Muhterem Okuyucularımız;
Hacc'ın farziyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar.
Hacc'ın farz olduğuna dair Kur'an-ı kerim'de Âyet-i kerime'ler ve bunları tefsir eden Hadis-i şerif'ler vardır.
Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:
"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)
Böyle bir fedâkârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.
İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.
"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)
Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât" yanında "Hacc"ı, İslâm'ın temellerinden biri olarak vasıflandırmış, böylece Hacc ibadeti İslâm'ın şartlarından biri olmuştur.
Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Allah size Hacc'ı farz kılmıştır. O halde Hacc ibadetini yerine getiriniz." (Müslim)
Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur. Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.
Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar bir arada ibadet yaparak, aralarındaki birlik ve beraberlik canlı bir şekilde tecelli etmiş bulunur.
Hüccâcın, müşahede ettiği faydalar saymakla bitmez.
•
Kurban, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Rabb'in için namaz kıl, kurban kes!" buyuruyor. (Kevser: 2)
Namaz kılmakla beraber, kurban da kes. Her ikisinin de şöhret için değil, Allah için halis niyetle yapılması gerekmektedir.
"Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O'nun adını ansınlar." (Hacc: 28)
Belli günler kurban kesme günleridir. "Bismillâhi Allah-u Ekber" diyerek kurbanı Allah için kesmek gerekir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Hiçbir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin." (Tirmizî)
Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için kan akıtmaktır. O'na ulaşan sizin O'na itaat ve teslimiyetinizdeki, emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına riâyet ederek Rabb'lerini râzı edebilirler.
"Sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı." (Hacc: 37)
Bu minval üzere; bu ay içerisinde idrak edeceğimiz mübarek "Kurban Bayramı"nızı tebrik eder, Cenâb-ı Hakk'tan hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetimin âlimleri benî İsrail'in peygamberleri gibidir." (K. Hafâ)
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'nın ulviyetini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki insanlar için ilk kurulan Beyt, Mekke'deki mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan Kâbe'dir." (Âl-i İmrân: 96)
Kâbe-i muazzama'nın faziletli kılınmasının sırrı; kalpleri cezbetmesi, gönüllerin onu sevmesi, onu görmeyi arzu etmesi hususunda açıkça görülür. Müminler dünyanın dört bir yanından onu ziyarete gelirler, fakat ziyarete doyamazlar. Ne kadar fazla ziyaret etseler, o nispette arzuları artar.
Kendisini Hacc ve Umre yaparak ziyaret edenler için hayır ve bereketi çoktur. Yeryüzündekilerin kıblesi olduğundan dolayı, onlar için hidayet ve nûr kaynağıdır. Meleklerin semâdaki tavaf ettikleri yer Beyt-i Mâmur olduğu gibi, insanların yeryüzünde tavaf ettikleri yer de Kâbe-i muazzama'dır.
İslâm'ın beş temel esasından birisini teşkil eden Hacc farizası ömrün ibadeti, dinin tamamıdır. Din kemâlini onda bulur.
Hacc, Mekke-i mükerreme'de bulunan Kâbe'yi ve onun civarındaki mübarek yerleri, kendine mahsus zaman içinde ve tayin edilen şekilde ziyaret etmektir.
Hacc'ın farziyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. İnkâr eden dinden çıkar.
Hacc'ın farz olduğuna dair Kur'an-ı kerim'de Âyet-i kerime'ler ve bunları tefsir eden Hadis-i şerif'ler vardır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Hacc'a gidip gelmeye gücü yeten herkesin Kâbe'yi ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır." (Âl-i İmrân: 97)
Allah-u Teâlâ bu hakkı, oraya gidebilmeye gücü olanlara yüklemiştir. Hiç kimseye gücü üstünde bir yük yüklemez.
"Kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnîdir." (Âl-i İmrân: 97)
Bu muhkem farzı terketmenin büyük bir günah olduğunu açıklamak için Allah-u Teâlâ onu küfür lâfzıyla ifade etmiştir.
Allah-u Teâlâ hiç kimsenin ibadet ve taatına muhtaç değildir. Bu gibi ibadetleri kullarına emretmesi, onların maddi ve mânevî menfaatleri içindir.
•
Allah-u Teâlâ Beytullah'ın bânisi olan İbrahim Aleyhisselâm'a, insanları orayı haccetmek üzere çağırmasını ve bu mübarek evin ziyareti için dâvet etmesini emir buyurmuştu:
"İnsanları Hacc'a çağır, yürüyerek ve uzak yollardan gelen bineklere binerek sana gelsinler." (Hacc: 27)
Böyle bir fedâkârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.
İbrahim Halilullah'ın gününden beri bu ilâhi vaad gerçekleşmiş, kıyamete kadar da gerçekleşmeye devam edecektir.
"Tâ ki kendilerine âit bir takım faydaları yakînen görsünler." (Hacc: 28)
Hacc'ın hikmetleri olan bu menfaatler hem dünya hem de âhiretle ilgilidir.
Bu ulvî ibadet, ruhlara inşirah verdiği gibi; müslümanlar tarafından en mübarek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur. Nâil oldukları sıhhatin ve servetin şükrünü edâ etmiş olurlar.
Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar bir arada ibadet yaparak, aralarındaki birlik ve beraberlik canlı bir şekilde tecelli etmiş bulunur.
Hüccâcın, müşahede ettiği faydalar saymakla bitmez.
"Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O'nun adını ansınlar." (Hacc: 28)
Belli günler kurban kesme günleridir. "Bismillâhi Allah-u Ekber" diyerek kurbanı Allah için kesmek gerekir.
"Siz de bunlardan yiyin, hem de yoksula fakire yedirin." (Hacc: 28)
Bu bir vecibedir.
"Sonra kirlerini gidersinler." (Hacc: 29)
Bu da Hacc ibadetini yerine getirdikten sonra traş olarak, saçlarını kısaltarak, tırnaklarını keserek, bıyığını ve sakalanı düzelterek olur.
"Adaklarını yerine getirsinler." (Hacc: 29)
Allah-u Teâlâ'ya itaat maksadıyla adadıklarını kessinler, Hacc esnasında yapmayı adadıkları işleri yapsınlar.
"Ve Beyt-i atik'i tavaf etsinler." (Hacc: 29)
Hacc'ın rüknü olan ziyaret tavafını yapsınlar. Bu ziyaret tavafı ile artık ihramdan çıkılmış olur.
Hacc'ın İslâm'ın rükünlerinden, esaslarından ve kaidelerinden bir tanesi olduğuna dair bir çok Hadis-i şerif'ler vardır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Kelime-i şehâdet, namaz, oruç, zekât" yanında "Hacc"ı, İslâm'ın temellerinden biri olarak vasıflandırmış, böylece Hacc ibadeti İslâm'ın şartlarından biri olmuştur.
Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Allah size Hacc'ı farz kılmıştır. O halde Hacc ibadetini yerine getiriniz." (Müslim)
Akra' bin Hâbis -radiyallahu anh- "Hacc her sene midir? Ömürde bir kere midir?" diye sorduğunda:
"Bir keredir, fazla yapan nafile olarak yapmış olur." diye cevap verdi. (Ebu Dâvud: 1721)
Diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuştur:
"Hacc ediniz. Zâhirdeki kirleri su izâle ettiği gibi, günahları dahi Hacc-ı şerif imhâ eder." (Camiu's-sağir)
Bu ise Allah-u Teâlâ'nın kulları için lütuf buyurduğu büyük nimetlerinden birisidir.
"Şer'i şerîf'e uygun olan Hacc, cihaddan sayılmıştır." (Buhârî)
Hacc da cihad gibi meşakkat ve zahmet yönü ağır basan bir ibadettir.
"Helâl para ile riyâsız ve Allah'ın rızâsı için Hacc edip, kötü söz, kötü iş yapmadan dönenlerin büyük küçük günahları affolur. Anadan doğmuş gibi günahsız döner." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 756)
Sırf rızâ-i Bâri için yapılan bir Hacc ibâdeti, imanın daha önceki küfür halini tamamen sildiği gibi, geçmişte işlenmiş olan bütün günahlara kefaret olur. Kişi anasından doğduğu günkü gibi tertemiz bir halde evine döner.
"Mebrur bir Hacc'ın mükâfatı ancak cennettir." (Buhâri. Tecrîd-i sarîh: 844)
Çünkü cennet ve ondaki nimetler bahâ ile değil, bahâne ile kazanılır.
Kâbe-i muazzama, Mekke-i mükerreme şehrinde Mescid-i haram denilen câmi-i şerif'in ortasında, yaklaşık 13 metre yüksekliğinde 12 metre boyunda ve 11 metre genişliğinde taştan yapılmış dört köşe bir binadır.
Doğudaki köşesine "Rükn-i Şarkî" veya Hacer-i Esved bu köşede bulunduğu için "Rükn-i Hacer-i Esved", güney köşesi Yemen tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Yemânî", batı köşesi Şam tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Şâmî", kuzey köşesi Irak tarafına isabet ettiği için "Rükn-i Irâkî" denir.
Kâbe-i muazzama'nın Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arasının karşısında zeminden bir metre kadar yüksek, bir buçuk metre kalınlığında yarım daire şeklinde bir duvar vardır ki, bu duvara "Hatîm", bu duvar ile Beytullah arasındaki boşluğa ise "Hicr" denir. Hicr (Hicr-i İsmail)'de İsmail Aleyhisselâm ile annesi Hazret-i Hacer Validemiz medfun bulunmaktadır.
Hicr'de namaz kılınır, duâ edilir, fakat kıble olarak buraya karşı namaz kılınmaz.
Rükn-i Hacer-i Esved ile Rükn-i Irâkî arasında zeminden iki metre yükseklikte Kâbe-i muazzama'nın kapısı vardır. Bu duvarın Rükn-i Hacer-i Esved ile kapı arasında kalan kısmına "Mültezem" denir. Makam-ı İbrahim ile zemzem kuyusu da Kâbe-i muazzama'nın bu cihetinde bulunurlar.
Kâbe-i muazzama'nın iç duvarları ve yeri renkli mermerle kaplıdır. Rükn-i Irâkî hizasında tavana çıkmaya yarayan yirmi yedi basamaklı bir merdiven vardır. Tavanı tutmaya yarayan yuvarlak üç adet sütun bulunmaktadır. Tavanda altın ve gümüş kandiller asılıdır.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından tavanı onarılan Kâbe'nin I. Ahmed döneminde de beşinci onarımını görmüştür. IV. Murad döneminde meydana gelen sel baskını nedeniyle üç cephesi yıkılmış olup yine aynı padişah tarafından onarılmıştır.
•
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'yı ve Beyt-i haram'ı insanların dini hususlarında ayakta durabilmek, dünya ve ahiretlerinde maksatlarına uygun hareket edebilmek için yaratmıştır.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah Kâbe'yi, Beyt-i haram'ı insanlar için bir nizam kıldı." (Mâide: 97)
İnsanlar Hacc'larını, Umre'lerini orada gerçekleştirirler, din ve dünyaları bununla ayaktadır. Korkan oraya sığınır, güçsüz orada emniyet bulur. Namaz kılanlar oraya yönelir.
"Kezâ o haram ayı da, kurbanı da, boynu bağlı kurbanlıkları da insanlar için bir mizan kıldı." (Mâide: 97)
Bu haram ay Zilhicce'dir, çünkü diğer bütün aylar arasında onun özelliği, Hacc mevsiminin bu ayda olmasıdır.
Aynı zamanda Harem'e gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin hem de sahiplerinin emniyet içinde olmaları için sebep kılmıştır.
"Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilici olduğunu bilmeniz içindir." (Mâide: 97)
İnsan hayatının böyle intizamlı bir düzenle ayakta durması, Allah-u Teâlâ'nın hikmetine ve hudutsuz ilmine delildir.
•
Allah-u Teâlâ Mekke-i mükerreme'nin şerefini artırmak ve ona verilen önemi belirtmek için Zât-ı akdes'ine izafe etmiştir.
Bu şerefi O verdiği için, hiç kimsenin kaldırması ve o şerefi gidermesi mümkün değildir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"(Resul'üm! De ki:) Ben bizzat kendisinin haram kıldığı bu şehrin Rabb'ine ibadet etmekle emrolundum. Her şey O'na âittir." (Neml: 91)
Çünkü bu şehirde Allah-u Teâlâ'nın Beyt-i muazzam'ı vardır. Burada kan dökülmez, hiç kimseye zulmedilmez, av avlanmaz, yaş bitkiler koparılmaz.
"Ve ben müslümanlardan olmakla, Kur'an okumakla emrolundum." (Neml: 91-92)
•
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama'nın ulviyetini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki insanlar için ilk kurulan Beyt, Mekke'deki mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan Kâbe'dir." (Âl-i İmrân: 96)
Kâbe-i muazzama'nın faziletli kılınmasının sırrı; kalpleri cezbetmesi, gönüllerin onu sevmesi, onu görmeyi arzu etmesi hususunda açıkça görülür. Müminler dünyanın dört bir yanından onu ziyarete gelirler, fakat ziyarete doyamazlar. Ne kadar fazla ziyaret etseler, o nispette arzuları artar.
Kendisini Hacc ve Umre yaparak ziyaret edenler için hayır ve bereketi çoktur. Yeryüzündekilerin kıblesi olduğundan dolayı, onlar için hidayet ve nûr kaynağıdır.
Meleklerin semâdaki tavaf ettikleri yer Beyt-i Mâmur olduğu gibi, insanların yeryüzünde tavaf ettikleri yer de Kâbe-i muazzama'dır.
"Onda apaçık âlâmetler ve İbrahim'in makamı vardır." (Âl-i İmrân: 97)
Bu makam, Beytullah'ı bina ederken İbrahim Aleyhisselâm'ın üzerinde durduğu ve ayaklarının iz bıraktığı taştır. Bu, bir çok alâmetin yerine geçebilecek kadar büyük bir alâmettir. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın kudretine, İbrahim Aleyhisselâm'ın nübüvvetine kuvvetli bir şekilde delâlet etmektedir. Çünkü mübarek ayakları oldukça sert bir taşta iz bırakmıştır.
"Kim oraya girerse güvenlik içinde olur." (Âl-i İmrân: 97)
İşte bu da, oranın şerefini gösteren bir başka alâmettir. Oraya giren kimse emniyet içinde demektir, orada bulundukça kendisine zulüm yapılmaz. Yeryüzünde böyle bir yer yoktur. İbrahim Aleyhisselâm'dan beri bu böyledir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Kâbe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve emniyet mahalli kılmıştık." (Bakara: 125)
İnsanlar onu ziyaret etsinler, sevap kazansınlar, ona sığınanlar saldırılardan emin olsunlar.
Oraya gidip ibadette bulunanlar için çok büyük sevaplar vardır.
•
Ebu Zer -radiyallahu anh-den rivayete göre şöyle demiştir:
Bir kere ben "Yâ Resulellah! Yeryüzünde ilk önce hangi mescid kuruldu?" diye sordum. "Mescid-i haram (Kâbe)" buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. "Mescid-i aksâ" buyurdu. "Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman geçmiştir?" diye sordum. "Kırk sene." buyurdu. Sonra bana şöyle söyledi: "Namaz vakti girdikten sonra nerede yetişirsen namazı orada kıl, zira faziletli namaz vakti içinde kılınandır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1382)
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz "Yâ Resulellah! İsmail Aleyhisselâm'ın duvarı Kâbe'den mi?" diye sorduğunda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Evet!" buyurdular. "Kureyş için ne mâni vardı ki duvarı Kâbe'ye dahil etmediler?" diye tekrar sorunca şöyle buyurdular:
"Kavminin harcı az idi, dar tuttular. Sonra İsmail Aleyhisselâm'ın temellerini başka bir duvarla çevirdiler. İstediklerini Kâbe'ye koymak, istemediklerini koymamak için böyle yaptılar. Eğer kavmin Kureyş, câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Kâbe'yi İsmâil'in temeli üzerine yeniden yapardım. Fakat böyle yapıldığında kavminin yüreklerine inkâr geleceğinden endişe ederim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 783)
Yine Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Yâ Âişe! Kavmin câhiliyet devrine yakın olmamış olsaydı, Kâbe'nin yıkılıp yeniden Kureyş'in dışarıda bıraktığı (İsmail'in) temellerini de içine alacak şekilde yapılmasını emreder, doğuya batıya olmak üzere birer kapı koydurur, İbrahim Aleyhisselâm'ın esasına ulaştırırdım." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 784)
Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'e dayanarak, İslâm artık yerleşti diye Kâbe-i muazzama'yı ilk temeli üzerine yapmıştı. Zâlim Haccac orayı alınca yıkıp Kureyş'inki gibi yaptı. Abbasi halifesi Harun Reşid, onu da yıkıp Hazret-i İsmail'in temeli üzerine yapmak için İmam Mâlik'ten fetva istedi. O, bu iş oyuncak olmasın diye vermedi.
Kâbe-i muazzama on defa yapılmıştır: Melekler, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın oğulları, İbrahim Aleyhisselâm, Amâlikalılar, Cürhümlüler, Kuslular, Kureyş, Abdullah bin Zübeyr -radiyallahu anh-, Haccac.
•
Kâbe-i muazzama'nın yapılışı hakkında haber veren Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde geleceği hakkında da haber vermiştir:
"Ye'cüc ve Me'cüc'ten sonra Kâbe'de Hacc ve Umre yapılacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 789)
"Kâbe'yi, ince bacaklı Habeşlilerden biri yıkacak." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 787)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Resul'üm! Sana hilâl halini alan ayları soruyorlar. De ki: 'O, insanların faydasına ve bir de Hacc için birer vakit ölçüleridir.'" (Bakara: 189)
• Müslüman olmak,
• Akıllı olmak,
• Büluğ çağında olmak,
• Hür olmak,
• Azık ve binit sağlamaya gücü yetmek,
• Hacc'ın farz olduğunu bilmek. (Bu şart, gayr-i müslim memleketlerde müslüman olanlar içindir. Bir İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar için, Hacc'ın farz olduğunu bilmemek mazeret sayılmaz.)
• Aslî ihtiyaçları dışında Hacc'a gidip gelinceye kadar yetecek mâli güce sahip olmak.
• Yukarıdaki şartları hâiz olarak, Hacc farîzasının edâ edildiği vakte erişmiş olmak.
Bir kimseye Hacc'ın farz olması için bu şartların eksiksiz bulunması gerekir. Bu şartlardan birisi eksik olduğunda o kimsenin bizzat Haccetmesi farz olmadığı gibi, yerine bedel göndermesi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekmez.
Kendisine Hacc farz olmamış bir kimsenin, Hacc'a gideceğim diye mülkünü satıp sonunda fakir düşmesi doğru bir hareket değildir. Allah-u Teâlâ insanlara güçlerinin üstünde bir şey teklif etmez.
Şu kadar var ki, bu şartlar eksiksiz gerçekleştiği halde Hacc'a gitmeyi geciktirir de, daha sonra Haccetme imkânı bulamazsa, yerine bedel göndermeyi veya bedel gönderilmesini vasiyet etmesi gerekir.
• Vücutça sağlam olmak. Kör, kötürüm, felçli ve Hacc yolculuğuna dayanamayacak derecede hasta veya yaşlı olmamak,
• Hacc'ı yerine getirmeye mâni bir hâl bulunmamak, (Hapislik veya zorla alıkonulmak gibi)
• Yol güvenliği bulunmak,
• Kadınların yanlarında mahremlerinden birisinin bulunması,
• Eşi ölmüş kadınların iddet sürelerinin bitmiş olması. (Kocasından ayrılmış kadın üç ay, kocası ölmüş kadın da dört ay on gün beklemek zorundadır. Ne suretle olursa olsun iddet içinde Hacc'a gidemez.)
Not:
Hacc'ın farz olması için gerekli olan sekiz şarttan başka, edâsının şartları da eksiksiz hâiz olan kimselerin bizzat Haccetmeleri farz olur.
Belirtilen bu sekiz şart bulunduğu halde edâsının şartları eksiksiz gerçekleşmediği takdirde, bizzat kendilerinin Haccetmeleri farz olmaz, yerlerine bedel göndermeleri gerekir. Ölümleri halinde kendileri adına bedel gönderilmesini vasiyet etmeleri lâzımdır.
• Müslüman olmak. Bu aynı zamanda farz olmasının da şartıdır.
• Belirli mekân: Arafat ve Kâbe-i muazzama'dır. Hacc menâsikının her birini tayin edilen yerlerde yapmak şarttır.
• Belirli zaman: Arafat'ta vakfeyi Arefe gününün zeval vaktinden bayramın ilk gününün sabahı şafak sökünceye kadar yapmak.
Ziyaret tavafı ise, bayram sabahından ömür sonuna kadar yapılabilir. Ancak farz olan ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak vâcip olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya bırakana, vâcibi terk ettiği için kurban kesmek lâzım gelir.
• Hacc niyetiyle ihrama girmek. Daha önce mubah olan bazı şeyleri, Hacc ve Umre süresince kişinin kendisine yasak kılması demektir.
Hacc ibadetinin iki rüknü yani iki ana direği vardır: Arafat'ta vakfe, ziyaret tavafı.
İhram ise Hacc'ın şartıdır.
Hacc'ın tamam olabilmesi için bu iki rüknün şartlara uygun olarak edâ edilmiş olması gerekir. Hacc'ın, rükünler dışında kalan vâcib veya sünnet olan diğer menâsiki yapılmazsa veya noksan bırakılırsa, bunların bir kısmı için cezâ ve kefâret gerekir; fakat Hacc sahih olur, kaza edilmesi gerekmez.
Şu kadar var ki, rükünlerden birisi yapılmadığı takdirde ceza veya kefâret ödemekle Hacc sahih olmaz. Ya eksik kalan rüknün tamamlanması veya Hacc'ın kaza edilmesi gerekir.
Hacc'ın belirtilen "Şartlar"ı ve "Rükünler"i dışında vâcip olan menâsiki de vardır. Hacc'ın vâciblerinden birinin mâzeretsiz terk edilmesiyle Hacc fâsid olmaz. Fakat dinen muteber sayılan bir mâzeret olmadan terk edilen her vâcip için kefaret gerekir.
Hacc'ın vâcipleri iki kısımdır:
• Safâ ve Merve arasında Sa'y yapmak.
• Müzdelife'de vakfe yapmak.
• Remy-i cimâr. (Mina'da şeytan taşlamak)
• Halk veya taksîr. (Saçları tıraş etmek veya kısaltmak)
• Vedâ tavafı yapmak.
• İhrama Mîkat denilen sınırı geçmeden girmek.
• İhram yasaklarından sakınmak.
• Hadesten taharet. (Tavafı abdestli olarak yapmak)
• Setr-i avret. (Avret yerleri tamamen kapalı bulundurmak)
• Kâbe'yi tavafa daima Hacer-i esved'in bulunduğu yerden veya hizasından başlamak.
• Teyâmün. Kâbe'yi sol yana alarak sağından yürüyerek tavaf etmek.
• Hatîm'in dışından dolaşmak.
• Gücü yeten yürüyerek tavaf etmek.
• Her tavaftan (yedi şavttan) sonra iki rekât namaz kılmak.
• Ebu Hanife'ye göre farz olan ziyaret tavafını bayram günlerinde (bayramın üçüncü günü akşamına kadar) yapmak.
• Şavtları yediye tamamlamak.
• Gücü yeten Sa'y'i yürüyerek yapmak.
• Şavtları yediye tamamlamak.
• Gündüz Arafat'a çıkmış olanların, güneş batmadan önce Arafat bölgesinden ayrılmamaları.
• Akşam ve yatsı namazlarını, yatsı vakti girdikten sonra "Cem-i tehîr" ile kılmak.
• Ebu Hanife'ye göre; akabe cemresini taşlama, kurban kesme ve tıraş olma arasındaki tertibe uymak.
• Temettu veya Kıran Haccı yapanların kurban kesmesi.
• Kurbanı eyyam-ı nahr denilen bayram günlerinde ve Harem bölgesinde kesmek.
• Tıraşı bayram günlerinde ve Harem bölgesinde olmak.
• Cemrelere her gün atılacak taşları eksiksiz ve belirlenen zamanlarda atmak.
Sünnetlerin yerine getirilmesi, Hacc'ın sevap ve faziletini artırır. Eksiksiz bir Hacc, ancak sünnetlerin de edâ edilmesiyle mümkündür.
Mâzeretsiz olarak bir sünnetin terk edilmesi mekruhtur, fakat vâcip terk edildiği zaman ceza gerektiği gibi cezayı gerektirmez.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi, Hacc'ın da nasıl yapılacağını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizzat göstermiş ve:
"Hacc menâsikini benden öğreniniz, benim yaptığım gibi yapınız." buyurmuştur. (Müslim: 1297)
Bu Hadis-i şerif, Hacc ibadetleri hakkında büyük bir temeldir.
Hacc'ın sünnetleri iki kısımdır:
• Kudüm tavafı.
• Hacc hutbeleri.
a. Birinci hutbe, Zilhicce'nin yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'i mükerreme'de okunur, insanlara Hacc hükümleri anlatılır.
b. İkinci hutbe, Arafat'ta Nemire mescidinde cem-i takdimle kılınan öğle ve ikindi namazından önce okunur.
c. Üçüncü hutbe, Zilhicce'nin on birinde bayram'ın ikinci günü öğle namazından sonra Mina'da okunur.
• Arefe gecesi Mina'da gecelemek. (8. Zilhicce)
• Bayram gecesi Müzdelife'de gecelemek. (9. Zilhicce)
• Bayram günlerinde Mina'da kalmak.
• Hacc sonunda Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye acele inmek. İnerken Muhassab veya Ebtah denilen düz vâdide azıcık dinlenmek.
• İhrama girmeden önce koltuk altı ve kasık kıllarını temizlemek, tırnak kesmek ve güzel koku sürünmek.
• İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. (Gusül temizlik için yapıldığından, kadınlar özel hallerinde de olsa yaparlar.)
• İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak.
• Erkekler izâr ve ridâ denilen beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye bürünmek.
• İhramlı bulunduğu sürede her fırsatta telbiye getirmek.
• Telbiyeyi her başlayışta üç defa tekrarlamak.
• Telbiye'den sonra salâvât-ı şerife getirmek.
• Salâvât-ı şerife'den sonra Cenâb-ı Hakk'a duâlar etmek.
Şu duâ okunabilir:
"Ey Allah'ım! Ben senden rızânı ve cennetini dilerim. Gazabından ve ateşinden sana sığınırım."
• Mümkünse Mekke-i mükerreme'ye gündüz vakti girmek.
• Girmeden önce mümkünse gusletmek veya abdest almak.
• Kâbe-i muazzama'yı görünce dilediği duâyı yapmak.
• Beytullah'ın önüne gelince tekbir ve tehlil getirmek.
• Mültezem'de yüzü ve göğsü Kâbe-i muazzama'nın duvarına yapıştırıp duâ ve niyazda bulunmak.
• Kimseye zahmet vermeksizin Kâbe-i muazzama'nın örtülerine yapışıp duâ etmek.
• Tavafa başlarken, Hacer-i esved'in hizasına, Rükn-i Yemânî yönünden doğru gelmek.
• Tavafa başlarken ve her şartın sonunda Hacer-i esved'i istilâm etmek.
• Sonunda Sa'y yapılacak tavaflarda (ziyaret tavafında) erkekler ıztıba ve remel yapmak.
• Bütün şartları ara vermeden ard arda yapmak.
• Erkekler mümkün olduğu kadar Kâbe-i muazzama'ya yanaşmak.
• Mekke-i mükerreme'de bulundukça nafile tavafı çok yapmak.
• Tavaf esnasında zikrullah ile, tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak.
• Tavaf bitince ara vermeden sa'ye başlamak.
• Sa'y'ı abdestli olarak yapmak.
• Sa'y'e gitmeden önce Hacer-i esved'i istilâm etmek.
• Her şavtta Safa ile Merve'de Kâbe-i muazzama görülebilecek kadar yükseğe çıkıp o tarafa yönelerek tekbir, tehlil ve duâ etmek.
• Erkekler yeşil renkle ışıklandırılmış sütunlar arasında hervele yapmak, diğer kısımlarda ise yavaş yürümek.
• Sa'y esnasında tekbir, tehlil ve duâ ile meşgul olmak.
• Bütün şavtları hiç ara vermeden ard arda yapmak.
• Zilhicce'nin dokuzunda Arefe günü güneşin doğuşundan sonra Arafat'a hareket etmek.
• Nemire mescidinde öğle ile ikindi namazlarını cem-i takdim ile kılmak.
• Vakfe esnasında abdestli bulunmak.
• Vakfe için mümkünse zevalden sonra gusletmek.
• Vakfeyi Cebel-i Rahme eteklerindeki siyah kayalıkların yanında yapmak.
• Kıbleye yönelerek vakfe yapmak.
• Gün boyunca telbiye, zikrullah, tesbih, tekbir, tehlil, salâvât ile, namaz ve duâ ile meşgul olmak; kendisi, ana-babası, âile efradı, geçmişleri ve bütün müminler için duâ ve niyazda bulunmak.
• Arefe günü güneşin batışından sonra Arafat'tan Müzdelife'ye sükunetle ağır ağır inmek ve Müzdelife'de Meş'ar-i haram civarında konaklamak.
• Vakit girince sabah namazını hemen kılmak.
• Namazdan sonra telbiye, tekbir, tehlil, duâ ve istiğfar ile meşgul olmak.
• Vakfeyi ortalık iyice aydınlanıncaya kadar sürdürmek, ortalık iyice aydınlandıktan sonra güneş doğmadan Mina'ya hareket etmek.
• Eşyasını çadırına koyduktan sonra, vakit geçirmeden Akabe cemresine taş atmak.
• Taşları bayramın ilk günü öğleden önce, diğer günlerde ise öğleden sonra, güneş batmadan önce atmak.
• Akabe cemresine taşlar atılırken Mekke-i mükerreme'yi sola, Mina'yı sağ tarafa almak. (Diğer iki cemreye her taraftan atılabilir.)
• Taşları cemrelere üç buçuk-beş metre uzaklıktan atmak.
• Yedi taşı ard arda atmak.
• Atılan taşlar fındıktan küçük, nohuttan büyük olmak.
• Teşrik günlerinde "Küçük", "Orta" ve "Akabe" cemrelerine taşları bu sıra ile atmak.
• Küçük ve orta cemrelere taş attıktan sonra duâ etmek, Akabe cemresinden ise taş atar atmaz hemen ayrılmak.
• Mina'dan Mekke-i mükerreme'ye dönmekte acele edenler, bayramın üçüncü günü güneş batmadan önce Mina'dan ayrılmak.
• Vedâ tavafını yapıp iki rekât tavaf namazı kıldıktan sonra kana kana zemzem içmek ve dökünmek.
• Zemzem'i Kâbe-i muazzama'ya karşı, ayakta ve Beytullah'a bakarak içmek.
• Hacc menasiki sona erince Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Ravza-i pâk'ini ziyaret için Medine-i münevvere'ye gidilir. Yolda her zamandan daha çok salât-ü selâm getirilir.
Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir kimse Hacceder, ondan sonra kabrimi ziyaret ederse, hayatımda beni ziyaret etmiş gibi olur." (Câmiüssağir)
"Kabrimi ziyaret eden kimseye şefaatim vâcib olur." (Keşfül-hafâ)
"Bir kimse Haccettikten sonra beni ziyaret etmezse, bana cefa etmiş olur." (Câmiüssağir)
• Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ziyaret, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmanın ve Peygamber sevgisini gönüllere yerleştirmenin en güzel vesilesidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)
Bu ilâhî beyandan anlaşılıyor ki, hayat-ı saâdetlerinde olduğu gibi, bekâ âlemine intikal ettikten sonra da müminler huzuruna gider ve orada Allah-u Teâlâ'dan af dilerlerse, elleri boş çevrilmez.
Bu itibarla Hacceden her müslümanın Hacc'dan önce ve sonra Medine-i münevvere'yi ziyaret etmesi, Mescid-i nebevî'de namaz kılması asırlar boyunca müslümanlar arasında terkedilmeyen bir sünnet olarak devam edegelmiştir.
• Mümkün olursa bu "Nûr beldesi"ne girmeden veya girdikten ve eşyasını kalacağı yere yerleştirdikten sonra gusledilir, güzel koku sürünülür. Salâvât-ı şerif'e getirerek huzur ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in Harem-i şerif'ine gelinir. Bâb'üs-selâm veya Bâb-ı Cibrîl denilen kapıların birinden Mescid'e girilir.
O edebi bahşetmesi için Hazret-i Allah'a sığınarak ziyaret edilir.
• Kerahat vakti değilse iki rekât Tahiyyetül-mescid namazı kılınır. İmkân bulunursa bu namazı kabr-i saâdet ile minber arasında kalan kısımda kılmak çok faziletlidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Minberim ile hânemin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." (Buhârî)
• Medine-i münevvere'de kalındığı müddetçe Mescid-i nebevî'den ayrılmamak gerekiyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Beyt-i şerif'de edâ olunan namazın birisi diğer yerlerdeki namazların yüz binine ve benim mescidimde kılınan namazın biri, aynı şekilde başka yerlerde kılınan namazların binine ve Beyt-i makdis'te (Mescid-i aksa'da) kılınan namazın birisi dahi diğer yerlerde kılınan namazların beş yüzüne denktir." (Tirmizî)
• Müslüman olup Medine'de göçmen olarak kalacağına dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e biat eden bir bedevî ertesi günü sıtmaya yakalanınca, tekrar eski yerine dönmek için biattan muaf tutulmasını istemiş ancak her defasında reddeden Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Medine demircilerin körüğü gibidir. Demirin pasını giderir. İyisini, madenini parlatır." (Buhârî)
Diğer Hadis-i şerif'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Medine-i münevvere'de bir Ramazan-ı şerif'i tutmak, diğer beldelerin bin ramazanından, kezâ bir cuma namazını orada edâ etmek diğer beldelerin bin cumasından efdâldir." (Câmiüssağir)
"Allah'ım! Bize Medine'yi, Mekke'yi sevdiğimiz gibi hattâ daha fazlası ile sevdir. Rızık ve azıklarımıza bereket ihsan et; Medine'yi bize sıhhatli kıl, sıtmasını Cuhfe'ye defet." (Buhârî)
• Medine-i münevvere bir nûr beldesidir. Gerçekten çok büyük hürmet ve tâzim lâzımdır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Medine Âir dağından filân yere kadar haremdir, muhteremdir. Kim ki Medine'nin bu haremi içinde dine aykırı bir bidat çıkarır, Kitap ve Sünnet'e muhalif bir iş işlerse, veya çıkaranı korursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Bunların ne tevbesi ne de fidyesi kabul olunmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 882)
"Medine, falan yerden filân yere kadar haramdır. Ağaçları kesilmez. Kim bunu yaparsa Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun." (Buhârî)
Ayrıca Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketten iki kat fazlasını Medine'ye ihsan eyle!" diye duâ etmişlerdir. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 895)
1) "Dâru'l-hüzn"
2) "Kubbe-i Ehl-i Beyt" Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin'in oğlu Hazret-i Zeynelabidin, Hazret-i Zeynelabidin'in oğlu Hazret-i Muhammed el Bâkır, Hazret-i Muhammed el Bakır'ın oğlu Hazret-i Cafer el Sadık ve Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcası Hazret-i Abbas.
3) "Kubbe-i Benâtu'n-Nebi" Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in kızları; Hazret-i Rukiye, Hazret-i Ümmü Gülsüm ve Hazret-i Zeynep.
4) "Kubbe-i Ezvâc-ı Mutahharât" Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in Hazret-i Hatice ve Hazret-i Meymune dışındaki bütün zevceleri burada medfundur.
5) Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcasının oğlu Hazret-i Akîl İbn Ebu Tâlip ve Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in amcasının torunu Hazret-i Abdullah el Cevâd bin Cafer el Tayyâr.
6) "Kubbe-i Hazret-i İbrahim İbn Resulullah" Peygamber -s.a.v- Efendimiz'in oğlu Hazret-i İbrahim ve Hazret-i Osman bin Maz'un.
7) "Kubbe-i Hazret-i İmam Malik ve Hazret-i Nafi'"
8) "Kubbe-i Hazret-i Osman bin Affân"
9) "Kubbe-i Murziatü'l-Mürselîn Hazret-i Halimetu's-Sa'diyye" Peygamberimiz'in süt annesi Hazret-i Halime.
10) "Kubbe-i Hazret-i Fatıma bin Esed" Hazret-i Ali -r.anh-ın annesi.
Cennet-ül Bakî'de ayrıca Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Avf, Sad bin Ebu Vakkâs, Abdullah bin Mes'ud, Suheyl bin Sinan ve Ebu Hureyre -radiyallahu anhüm- Hazerâtı medfundur.
Medine 1806'da istila edilince Cennet-ül Bâki'de yer alan mezar taşları ve türbeler yıkılmıştır. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında mezar taşları onarılmış, türbeler yeniden yapılmış olup üste görülen fotoğraf bu zamanı göstermektedir. Fakat 1926'da Osmanlı'nın Kutsal Topraklardan çekilmesiyle yeniden yıkılarak yandaki fotoğrafta görüldüğü gibi bugünkü halini almıştır.
1) "Kubbetü's-Seyyida Âmine" Peygamberimiz -s.a.v-Efendimiz'in annesi.
2) "Kubbe-i Ehl-i Beyt" Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in amcası ve diğer akrabaları.
3) "Kubbetü'l Haticetü'l-Kübrâ Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in ilk hanımı Hazret-i Haticetü'l-Kübrâ.
Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde Osmanlılar döneminde Cennet-ül Muâllâ'da Peygamberimiz -s.a.v- Efendimiz'in dedesi, amcası, diğer Ashâb-ı kiram ve İslâm büyüklerine ait yetmiş beş adet türbe bulunduğundan bahsetmektedir.
"Zilhicce ayında bulunmamız hasebiyle, Kurban mevzuatını ehemmiyetine binaen tekrar arz ediyoruz."
Zilhicce'nin ilk on günleri; zikir, tekbir ve hacc günleridir. Hazret-i Allah'ın:
"On geceye yemin olsun ki..." Âyet-i kerîme'si ile methettiği çok kıymetli çok mübarek günlerdir. (Fecr: 2)
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Ayların efdâli Ramazan-ı şerîf ve ziyâde muhteremi ise Zilhicce'dir." (Câmius-sağir)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah'ın indinde Kurban'dan önceki on günden daha üstün günler yoktur. O günlerde Hakk Celle ve Alâ Hazretleri'nin zikrini çok yapınız." (Dârimî)
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın kendisine ibadet edilmekten en çok hoşlandığı günler Zilhicce'nin ilk on günüdür. Bu on günün her gününde tutulan oruç bir yıllık oruca ve her ibadetle geçirilen gecesi, Kadir gecesine denktir." (Tirmizî)
Zilhicce'nin yedinci gecesi Terviye, sekizinci gecesi Arefe ve dokuzuncu gecesi Bayram gecesidir. Bu mübarek geceleri ihya edenler cennetle tebşir olunmuştur. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Dört mühim geceyi ihyâ eden kimseye cennet zaruridir. Terviye, Arefe, Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı geceleri." buyuruyorlar. (C. Sağir)
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Arefe gününde oruç tutmak hem geçmiş hem de gelecekten birer senenin küçük günahına kefaret olur." (Ahmed bin Hanbel)
Hacılar Terviye gecesini Mekke-i Mükerreme'de, Arefe gecesini ve gününü Arafat'ta, Bayram gecesini ise Müzdelife'de geçirirler. Burada sabah namazı kılındıktan sonra Mina'ya geçilir.
Kurban, Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.
Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Rabb'in için namaz kıl, kurban kes!" buyuruyor. (Kevser: 2)
Namaz kılmakla beraber, kurban da kes. Her ikisinin de şöhret için değil, Allah için halis niyetle yapılması gerekmektedir. Allah için kılınmayan namaz, namaz olmayacağı gibi; Allah için kesilmeyen kurban da kurban olmaz. Kurban olmak şöyle dursun, Allah'ın ismi anılmayan ve bilerek terk olunan veya Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenler, kesilmiş bile olmaz, ölmüş hayvan gibi haram olur.
•
Berâ bin Âzib -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kurban bayramı günü şöyle buyurmuştur:
"Bu günümüzde bizim için ilk yapılacak şey, namaz kılmamız, sonra kurban kesmemizdir. Bunları sırası ile yapan sünnetimize uygun hareket etmiş olur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 515)
•
Allah-u Teâlâ kullarına kurbanlık develeri yaratma ve onları Allah'ın nişânelerinden kılma nimetini bahşettiğini Âyet-i kerime'sinde haber vermektedir.
"Biz kurbanlık develeri sizin için Allah'ın nişânelerinden kıldık." (Hacc: 36)
Allah'ın teşrî buyurduğu dinin belirgin işaretlerinden kıldık.
"Onlarda sizin için hayır vardır." (Hacc: 36)
Dünyada da ahirette de menfaat mevcuttur. Onları kurban keserek büyük sevaplara nâil olursunuz.
"Ön ayakları bağlı olduğu halde keserken Allah'ın adını anın." (Hacc: 36)
Allah'ın adını anarak kurban edin.
"Yanları üstüne yere düştüklerinde ise onlardan yiyin." (Hacc: 36)
Bu size mubahtır.
"Kanaat edip istemeyene de isteyene de yedirin." (Hacc: 36)
Kendilerine birer miktar verin. Böylece bir nevi ziyafette bulunmuş olursunuz.
"Şükredersiniz diye onları böylece sizin emrinize musahhar kıldık." (Hacc: 36)
Güçlerine, cisimlerinin büyüklüğüne rağmen onları emrinize verdik. Dilediğiniz zaman binersiniz, dilediğiniz zaman işinizde kullanırsınız, dilediğiniz zaman da kesersiniz.
Ey kurban kesen müminler!
"Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşmaz. Allah'a ulaşacak olan sizin takvânızdır." (Hacc: 37)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Hiçbir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin." (Tirmizî)
Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için kan akıtmaktır. O'na ulaşan sizin O'na itaat ve teslimiyetinizdeki, emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına riâyet ederek Rabb'lerini râzı edebilirler.
"Sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı tekbir edesiniz diye, O bunları size musahhar kıldı." (Hacc: 37)
Onları buyruk altına almanın yolunu öğretip sebeplerini bahşeden ve kendisine yaklaşmanın yollarını gösteren Allah-u Teâlâ'nın nimetlerinin büyüklüğünü ve kudretinin yüceliğini tanıyıp, ulûhiyetini ve vahdaniyetini tekbir ile ilân edesiniz.
"İhsan edenleri müjdele!" (Hacc: 37)
Onların bu amelleri Allah katında makbul olup, kendileri bu yüzden ilâhi lütuflara nâil olacaklardır.
•
Kurban kesmek; hür, mukîm ve zengin olan her müslümana vâcibdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Hali vakti yerinde olup da, kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın." (İbn-i Mâce)
Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah'a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibadet sayılmıştır.
Kur'an-ı kerim'de Âdem Aleyhisselâm'ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.
Bir Âyeti kerime'de :
"Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık." buyuruyor. (Hacc: 34)
Kurban malla yapılan bir fedâkârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunu göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsanî arzuları kesmenin de bir işaretidir.
O kana bedel olarak, gelecek bir çok felâketler, ibtilâlar, akacak kanlar önlendiği gibi, en mühimi de Allah-u Teâlâ'nın emri şerif'inin yerine getirilmiş olmasıdır. Rızâ-i Bâri'ye vesiledir.
Kurban aynı zamanda İsmail Aleyhisselâm'ın Allah için kurban edilmekten kurtuluşunun hatırlanma vesilesidir.
Şöyle ki:
Hadis-i şerif'te bildirildiğine göre İbrahim Aleyhisselâm Burak ile bir günde Şam'dan Mekke'ye gelip giderdi. (Buhârî)
Bu ziyaretlerin birinde Mekke'de iken bir rüyâ gördü. O gün Zilhicce'nin sekizinci günü idi. Rüyâsında Allah-u Teâlâ ona ilk ve tek oğlu olan İsmail'i kurban etmesini emrediyordu. Önce bu rüyânın Rahmâni olup olmadığında tereddüt etti. O güne bundan dolayı Terviye günü denilmiştir. Zilhiccenin dokuzuncu günü aynı rüyâyı tekrar görünce, rüyânın Rahmâni olduğuna dair, yavaş yavaş kendisinde bir kanaat hasıl olmaya başladı. Bunun içindir ki bu güne Arefe günü denilmiştir. Onuncu günü tekrar aynı rüyâyı görünce, artık bunun kati bir emir olduğunu anladı. Oğlunu kurban etmeye karar verdiği için de o güne, kurban günü mânâsına gelen Yevm-i Nahir denilmiştir.
Peygamberlerin rüyâları ilâhi vahyin bölümlerinden birisi olduğu gibi, tabirleri de vahiydir ve sâdık rüyâlar olarak kabul edilir. Dolayısıyla böyle bir vahiy almış olmakla, bu yapılması gereken bir emir olmuş oluyordu.
Allah-u Teâlâ Halil'inin tam bir teveccüh ve teslimiyet içinde olduğunu, onun Allah için her türlü fedakârlığa katlanabilen numune bir insan olduğunu göstermek için çok ağır bir imtihana tâbi tutuyordu. Şu kadar var ki büyük bir imtihan olduğu için bu emri bir defada ve kesin bir şekilde indirmemiş, arka arkaya rüyada göstermek suretiyle tedrici olarak beyan buyurmuştur.
İbrahim Aleyhisselâm bunun üzerine bu ilâhi emri zorla uygulamaya kalkışmayıp, önce kendisine tebliğ ederek işi istişâreye havale etti. Oğlundan bu hususta düşünmesini ve görüşünü bildirmesini istedi.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Çocuk kendisiyle beraber yürüyüp gezecek çağa erişince 'Ey oğulcuğum! Rüyada ben seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?' dedi." (Sâffât: 102)
İsmail Aleyhisselâm babasının bu teklifine hiç tereddüt etmeden teslimiyet içinde cevap verdi:
"Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." (Sâffât: 102)
Oğlunun bu derece metin olduğunu ve en kıymetli sermayesi olan canını bile Allah için seve seve verebilecek bir durumda olduğunu gören İbrahim Aleyhisselâm son derece memnun olmuştu.
"Her ikisi de Allah'ın emrine ram oldular." (Sâffât: 103)
Âyet-i kerime'sinde belirtildiği üzere, sıra emrin icrasına gelmişti.
Beraberce Minâ denilen mevkiye vardılar.
Ciğerparesini bağrına bastı, öptü öptü, yüzükoyun yatırarak Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmeye hazırlandı. Bu şekilde yatırmasının sebebi, oğlunun yüz ifadesini görüp şefkatinin ağır basması dolayısıyla Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirememe korkusuydu.
Nihayet vedalaştı ve bıçağı boğazına çalmaya başladı. Bir kaç kere çaldı ise de bıçak kesmedi. Tekrar tekrar çaldı, fakat yine kesmedi. Her defasında bıçağın ağzı geri dönüyordu.
Nefeslerin kesildiği bir anda emr-i ilâhi geldi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Babası oğlunu alnı üzerine yatırınca biz ona 'Yâ İbrahim!' diye seslendik. Rüyâna sadâkat gösterdin, işte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız." (Sâffât: 103-104-105)
Baba ve oğul tarafından kulluğun en mükemmel numunesi ortaya konulmuş oluyordu.
İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi emre samimiyetle imtisal ettiği için bizzat nidâ-i ilâhiye nail olmuş bulunuyordu.
İnsan havsalasının alamayacağı, kelimelerle ifade etmeye gücü yetmeyeceği bu hadise hakkında Âyet-i kerime'de:
"Bu gerçekten apaçık bir imtihandı." buyuruluyor. (Sâffât: 106)
Öyle bir imtihan ve ibtilâ ki büyüklüğü apaçık meydandadır.
Çocuğu boğazlamak üzere yere yatırmakla maksat hâsıl olmuştu. Allah-u Teâlâ'dan başka hiçbir şeyin ona daha sevgili olmadığı ortaya çıkmış, sadâkatini en güzel şekliyle ispat etmişti.
İbrahim Aleyhisselâm bu ilâhi nidâyı işitince etrafına baktı. Bir de ne görsün! Gözleri sürmeli, boynuzlu bir koçla Cebrâil Aleyhisselâm semâdan doğru geliyor.
Allah-u Teâlâ İsmail Aleyhisselâm'a bedel olarak Cebrâil Aleyhisselâm'ın refakatinde kadri yüce bir kurbanlık göndermiş, İbrahim Halilullah'ın o emsâli düşünülemeyen kurban niyetini bu koç ile yerine getirmesini istemiştir.
Âyet-i kerime'de:
"Biz oğluna bedel olarak ona büyük bir kurbanlık verdik." buyuruluyor. (Sâffât: 107)
İbrahim Aleyhisselâm koçu kurban ederek Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâsını, şükranlarını arzetmiştir.
O koç sebebiyle hayata dönen İsmail Aleyhisselâm'ın neslinden son peygamber Muhammed Aleyhisselâm geleceğinden, koçun şânına tâzim için "Büyük bir kurbanlık" olarak vasıflandırılmıştır.
Allah-u Teâlâ o zamanda İbrahim Aleyhisselâm'a yaptığı in'am ve ihsanla kalmamış, kıyamete kadar nesiller ve çağlar boyunca hatırasının anılacağını Âyet-i kerime'sinde haber vermiştir:
"Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık." (Sâffât: 108)
Kurban bayramında kurban kesmek; itaatın güzelliğini, Allah-u Teâlâ'nın emrine teslim olmanın ulviyetini gösteren bu hadisenin anılması olarak İslâmî vecibeler arasına katılmıştır.
Müminlerin, hayvanlarını Allah için kurban etmeleri bu teslimiyet hadisesini kıyamete kadar canlı tutmaktadır.
Teslimiyet imtihanını lâyıkıyla veren İbrahim Aleyhisselâm:
"Bizden selâm olsun İbrahim'e!" (Sâffât: 109)
İltifât-ı ilâhi'sine mazhar olmuştur.
Böylesi bir imtihanı başarı ile verdikleri için, her ikisi hakkında da:
"İşte biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız." buyurulmuştur. (Sâffât: 110)
İbrahim Aleyhisselâm çok büyük olduğu için çok büyük imtihanlara çekildi. Bütün imtihanları başarı ile kazandı ve Allah-u Teâlâ'nın çok büyük ihsanlarına nâil oldu.
Bizim de Hazret-i Allah'a ve Resul'üne nasıl teslim olmamızın bir ifadesidir.
• Kurbanın vâcip olması için müslüman olmak, hür olmak, mukim olmak yani misafir hükmünde olmamak, şer'an zengin sayılacak kadar servet sahibi olmak gerekir.
Asli ihtiyaçlardan başka en az nisap miktarı bir mala sahip olan her müslümanın kurban kesmesi vâciptir.
• Nisaptan maksat 200 dirhem (561.2 gram) gümüş veya 20 miskal (80.18 gram) altın veyahut bunların kıymetlerine muâdil bir maldır.
Bunda nisabın büyüyücü, artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir.
Her zekât veren mükellefe kurban kesmek vâcip olduğu gibi, zekâtta nisaba girmeyen bazı mallara sahip olan kimselere de, elinde nakit parası olmasa bile kurban kesmek vâcip olur.
Meselâ bir kimsenin asli ihtiyaçları dışında nisap miktarı değerinde fazla eşyası, ihtiyaç dışı ev ve arazisi olursa, bunların üzerinden bir yıl geçmese bile zengin sayılır, kurban kesmesi gerekir.
• Bir kimsenin kurban kesmesi için bütün vakitlerinde zengin olması şart değildir. Kurban bayramı günlerinin başında veya sonunda zengin bulunması kurbanın vâcip olması için yeterlidir.
• Fakirin ve yolculuk halinde olan kimsenin kurban günlerinde kesecekleri kurban nafile yerine geçer. Çünkü fakir olan kimselere ve yolculuk halinde olan kimselere vâcip değildir. Bununla beraber kurban niyetiyle keserlerse, kesen sevap kazanır. Kesmedikleri takdirde bir şey lâzım gelmez.
• Diğer şartlar mevcut olduğu halde, yolculuktan kurbanın son günü henüz vakit çıkmadan memleketine dönen bir kimseye de kurban kesmek vâcip olur.
Kurban kesilecek hayvanı kişi ya kendisi kesecek veyahut birisine vekâlet vererek kestirecektir.
Ahmed'e Mehmed'e vermekle, kan akıtmadıkça kurban sahih olmaz. Kurban müslümanlar için vâcip olan bir ibadettir.
Dilenciliği meslek edinen bölücüler kurbana da el atmakta bir çok paralar toplamaktadırlar.
Binaenaleyh bunun da hırsızları mevcuttur.
Şöyle ki;
"Sen zahmet etme, senin yerine biz keselim!" derler.
Yüz kurban alırlar, beşini keserler, doksan beşini cebe atarlar. İyi bil ki sen kurban kesmemiş olursun. Bu kurban hırsızlarına siz kendinizi kaptırmayın. Bu ilâhi hükmü yerine getirin.
Çünkü Kur'an-ı kerim'deki emir şöyledir:
"Rabb'in için namaz kıl, kurban kes." (Kevser: 2)
"Kes!" buyuruyor Allah-u Teâlâ. Kurbanını âleme vermekle, kurban hırsızına paranızı kaptırmakla beraber emr-i ilâhiye'yi de yerine getirmemiş olduğunuzu iyi bilin.
Allah-u Teâlâ açık olarak "Venhar = Kes!" buyuruyor. Ya kendin kes veya keseceğine kesinlikle emniyet edeceğin bir kimseye vekâlet ver.
Vekâlet verilen kimsenin müslüman olması şarttır. Bir bölücüye kurban kesmesi için para veren bir kimse kurban kesmediğini iyi bilsin.
Kurban kesmek bu kadar faziletli olduğu halde, üzerine borç olmamasına rağmen bir kimsenin kurban keseceğim diye çoluk-çocuğunun boğazından kesmesi de caiz değildir. Çünkü âile fertlerinin geçimini temin etmek farzdır. Hatta bir ev sahibi çoluk-çocuğunun nafakasını kesip misafirine yedirirse, yiyen kimse haram yemiş olur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Müslüman, Allah rızâsını hesaba katarak âilesi efrâdına infakta bulunursa, bu onun için bir sadaka olur." (Müslim: 1002)
Niyeti hâlis olan bir kimse, zaten icraatını yapacak, aynı sevaba ermiş olacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Müminin niyeti amelinden hayırlıdır." buyurmuştur. (C. Sağir)
Kurban kesmeyen belki kurban kesenden daha hayırlıdır. Kesemeyenin niyeti aynı kesen gibidir.
Çünkü Allah-u Teâlâ kulunun niyetine bakar.
Sıkılarak, âile fertlerinin nafakalarından keserek, borç para alarak kurban kesmek olmaz.
Abdullah bin Amr bin Âs -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır." buyurmuştu.
Bir kimse kendisine:
"Yâ Resulellah! Ben, iâreten verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilim, onu kesebilir miyim?" diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Hayır. Ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek tıraşını olursun. Bu da sana Allah katında bir kurban yerine geçer." (Ebu Dâvud)
Bu beyandan anlıyoruz ki, bayrama katılmak için imkânları zorlamaya gerek yoktur. Bayram günü saç tıraşı olmak, uzamış olan bıyıkları, tırnakları kesmek, bedeni temizlemek, yeni, temiz elbiseler giymek gibi, bayram gününün hürmetine uygun bir ahvâle bürünmek de, kurban kesmiş kadar Allah katında makbuldür.
•
Allah-u Teâlâ kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiş, takatleri nispetinde tekliflerde bulunmuştur.
Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Allah ağır teklifleri sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisâ: 28)
"Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz." (Bakara: 286)
O ki sana emretmemiş, niçin yapıyorsun?
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki iş arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah olmadıkça o daima en kolayını tercih ederdi. (Buhârî)
Bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Şüphesiz ki bu din çok kolaydır. Kim dini zorlaştırırsa, altından kalkamaz, öyle olunca ortalama gidin." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 36)
Bu beyanlarımız kesebilecek olanlara teşvik olduğu gibi, kesemediği için üzülenlere de tesellidir. Niyeti onu kurtarır.
• Kurban; koyun, keçi, deve ve sığır cinsinden kesilir. Manda da sığır cinsinden sayılır. Bunların erkeği de dişisi de kurban edilebilir. Yalnız koyun ile keçinin erkeğini; sığır, manda ve devenin dişisini kurban etmek daha faziletlidir.
• Devenin en az beş, sığırın iki yaşında olması gerekmektedir. Koyun ve keçi ya birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya altı aylık olduğu halde bir yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır.
• Bir koyun veya keçi ne kadar cüsseli olursa olsun, ancak bir kişi adına kurban kesilebilir.
Sığır, manda veya deve bir kişi adına kesilebileceği gibi, yediye kadar kişi tarafından da kurban edilebilir.
Şu kadar var ki, ortakların müslüman olması şarttır. Ayrıca hepsinin de kurbana niyet etmiş olmaları gerekir. Bir kısmının vâcip kurbana, bir kısmının akîka veya nafile kurbana niyet etmelerinde fark yoktur. Fakat içlerinden birinin et niyeti ile kesmesi durumunda hiçbirinin kurbanı kabul olmaz.
• Tavuk, horoz, kaz, ördek, hindi... gibi hayvanlar kurban kesilemez. Bunları kurban niyetiyle kesmek harama yakın mekruhtur.
• Etleri yenilen vahşi hayvanlar da kurban olmaz.
• Bir veya iki gözü kör, kulağının veya kuyruğunun yarısından çoğu veya meme başları kopmuş, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış, doğuştan kulak ve kuyruğu bulunmayan, dişsiz, dişlerinin çoğu dökülmüş, kemiklerinin içinde iliği kalmamış derecede zayıf, kesim yerine gidemeyecek kadar topal, belirli bir şekilde hasta olan hayvanlar kurban olmaz.
• Zengin bir kimsenin satın aldığı kurban özürlü çıkarsa veya hayvan sonradan kusurlanırsa, yerine başka bir hayvan kesmesi gerekir. Fakir ise yeniden alması icap etmez, onu keser. Hatta böyle bir hayvanı alıp kurban etmesi de yeterlidir. Çünkü bu kurban onun hakkında nafiledir.
• Kurban iri, sağlam, kusursuz ve besili olmalıdır.
Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Kurbanlarınızı büyük büyük kesiniz. Şüphesiz ki onlar sıratta sizin bineklerinizdir."
• Hayvanın şaşı, topal, uyuz olması; kulağının küçük, delik ve damgalı olması; boynuzlu, boynuzsuz veya boynuzunun biraz kırık olması; kulaklarının delinmiş veya enine yırtılmış olması, ucunun kesik veya sarkık olması; dişlerinin azının dökülmüş olması; burulmuş olması kurban olmasına engel değildir.
• Deli olan bir hayvan karnını doyurabiliyorsa kurban edilir, doyuramıyorsa edilemez.
• Daima pislik yiyen bir hayvan, hapsedilmeden kurban edilmez.
• Kurban kesmenin vâcip olmasının sebebi vakittir. Vakit tekrarlandıkça, kurban kesmek de tekrarlanır.
• Kurban kesmenin vakti Kurban Bayramı'nın "Eyyâm-ı nahr" denilen birinci, ikinci ve üçüncü günleridir. İlk günü kesmek daha faziletlidir. İstenirse üç gün de ayrı ayrı kurban kesilebilir.
• Bayram namazı kılınan yerlerde namazdan sonra, kılınmayan yerlerde sabah namazının vakti girdikten sonra kesilir.
• Kurbanı gece kesmek mekruhtur.
• Kurban kesmek bir ibadet olduğu için, bu işi başarmaya ehil olanın kendi kurbanını eliyle kesmesi daha faziletlidir.
• Kendi kesemezse vekâleten bir başkasına kestirebilir. Başında bulunması müstehaptır.
• Müslüman bir kadın kesebileceği gibi, kesmesini bilen ve besmele çekebilen bir çocuk da kesebilir.
• Bıçak, hayvana eziyet vermeyecek şekilde keskin olmalıdır. Hayvanı kör bıçakla boğazlamak, yere yatırdıktan sonra bıçak bilemek, ayağından çekip sürüklemek, boğazlarken hayvanın murdar iliğini hemen koparmak, kellesini kesip almak, daha ölmeden derisini yüzmeye başlamak, kıbleden çevirmek mekruhtur.
• Hayvanın yönü kıbleye gelecek şekilde yatırılır, sağ arka ayağı serbest bırakılarak geri kalan üç ayağı birbirine bağlanır.
• Her türlü ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra kurbanı kesecek olan kişi önce "Allahümme hâzâ minke ve ileyke = Allah'ım bu sendendir ve sanadır." der ve şu Âyet-i kerime'yi okur:
(İnne salâtî ve nüsukî ve mehyâye ve memâtî, Lillâhi Rabbil âlemîn, lâ şerîke leh vebi zâlike ümirtü ve ene evvelül-müslimîn.)
"Şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabb'i olan Allah içindir, O'nun hiçbir ortağı yoktur. Bana böylece emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (En'âm: 162-163)
Daha sonra "Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber, Allahu Ekber ve lillâhil-hamd" diye tekbir getirilir ve "Bismillâhi Allahu Ekber" diyerek bıçak çalınır.
• Kesme işi; boynun alt tarafından, boğazın çeneye yakın yerinden yapılır. Yemek ve nefes borusu, bunun iki yanındaki şah damarının kesilmesi ile tamamlanır.
• Develer sığır gibi kesilmez. Boğazla göğsün birleştiği yere bıçak saplanır. Bu sünnettir. Deveyi sığır gibi, sığırı veya koyunu deve gibi kesmek mekruhtur.
• Kanın iyice akıp hayvanın hareketten kesilmesini beklemek müstehaptır.
• Kurban sahibi, kurban kesildiği gün ilk yemeğini kurbanın ciğerinden yemesi menduptur.
• Kurban kesildikten sonra iki rekât namaz kılınması uygun olur.
•Vâcip olan; kurbanı kesmek ve kan akıtmaktır.
Binaenaleyh kurbanı diri olarak sadaka vermekle, vâcip olan borç ödenmiş olmaz.
Kestikten sonra etini tasadduk etmek müstehaptır, etmese de olur.
• Kurban kesen kimse, etinden hem yer hem yedirir. Yedirdiği kimseler fakir de olmayabilir.
Âyet-i kerime'de:
"Yiyiniz, yediriniz." buyuruluyor. (Hacc: 36)
• Efdâl olan kurbanın etini üçe ayırmak; bir kısmını fakirlere vermek, bir kısmını akraba ve dostlara hediye etmek, bir kısmını da evde bırakmaktır.
• Kurban kesen kimsenin, nafakaları üzerine vâcip olan ev halkı kalabalık olup hali vakti de geniş değilse, sadaka ve hediye etmeyerek onlara bol bol yedirebilir. İsterse bir kısmını da kavurma yaparak saklayabilir.
• Kurban derisi tasadduk olunabileceği gibi, evde seccade olarak da kullanılabilir.
• Kurban derisi satılıp parası alınamaz, yenecek ve içecek bir şeyle değiştirilemez.
• Kesilmeden önce kurbanın sütünden ve gücünden faydalanmak, yününü kırpmak, etini ve derisini satıp parasını almak mekruhtur. Böyle bir şey yapılırsa kıymetini sadaka olarak vermek gerekir. Fakat kesildikten sonra yünü alınıp kullanılabilir.
• Kurbanlık hayvan kesilmeden önce doğursa, yavrusu da kendisiyle beraber kesilir. Kesilmeyip satılsa, parasını sadaka olarak vermek icap eder.
• Kurbanın etinden veya derisinden kesim ücreti verilmez.
• Bir evde kaç zengin varsa, hepsine de ayrı ayrı birer kurban vâcip olur.
• Kurban kesmek için erkek olmak şart olmadığı gibi, nisaba ulaşan kadınların da kurban kesmeleri gerekir.
• Kurban kesmesi kendisine vâcip olan bir erkek, mal kendisinin olduğu halde, bir yıl kendisine bir yıl hanımına kesecek olsa, kendisi borçlu kalır.
•Bir kimsenin kendi malından çocuğu namına kurban kesmesi menduptur.
• Zengin evlât, kendisine aldığı kurbanı babası namına kesecek olsa, kendisi borçlu kalır.
• Herhangi bir sebepten dolayı kurban kesilemezse kazaya kalır. Ödemek istediğinde bir hayvan satın alınıp diri olarak tasadduk edilebilir veya kıymeti fakirlere verilebilir.
•Kurban edilecek hayvan öldüğü takdirde zengin olanın başka bir kurbanlık satın alması gerekir, fakir olana gerekmez.
• Fakirin aldığı kurbanlık kaybolduğunda ve yerine başka bir kurbanlık kestiğinde, kurban bulunursa fakir onu da keser. Çünkü kendisine nafile iken vâcip kılmıştır. Zengin ise, kestiği kurbanla vâcibi yerine getirdiğinden tekrar kesmesi gerekmez.
•Bir kimse kendi adına iki koyun alıp kurban edebilir, mutlaka bir koyun kurban olarak sınırlandırılmamıştır. Bir kişi, isterse bir sığır da kurban edebilir.
• Ölüm hastalığında bulunan bir kişi, kurban günlerinde kendisi için bir kurban kesilmesini vasiyet ederse, vârisleri onun terikesinin üçte birinden bir koyun alıp keserler. Bu bir borçtur, yapılmazsa günahkâr olurlar.
• Bir kimse sevabını vefat eden bir kimseye bağışlamak üzere bayram günü kestiği kurban etinden yiyebilir.
• Vefat etmiş bir yakını için kurban keseceğini söyleyen kimse, onu bayram günlerinde kesmesi vâcip olur. Kurban niyetiyle olmayıp fakirlere dağıtmaya niyet ederse istediği herhangi bir günde keser.
• Çocuk için kesilecek kurbana akîka kurbanı denir. Akîka, çocuğun başındaki ana tüyünün adıdır.
• Akîka kurbanı çocuğun doğduğu günden bâliğ olacağı güne kadar kesilebilir. Fakat yedinci günü kesilmesi efdâldir. Çocuğun yedinci günü adı konulur ve başının saçları kesilip ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir ve aynı gün kurban kesilir.
• Kurbana elverişli olan her hayvan, akîka için de kurban olabilir.
• Akîkanın kemiklerini kırmayıp, mafsallarından ayırmak ve öyle pişirmek müstehaptır.
• Akîkanın etinden kesen yiyebilir, başkalarına da yedirebilir ve tasadduk eder.
• Çocukluğunda akîka kurbanı kesilmemiş bulunan kimse, bunu sonradan da kesebilir.
• Bir kurban adamış olan kimseye, bunu kesmek vâciptir.
• Adak kurbanının etinden adayan kimse, karısı, babası, anası, dedeleri, çocukları, torunları yiyemez. Fakirlere sadaka olarak vermek lâzımdır. Şayet yerlerse yediklerinin kıymetini sadaka olarak verirler.
Helâl lokma yiyebilmek için bugün müslümanların üzerinde durması gereken mühim meselelerden birisi de, hayvan kesiminde "Besmele" hususudur.
En'am sûresi 145. Âyet-i kerime'sine göre; "Kendiliğinden ölmüş hayvan leşi, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar" olmak üzere haram yiyecekler dört sınıftır.
Mâide sûresi 3. Âyet-i kerime'sinde ise; "Boğulmuş, bir yerine taş veya sopa vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış, putlar adına boğazlanmış hayvanları yemenin ve fal okları ile kısmet aramanın haram olduğu" bildirilmektedir.
Boğulmak, başına tokmak vurulmak, bir yerden yuvarlanmak, süsüşmek, yırtıcı hayvan tarafından yaralanmak... gibi bir sebeple ölmek üzere bulunan hayvan yetişilerek kesilirse eti yenir.
Hayvanı keserken Allah'ın ismini anmak vâciptir. "Bismillahi Allahu Ekber" demek ise müstehaptır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın âyetlerine inanan müminler iseniz, üzerlerine Allah'ın ismi anılmış (Besmele ile kesilmiş) hayvanlardan yiyin." (En'âm: 118)
"Kesilirken Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek muhakkak ki bir fısktır, Allah'ın yolundan çıkmaktır." (En'âm: 121)
Hayvanı kesecek olanın boğazlamaya ehliyetli olması lâzımdır. Müslüman bir erkek ve kadın kesebileceği gibi, kesmesini bilen ve "Besmele" çekebilen bir çocuk da kesebilir.
Tesmiyenin tam kesilme halinde bulunması şarttır. "Besmele" çektikten sonra bir şey yer içer, başkası ile konuşursa önce çektiği "Besmele" kifayet etmez, yeniden çekmesi gerekir.
"Besmele" unutularak terk edilmiş olursa zararı olmaz.
Çünkü Hadis-i şerif'te "Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mesuliyeti kaldırılmıştır." buyuruluyor. (Buhârî)
Ancak kasten terk edenlerin kestikleri yenmez, haram olur.
Boğazlama; develerde boğazla göğsün birleştiği yere bıçak saplamak (nahr) suretiyle, diğer hayvanlarda ise boğazı kesmek (zebh) suretiyle yapılır. Bu sünnettir. Deveyi davar ve sığır gibi kesmek, davarı ve sığırı da deve gibi kesmek mekruhtur.
Eksiksiz bir boğazlamada, nefes ve yemek boruları ile bunun iki yanındaki iki atar damarın kesilmesi gerekmektedir.
Damarları ve boruları kesip kanı akıtabilen her çeşit âlet ile hayvan kesilebilir. (Bıçak, keskin kamış kabuğu, cam... vs.) Mühim olan âletin keskinliğidir. Yalnız, diş ve tırnakla kesmek yasaktır.
Şu kadar var ki bu âlet hayvana zahmet vermeyecek şekilde keskin olmalıdır. Hayvanı kör bıçakla boğazlamak, yere yatırdıktan sonra bıçak bilemek, ayağından çekip sürüklemek, boğazlarken hayvanın murdar iliğini hemen koparmak, kellesini kesip almak, daha ölmeden derisini yüzmeye başlamak mekruhtur.
Hayvan kuyuya veya bir yere ters vaziyette düşer veya yakalanamazsa herhangi bir yerinin kesilip kanının akıtılması boğazlama yerine geçer.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de bulunduğu bir yerde, kaçan ve yakalanamayan bir deve okla vurularak öldürülmüştü. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu tasvip ettikleri gibi "Böyle durumlarda aynı şeyi yapınız." diye de emir buyurmuşlardır. (Buhârî – Müslim)
Kesilen bir hayvanın karnından diri olarak çıkan yavru boğazlanır ve yenir. Ölmüş olarak çıkarsa yenmez.
Hayvan şer'i usule göre kesilince, vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar, az bir kısmı da ince damarlarda kalır. Dışarıya akan bu kanı yemek-içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi uzuvlarda kalan kan ise akmış sayıldığından et ile birlikte yenir.
Hayvanın ödü, bezi, bevl torbası, husyeleri ve tenasül uzvu yenmemelidir, mekruhtur.
Bir misafir için "Besmele" ile kesilen bir hayvanın eti yenilir. Çünkü misafire ikram lâzımdır. Bu Allah rızâsı için kesilmiş olur.
Besmele ile bile kesilmiş olsa, herhangi bir şahsa tazim için kesilen kurbanların eti haramdır, yenilemez. Çünkü kurban yalnız Allah için kesilir.
Diri olup olmadığı bilinemeyen bir hayvan kesilirken; harekette bulunursa, gözünü yumarsa, ayağını çekerse, tüyleri ürperip kalkarsa canlı hükmündedir ve eti yenir.
Şu kadar var ki, yalnız gözünü veya ağzını açması veya ayağını uzatması onun canlı olduğunu göstermez. Bu hayvan ölü hükmünde olup, eti murdardır.
Murdar ölen hayvanın etini yemek haram olmakla beraber derisinden, boynuz, kemik ve kılından faydalanmak mubahtır.
Hazret-i Meymune -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in bir azatlısına sadaka olarak bir keçi verilmiş, o da ölmüştü.
Duruma muttali olan Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Derisini niçin almadınız? Onu tabaklar, faydalanırdınız!" diye ikazda bulundu.
"O murdar ölmüştü." dediklerinde:
"Onun sadece etinin yenmesi haram kılındı." buyurdu. (Müslim)
Bir Hadis-i şerif'te de:
"Onu tabaklamak murdarlığını giderir." buyurulmuştur. (Hâkim)
Vahşi tabiatlı olmayan, iğrenç görülmeyen hayvanların etleri helâldir, yenilebilir.
Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hayvanları bir müddet hapsetmeden hemen kesip yemek mekruhtur. Şayet yemedilerse veya etlerini kokutmayacak derecede az yemişlerse, hapsedilmeleri gerekmez.
Pislik yiyen tavuklar için hapis müddeti üç gün, koyunlar için dört gün, sığır ve develer için on gündür.