• Ulül-elbâb'a çıkmış olan âlimler.
• Nakilci ulvî âlimler.
• Mollalar.
Ulül-elbâb iki türlüdür: Zâhirî, batînî.
Zâhirî Ulül-elbâb'a varan âlimleri Allah-u Teâlâ ilimde derinleştirmiş ve:
"İlimde derinleşmiş olanlar." buyurarak onları övmüştür. (Âl-i imrân: 7)
Bu ilim kesbîdir, okumakla mümkün olur. Bu hakiki âlimler şeriatın zâhirine vâristirler. Bu ilim de bir Allah vergisidir.
Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ahlâk... sahalarında kitaplar yazarlar, müslümanlara ışık tutarlar. İçtihatlarında isabet ederlerse iki sevap aldıkları gibi, yanılsalar bile bir sevap alırlar. Çünkü niyetleri güzel.
Dört büyük mezhep imamı; İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmet -rahmetullahi aleyhim ecmain- Hazerâtı olsun, diğer müctehidler, müfessirler, muhaddisler olsun, hep bu kısma dahildirler.
Din-i İslâm'a nur saçan, ümmet-i Muhammed'e yol gösteren ve bu uğurda her türlü ibtilâlara göğüs geren hakiki âlimlerin İslâm dininde çok mühim mevkileri vardır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'inde Ashâb-ı kiram'ını yıldızlara benzetmiştir. Bunlar da zâhirî ilmin yıldızlarıdır.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde onları övmüş, ilmi ve ilim sahiplerini müteaddit defalar zikretmiş, fazilet ve meziyetlerini beyan buyurmuştur.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Allah içinizden iman edenleri yüceltir. Bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise kat kat derecelerle yükseltir." (Mücadele: 11)
Bu yükselme; dünyada hayırla anılmaları, âhirette ise cennetlerdeki derecelerin yüsekliğidir.
Allah-u Teâlâ'nın veli kullarına gösterilmesi gereken sevgi ve saygının, hakiki ulemâya da gösterilmesi gerekmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ümmetimin âlimlerine tâzim ve hürmet ediniz. Zira onlar yeryüzünün yıldızlarıdır." (Münâvî)
İlmiyle âmil olan ulemaya daima hüsn-ü zan beslemelidir. Onlar halka hakikati öğretirler, şeriat ahkâmını talim ederler, bid'atlardan sakındırırlar. İlâhî hükümleri tahrifattan, cahillerin tevillerinden korurlar. Bunu da ancak hakiki âlimler yapar. Allah-u Teâlâ'ya vâsıl olmak, bu ahkâmın icrasına, emir ve yasakların tatbikine bağlıdır.
Ulvî olan nakilci âlimler, müslümanlara dinlerini öğretecek tefsir gibi kitaplar yazmaya kendileri muktedir değildirler. Ancak "Filân şöyle söyledi, filân böyle söyledi." diyerek hakiki âlimlerin beyanlarını naklederler. İctihad yapamazlar. Ancak hakiki âlimlerin eserlerinden alıp naklederek kitap yazarlar, halka vaaz ve nasihat ederler.
Bu nakilci âlimler de iki kısımdır. Eğer İslâm'ı yaşıyorsa, telif ettiği kitaplar, yaptığı vaaz ve nasihatlar, yaşadığı nispette halka tesir eder. Yaşamıyorsa hiçbir tesiri olmaz.
Bir zâhirî âlim satırdan almasına rağmen, ilimde derinleştiği nispette cehâletini öğrenmiş olur. Eğer ilimde ihlâs sahibi ise ilmi arttıkça âcizliğini duyar, Allah-u Teâlâ'ya sığınır, âcizliğini itiraf eder. Her mevzuda Hazret-i Kur'an'a ve Sünnet-i seniye'ye müracaat eder. Her iş ve icraatın Ahkâm-ı ilâhî'ye uygun olmasını ister.
Bunlar halkın avam tabakasına yakın âlimlerdir. Hem bilir, hem bildirir, tarif eder. Bunlar muttakilerden sayılırlar.