Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Şems Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1) - Ömer Öngüt
Şems Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Ocak 2009

 

Şems Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (1)

 

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On beş Âyet-i kerime, elli dört kelime ve iki yüz kırk altı harften müteşekkildir.

İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Güneş" mânâsına gelen "Şems" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur.

Ebu Büreyde -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre, Resulullah Aleyhisselâm yatsı namazında Şems sûre-i şerif'iyle benzeri uzunlukta olan sûre-i şerif'leri okurdu.

 

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından iki bölüme ayrılır.

On birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azametine delâlet eden sekiz delil üzerine yemin edilerek; kendini küfür ve nifaktan, günahlardan arındıranların kurtulacağı, nefsini kirletip örtenlerin ise ziyana uğrayacağı beyan edilmektedir.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, Sâlih Aleyhisselâm'ın kavmi olan Semud'un âkıbeti bir ibret numunesi olarak gözler önüne serilmektedir.

 

İlâhî Azametin Sekiz Delili:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde güneş üzerine, onun sürekli aydınlığına ve ardından gelen aya yemin ederek, dikkatleri kudretinin kemâline, saltanatının büyüklüğüne çevirmektedir:

"Andolsun güneşe ve aydınlığına!" (Şems: 1)

Güneşten dünyaya doğru yayılan birçok faydalar bulunabilmekle beraber, bunların içinde en belli olan ısı ve ışıktır.

Güneş, dünyanın da dahil olduğu güneş sisteminin merkezi, aynı zamanda dünyaya en yakın olan yıldızdır. Büyük görünmesinin sebebi de bu yakınlığıdır. Güneş dünyaya hayat veren kaynaktır. Güneş olmasaydı, dünyada hayat olmayacaktı.

"Andolsun ardından gelmekte olan aya!" (Şems: 2)

Ay ise dünyanın tek uydusudur. Dünya güneşin çevresinde nasıl dönerse, o da dünyanın çevresinde döner. Bu şekilde aynı zamanda dünya ile beraber güneşin de çevresinde dönmüş olur.

Ayın nuru, güneşin ışığının bir yansımasıdır. Güneşin ışığı aslından, ayın nuru ise güneştendir.

Karanlığı ile gecenin, aydınlığı ile gündüzün birbirini takip etmesi, dünyanın yaratıldığı andan bugüne kadar sürüp gelmektedir ve kıyamete kadar da bu düzen devam edecektir.

Seneler de ya "Şemsî", ya da "Kamerî" olurlar.

"Güneşi ortaya çıkaran gündüze andolsun!" (Şems: 3)

Bu güneş ışığının tam bir yayılma ile diğer bir durumuna yemindir.

"Onu örten geceye andolsun!" (Şems: 4)

Bu da gecenin güneşi ve bütün ufukları sarıp kaplayarak ışığı tamamen örtmeye başladığı hâlindeki koyu karanlık zamana yemindir.

Gecenin gelme vakti, kararmaya başladığı ilk saatlerdir. Gitme vakti de, yok olmaya yüz tuttuğu, sabaha yöneldiği son saatlerdir ki sabahın müjdesidir.

Allah-u Teâlâ gecenin karanlığını gündüzün ışığıyla, gündüzün ışığını gecenin karanlığı ile giderir. Her biri diğerini durmadan ve gecikmeden kovalar. Biri gider gitmez diğeri, o gittiğinde ise öbürü hemen gelir. Işığı karanlığa giydirip örttürdükten sonra, bir de çevirip karanlığı ışığa giydirir.

Bu durum zamanın akışını, ömürlerin geçişini gösterdiği gibi; bütün değişikliklerin O'nun hükmüyle cereyan ettiğini de ispat etmektedir.

"Gökyüzüne ve onu bina edene andolsun ki!" (Şems: 5)

Göklerin yaratılmasının mânâsı, bu muazzam kâinatın ve mahlûkatın yoktan var edilişi demektir. Allah-u Teâlâ'nın yaratışında öyle yüksek bir sanat vardır ki, her noktası O'nun emsalsiz irade ve gücünü göstermektedir.

"Yere ve onu döşeyene andolsun ki!" (Şems: 6)

Dağları, ovaları, dereleri ve denizleri gibi girinti ve çıkıntıları ile kutuplarının basıklığı yuvarlaklığına engel olmaz. Üstünde bir portakal pürüzleri derecesinde kalır.

Göğün bina edilmesi, düzenlenip dengede tutulması, yeryüzünün insanlar için döşenip hazırlanması, hem bir plânın hem de bir plânlayıcının varlığını ve azametini göstermektedir.

İçindekilerle birlikte bütün kâinatı "Ol!" emr-i şerif'i ile yaratan, kudret, azamet ve ululuk sahibi Hazret-i Allah'tır.

Yaratan şüphesiz ki yönetme yetkisine de sahiptir. Gökleri, yeri ve onlardakileri yaşatan ve yöneten O'dur.

Allah-u Teâlâ ne ki yaratmışsa, yarattığı şeylerde büyük hikmetler ve yüksek gayeler vardır.

 

Nefsin Islahı:

Dikkat edilirse Allah-u Teâlâ arzettiğimiz Âyet-i kerime'lerinde göğe ve ondaki âlemlere; yere ve onu yuvarlayıp döşeyen Zât-ı akdes'ine yemin etmektedir. 7. ve 8. Âyet-i kerime'lerinde ise canlıların en seçkini olan insana ve insan nefsini mükemmeliklere ulaşmaya hazır biçimde ve muntazam bir şekilde yaratan Zât-ı akdes'ine yemin ediyor. Yaratan O, yaşatan O, donatan O...

"Her bir nefse ve onu düzenleyene andolsun ki!" (Şems: 7)

İnsanı en güzel şekil ve surette yaratmış, onu zâhirî ve bâtınî nimetlerle ve kuvvetlerle bezemiş, birçok kabiliyetler bahşetmiştir.

"Sonra da ona isyanını ve itaatını ilham edene andolsun ki!" (Şems: 8)

Allah-u Teâlâ bu ilhamı, yaratılışında ona koymuş, iyilik ve kötülüklerin kendisine ilham edildiğini bildirmiştir. Burada ilham alan nefse dikkat çekilmektedir. Yaratılışı tam ve düzgün bir hâle getirilmekle beraber, ayrıca kendisini helâk edecek kötülükleri işlemeye ve cennete götürecek iyilikleri yapmaya muktedir bir hâle getirilmiştir. Dizginleri kendi elindedir. İsterse kendisini saâdet yoluna yöneltir, isterse felâkete doğru sevkeder.

Bu Âyet-i kerime'de "Nefs-i mülhime"ye işaret vardır. Allah-u Teâlâ'nın ona isyan ve itaatini vasıtasız olarak ilham etmesinden dolayı bu dereceye "Mülhime" ismi verilmiştir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takvâ yollarını ilham etmiştir." (Muhammed: 17)

Kim ki bu büyük ikramı kendisindeki kabiliyetleri geliştirme yolunda, nefsini arıtıp temizlemede kullanırsa kurtuluşa erer.

Hakk'a yönelen bir insan, iradesini "Nefsini ıslah etme" yönünde kullanırsa;

"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım eder (sarılırsanız) Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar." (Muhammed: 7)

Âyet-i kerime'si mucibince Allah-u Teâlâ'nın yardımına erer.

Nitekim Zeyd bin Erkam -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâlarının bir noktasında şöyle niyaz ederlerdi:

"Ey Allah'ım! Nefsime takvâsını ver ve onu pâk eyle! Onu pâk edecek yegâne sen varsın. Onun velisi ve mevlâsı sensin." (Müslim: 2722)

Şu halde vuslata erebilmek nefis ve şeytanla mücadeleye bağlı kılınmıştır.

Meselâ; bir toprakta maden var. İnceden inceye uğraşarak o madeni topraktan ayırmak lâzımdır. Toprağın çok, madenin az olduğu düşünülerek ayırma işi bırakılırsa, o çok kıymetli maden topraktan ayrılmaz.

İşte bunun gibi, Allah-u Teâlâ bir insana mânevî bir cevher koymuşsa, o cevheri meydana çıkarmak gerekir. Nefisle mücadeleden maksat da budur, yani nefsi tortularından süzmek, hülâsasını meydana çıkarmak ve insanî nefis hâline getirmektir.


  Önceki Sonraki