Günümüzde yerli-yersiz her şeyden vergi alındığı, neden ve niçin tahsil edildiği belli olmayan vergiler yüzünden halkın günlük geçimini bile sağlamakta zorlandığı herkesçe bilinmektedir. Sudan bahânelerle her şeye bir kılıf uydurulup üzerine vergi konulduğu, neredeyse nefes alıp-vermenin bile vergiye tâbî tutulduğu böyle bir zamanda, ister-istemez: "Acabâ eskiden durum nasıldı?" sorusu akla gelmektedir.
Osmanlı kaynaklarında karşımıza çıkan, bu soruya en güzel cevâbı vereceğini umduğumuz aşağıdaki örnekler, geçmişle bugün arasında nasıl bir uçurum bulunduğunu göstermeye yetecektir!..
Osmanlı Devleti zamânında şimdiki gibi "halkı soyup soğana çevirmek" anlamına gelmeyen "vergi", daha kuruluş yıllarından itibâren Osmanlı pâdişahlarının en çok dikkat ettikleri ve hassâsiyet gösterdikleri meselelerden birisi olmuştu. Onlar kendilerine emânet bildikleri halkın malına ve metâ'ına haksız yere el uzatmak, sudan bahânelerle elinden kapmaya ve çarpmaya kalkışmak şöyle dursun; devlet tarafından verilen herhangi bir hakkın geri alınmaması, lâyık-ı veçhile korunması yönünde azâmî gayret sarfetmişler, bu hususta alınması gereken her türlü tedbiri hakkıyla almaya özen göstermişlerdi.
Nitekim Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gâzî, pazar esnafından ve tüccardan, sattıkları mala karşılık "Bâc" alınmasını teklif eden bir kişiyi şiddetle azarlamış, onun teklif ettiği bu verginin İslâm dîninin hükümlerine uyup uymadığını hemen sorgulamış; ne devlet hazînesine haram bir mal girmesine, ne de esnafın sudan bahânelerle sömürülmesine aslâ göz yummamıştı!..
Âşık Paşa-zâde, Neşrî ve Kemâl Paşa-zâde'nin ortak rivâyetine göre; "hutbe ve sikke 'Osmân Gâzî adına mukarrer olub kâdî ve su-bâşı dikildi"ğinde,(1) "'Osmân Beg Eski-şehr'de 'âdet üzerine bâzâr turğurub, ol diyârı 'imâret itmege" gayret etmişti.(2) Tam bu sırada "Germiyân vilâyetinden bir kişi" çıkageldi; "Bu bâzâruñ bâcını baña satuñ!" dedi.(3) Oradakiler cevap vermekten sakınıp, gelen kişiye: "'Hân'a var!' didiler. Ol kişi Hân'a vardı, sözini söyledi";(4) Osman Gâzî ona: "'Bâc ne olur?' diyû sordı, aslın teftîş itdi."(5) O kişi: "Bâzâra her kim yük getürse ândan akça alayın!" cevâbını verince, Osman Gâzî birdenbire hiddetlenerek: "Bre kişi! Bu bâzâra gelenlerde alımuñ-mı var ki bunlardan akça alursın?" dedi;(6) "'Halk bâzâra gelmekle beglere borclımı olurlar? Bu ne garâmetdür!' diyû çok kelimât itdi."(7) O kişi pâdişâhın gazaplandığını görünce: "Bu 'âdetdür! Her vilâyetde vardur ki, pâdişâh-içün her yükden akça alurlar!" karşılığını verdi;(8) bunun üzerine Osman Gâzî, bu verginin İslâm ahkâmına uyup uymadığını sorgulayarak, o kişiye: "Bu Tañrı buyruğı ve Peygamber kavli midür, yoksa bunı her ilüñ pâdişâhı kendümi ihdâs ider?" diye sordu.(9) O kişi: "Töredür Hân'um, ezelden kalmışdur!" cevâbını verince, Osman Gâzî büsbütün gazâba gelip: "Bir kişi kim kendü kazana gayrınuñ mı olur? Kendünüñ mülki olur! Ben ânuñ mâlında ne kodum ki: 'Baña akça vir!' diyem? Bre kişi! Var git, ayruk bu sözi baña söyleme kim saña ziyânum deger!" diyerek adamı tehdit etti;(10) "ol kişiye hışm itdi: 'Beni zulme terğîb idersün!' diyû te'dîb itmek istedi. Yanında bulınanlardan ba'zı"ları(11) bu durumu görünce: "İy-hân! Size dahı gerekmezse bu bâzârı bekleyenlere, âdetdür kim bir nesnecük virürler, tâ ki bunlaruñ emekleri zâyi' olmaya!" diyerek(12) pâdişâha işin aslını izâh etti.
Ünlü Osmanlı müverrihi Kemâl Paşa-zâde, Osman Gâzî'nin dînin emrilerine karşı gösterdiği eşsiz hassâsiyeti şu mısrâlarında ifâde etmektedir:
"Şerî'at ne buyurırsa ânî iderdi
Bilince tereddüdsüz, ânı iderdi
Ânı kim, Hüdâ vir[me]di izn âña
Kimüñ cânı vârıdı yanında aña?.."(13)
Osman Gâzî akçenin zulmen değil, pazar bekçilerine verilmek üzere alındığını anlayınca: "'Çün-ki eyle dirsiz, her kişi ki bir yüki sata, iki akça virsün, eger satmaya, hiç nesne virmesün. Ve dahî her kime ki bir tîmâr virem, ânuñ elinden ol tîmârı bilâ-sebeb (sebepsiz yere) almayalar! Ol-kişi ölicek oğlına virsünler, eger oğlan kiçürek (küçük) olursa hidmet-kârları sefer vaktında sefere varalar, tâ oğlan sefere varınca[ya dek]." cevâbını verdi ve: "Eger bu kânûnı her kim bozsa, ya benüm neslüme gayrı kânûn ögretse, Allâh-u Teâlâ ânuñ dînin ve dünyâsın bozsun!" diye bedduâ etti.(14)
Sözün özü; beyler ancak bu şekilde "'Osmân Beg'i râzî itdiler ki, bâzâr ehline bâc salına; satılmayan yüke ta'arruz olınmaya, satılan yükden ikişer akça alına."(15) O güne kadar "'Osmân Beg bâc n'olur bilmezdi, âdın eşitmiş degüldi; emâret bid'atlerinden dahî bir iş itmiş degül-idi."(16) Bu nedenledir ki, önce "Bâc"ın İlâhî ahkâma uygun olup-olmadığını sordu; bu verginin tahsil edilmesine de ancak, beylerinden hangi sebeple alındığını öğrenince râzı oldu!..
Sultan II. Murâd devrini görmüş olan ünlü Osmanlı târihçisi Âşık Paşa-zâde'nin "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" adlı eserinde bildirdiğine göre; Murâd Hân'ın pâdişahlığı zamânında "'Acem vilâyetinden bir hekîm" gelmişti, adına "'Fazlu'llâh' dirler idi. Pâdişâha tekarrüb kesb itmek (yakınlık kazanmak) ile âhir (sonunda) vezîr oldı. Fazlu'llâh gördi kim, pâdişâhuñ gâh gâh helâl mâla ihtiyâcı olur", bir gün pâdişâha:"Devletlü Sultân'um! Pâdişâhlara hazîne gerekdür. Eger Sultân'um buyurur ise hazîne cem' ideyin!" dedi(17) Pâdişâh vezirden bu sözü işitince, bu hazîneyi nereden toplayacağını merâk ederek: "Nice cem' idersün?" diye sordu, Paşa ise: "Bu vilâyetüñ halkuñda mübâlâğa (çokça) mâl vardur, pâdişâhlara gâh gâh bir sûret kurub almak câyizdür!" karşılığını verdi.(18)
Fazlullah Paşa'nın bu garip teklifini işiten "Sultân Murâd Gâzî" o anda gazâba gelerek: "Hay Fazlu'llâh! Bu söz ne sözdür ki söylersün? Bizüm vilâyetümüzde üç helâl lokma vardur, gayrı vilâyetde ol yokdur! Biri ma'denler, biri dahı kâfirden alınan harâc, biri dahı gazâdan hâsıl olan mâldur. Ve hem bu bizüm leşkerümüz (askerimiz) gâzîler leşkeridür, imdi bunlara helâl lokma gerekdür! Şol pâdişâh kim leşkerüñe harâm lokma yidürür, o leşker harâmî olur! Harâmînüñ hôd sebâtı olmaz, hâli ne'ydügi ma'lûmdur!" cevâbını verdi.(19)
Devlet hazînesini doldurmak için herhangi bir sebebe istinad etmeksizin halkın malına göz diktiği, üstelik mârifet yaptığını zannederek kendisini buna teşvik etmeye kalkıştığı için, Murad Hân "ol zamân Fazlu'llâh'ı azl itdi ve bir cevâb ile hor ve hakâret itdi. El-hâsıl, Fazlu'llâh Paşa'nuñ azline bu söz sebeb oldı."(20) Hazînede ciddî sıkıntılar başgösterdiği hâlde, Murâd Hân halkın akçesine el sürmeyi ve onu askerine yedirmeyi bir türlü içine sindirememişti!..
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerine doğru yaklaşıldığında, Devlet-i aliyye'yi Şer'î hükümlere göre yönetme gâyesi güden Sultan III. Selîm'in bâzı fermanlarında, savaş hâlindeki devletin boşalan hazînesini doldurmak için halktan alınan "Îrâd-ı cedîd" adlı verginin sûistimâle uğramaması ve yerine sağ-sâlim ulaşması konusundaki titizliğini gösteren ilginç satırlara rastlıyoruz.
Gayretkâr pâdişâh, küffârla mücâdele eden Türk askerinin masrafları dışında, başka bir yere harcanmasına aslâ müsaade etmediği bu vergiyi kendi şahsî menfaati doğrultusunda kullanmaya kalkışan bir kimseyi tespit ettiğinde, duyduğu öfkeyi vezîrine yazdığı "Hatt-ı hümâyûn"da şöyle dile getirmişti:
"Benüm vezîrüm,
Îrâd-ı cedîd kânûnuna İbrâhîm Efendi hiç dikkat eylemez imiş, mukâta'ât iltizâmından çok akçalar kazandığını tahkîk eyledüm. Zabt fermanlarını bir-iki sene evvel çıkarub, sarraflar elinde tolaşub, her fermâna yapışan birer mikdâr akça kaparak Îrâd-ı cedîd'üñ senevî biñ kisesi telef oluyor! Bu lâyık-ı insâf mıdur? Biz ise devlete îrâd diyû 'ibâdullâhuñ (Allâh'ın kullarının) meékûlâtına (geçimliğine) bid'at ihdâsı ve fukarâya zulm eyliyoruz! Devletüñ îrâdını halk ekleyliyor (yiyor). Şu îrâd-ı cedîdüñ fî-mâ-ba'd bir akçasını bir kimesneye kapdurmasun, vakıtsız fermân virmesün! Vaktı geldükde kânûn üzre her hangi mültezeme virecegüni ve kaç guruşa iltizâm olunacak ise baña arz olınsun, bileyüm! Ve'l-hâsıl bir iltizâmdan ne bir akça kendüsi alsun ve ne bir kimseye aldursun; 'Hâtırı mer'î âdemdür!' dimesün! Ben Îrâd-ı cedîd'e yüz kise ma'âş tahsîs eyledüm, ancak muhâfaza olınsun içün. Yohsa böyle yağma oldukdan soñra, muhkem tenbîh idesün, soñra infi'âl iderüm!.."(21)
O başka çâresi olmadığı için, zarûret gereği alınan bu vergiyi bile "Allah'ın kullarının geçimliğine bid'at ihdâsı" ve "fukarâya zulüm" olarak görüyordu; yâni devletin ayakta durması için bu kadar gerekli olan bir vergiyi bile tahsil etmekten vicdânen rahatsızlık duyuyordu. Halkı sağmal koyun mesâbesinde görerek elinde-avucunda ne varsa almayı, "Devlet adına alıyorum!" diyerek kendi midesine tıkmayı aklının ucundan bile geçirmediği gibi; buna tevessül edenleri şiddetle men' etmekten de geri kalmamış, dişinden-tırnağından artırdığını devlete veren fakirin ve vatanın muhâfazası için cephede çarpışan askerin hakkını korumak için elinden gelen her şeyi yapmıştı!..
Sultan Selîm Hân'ın bu sözleri, Osmanlı pâdişahlarının halkın ve reâyânın hakkını nasıl bir titizlikle gözettiklerini tüm açıklığı ile gözler önüne serdiği gibi; o güzel hasletlerin bugüne zerresinin bile ulaşmadığını, o mümtaz ve müstesnâ şahsiyetler gittikten sonra kuzunun, resmen kurtların eline kaldığını açıkça ortaya koymaktadır.
(1) Mehmed Neşrî, "Kitâb-ı Cihân-nümâ", c. 1, s. 110. nşr.: F. R. Unat - M. Altay Köymen. TTK yayını, Ankara, 1949.
(2) İbn-i Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", I. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Târih, nr.: 30, vr. 18a.
(3) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 110; Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 104. nşr.: H: N. Atsız, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(4) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 104.
(5) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 18a.
(6) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 110.
(7) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 18a.
(8-9) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 110.
(10) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 104.
(11) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 18a.
(12) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 110.
(13) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 18a.
(14) Neşrî, a.g.e., c. 1, s. 110, 112.
(15-16) İbn-i Kemâl, a.g.e., vr. 18b, 18a.
(17-18) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 232.
(19) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 232-233.
(20) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 233.
(21) BOA, III. Selîm'in Hatt-ı Hümâyûnları, s. 42, Hkm.: 10.