Tasavvuf târihinin yetiştirdiği müstesnâ sîmâlardan olan ve tecelliyât-ı ilâhî'ye mazhar olduğu bir sırada: "Ene'l-Hakk = Ben Hakk'ım!" sözünü söylediği için, asrın ulemâsının tahrîkiyle fecî şekilde katledilen Hallâc-ı Mansûr -kuddise sırruh- Hazretleri de (858- 919) Hâtemü'l-evliyâ'dan ve vâris olduğu "Ferdâniyyet"mertebesinden sözetmiştir.
Mîlâdî on ikinci asırda İran taraflarında yaşayan Aynü'l-kudât Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, bugün Hindistan'da mahfûz bulunan "Kitâbu't-Temhîdât" isimli eserinde, Hazret'in Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin üslûbuna benzer bir üslûpla, Allah dostlarının en büyüğü olan, "Ferdâniyyet"mertebesine çıkarılan, O'nun kibriyâ ve heybetinin perdesi kendisinden kaldırılan ve Hakk'ın himâyesi altında nefsin düşmanlığından korunan bir zâttan bahsettiği açıkça müşâhade edilmektedir.
İşte bu eserde nakledildiğine göre o, alâmetlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, Hâtemü'l-evliyâ olan zâta işaret ederek şöyle söylemiştir:
"Allah kullarından bir kulu en büyük dostu yapmayı dilediği vakit; ona zikir kapısını açar, yakınlık kapısını ona aralar, onu Tevhîd kürsüsünün üzerinde oturtur, sonra da ondan perdeyi kaldırarak, müşâhade yolu ile ona 'ferdâniyyet' i gösterir. O 'ferdâniyyet'; yâni 'teklik' evine girer, O'nun Kibriyâ ve Cemâl'ini keşfeder. Gözü Cemâl'e ilişince de, artık kendisi diye bir şey kalmaz. Fânî olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur; Sübhân olan Allah'ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur." (Aynü'l-kudât Hemedânî, "Kitâbu't-Temhîdât", Hindistan Kütüphanesi [Mektebetü'l-Hindî], nr.:445, vr. 68)
Bunun sırrını size arzedelim:
Farz-ı muhâl ki, senin en yakın bir dostun var. Fakat Allah-u Teâlâ'dan daha yakın bir dost olamaz, Vallâhi olmaz! O'nu bulan başka dostu neyler? Dost olarak O yeter!..
Allah muhabbeti öyle bir muhabbettir!..
Allah-u Teâlâ ona bin tâne can verse, bin tâne de cânân verse, Allah-u Teâlâ'yı tercîh eder, bin canından da, bin cânânından da vazgeçer. Görülmeyen Allah'a bu yapılmaz... Has odanın sırları buna derler işte!
Seyyid-i Kâinât Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in hayatı boyunca yaptığı bir duâları şöyledir:
"Ey Allah'ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce Arkadaş'a kavuştur!" (Buhârî, Tecrîd-i sarîh:1665)
Onun arkadaşı O idi ve âhirete intikâl ederken de son kelâmı bu oldu. Hayâtı boyunca Allah-u Teâlâ ile arkadaşlık yaptı ve en çok sevdiği arkadaşına kavuştu.
Bir kişi o kişiyi görecek ki arkadaş olsun. Görülmeyen bir kişi arkadaş olamaz. Görecek ve bilecek ki, O'nunla olacak…
O'nunla arkadaşlık ne demek? O içeride olup, onu idâre eder; sen O'nu göremezsin!..
Farz-ı muhâl ki bir tulum var, tulumu O idâre ediyor; herkes tulumu görüyor, içeride tasarruf edeni görmüyor!
Görünmeyen, bilinmeyen bir kişiyle arkadaşlık olmaz. Göreceksin, bileceksin, tanıyacaksın ki sana arkadaşlık yapsın. O sana duyuracak; O sana duyurmadıkça duyamazsın. Bu "Hakkâ'l-yakîn" bir ilimdir, diğerleri ise "Ayne'l-yakîn"dir.
Sen bir maskeden ibâretsin; O sana kendini duyuracak, O sana kendini gösterecek ve bildirecek ki bilmiş ve görmüş olasın. Hep O, hep O'ndan… Maskenin ne hükmü var? Bir kâğıt parçası!.. Senin kâğıt parçasından ne farkın var? Senin masken etten, onu da halkeden O…
Bu ifşaatları açmaya kendimi lâyık bile görmüyorum, çoğunu onun için açmıyorum. Açık amma kapalı. Zâhirini anlıyorsunuz, orada kalıyorsunuz; aslını bilmeniz mümkün değil!.. Çünkü O'nu bilmen için de o olman lâzım, o işin Hakkâ'l-yakîn'i olman lâzım…