında büyük bir telâşa kapılmış ve berâberindeki birkaç erle dağ eteğine çekilerek Allah-u Teâlâ'ya yalvarmaya başlamıştı.
İşte tam bu sırada Allah-u Teâlâ, kralın gönlüne Sultan Murad'ın üstüne tek başına yürüme hırsını düşürmüş; kıt aklıyla cesâret gösterisinde bulunmaya kalkışan kral Murâd Hân'ı er meydanına dâvet ederek, pâdişâhın üzerine süvârîleriyle yedi defâ at sürmüştü!..
Varna Savaşı'nın akışını değiştiren ve Allah-u Teâlâ'nın desteği ile mağlûbiyeti bir anda gâlibiyete dönüştüren Macar kralının katli meselesi mevcut Osmanlı kaynaklarında çok kısa ifâdelerle aktarılır. Meselâ Âşık Paşa-zâde, bu klâsik tarzın en bâri örneğini teşkil eden rivâyetinde: "Kırâl gördi, Türk beginüñ yanında âdem kalmadı, kırâl eyitdi: 'Türk begine eyü fursat elüme girdi, varayum ben Ànı diri dutayum!' diyû yürüdi; yeñi-çeri yarılı-virdi, kırâl geldi aralığa girdi. Atuñ siñirlediler, atdan yıkdılar; bel ki atıyla bile (berâber) yıkdılar. 'Koca Hızır' dirler idi, bir Hündkâr kulı kırâluñ bâşın kesdi." diyerek hâdiseyi özetler.(1)Şimdiye kadar konu ile ilgili araştırmalarda kullanılan diğer Osmanlı kaynaklarında da, olay hakkında bundan daha ayrıntılı bir bilgi yer almaz.
Halbuki asrın şâirlerinden Gelibolu'lu Za'îfî Mehmed savaştan birkaç yıl sonra kâleme aldığı "Gazavât-ı Sultân Murâd bin Muhammed Hân" adlı eserinde, kralın katli ile ilgili klâsik rivâyeti naklettikten sonra,(2) hâdiseyi ayrıntılı olarak aktaran ikinci bir rivâyetten bahsederek şöyle der:
"Ve-lîkin bir rivâyetde dahî hem
Dimişler bu sözi ne bîş-ü ne kem
Ki Şâh'uñ kullarından Koca Hızır
İrişib ol arâya oldı hâzır
Bahâdur adlu yine bir dilâver
Kavî kalb, kolı kuvvetlü bir er
Ve-lîkin adı ânuñ Mustafâ'dur
Ki himmet Mustafâ'dan reh-nümâdur
İrişdi bir süñü urdı kırâle
Dilâdi düşüre bâşını ele
Egildi düşmedi lîkin o mel'ûn
O meşûm-u bed-ahter, dûn-ı mağbûn
Bahâdur irdi, sarmaşdı revâne
Yera çekdi düşürdi ol divâne
Koca Hızır irdi bâşın kesdi der-hâl
Zihî sâ'at, zihî ây-u zihî sâl
İrişdi yiñi-çarî dâhı ol-dem
Parâ pârâ kılıben itdiler kem
Gel imdi sen-dahı hôş 'âşıkâne
salâvât vir Resûl'e sâdıkâne
Kim ânuñ mu'cizâtıdur bu işler
Ve-lîkin âdem ânı kaçan işler
Buları gör ki Şeh-in-şâh n'itdi?
İkisin dâhı sancak bagin itdi
Zihî hikmetdürür sen gör bu hâli
Ki Hızır ve Mustafâ öldürdi kırâlı…"(3)
Za'îfî'nin bu dizelerinden, krala yalnız Koca Hızır'ın değil, asıl adı "Mustafâ" olan "Bahâdır" adlı bir Osmanlı erinin de müdâhale ettiği; netîcede kralı öldürmelerinin bir mükâfâtı olarak Sultan Murad'ın her ikisine de sancak beyliği verdiği anlaşılıyor.
Savaşın dönüm noktası sayılabilecek olan bu hâdise Za'îfî'nin "Gazavât-nâme"sinde bu kadar ayrıntılı olarak ele alınırken; savaşın her safhası hakkında geniş tafsilât içermeleri beklendiği hâlde, anonim "Gazavât-nâme"de ve Kâşifî'nin "Gazâ-nâme'-i Rûm"unda kısa ifâdelerle geçiştirilmiştir.
Anonim "Gazavât-nâme"nin kimliği meçhûl yazarı, kralın katlini: "Kırâl dahî iş bâşına düşüb aşağı yukarı segirdüb giderken, guzzât-ı İslâm'dan bir kolu kuvvetlü er kırâl-ı bed-fi'âle nice bir topuz havâle idüb urdı, kırâl-ı bed-fi'âli atdan düşürdi. Yeñi-çeri ve 'azeb üzerine düşüb kırâla urdılar nacağı…" diyerek(4) belirsiz bir biçimde aktarır. Değil Bahâdır'ın ve diğerlerinin adını, olayın baş kahramânı "Koca Hızır"ın ismini dahî zikretmez; hattâ onun, kralın başını kesip göndere diktiğinden de hiç sözetmez.
Kâşifî de klasik Osmanlı kaynaklarında tekrarlanan rivâyetten daha fazla bir ayrıntı vermez.(5) Fakat onun burada, ancak Oruç Beg Târîhi'nin ve Ruhî Târîhi'nin ikinci tertip nüshalarında rastladığımız, Koca Hızır'ın kralın başını pâdişâhın ayağına yuvarlaması rivâyetini aktarırken, Hızır hakkında kullandığı "sipeh-büd: ordu kumandanı" ifâdesi,(6) onun kimliğini tespit husûsunda bize önemli ipuçları verir. O'nun verdiği bu mühim ayrıntı Prof. Dr. Halil İnalcık'ın; Koca Hızır'ın, anonim "Gazavât-nâme"de İzladi Savaşı sırasında Sofya'ya gönderilen, ancak pusuya düşürülerek kralın karşısına çıkarıldığı bildirilen ordu komutanı "Uzun Karı-oğlu Hızır Beg"le(7) aynı kişi olduğu görüşünü(8) kuvvetlendirmektedir.
Varna Savaşı'nı kısa cümlelerle geçiştiren Za'îm Mîr Mehmed Kâtib de "Câmi'u't-Tevârîh"te tıpkı Za'îfî gibi, Sultan Murâd'ın Koca Hızır'a mükâfât olarak sancak beyliği verdiğine işâret ederek: "Kırâl leşkerinüñ ardı alındı ve yeñi-çeri gâzîlerinden 'Koca Hızır' dimekle ma'rûf bir server kırâl-ı bed-hâlüñ atın süñüleyüb, ol mahallde kırâluñ bâşı kesildi. Pâdişâh-ı 'âlem-penâh Koca Hızır'a ol zamân sancâğla ri'âyet idüb, guzzât-ı İslâm'a feth[-u] zafer ve küffâra inhizâm-ı kesr vâkı' oldı." der.(9)
Mehmed Za'îm bugün bizce bilinmeyen başka bir kaynaktan yararlanmamışsa, Koca Hızır'ın sancak beyliğine tâyini ile ilgili kısmı belki Za'îfî'den aktarmış olabilir. O'nun Bahâdır'dan ve sancak beyliğine atanışından sözetmeyişi, diğer müverrihlerin yaptığı gibi kıssayı özetleme çabasından ileri gelmektedir.
Oruç Beg'in "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân"ının bilinen en mufassal nüshasında bu bilgi, Za'îfî'ninkinden daha da ayrıntılı olarak yer alır. Müellif burada Koca Hızır'ın ve Bahâdır'ın isimlerini zikrettikten sonra, Za'îfî'deki rivâyetin aksine Bahâdır'ın o esnâda şehîd edildiğini, kralı attan düşürenin ise "Timurtaş" adında başka bir Osmanlı yiğidi olduğunu ifâde ederek şöyle der: "Kırâl kendü alayından çıkub yalıñuz at saldı, ya'nî bahâdırluk göstere. Kudret-i Hakk, hemân-kim alayından çıkdı, bir bahâdur yaya-bâşı vardı, hem adı "Bahâdur" idi, Gelibolı'da olurdı, bir yüksek yirden gözler-imiş; kırâlı gördi, bildi, hemân-dem dere başından at saldı. Kırâluñ üstine Rüstem-vâr irüb kırâlı süñüyle urdı ve illâ atından yıkamadı, ol arâda Bahâdur'ı şehîd eylediler. İki gâzî dahî irüb Bahâdur'ı uranı öldürdiler, ânuñ ardınca bir yigit irdi "Timûr-tâş" adlu, irüb kırâluñ atını çaldı, siñirledi, kırâl atından yıkıldı. Bir-kaç yeñi-çerî hâzırdı, çaldılar, meger "Koca Hızır" dirlerdi, bir yaya-bâşı vardı, ol arâda hâzırdı, kudret âña nasîb itmişdi, irüb kırâluñ bâşını hemân-dem Sultân Murâd'a getürüb: "Sultân'umuñ hemîşe düşmanınuñ bâşı atı ayağı altında galatân olsun!" diyû Sultân Murâd öñinde bâşı yuvaladı: "Hemîşe düşmenler bâşı eyle olsun!" diyû. Sultân Murâd gördi, kırâl leşkerinden bir kâfir bulub getürüb bâşı gösterdiler, ol kâfir ol bâşı görüb ağladı: "Kırâl kendüdür!" didi, ândan bildiler. Bâşı görüb, Sultân Murâd yüz göge tutub Hakk Te'âlâ'ya çok şükrler eyledi."(10)
Behiştî, Rûhî Çelebi ve Âlî gibi târihçilere kaynak olan, "Oruç Beg Târihi"nin günümüze ulaşmış en mufassal nüshasındaki;
Bahâdır, Timurtaş ve Koca Hızır'ın kralı katletmesi rivâyeti.
Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. nr.: 773, vr. 71b-72b.
Oruç Beg'in bu ayrıntılı bilgiyi, Sultan II. Murâd döneminde yazılmış bir "gazavât-nâme"den aktardığında şüphe yoktur. Bu rivâyetle, kralın katli hakkında asrındaki diğer müverrihlerden daha geniş malûmat sâhibi olma niteliği kazanan Oruç Beg, bu hususta kendisinden sonra eser yazan birkaç müverrihe de kaynak olmuş; bunlardan bazıları rivâyeti aynen nakletmiş, bâzıları da özetleme yolunu tutmuştur.
Nitekim eserini 908 (m. 1502-3) yılında tamamlayan Behiştî, Osmanlı târihçileri arasında ilk kez her pâdişâha ayrı bir cilt ayırmak sûretiyle yazdığı "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinin "VI. cild"inde: "Çün kırâl-ı mest, iki yüzlü şimşîre dest urub piyâdeler içine girdi, meger ânı bilür "Bahâdur" dirler bir yaya-bâşı vâr idi, hem bahâdur kişiyidi, piyâdeler içine girdügin göricek at salub bir gönder urdı, ammâ kaçamadı, 'akabince gelen kafa-dârları Bahâdır su-bâşıyı şehîd eylediler. Ve yeñi-çerilerden 'Timûr-tâş' adlu bir kimesne vâr-idi, kırâluñ atın siñirledi; yıkılıcak, 'Koca Hızır" nâm bir yaya-bâşı yayân olub, bâşın kesüb tâc-ı mükellel ile cidâya dikdiler." diyerek,(11) Oruç Beg'in bu rivâyetini özetlemiştir.
Rûhî Çelebi de ilk olarak hicrî 889 (m. 1484)'ten biraz sonra yazdığı "Târîh-i Rûhî" adlı eserinin, 917 (m. 1511-12)'de yeniden düzenlediği mufassal nüshalarından birinde,(12) Oruç Beg Târihi'nde yer alan yukarıdaki rivâyeti -yanlışlıkla "Âşık Paşa"ya atfederek-(13) kelimesi kelimesine nakletmiştir.(14)
Gelibolulu Mustafa Âlî de "Künhü'l-Ahbâr"ında, kralı attan düşürenlerin başka, başını kesenin başka kimseler olduğunu gösteren bu ayrıntılı rivâyeti "Neşrî Târîhi"ne dayanarak nakleder ve bu rivâyetin içerdiği düzgün ve tutarlı tafsilât nedeniyle, ilk rivâyetten daha sahîh olduğunu söyler: "Ammâ Monlâ Neşrî kavlince, meger ki 'Bahâdur' nâm bir bahâdur-ı za'îm kırâl-ı gümrâhı teşhîs idüb gözlerdi. Arkurıdan gelüb nîzesini havâle kıldı, lâkin yıkamadı; kırâl kafa-dârlarından cânını dahî kurtaramadı. İkisi gelüb Bahâdur'ı şehîd itdiler. Lâkin ânları dahî ehl-i İslâm'dan iki mücâhid-i nâm-dâr katl-ile nâ-bûd-u hâkisâr kıldı. Ba'de-hû 'Rüstem' nâm bir dilîr-i Rüstem-kâm kırâl-ı dâllüñ atını siñirleyüb, tâ ki ândan yıkılub yeñi-çeri zümresinüñ meyânında kaldı. Fe-lâ-cerem nicesi üşdiler, tîğ-u harbe ile mel'ûna girişdiler. Ammâ kellesi kesilüb bedenden ayrılmak sâbıku'z-zikr 'Koca Hızır'a müyesser oldı. Bu makûle tafsîl-i sıhhat-i mâ-cerâya delîl olmağın tahrîri câ'iz görüldi."(15)
Neşrî Târihi'nin elimizdeki mevcut nüshalarından hiçbirinde bu rivâyet yer almaz. Kaynakları arasında Rûhi Çelebi'nin "Târîh-i Rûhî"sini de zikreden Âlî, eğer yukarıdaki rivâyeti hangi kaynaktan aldığını karıştırmamışsa -ki bunu yapmayacak kadar dikkatli ve titiz bir târihçidir-, demek ki Mehmed Neşrî de eserini sonradan başka kaynaklara, belki de Rûhî Çelebi gibi "Oruç Beg Târîhi"nin yukarıdaki mufassal nüshasına dayanarak genişletmiş ve eserin bu yeni şekline, krala Hızır'la birlikte Bahâdır ve Timurtaş'ın da taarruz ettiğini gösteren rivâyeti eklemiştir. Ancak ne yazık ki bu mufassal nüsha, şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde ele geçmemiştir.
Za'îfî'nin manzum "Gazavât-nâme"sine ve "Oruç Beg Târîhi"nin şimdiye kadar istifâde edilmeyen en mufassal nüshasına dayanan bu rivâyetler; şimdiye kadar yalnız "Koca Hızır"a atfedilen "kralın katli" hâdisesinde onun kadar, bugüne dek isimleri işitilmeyen Gelibolu'lu "Bahâdır"ın ve yeniçeri erlerinden "Timurtaş"ın da ciddî ölçüde rol oynadığını göstermektedir.
Bu kaynaklar "Varna Savaşı" hakkında bilinmeyen pek çok ayrıntıyı ve diğer kaynaklarda bulunmayan geniş tafsilâtı içermekte olup; aslında yalnız "kralın katli" meselesinin değil, Varna Savaşı'nın her safhasının bu kaynaklara göre yeniden yazılması gerekir.
(1) Âşık Paşa-zâde Ahmed Âşıkî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 185, H. N. Atsız neşri, "Osmanlı Tarihleri-I" içinde. bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(2) Gelibolu'lu Za'îfî Mehmed, "Gazavât-ı Sultân Murâd İbn-i Muhammed Hân", Afyon Gedik Ahmed Paşa İl Halk Ktp. nr.: 18349/1, vr. 92a-92b.
(3) Za'îfî, a.g.e., vr. 92b-93a.
(4) Halil İnalcık - Mevlûd Oğuz, "Gazavât-ı Sultân Murâd bin Muhammed Hân", vr. 58a / s. 65. TTK yayını, bas.: Ankara, 1978.
(5) Kâşifî, "Gazâ-nâme'-i Rûm", İ.Ü. Ktp. FY, nr.: 1388, vr. 19a-20b.
(6) Kâşifî, a.g.e., vr. 20b.
(7) Krş. "Gazavât-ı Sultân Murâd bin Muhammed Hân", vr. 16a-18b / s.17-20.
(8) Krş. a.g.e., "Notlar", s. 98, not: 24.
(9) Za'îm Mîr Mehmed Kâtib, "Câmi'ü't-Tevârîh", Süleymâniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 237, vr. 241b.
(10) Oruç bin Âdil el-Edirnevî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. nr.: 773, vr. 71b-72b.
(11) Behiştî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", c. VI, British Museum, Add. Gr. Mr.: 7869/3, vr. 131b.
(12) Berlin Staatsbibliothek, Tübingen, MS Or. Quart, nr.: 821. Diğeri Cezayir'de, Bibliotheque Musee'dedir [nr.: 1650].
(13) Rûhî el-Edirnevî, "Târîh-i Rûhî", Berlin Staatsbibliothek, Tübingen, MS Or. Quart, nr.: 821, vr. 119a.
(14) Rûhî el-Edirnevî, a.g.e., vr. 126a-126b.
(15) Gelibolu'lu Mustafa Âlî, "Künhü'l-Ahbâr", c. V, s. 214, bas.: Takvîm-hâne'-i Âmire, İstanbul, 1277