İsrail yine gerçek yüzünü gösterdi. Hukuku, insanlığı, insafı, vicdanı ayaklar altına almakta zerre tereddüt etmedi. Bütün dünyanın gözü önünde çocukları öldürmekten çekinmedi.
İsrail hedef gözetmeden vurdu, yıktı, öldürdü. Hatta bilakis zaman zaman bizzat çocukları hedef aldı. Kendi işgali ve kontrolü altındaki bir bölgeye dünyanın en üstün teknolojisi ile yapılan bir saldırıda bu kadar çok çocuk öldürülmüş olması kasıtlı bir hareketin en büyük delilidir. Nitekim 22 gün içerisinde İsrail 36'sı BM'ye ait 67 okulu, hastaneleri, ambulansları bombaladı.
Yine büyük bir vahşet yaşandı, yine bütün dünya bu vahşeti görmezden gelmek istedi. Ancak pervasızlık ve vahşet o kadar büyüktü ki hiçbir perde örtemedi.
Dünya medya tekelini elinde bulunduran siyonist zihniyet, müslümanlar üzerinde icra edilmek istenen büyük projeye psikolojik harp boyutunda sonsuz bir destek veriyor. Bu psikolojik harp rüzgârını arkasına alan Amerikan ve İsrail başta bilumum Batı orduları dünyanın dört bir tarafında "Müslüman öldürme" iştahını(!) tatmin ediyor. Kadın-çocuk-sivil demeden milyonlarca müslümanı öldürerek ödlekliklerini bastırıyor, yamyam ruhlarını tatmin ediyorlar. Yeni icat ettikleri silahları, ölüm kusan bombalarını her fırsatta deniyorlar. 10 tonluk, 20 tonluk yeni nesil konvansiyonel bombaları, nükleer, kimyasal oyuncaklarını(!) müslüman halklar üzerinde teste tabi tutuyorlar.
Medyatik "Psikolojik harp" bu noktada devreye giriyor. Dünyanın tepkisini çekmemek için bir maskenin arkasına saklanıyorlar. "Terörist gruplara saldırıyorum, dünyanın iyiliği için savaşıyorum!" yalanına sarılıyorlar. Sonuç: Afganistan'da 500 bin, Irak'ta 1 milyon, Filistin'de 1500... uzun bir liste devam ediyor. Ve maalesef devam edecek görünüyor.
Zira bunların savaşı "İslâm"a karşı, "Müslümanlar"a karşı. Bakmayın muvaffak olamadıkları için geri adımlar attıklarına. İçlerinde besledikleri kin çok daha büyük. Ancak ölüm korkusu ve dünyanın rahat ve istirahati o kadar içlerine işlemiş ki, bütün korkutucu güçlerine rağmen en ufak direnişte madara oluyorlar. Göğüs göğüse bir harbe girmekten ödleri kopuyor. İşte bu yüzden bazılarının söylediği gibi: "Türkiye'nin en büyük silahı gerilla harbi tecrübesine sahip bir ordusunun olmasıdır." İşte bu yüzden Türkiye'den çıkan kuvvetli sesler bütün dünyada yankılanıyor. İşte bu yüzden küffar bizden bizim tahminimizden çok daha fazla çekiniyor. Fakat utanmadan işgal sınırlarını korusun diye bizden asker istiyorlar. Şunu sormak lâzım: "İstediğiniz asker BM kararlarında kabul edilen sınırlarda mı görev yapacak, yoksa işgal sınırlarında mı?"
Filistin'de yaşanan vahşet ve zulüm ilk defa olmuyor. İsrail tarihi bu tür vahşetlerle ve zulümlerle dolu. Yahudiler daha Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki İngiliz manda yönetimi zamanında teröre başladılar. Kendilerini destekleyen devrin İngiliz manda yönetimine bile terör saldırıları yaptılar. Çünkü hiçbir zaman ellerindeki ile yetinmek gibi bir niyete sahip olmadılar.
O gün bugündür zulüm devam ediyor. İsrail tarihi adeta bir zulüm tarihidir. Terör, katliam, sürgün Filistinliler için hayatın bir parçası oldu.
Filistinlilerin yaşadıklarını anlayabilmek için hem İsrail tarihini hem de Filistin'deki şartları bilmek gerekiyor.
Filistin denilen ülke İsrail işgali altındaki bir toplama kampıdır. İsrail'in yaptığı ise kendi sorumluluğu altındaki insanları öldürmektir, aç-açıkta bırakmaktır. Zira bu toplama kamplarına İsrail'in kontrolündeki kapıların haricinde bir giriş yok.
Oradaki İsrail saldırılarının ve Filistin'deki durumun boyutunun ayrıntılarına girmeden önce dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus var:
HİÇ ARALIKSIZ DEVAM EDEN İSRAİL İŞGALİ
Filistin'in dünü ve bugününü özetleyen haritaları görüyorsunuz.
İlk haritada 1946 yılındaki fiili durum görülüyor. Yeşil renkli alan Filistinlilere ait olan bölgeleri gösteriyor. İkincisi 1947'deki BM planının öngördüğü harita. Üçüncü harita 1967'deki Arap-İsrail savaşından sonra İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarını kapsıyor.
Dördüncü ve son harita ise bugünkü fiili durumu gösteriyor. Suriye'den işgal edilen Golan bölgesi ile Batı Şeria ve Gazze'nin büyük bölümü İsrail işgali altında.
Elimizdeki atlaslarda 1967 işgalinden sonraki durumu gösteren üçüncü haritayı görüyoruz. Halbuki Filistin'in dramını anlamak için son haritayı yani bugünkü fiili durumu bilmek gerekiyor. Haritada görüldüğü gibi Filistinlilerin bütün şehirleri ve ülkesi İsrail kuşatması altında. Petrol, gaz, elektrik İsrail'den geliyor. Hatta maaşlar İsrail'in verdiği para ile ödeniyor. Buna Gazze de dahil.
Bu küçük coğrafi alanda Filistinlilerin hiçbir özgürlüğü yok. İsrail istediği zaman tanklarla, askerlerle istediği yere girip istediği katliamı yapıyor, ev ev girip arama yapıyor. Helikopter, füze, uçakla istediği kimseyi istediği yeri bombalıyor.
Normal zamanlarda bir Filistinli bir kasabadan bir başkasına gitmek istediği zaman İsrail kontrol noktasından geçmek zorunda ve aynı zamanda saatlerce bekletilme işkencesine katlanmak zorunda. Bazen hastaneye gitmek için bu şekilde kontrol noktasında saatlerce beklemek zorunda kalıyorsunuz. Kontrol noktasında hayatını kaybeden hamile kadınlar oluyor. Birçok Filistinli de çalışmak için İsrail'e geçiyor. Sabah iş başı yapabilmek için 3 saat önce kontrol noktasına gelip bekleme işkencesinden geçiyor. İsrail sınırları kapattığı zaman ise işsiz kalıyor.
Gazzeliler Mısır sınırında. Ancak onlar da İsrail'in kontrolünden kaçınmak için uzun ve gizli tüneller kullanmak zorunda. Son savaşta İsrail bu tünelleri havaya uçurmakla iftihar etti biliyorsunuz.
Batı Şeria'da 250 bin yahudi yerleşimci var. Bunların yarıdan çoğu da 1993 yılında başlayan Oslo Barış sürecinden sonra yerleştirildi. Yani İsrail planlı ve kararlı bir şekilde işgale devam ediyor. Bu yüzden "Barış süreci" falan bunların hepsi hikâye. İsrail ne Batı Şeria'yı terkeder, ne de Golan tepelerini. Barış hayali peşinde kendisini kaptıran, İsrail'den geri adım atmasını bekleyen kimselerin hayal kırıklığına uğramasından daha normal bir şey yoktur.
Filistin tarihi aynı zamanda sürgün tarihidir. Filistin halkının yarıdan çoğu kendi topraklarının dışında yaşamaktadır. Gazze'deki nüfusun 1 milyona yakını mültecidir. Gazze aynı zamanda dünyanın en büyük mülteci kampıdır. Yerinden yurdundan sürülen insanlar 60 yıldır burada tıkış tıkış yaşamaktadır. Ürdündeki Filistinli mülteci sayısı da yaklaşık üç milyondur. Lübnan'daki evsiz Filistinli mülteci sayısı 350 bindir. Bugün Filistinlilerin 5 milyona yakını mülteci durumunda. İşte İsrail gerçeği!
Bu mültecileri yurtlarına iade etmeyen hangi anlaşma "Barış anlaşması" olabilir ki?
İsrail sadece Filistinliler'e değil, bütün insanlığa saldırıyor. İsrail bütün dünyaya harp ilan etmiş durumda. Elinden gelse Filistinliler'e yaptığını bütün dünyaya yapmak istiyor. İçinde büyük bir kin, büyük bir vahşet saklıyor.
Bu söz abartılı gelmesin. Bu söz bir hakikatin ifadesidir. Şöyle ki:
İsrail'in Gazze saldırıları başladığı günlerde İsrail ordusu sadece masum sivilleri, çocukları, ambulansları değil, BM görevlilerini de hedef aldı. Daha büyüğünü de yaptı. Ne yaptı? BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ateşkes görüşmeleri için İsrail'de iken içinde İsrail vahşetinden kaçan Filistinli sivillerin de bulunduğu BM yardım binasını vurdu. Yetmedi içinde 500 yaralı bulunan bir hastaneyi vurdu. Yetmedi basın merkezinin bulunduğu binayı vurdu.
Bu nasıl bir fütursuzluktur? Bu nasıl bir aşağılamadır? Bu nasıl bir acziyettir? BM Güvenlik Konseyi ateşkes kararı alıyor, İsrail BM binası vuruyor. Medeni olduğunu iddia edip de bu derece pervasız hareket eden, bütün dünya devletleri ile dalga geçen başka bir ülke var mı? Veyahut hangi ülke böyle bir hukuksuzluğa cesaret edebilir. Amerika bile İsrail kadar pervasız hareket edemiyor, etmiyor.
Sonradan yapılan "Yanlışlık oldu!" açıklamaları bir yalandır. Aynı anda bu kadar yanlışlığın üstelik BM Genel Sekreteri orada iken meydana gelmesi İsrail savaş teknolojisi için imkânsızdır.
Daha devamı var. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile yaptığı görüşmenin ardından Gazze'deki harabiyeti görmeye gitti. İsrail sınırından Gazze'ye geçerken yarım saat pasaport kontrolünde bekletildi. (Bildiğiniz gibi Başbakan Erdoğan da Filistin topraklarına gittiği sırada, İsrail tarafından kontol noktasında yarım saat boyunca bekletildiğini açıklamıştı.)
Gazze'yi ziyaret eden ilk resmi yetkili olan BM Genel Sekreteri, gördüğü sahnelerin "yürek parçalayıcı" olduğunu ve "çok derin üzüntü duyduğunu" belirtti. BM'nin Gazze şehrindeki merkez binasında yaşanan tahribat karşısında, "dehşete kapıldığını" kaydetti. Gazze'deki sivil ölümler için "kapsamlı bir soruşturma" başlatılması çağrısında bulundu.
Siyonist yahudilerin bu tavrı yeni bir tavır değildir.
İsrail saldırıları başlamadan önce işgal altındaki topraklarda gittikçe artan insan hakları ihlallerini araştırmak için BM İnsan Hakları Konseyi'nin resmi ziyareti kapsamında İsrail'e giden BM Özel Temsilcisi Richard Falk İsrail yetkilileri tarafından bir ay boyunca iletişim kurmasına izin verilmeden alıkondu.
Bu olayın ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı Rahip Miguel d'Escoto Brockmann İsrail'in Falk'u gözaltına almasını ve bölgeye girişini engellemesini sert bir dille eleştirdi. 60. İnsan Hakları Günü kutlamaları sırasında "800 bin Filistin vatandaşının 60 yıldır evlerinden koparılmış bir halde, fakir bir yaşama maruz bırakıldıklarını, yerlerinden edilip mülteci durumuna düşürüldüklerini" söyledi. Birleşmiş Milletler'in 61 yıl önce kabul ettiği iki ülke anlaşmasını hatırlatan D'Escoto "İsrail bugün 61. kuruluş yılını kutlayabilirken Filistinlilerin hâlâ kutlayabilecekleri bir ülkeleri olmaması utanç vericidir" dedi. Uluslararası Filistin ile Dayanışma Günü'nde yaptığı konuşmada da, Filistinlilere uygulanan İsrail baskısını Güney Afrika'da siyahlara karşı yapılan korkunç uygulamalara benzetti.
Bunun üzerine Amerika'daki Yahudi örgütleri başta olmak üzere, İsrail yanlısı gruplar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı'na karşı yoğun bir kampanya başlattı. Ölüm tehditleri almaya başladı. Ölüm tehditlerinin ciddi boyutlara ulaşması üzerine başkan sıkı bir şekilde korumaya alındı.
Siyonistlerin BM düşmanlığına bir örnek de "Karanlıklar Prensi" lakaplı Richard Perle'nin Pentagon politikalarına yön veren Savunma Politikası Kurulu'nun başkanı olduğu dönemde hiç çekinmeden The Guardian gazetesine "Tanrıya çok şükür ki BM öldü!" diye başlık atarak makale yazması idi. (21 Mart 2002)
Perle bu yazasında şöyle demişti: "Saddam Hüseyin'in terör rejimi sona ermek üzere. Kısa süre sonra çekip gitmiş olacak; ancak giderken beraberinde BM'yi de götürecek. Belki tamamını değil. ..., Hudson üzerindeki koyunlar melemelerine devam edecek. Ölecek olan, BM'nin yeni dünya düzeninin kurucusu olduğu fantezisi. Enkazı kaldırdığımızda, uluslararası hukuka korunan o kibirli liberal güvenlik fikrinin nasıl bir entelektüel yıkıntı olduğunu daha iyi göreceğiz."
BM'ye karşı kinini gizlemeyen Perle'nin bu yazısında garip bir çelişkisi vardı. Zira BM'den şikâyetini şu gerekçeye dayandırmıştı:
"Güvenlik Konseyi'nin kendi kararlarını uygulatmak
konusundaki kronik başarısızlığına tahammül edilemez: bu kararlar deneme tahtası değildir. Şimdi bu işi yapmaya niyetli olanlarla bir koalisyondayız. Bu koalisyon yeni dünya düzeni için tehdit değil, en büyük umut ve BM'nin vahim başarısızlıklarının yarattığı anarşiye karşı gerçek bir alternatif."
Siyonist Perle aslında Güvenlik Konseyi'nin ve bütün dünyanın Amerika'nın İslâm dünyasına saldırma planlarına direnmesine içerlemişti. Gözleri kendi çelişkisini göremeyecek kadar dönmüştü. Zira BM'nin iktidarsız kararlarının büyük çoğunluğu İsrail hakkındaydı. İsrail hakkında alınmaya çalışılan birçok kararı ABD veto etmişti. Buna rağmen İsrail aleyhinde ABD vetosundan kurtulan 60 küsur BM kararı vardı. Bu kararların vetodan kurtulabilmesi de "Kınama kararı" şeklinde yaptırım içermeyen kararlar olmasıydı.
BM tarafından bu kadar kınanan başka bir ülke yok.
İsrail kurulduğu günden bugüne kınanıyor, BM kararlarına, barış görüşmelerine rağmen işgalini ara vermeden genişletiyor. Üstelik BM'ye ve bütün dünyaya meydan okumaktan çekinmiyor. Sonra da "Ben teröristlere karşı harbediyorum, niye bana kızıyorsunuz?" diye suyun üzerine çıkmaya çalışıyor.
İsrail budur, İsrail'i savunanların durumu da buna göredir. Zalimin zulmüne arka çıkmaktır. Kara cehalettir.
Hıristiyan dünyası hatta bazı yahudiler bile İsrail'e en sert tepkileri veriyor.
Norveçli diplomat Trine Lilleng'in şahsi bir e-posta mesajında "İkinci Dünya Savaşı'ndaki Holokost (Yahudi soykırımı) mağdurlarının torunları Filistinliler'e Nazi Almanya'sının onlara yaptığının tamamen aynısını yapıyorlar." diye yazmasını İsrail'in Jerusalem Post gazetesi ifşa etti. Lilleng mesajına Alman askerlerinin silah doğrulttuğu bir yahudi çocuğunun fotoğrafının yanına İsrail askerlerinin silah doğrulttuğu Filistinli bir kız çocuğunun fotoğrafını eklemişti.
Bu durum hem İsrail'in elektronik istihbaratını hem de bütün dünyada uyguladığı psikolojik harbin boyutunu gösteriyor. Diplomat mesajın özel yazışması olduğunu açıklamak zorunda kalıyor.
Daha önce de değişik vesilelerle yazı konusu olmuş bir gerçeği akıldan çıkarmamak gerikiyor:
İsrail'i yönlendiren siyonist yahudiler kendi dini kaynaklarında haber verilen "Dünya Karallığı"nın kurulma vaktinin geldiğine inanıyorlar. Bunları çok iyi tanıyan uzmanların sözleriyle "Dünya insanlarının % 20'si bize köle olarak kalsa yeter." diye düşünüyorlar. Nitekim İsrail eski Stratejik İşler Bakanı Avigdor Lieberman "Amerika'nın İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya'ya yaptığı gibi Hamas'a karşı savaşa devam etmeliyiz. Böylece bölgeyi işgal etmeye lüzum kalmaz." dedi.
Büyük harpler, büyük kıyımlar planlıyorlar. Tabii bunu kendi elleriyle yapacak değiller. Her zaman olduğu gibi insanları, milletleri, devletleri birbirine düşürecekler.
Allah-u Teâlâ yahudilerin bu sıfatları hakkında Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
Binaenaleyh Türkiye'deki fitne ve terör olsun, dünyadaki fitne ve terörler olsun, ülkeler arasındaki harpler olsun çoğunda bunların ektiği fesat tohunmlarının eserlerini görürsünüz.
Müslümanlar başta olmak üzere bütün dünyayı zor bir süreç bekliyor. Önümüzdeki 20-30 yıl zor geçecek.
Aşağıdaki satırlar dünyaca tanınmış bir yahudi müzisyen olan Gilad Atzmon'a ait:
"Eski Ahit ve Gazze'deki Soykırım
... 'Tanrınız RAB mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde, önünüzden birçok ulusu … kovacak. Tanrınız RAB bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda, tümünü yok etmelisiniz. ... antlaşma yapmayacaksınız, onlara acımayacaksınız' (Yasanın Tekrarı (Deuteronomy) 7:1-2)
'… soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız RAB'bin size buyurduğu gibi, onları … tümüyle yok edeceksiniz.' (Yasanın Tekrarı (Deuteronomy) 20:16-17)
... Güpegündüz IDF (İsrail ordusu) sanki asıl amaçları 'hiç merhamet' göstermeden Gazzelileri 'yok etmek'miş gibi siviller üzerine en ölümcül metotları uyguluyor. ...
Yahudi devleti insanlığa ve hümanizm nosyonumuza en büyük tehdittir. ... Aydınlanma, liberalizm ve eşit haklar, kadim kabilesel üstünlükçü özelliklerinden Yahudileri kurtarmaya izin verdi. 19'ncu yüzyılın ortalarından itibaren birçok Yahudi kültürel ve kabilesel zincirlerini kırmaya başlamıştı. Oldukça trajik şekilde Siyonizm birçok Yahudi'yi geri çekmeyi başardı. Halihazırda, İsrail ve Siyonizm Yahudiler için yegane ortak sestir.
Filistin sivil halkına karşı acımasız saldırının son 12 günü tartışmaya yer bırakmıyor. İsrail dünya barışına en ölümcül tehlikedir. Açıkça uluslar 1947'de ırkçı odaklı bir kimliğin hevesine devlet kurma şansı vererek trajik bir hata yapmıştır. Ancak ulusların şimdiki görevi çok geç olmadan bu devleti lağvetmektir. Yahudi devleti ve dünyadaki güçlü lobileri banal bir popülist ideoloji (demokrasi, terörle savaş, kültür çatışması vs) "adına" küresel bir savaş içine çekmeden önce bunu yapmak zorundayız. Tek ve yegâne gezegenimizi nefret kazanına dönüştürmeden önce uyanmak zorundayız." (09 Ocak 2009, Timetürk.com)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde şöyle buyuruyor:
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün!" (Mâide: 13)
Şunu baştan söylemek lâzımdır. Filistin halkı işgalci güçlere karşı direnişinden dolayı kınanamaz. Hatta belki "Bunca zamandır niye gerektiği gibi direnmediniz?" diye sorulabilir.
Fakat küffar bu direnişi önlemek için her yere ikilik sokmaya çalışıyor. Türkiye'ye de sokmaya çalışıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Allah ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Sabredin! Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl: 46)
İşte Filistin, işte Arap dünyası. İş o noktaya gelmiş ki, kimi Arap ülkeleri "Oh olsun!" der gibi sessiz kaldılar. Halbuki bu saldırının maksadı var, devamı var. Öncesi var, sonrası var. Bütün Ortadoğu'yu yakmaya çalışan bir İsrail var.
Şimdi tabii Hamas'ın durumu da haliyle merak ediliyor. Orada savaş varken buradan ahkâm kesmek yakışık değil. Ancak 2006 Ocak ayında yapılan son seçimlerden sonra Filistin meclisinde yaşanan bir hadise var ki "Bayrak"ın ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini bilen hepimizi derinden üzmüştü. Biz sadece bu olayın haberini nakledelim. Kararınızı kendiniz verin. Anadolu Ajansı'nın haberi gazetelere şöyle yansımıştı:
"El Fetih militanları meclisi kuşattı.
40'a yakın silahlı Filistinli militan, Ramallah'taki meclis binasını bastı. ... AFP muhabiriyle konuşan Remzi Ubeyd, 'Sadece Filistin bayrağını göndere tekrar çekmek için geldik' dedi. ...
Hamas militanları, seçimi kazandıktan sonra meclis binasındaki Filistin bayrağını indirip partilerinin yeşil amblemini asmıştı. ..." (28 Ocak 2006, Sabah)
Üzücü durumlar var. Fakat söz konusu olan işgal, zulüm ve Filistin halkı. Binaenaleyh bize düşen Filistin'deki zulme seyirci kalmak değil, bu nifakın, bu zulmün ortadan kalkması için, İsrail'in dünyayı ateşe vermesinin önüne geçmek için gayret etmektir.